bugün

evet, bilgisayara bakmaktan beyni sulanan yeni nesil çocukları görüyorum da.

biz böyle miydik çocukluğumuzda?

eve hep akşamleyin gelen,

ödevini yaptığı gibi dışarı fırlayan,

kum dolu bir yer bulduğunda oyuncak kazma-kürek takımlarıyla deşmedik yer bırakmayan,

cam şişelerini tekrar tekrar kırıp dökmekten zevk alan,

toprakla haşır neşir olmaktan yüzü gözü toz içinde kalan,

sulak bir toprak gördüğünde çamurdan ev, televizyon, koltuk yapıp kurutan,

ilk bisikletini haydarpaşa tren garı'nda kullanan ve deneme sürüşüne kalkıştığında bacakları kırmızı berelerden geçilmeyen,

kabuk bağlayan yaraların kabuklarını derisinden tırnak makasıyla ayıran,

biz değil miydik?

en azından ben böyleydim.
ortası delik paraları, yoğurtçuları, köy çeşmelerini anlatan büyüklerimizin o anda yaşadığı duyguları anlama yaşına geldiğimiz gösterir söylemlerdir.
bacaklarımızdan hiç eksik olmazdı, biri iyileşse muhakkak yenisi yer alırdı diz kapağının üstünde.
bizim deeee! diye bağırarak cevap vermek istediğim söylemdir.
çoğu da bisikletten düşmekten olurdu, diz kapağı, bacak falan parçalanırdı.
işin ironik yanı da o yaralara aldırmadan ertesi gün yine bisikletin tepesinde bulurduk kendimizi..
hiç kabuk tutmazdı o yaralar, kanar dururdu, tıpkı bugünkü yürek yaralarımız gibi...
keşke çocuk kalsaydım diye kaç kez demişizdir kim bilir, biz yetişkinler...
dün farkına vardım bunun da, komşunun küçük kızının bir an önce büyüme isteğini görünce..
ağzının ortasına yumruğu geçirmek istedim sözlük, büyüyüp de napacaksın salak kız diye..
çocuk olmak gibisi var mı be sözlük...
(bkz: Birden dursun istersin seneler olunca mazi)
(bkz: biz orospu çocuğuyduk)
deli sikmiş gibi bir oraya bir buraya hoplayıp zıplamaktan kaynaklanır.bisikletle hareket yapmaya çalışırken düşmekten kafamın şekli değişti be sözlük.
(bkz: yazın geldiğini bacaklarında ki yara izlerinden anlamak)
(bkz: bir zamanlar çocuktuk)
(bkz: 90 larda çocuk olmak)
o yaranın kabuklarını soymak da ayrı bir zevkti.*
günümüzde çocuk dediğin, ne bilsin bisiklet sürmeyi, ağaç tepesinde gezmeyi, kovalamacayı, saklambacı, yakan topu, körebeyi, vs... ne bilsin düşüpte kanattığı dizlerinin acısına rağmen oyunun tadını almaktan vazgeçememe duygusunu. günümüz çocukları bilemez o yara kabuklarının ,çocukluğunu yaşamış olmanın kanıtı olduğunu... nerden bilsin ki ? eşekler gibi okul,dershane, ev arasında koşuşturur küçücük yaşında-oyun çağında- , oynayacağı bir yeşil alan kalmamış, yollar vızır vızır araba; site ve apartman bahçeleri araba dolu, gürültü etme, dur , sus, döverim, kızarım diye çemkiren site-apartman sakinleri... ne bilsin çocuk dediğin, 'çocuk' olmayı; diz kapağında var olması gereken yara kabuklarını ?
piskopatlık yapılarak soyulan, koparılan o kabukların izi kalır. hala duruyor işte dizimde 1-2 çocukluk yarası.
...acıdığında ağlardık. belki sokaktan geçen bir teyze gelirdi yarayı temizlemeye o an, belki de annemiz koşar gelirdi evden. biricik yavrusunun göz yaşlarını silmeye. şimdiki annelerde göz yaşlarını siliyor, ama kendisininkileri. çocuklarını bilgisayar tuzağına kaptırdığı için...

çocukluğu tam anlamıyla yaşamış biz son neferlerin haykırışı.
çocukluğunu sokakta oyun oynayarak; dolayısıyla düşe kalka, kollarındaki ve bacaklarındaki yaraları birbirine göstererek geçirmiş olan insanların söylemi.
biraz da özlem ve sitem kokuyor sanki, geçmişi anımsamaktan dolayı masum bir gülümseme taşıyor insanın yüzüne.
en kötüsü de o yaranın olduğu tarafa bir daha düşüp kabuk mabuk kalmamacasına bir daha yaralanmaktı.
rahatlamak için de düşmene sebep olanı dövmekti.
bazı hafif izleri halen durur çok düşerdim .
hafif kalan yara izleri bıle oldu dizimde gorunce şapşal bir gülümseme bırakan.insanlar nasıl uçamaz diyip yerçekimini keşvettiğimde olan...
diz kapaklarımla kalmazdı, top oynarken düşme sonucunda sırtım, kafam, kollarım bile yara kabuğu doluydu. Eve gidince kendimi harp gazisi gibi hissederdim. Bir bardak su getirene "su gibi aziz ol yavrum" diyesim gelirdi.
Genellikle çocukluğunu okuldan sonra çantasını eve atarak, aç susuz dışarda oynayarak geçirmiş kişinin söyleyeceği cümledir.
sadece dizler değil dirsekler, kollar ve bacaklarda muhtelif bölgeler mütemadiyen yara bere içindeydi. zira bisiklete binmeyi mahallenin büyük çocuklarının kendi çaplarındaki destekleriyle öğrenmiştik, bolca düşe kalka. her apartmanın bahçesinde hangi ağaç var bilirdik, canımız ne zaman isterse bir ağacın altında, bir dalın üstünde yıkamadan meyve yerken bulabilirdik kendimizi. çinçon oynardık ipler çizerdi bacaklarımızı. yüksek yerden atlama yarışması yapardık, ayak bileklerimiz burkulup, topuklarımız acıdan çatlayana kadar. bir de merdivenlerden üçer beşer atlama yarışı. önce ikişer ikişer ve son kata gelince yaşa ve cesarete göre dörder beşer. çocukken sahip olduğumuz bütün saçma ve yaralayıcı şeyler güzel ve mutluluk vericiydi aslında. şimdi dizlerimizde eskiden kalma izler de olmasa unutacağız bir zamanlar küçücük şeylerle ne çok mutlu olduğumuzu. nahoş.
(bkz: ne günlerdi be)
(bkz: biz büyüdük ve kirlendi dünya)
şimdiki çocuklar ise bilgisayar başında odalara kapalı asosyal olarak büyüyorlar.
düz yolda düşmekten yürüyemezken komaktan hatta bisiklete binmekten dolayı oluşan yarralardır
keşke hep çocuk olsak, kalbimiz yerine dizlerimiz kanasa...