bugün

ben bu yazıyı eski sevgilime yazdım

kısa bir an için yüzün silinse gözlerimin önünden, bir yerlerden bir rüzgara binip kokun geliyor burnuma. senin parfümün, senin ten kokunla karışmış şekilde kaçıyor ciğerlerime. ve yeniden başlıyor tüm işkence...

tüm umutları öldürdüm içimde. sana dair tüm umutları. o kadar çoklardı ki, katliam oldu bunun adı. ama anılarıma sıkı sıkıya sarıldım herşeye inat. en önemlisi sana inat!
lekelemeye çalıştığın anılarıma sahip çıktım. silah kuşandım, söz kuşandım en iğnelilerinden, zırhsız şekilde modern şerefsizliklerine karşı savaştım. herşeye rağmen toz kondurmadım geçmişimdeki sana. sana rağmen bozmadım onu.

umutlar öldüler ama anılar hala taptaze, hala sımsıcak. yüzün tüm hatlarıyla gözümün önünde sürekli. tek eksiğim, elimi kaldırsam, alamam yanaklarını avuçlarıma, hissedemem sıcaklığını teninin. ama gözlerimin önündesin... masken konuştuğum, gördüğüm, tanıdığım her insanın yüzüne yapışıyor. herkes "sen" oluyor. sesin kulaklarmın önünde barikat kurmuş. gelen her ses dalgasının üzerine biniyor, kulağıma "sen" diye çalınıyor.

rüyalarım... sana dair tek gerçekliğim oldular sen gittiğinden beri. iyice uyuşuk olduğumu söylüyorlar bu günlerde. sebebini bir bilseler...
aşkını yaşayabilmenin tek yolu buysa eğer, rüyalar olduysa yaşamanın amacı; ebedi uykuya yatmaya razı olabilir mi insan?
aşkının adını haykırmaktan korkuyorsa ağzını her açışında, ebedi susuşlara mahkum olabilir mi, lal olabilir mi insan?
hadi hepsini geçtim,
ya kokusunu duymaktan korkuyorsa gidenin? nefes almadan nasıl yaşar insan? nefesim olduysa kokun, nasıl yaşarım ben bundan sonra?

çıldırmamak işten değil yokluğunda. sürekli bocalama, sürekli karın ağrısı... "boşver" diyorum kendi kendime. "takma kafana" herşey gibi bunun da sonu gelecek. biri çıkacak karşına ve düzeltecek tüm yanlışları hayatında. ya da çıkmasa da olur, her acıyı kendin aşarak ayakta kalmayı öğreneceksin aşk karşısında. ama olmuyor işte. boşveremedim bomboş odalarını evin. boşveremedim boş tarafını gardrobun. boşveremedim boş mesaj kutusunu telefonun. senin şehrine her gelişimde gidişini düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. vedalaşmadan, sessizce. son defa temas etmeden elin elime; tokalaşmak için olsa bile, son defa nefes alışlarını görmeden inip kalkan omuzlarında... son defa...

o kadar uzun zaman oldu ki "son" un üzerinden geçen, çoğu detayı hatırlamıyorum. bilseydim "son" olduğunu ezberlemezmiydim teninin her pütürünü, verdiğin her nefesi çekmezmiydim içime? bir dakika olsun uyurmuydum hiç yüzünden mahrum kalma pahasına? keşke "son"u paylaşsaydın benimle. son olduğunu bilseydim de, kanmak için delirseydim sana sen gitmeden önce.

şimdi herşeye rağmen, tüm eksikliklere, tüm doyamamalara rağmen anıları beslemeye değer mi? yoksa sen gidince edindiğim nur topu gibi acıları mı besleyip büyütmeliyim "senden kalan son hatıra" sıfatında.
evet, gidişinle acıya gülmeyi öğrendim. çünkü acı senden geliyorsa o bile keyif verir bana.

ahhh sıfatsızım... sana sevgilim deme hakkını aldın benden. ama bunun dışında bir kelime etsem, her harf alır seni, uzaklaştırır benden. gittiğiğnden sonra "sıfatsız" oldu adın o yüzden. zaten hangi kelime tarif ederdi sevgimi ya da seni bilmem.