bugün

sevdiği entry'ler

yeni evli kız klişeleri

Ne güzel klişeler lan bunlar; ziyafet sofraları, evin muhtelif yerlerinde kahve/şarap/çay keyifleri, ilk defa denenen muhteşem yemekler, deniz kenarında fotoğraf çekinmeler, iki kişilik kamp araştırmaları...

Ne güzel klişelermiş anam darısı başıma

gecenin karikatürü

(img:#2067355)

göbeklitepe

Evliya Çelebi seyahatnamesinde kendisinin ve çevresinin efsunlu olduğu anlatılan, hatta evliya çelebinin sözü fazla uzatmadan kaçtığı mevkidir göbeklitepenin bugünkü mevkisi. insanlar bazı şeylerin filmini çekiyorlar, hikayesini yazıyorlar da sanıyoruz ki onların yaratıcı zihinleri. Halbuki mesele bakmayı bilen görmeyi bilen hissetmeyi bilen insanlara dayanıyor.

koca ömrü tek kadınla geçirmek

koca bir ömrü, yılları seneleri ayları insanın sahip olduğu tek sermayesini, tüm zamanını tek bir kadınla geçirmesidir. 70 sene aynı yastıkta uyanması, aynı sofraya oturması, aynı eve girmesi, aynı koltuğa oturması, aynı tepsiden aynı sürahiden aynı tencereden yemesidir. 70 sene.
o tek bir kadını bir gezegeni sever gibi, bir gezegeni keşfeder gibi, bir gezegeni anlamaya çalışır gibi seven kalplere yetmeyecektir koca bir ömür. alevin etrafında uçuşan pervane gibi tanısanız da sıcaklığını ateşinde kül olmadığınız için eremeyeceksiniz hakikatine hiçbir zaman. eremediğiniz o hakikatin pervanesi olmaya niyet edeceksiniz sonra, her gece bir yüzünü her sabah bir yüzünü görüp o yüzü seveceksiniz. bu sefer dünyanın etrafında dönen ay olacak haliniz.

o da sizinle geçiriyor olacak bir ömürü. o da pervanelik niyeti etmiş olacak, ay olmak isteyecek daha sonra. bu sefer ortada bir dünya bir ay olmayacak
iki ay kalacak geriye, birbirinin etrafında pervane olmuş iki varlık. birbirinin etrafında dönecekler. el ele, el hakka.

anın görüntüsü

görsel
Biz de anamızın koynunda yatmasını bilirdik, oh keyfe bak. Kazık kadar olmuslar arada cok cok süt cekiyorlar.

türk kahvesi

kahveyi Türk yapan hazırlanış ve pişirilme yöntemi, yine şu an için dünyada telvesi ile servis edilen tek kahve çeşidi de türk kahvesi. Acı olduğu için bazı kişiler sevmese de acı olanı makbul görülmekte. Kıbrıs Barış harekatına kadar yunanistan ve Rum kesiminde de adı türk kahvesi iken harekattan sonra Yunan kahvesi oluyor.

En makbul olanı ise sabah içileni bence:p

anın görüntüsü

görsel

codex gigas

Çekler, 1648'de bir savaş ganimeti olarak başkentlerinden çalınıp isveç'e götürülen Şeytan incili'ni geri alabilmek için şimdiye dek çok büyük çabalar harcadılar. Ama her defasında reddedildiler. Çek Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanlığını da yapan ünlü yazar Vaclav Havel, sırf Şeytan incili konusunu görüşebilmek için iki kez isveç'e resmi ziyarette bulundu. Sonunda geçen yıl varılan bir anlaşmayla Devasa Kitap'ın Prag'a götürülmesine karar verildi. Ama sadece bir geçici sergi için...

