bugün

new york

Şimdilerde turistlere rahat gelmeye başladı ama 1970'li yıllarda New York'ta öyle dolaşmak, eğlenmek filan imkansızdı. Tehlikesi hayli fazlaydı şehrin.

Hatta şehrin belirli yerlerini dolaştığınızda ölmeniz bile kesindi. Bu benimki durup dururken ortaya çıkan nostalji bir hatıralar seli filan değil. Sadece geçenlerde 'Taksi Şoförü' filmini seyrettim. Film 1970 New York'undan geçiyor. Benim yıllardır anlattığım, kitabını bile yazdığım şehrin o zamanki hallerini, ne durumda olduğunu görmek isteyenlerin, o filme tekrar bakmaları gerekiyor.

Filmde Robert de Niro karakterini delirmeye iten şehirde beladan başka bir şey yok. Arka planda görüyorsunuz, belalı adamlar, fahişeler, pezevenkler ve ölüm havası geziniyor şehir sokaklarında.

Filmin başlarında Robert de Niro, Cybil Sheppard'ı, (Mavi Ay dizisindeki fıstık) 42. Sokak'taki bir sinemaya götürüyor.

Bu aralar Disneyland'e dönüşmüş olan 42. Sokak'ta o zamanlar fahişeler, pezevenkler ve kerhaneler doluydu. Filmde gösterilen sinemayı bilirim ben. 24 saat durmadan porno oynatan sinemalardan bir tanesiydi. O sinemaya gittiğimizde etrafa fazla dokunmamaya dikkat ederdik. Çünkü o dönemde sinemalarda açıkça mastürbasyon yapmak serbestti. Daha sonra anlatacağım oral seks de serbestti. Gayet tabii ki marihuana içmeye de kimse bir şey demezdi. işte Robert de Niro'nun filmde daha sonra delireceği buradan belliydi. Çünkü kadınla ilk buluşmalarında onu böyle bir yere götürdü adam. Ben bu sinemalarda, soğuk günlerde çok oturmuşumdur, esrar içmezdim ama şişem elimde kafayı çekerdim. (ileride iyi bir gazeteci olacağım o günlerden belliydi). Bela belaya buluşmadığı için bir defa hariç başım hiç belaya girmedi orada. O gün ise böyle bir sinemanın tuvaletine gitmek zorunda kaldım. içeriye girer girmez gördüğüm manzara aynen şuydu: Bir adam vücudunda başka yumuşak doku kalmadığından göz altından esrar iğnesini yapmaya çalışıyordu. Bir adam pisuvar yerine dönmüş odanın ortasına işiyordu, falan filan. Bütün bu hengame arasında küçük tuvaletinizi yapmanızın kolay olduğunu sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Ama insanoğlu zorlanınca her şeyi yapıyor işte. Yaptım ve sakin bir şekilde geri çıktım. Çıkarken sakin görüneyim diye ıslık çalmayı denedim ama nedense ıslık çıkmadı bir türlü.

Bu küçük anekdottan da anlayacağınız üzere o yıllarda New York'ta yaşamak bir anlamda freni olmayan bir kızakla dağ aşağısına kaymaya benziyordu. Sonunda bir yerlere çarpacağınız ve başınıza bir kaza geleceği kesindi. Ama ecel gelmeyince de gelmiyor işte. Her şeyin bir vakti var. Alınyazısı galiba bu. O yılları nasıl sağ çıkardım, nasıl kurtardım kendimi hâlâ daha anlamış değilim. Anlamadım ama yeni yeni korkmaya başladım. O yıllarda genciz işte, korku yok. Ama şimdilerde o anılarım bile korkmaya başlamama yetiyor. 'Taksi Şoförü' filmi işte bu tür hatıraları geri getirerek korkuttu beni. Çevremde ölüm ve vahşet olurken yere kıvrılıp bir parkta sabaha kadar uyuyabildiğim, dibi görünmeyen ve kapkaranlık olan her merdivenden aşağıya indiğim, iki ucu tutulmuş sokaklardan kurtulduğum günleri hatırladım ve sanki bugün oluyormuş gibi titredim 'Taksi Şoförü'nü seyrederken.

Belki de ben sadece bu nedenle yıllardır bıkıp usanmadan dönüp dolaşıp hep New York'a gidiyorum. Belki de gitmek zorundayım hatıralarım yüzünden. Eski deli cesaretim de yok, ama olsa da gerekmiyor. Çünkü eski New York artık yok ve hiç olmayacak, belki de böylesi daha iyidir ne bileyim ben.

serdar turgut