bugün

tol

Hafta başıydı, bir pazartesi akşamıydı.
‘’Gelsene biraz dışarı,’’ dedim çocuğa. Asya balıkları masaya taşıyordu.
Karısına tedirgin bir bakış fırlattı. Genç kadın nefis bir gülüşle karşılık verdi kocasının bakışına.
Çocuk bana doğru eğilip, ‘’ Ne yapacağız?’’ diye fısıldadı.
Rakıdan bir yudum aldım, sandalyeden güçlükle kalkıp yalpalayarak bahçeye yöneldim.
Bahçedeki demir sandalyelerden birine oturdum, haziranın mutlu kuşları cıvıldıyordu dört bir yanda. Başım dönüyordu, öğleden beri içiyordum. Dışarıda kanyakla başlamış, şimdi rakıya dadanmıştım.
içeride sofra kuran kadına aşıktım, kötü aşıktım, körkütük aşıktım. Ona yazdığım, ona yazdığımı kimsenin bilmediği şiirler herkesin dilindeydi. Ünlüydüm ve perişan haldeydim.
Geçen yıldı. Sabahın körüydü, kupkuru ayazdı, bahara fazla bir ayaz. Rüzgar hayalarımıza bile kum doldurmuştu, afişlerden boşalan ellerimiz kaşınıyor, tedirgin tedirgin etrafımıza bakınıyorduk. Üç silahımız, üç yüz afişimiz vardı.
‘’Öf be,’’ dedi çocuk , ‘’ ne soğuk! ’’
Issız bir köşe başında tutuşturdum eline kanyağı.
Onu suç ortağım yaptım ve rahatladım.
Teşkilata ben katmıştım çocuğu, ‘’ Bak koçum, önce milli demokratik, sonra sosyalist, tamam mı ? ‘’ diye başına kaka kaka.
Çok parlaktı, almıştım başıma belayı. Toplantıları bana zehir ediyordu. Kitapları yutar gibi okuyor, durmadan konuşuyor, her şeyi ciddiye alıyor, her çektiğim okkalı nutkun içini boşaltıp bok gibi bırakıyordu bir kenara. iyi yürekliydi, en azından öyle görünüyordu ve işin en kötü tarafı da buydu.
‘’Otuz küsur yaşındasın ve şimdiden ihtiyar gibi görünüyorsun, içme bu kadar , çok dikkat çekiyor, ’’ demişti günün birinde.
Çok öfkelenmiştim, daha dünkü çocuk bana neler söylüyordu böyle ? Ben oysa, elimden geleni yapıyordum. Çok içiyorsam kime neydi ? Birbirlerine bağırarak, ağlayarak okudukları o şiirleri nasıl yazdığımı biliyorlar mıydı ?
Ben de onu suç ortağım yaptım, o meyhaneden o meyhaneye gezdirerek çaldım kalbini, kendime bağladım. Sonra karısıyla tanıştım. On dokuz yaşındaydı. Tanıştığımız akşam ağır bir şarkı söyledim ona, ağlattım onu ve kara gözlerinden akan yaşlara baka baka aklımın kalan son kırıntılarını da kaybettim.
Çıktı elbet bahçeye. Yüzünü görür görmez anladım. ‘’ Ama çok içiyorsun, yoruyorsun beni, bu kadarı da fazla, git artık buradan, bizi rahat bırak’’ diyordu, buna benzer yüz bin şey söylüyordu, anlamamak ne mümkündü.
Yanıma geldi.
‘’ Çocuk gibi davranıyorsun, ’’ dedi.
Bunu dedi, ne kadar da haklıydı.
Demir koltuktan doğruldum, yavaş, ona baktım, yavaş, yumruğumu kaldırdım, yavaş, yüzüne savurdum ve yere yuvarlandım. Küçük bir ayak hareketiyle bakmıştı icabıma.
Ağlamaya başladım. Dizlerine, temiz, ak pantolonuna yapıştım, çaktırmadan sümüğümü de siliyordum kaliteli kumaşa. ‘’ Yazık sana, ayı gibi adamsın hesapta,’’ dedim içimden.
En son düşünmek istediğim şeyi yaptı, beni şefkatle çenemden tutup ayağa kaldırdı. Çok yoksul, çok öfkeli, çok aptal, çok çaresiz bir çocuk gibi iki yana sallanıyordum karşısında.
‘’Asya seninle ilgilenmiyor,’’ dedi.