Kısa süre önce isveç'in başkenti Stockholm'dan esrarengiz bir askeri uçak havalandı. Rotasını Orta Avrupa'ya çeviren ve seferiyle ilgili kimseye bilgi verilmeyen bu askeri uçak özel güvenlik uzmanlarıyla doluydu. Ama uçak, bir devlet adamı, siyasetçi, asker ya da özel bir temsilci taşımıyordu. Hatta bu özel koruma önlemlerinin amacı, uçaktaki bir "insana" zarar gelmesini engellemek de değildi. Askeri uçağın çok özel bir yükü vardı! isveç ordusunun özel jeti sonunda Prag havaalanına indi! Aynı önlemler bu kez Prag Havaalanı'nda alındı! Uçak, özel bir hangara çekildi, isveçli ve Çek güvenlik uzmanlarının tekrar tekrar denetledikleri önlemlerin ardından uçağın kapıları açıldı ve özel ambalajındaki Şeytan incil'i uçaktan indirildi. Çek basını, bu gelişmeyi ertesi gün "Şeytan incil'i memleketine döndü" manşetiyle duyuracaktı.

Duvara gömülmekten kurtulmak için
Peki ama bir kutsal kitabın adı nasıl Şeytan'la birlikte anılabilir? işte XIII. yüzyılda, o yılların Orta Avrupa'sının Çek Krallığı'nda, manastırlardan birinde yazılan ve macerası sekiz asırdır süren Şeytan incil'i bu soruya yanıt veriyor. Şeytan incil'i 160 eşeğin derisinden sayfalara yazılarak hazırlanmış çok büyük bir elyazması kitap. Bir metreye yarım metre ebatlarında, 640 sayfadan ve dış kapakları işlemeli ahşap levhalardan oluşan kitabın ağırlığı tam 75 kilogram. Elyazmasının Latince adı da buna uygun Codex Gigas, yani Devasa Kitap. Şeytan incili'ne adını, bu elyazması kitabın sayfalarından birine resmedilmiş ve kutsal kitaplarda görmeye alışkın olmadığımız şeytan figürü veriyor.
Nerede yazıldığı tam olarak bilinmeyen kitap hakkındaki bilgiler, yüzyıllardır nesilden nesile aktarılan efsanelerden derlenebiliyor. Bu efsanelere göre, Devasa Kitap'ın yazılış öyküsü bundan tam 800 yıl önce Çek topraklarında Benediktus rahiplerinin bir manastırında başlar. Dua etmeyi ve çalışmayı, bu yöntemle de insanin ahlâki anlamda yenilenmesini savunan, kitap okumayı, elyazmaları hazırlamayı kendilerine amaç edinen bu barışçı rahiplerin bulunduğu manastırda, elyazması işinde çok usta bir rahip büyük bir suç işler. Suç o kadar büyüktür ki, manastır yönetimi de suçlu rahibe çok büyük bir ceza verilmesine karar verir: Canlı canlı bir duvara gömülecektir! Rahip de suçunu kabul etmekte, ama ölüm cezasından da kurtulmak istemektedir. Bunun için manastır yönetimine şöyle bir öneride bulunur: Eğer ölüm cezası iptal edilirse, o da bir gece içinde dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük elyazması incil'i yazacaktır! Rahibin teklifine göre, elyazması sadece Eski ve Yeni Ahid'i değil, Benediktus rahiplerinin hayata bakışını ve de Çek tarihini de içerecektir. Ayrıca rahip M.S. I yüzyılda yaşamış tarihçilerden Josephus Flavius'un Yahudiler tarihini, o zamana kadar var olan azizlerin listesini, Hıristiyanlar'ın en önemli bayramlarından olan paskalya bayramının nasıl hesaplanması gerektiğini de kitabına alacaktır!

