bugün

sevdiği entry'ler

2018 ne ya

görsel
üşenmedim yaptım.

yalnızlık ve kendi başına kalma arasındaki fark

“insanların en büyük problemleri, sessiz bir odada yalnız kalamamaktan dolayı ortaya çıkar,” demiş yazar Fransız matematikçi Blaise Pascal. Yorucu hayatlarımızda, yapmamız gereken çok şey olmasından kaynaklıdır bu genelde. Akıllı telefonlarımızı kapatıp oturamamamız bazen bizim yetersizliğimizdendir. Hareketli yaşam bizlere çok az yalnız zaman bırakıyor. Birçok dahinin de savunduğu gibi bu utanç verici bir durum çünkü kendi düşünceleriyle baş başa kalmak birçok insan için yararlı olabilecek bir yetenek.

Fakat, kendi başınalık (solitude) ve soyutlanma (isolation) arasında gerçekten önemli bir fark var.

Bir kısmımız, - özellikle de ortalama üstü zeka sahiplerimiz-, kendi kendileriyle zaman geçirmekten zevk alır. Fakat diğerleri tamamen yalnızdır. Bu yalnızlık sadece olumsuz bir duygudan fazlasıdır, sağlığınıza korkunç etkileri olabilir. Anlamak için her zamankinden daha fazla sebebimiz olan etkiler…

Araştırmalar yalnızlığın bireylerde ölüm riskini arttırdığını gösteriyor. Genç yaşta ölüm konusunda obeziteden bile daha tehlikeli. Binlerce insan üzerinde yapılmış 200’den fazla çalışma gösteriyor ki “Toplumdan uzaklaşmak ve yalnızlık erken ölüm riskini fazlasıyla arttırıyor ve riskin büyüklüğü diğer birçok sağlık göstergesini aşıyor” diyor araştırmacı Holt-Lunstad.

Kronik yalnızlığın yığınla sağlık problemine sebep olduğu da biliniyor. John Cappio bunun “…kortizol (temel stres hormonu) seviyesinde yükselmeye sebep olurken aynı şekilde dolaşım sisteminde dirence neden olduğunu yani kan basıncını yükseltip hayati organlara kan akışını azalttığını… ve yalnızlıktan dolayı tehlike sinyalleri veren beynin, bağışıklık sistemini güçlendiren ve hastalıklarla savaşmamızı sağlayan beyaz kan hücrelerinin üretimini de etkilediğini” söylüyor.

Bu yeni bulgular Aristoteles‘i şaşırtmazdı çünkü kendisi iki bin yıl önce, dostluğun iyi bir yaşamın ön koşulu olduğunu söylüyordu. Arkadaşsız kalan kişi, insan olmanın zevkini tam anlamıyla çıkaramaz diyordu. Biyolojik olarak da belli seviyelerde sosyal etkileşime ihtiyaç duyuyor olduğumuz görüşü Aristoteles’in bireyleri arkadaş edinme konusunda eğitmemiz gerektiğini savunmasına yöneltmişti.

Aslında haklıydı da. Bugün, Amerika’da 45 yaşın üstündeki 40 milyon yetişkinin kronik yalnızlıktan muzdarip olduğuna inanılıyor. “Huzurevindeki mutsuz yaşlı amca” fikri tamamen doğru değil, fakat bu veriler evlilik oranlarında ve evli çiftlerin sahip olduğu çocuk sayılarındaki düşüş gibi demografik değişikliklerle de alakalı. Tabi yine de yaşlıların yalnızlık riski daha yüksek; Amerika’da 85 yaşın üstündeki her iki insandan biri yalnız yaşıyor. Bu çok üzücü bir nokta aslında, çünkü kalan zamanları da oldukça az.

Öte yandan, aynı zamanda insanlar kendilerine ayıracak zamanın azlığından yakınıyorlar ve çalışmaların gösterdiği üzere maddi şeylerden ziyade zaman kazandıklarında daha mutlu oluyorlar. Hatta Hannah Arendt, Eichmann’ın soykırımda rol almasının ana sebebinin tek başına oturup düşünememek olduğunu iddia ediyor. Ona göre yalnız kalıp düşünebilmek, yani inzivaya çekilmenin en önemli noktası, özgürlüğün de temel aracı olmasıdır. Bu gerçekleşmediğinde, tiranlık ya da sert bir totalitaryanizm gelecektir. Arendt’e göre bireyselliğin temeli yalnız kalabilme becerisidir.

Schopenhauer, bizim için en iyisinin toplumdan soyutlanmayı seçmek olduğunu iddia etti. Böylelerini “Bilge” kabul etti ve onları keşişler gibi tanımladı: Basit bir hayat sürdürmek için kendini toplumdan, arzudan ve diğer dikkat dağıtıcı unsurlardan uzaklaştıran insanlar. Sayıları az olan bu insanlar, en mutlu kişilerdi Schopenhauer’a göre. Kibirden ve ufak işlerden kurtularak entelektüel hazlara ulaşabilirlerdi -her ne kadar Schopenhauer böyle bir hayat sürdürememiş olsa da.

Bu garip bir çelişki aslında; zira hem yalnızlıktan hem de kendimize ayıracak zamanın yokluğundan yakınıyoruz. Teknoloji bizleri bağımlı hale getirdi ama daha mutlu olmamıza sebep olmadı. Hatta daha da yalnızlaştık. Sadece tekrar iletişim kurmayı değil, kendi başımıza olabilmeyi de öğrenmemiz gerek. Hem de Modern, ultra-bağlı çağa yakışır bir paradoks (!)

hiçbir kız için çabalamayan erkek

Kadın denen varlığı anlamış erkektir. Kadın, yalnızca niteliğe bakar, ruha değil. Kendisini ve doğacak çocuklarınızı koruyup kollayacak alfa bir erkek izlenimi alırsa senden, kendisi yapışır sana. Aksi takdirde çabalamana hiç gerek yoktur. Alfa özellikleri taşımıyor isen, iyi bir arkadaş olursun o kadın için. Alfa tarafından üzülür, gelir seninle dertleşir. Hatta arada sana umut verir ki elinin altında ol hep. Kadın budur. Edilgendir. Ve, acımasızdır. O kutsal olarak değerlendirilen özellikleri(sevgisi, şefkati, merhameti vs) sadece çocuğuna karşı geçerlidir. Erkek, çocuğuna iyi baba olabilecek kadar erkek olduğu sürece kadının gözünde değerlidir. Kadının doğasında olmayan güç, zekâ, yaratıcılık gibi özelliklerini zerre kadar kaybetmeye başla, kadın arayışa geçer. Bulduğu anda da, şut ve gol. Evet dostum. Kadın budur kısaca. Tek amacı üremek olan, seni bunun için araç olarak gören, pozitif bilimlerle, akıl ve mantıkla alakası olmayan edilgen ve zayıf bir varlıktır. Doğası böyledir. itiraz etmek hiçbirşeyi değiştirmeyecektir...

ateistlerin dindarlara acıması

Ne ateisler, ne teistler... Gercekten acinacak durumda olanlar dogru bildigi yolun dogrulugundan yuzde 100 emin olup, sorgulama, dusunme yolunu kendine kapatanlar.... Yada sorguluyorum, dusunuyorum adi altinda habire takilmis plak gibi, dahada cok bir papagan gibi atalarinin beynine yukledigi kelimeleri kendi fikriymis gibi tekrarlayanlar.
Maalesefki bu koru korune baglilik teistlerde daha cok gorulmekte. Zaten adam o zinciri kirabilse, yuzde 90 artik teist olmayacak...

parasiz papagan

Silik yemiş, üzdü.