Şeytanla pazarlık
"Ora et Labora" yani "Dua et ve çalış" sloganıyla yaşayan kara cüppeli, kara kukuletalı Benediktus rahipleri için öneri caziptir! Manastırın bir rahibi eğer bir gecede dünyanın en büyük elyazmasını yazabilirse, bu manastır için de olağanüstü bir övgü anlamına gelecektir. Sonuçta teklif kabul edilir, suçlu papaz hapsedildiği hücreden çıkarılıp çepeçevre elyazması ciltlerle kaplı kütüphaneye götürülür. Masanın üzerine renk renk mürekkepler bırakılır ve ciltlerce kitabı yazmaya uygun, ince bir şekilde tabaklanıp katlanmış eşek derileri de getirilir. Kapılar kapanır.
O gece içeride neler olduğunu kimse bilmiyor. Rivayete göre sadece eşek derisine yazan kalemin çıkarttığı cızırtılı seslerin değil, haykırışların, çığlıkların ve tüyler ürperten uğultuların duyulduğu gecenin ardından sabah güneş doğarken kapı açıldığında, manastır yönetimi, bugün paha biçilemeyen dünyanın en büyük elyazması kitabını masanın üzerinde bulur. Rahip ise bitkindir! Diğer rahipler saygı ve hayranlıkla bu harikulade renklerle bezenmiş olağanüstü kitabı karıştırmaya başlarlar. incil'deki kutsal satırlar okunurken, birden çevrilen sayfalardan birinde, inançlı insanların en büyük düşmanıyla burun buruna gelirler! incil'in ortalarında bir yerde tam bir sayfa boyutlarında, boynuzlu ve çıplak bir şeytan gözlerini dikmiş, okuyucuya bakmaktadır!
Peki Şeytan resmi incil'e nasıl girmiştir? Efsaneye göre, kitabı yazan rahip bütün ustalığına ve çabalarına rağmen, bir gecede elyazmasını bitiremeyeceğini anlayınca, sabaha karşı Şeytan'ı yardıma çağırır. Kütüphanede beliren Şeytan'ın ise yardım için iki koşulu vardır: Birincisi, rahibin ruhunu kendisine satması, ikincisi ise incil'in sayfalarından birine kendi resminin çizilmesidir. Gece boyunca süren pazarlık, güneş doğmaya başlarken sona erer. Ölümden kurtulmak isteyen rahip Şeytan'ın isteklerini kabul eder ve Şeytan incili böyle ortaya çıkar!

Peki gerçekler ne diyor?
Buraya kadarı efsane; peki gerçekler ne diyor? Tarih, Kodex Gigas'ın (Devasa Kitap'ın) ya da popüler adıyla Şeytan incili'nin 1200'lü yıllarda Çek Krallığı'nda yazıldığını kabul ediyor. Dünyanın en büyük ve en güzel kitaplarından biri olan, Çek tarihini de içeren kitap Çekler açısından o kadar önemli ki, yüzyıllar boyu, bir ulusun kendini simgeleyen tarihsel bir anıta gösterebileceği en büyük özen gösterilmiş. Kitap sadece Çekler açısından önemli değil; dünyanın sekizinci harikası olarak da anılıyor. Şeytan incili gerçekten de Avrupa'da birçok manastırda elyazması olarak hazırlanan incil'ler arasında en büyüğü ve en görkemlisi.

Kitabın kaderini, Orta Avrupa'nın bitmez tükenmez savaşlarından biri belirlemiş. 30 Yıl Savaşları olarak da bilinen çarpışmaların sonunda galip gelen isveç Krallığı'nın askerleri Prag Kraliyet Sarayı'nın en değerli hazinesi olan Şeytan incili'ni alıp 1648'de isveç'e götürüyorlar.
50 yıl sonra kitap büyük bir tehlike atlatıyor! Sarayda çıkan yangında kül olmasına ramak kala, birileri, incil'i pencereden atarak ateşten kurtarıyor! Mucizevi bir şekilde alevlerden kurtulan, ama kapağı zarar gören incil ancak 300 yıl sonra restore ediliyor. O tarihten sonra isveç Kraliyet Sarayı'nda korunan bu büyük hazine şimdiye kadar sadece iki kez halkın ziyaretine açılmış.

http://www.yeniaktuel.com.tr/top105,119@2100.html
görsel

Ayrıca Candlemass'ın bu isimde görkemli bir enstrümantal parçası vardır:
http://fizy.com/s/1cjwbf

anın görüntüsü

görsel
Bir gün bu ağaçtan da sıkılacağım diye çok korkuyorum. Şimdilik her şey güzel

anın görüntüsü

görsel

Bir baba için en özel an.
ilk dokunuş

beypazarı maden suyu

görsel

bir görselle kendini anlat

görsel

anın görüntüsü

Gelincikleri gerçekten anın görüntüsüyken göstermek istedim ne var ki internet çekmedi. Büyük ihtimal uzun zamanda çekmez.
görsel
görsel
Bu arada bu ciceklerin bu kadar güzel olduğunu bilmezdim.

tavuk döner

Dönerin tarihini yazmış bir Artvinli olarak yamacıma toplanın anlatıyorum beyler.

Dönere kanatlı etini ilk kez 1960’lı yılların sonuna doğru Almanya’daki gurbetçiler soktu. Çünkü o yıllarda Almanya’da kırmızı et halen çok pahalıydı ve Almanlar elini her cebine attığında akrep varmış gibi geri çekiyorlardı. Dönerin porsiyonunu satılabilecek derecede daha ucuza mal etmek için Türk ustalar dönere hindi eti ve niteliksiz etler karıştırdılar. Bugün dahi Alman gıda kodeksine göre Alman dönerinin türkiyedekinden daha dandik malzemelerden üretilmesine sebep olan şartlar bu yüzden gerçekleşti(Türkiye’de kırmızı etle kanatlı eti karıştıramazsınız adamın götünden kan çekerler, ancak Almanya’da serbesttir)

Dönere hindi etinin girmesi tavuk dönerin ortaya çıkışındaki evrim basamağında ara form özelliği taşır. Ancak Türkiye’de hindi eti sevilmediğinden süreç biraz gecikti. Ta ki 90’lı yıllarda deli dana hastalığına bağlı olarak et fiyatları anormal yükselince dönerciler hızla çeşitli alternatiflere yöneldiler. Her icat ihtiyaçtan doğar dostlarım. Ve böylece kıyma döner ortaya çıktı. Mevzuata göre dönerin büyükbaş veya küçükbaş etinden yapılması gerekiyordu ancak etin niteliği açıkça yazmıyordu. Böylece kıyma dönerin içine boynuz, tırnak ve deri hariç neredeyse herşey girdi, hele bir de üstüne salçalı sosla, tereyağ döküldü mü baya baya yenilir birşey oldu, ancak bu yıllarda uğur Dündar tarzı kameralı denetimlerin sıklaşması bu alandaki sahteciliği bir nebze olsun düzeltti. Zaten insanlar deli danadan ötürü kırmızı etten acayip tırsmıştı.

Ta ki Ankaralı dönerciler tavuk göğüs ve sarmadan(but ve inciğin fileto açılmış hali) tavuk döneri icat edene kadar. Türk halkı bu yeni döneri çok sevdi. Sonuçta ucuz ve lezzetliydi. Dönerciler de durumdan memnundu, sonuçta tavuk pişerken kırmızı et kadar fire vermiyordu, Ocakta kolay pişiyordu ve kar marjı daha yüksekti.

Fakat yine büyük bir problem vardı. Döner her türlü hileye müsait bir gastronomi alanıydı, 1 gün soğan suyu, tuz ve karabiber içinde bekletilen bozuk tavuk eti hele bir de e621 msg(monosodyumglutamat) katıldığı zaman bırak bayat olduğunu farketmek insanlar yemelere doyamıyordu, bir de işin içine deri, kıkırdak vb. Girdi ki sorma gitsin, tamam belki bunları maliyeti düşürmek için özellikle katıyor değillerdi belki olsa olsa dikkatli temizlemiyorlardı ancak son kullanma tarihi geçmiş bu parçalarda daha hızlı bakteri ürüyordu. Endüstriyel tavuğun zaten ne kadar sağlıksız olduğunu siktir edelim(ki o başka bir tartışma konusudur) özetleyecek olursak bırakın babanızın oğlunu siz kendiniz yapmadıkça tavuk döner yemenin tabiri caizse ölü kuş yemekten farkı yoktur!