bugün

vicdan,onur,namus,cesaret ve köhnemiş düzene itirazın en somut haliyle vücut bulmuş halidir.
bugünkü radikal yazısının daha başını okumak yetiyor insan olana. Annelik içgüdüm, yüreğim, içim, kadın tarafım bunları kaldıramıyor.
Pozantı'yı yazmış, benzer yerlerde yapılan vahşeti, işlenen günahları...

insan olan, unutmaz.
insan olan, bunların hesabını sorar.

yazıyı bitiremedim, okumayı bitiremedim. canım acıyor. yüreği kaldıramayacak olan okumasın hiç.

Binlerce pozantı : http://www.radikal.com.tr...kal+Yaz%C4%B1lar%C4%B1%29
radikal'den ayrılmış -veya işten çıkarılmış- olan türkiye medyasının yüzakı yazarlarından biri. (zaten kaç tane var ki) bazı köşe yazarlarına daha sıra gelecek gibi görünüyor.
radikal'in "sol"u, "kapitalizm"i ağzına zinhar almayıp, kimlik ve yoksulluk edebiyatı yapan "vicdan"larından.
ee türker, bu ikinci cumhuriyet döneminde sadece vicdana bile müsaade bir yere kadar işte görüyorsun, artık yaşıyorsun hem de.`
hem sen odatv operasyonunnda içeri alınan soner yalçın için "faşist iş adamı" dersen, hanefi avcı'nın cemaati ifşa ettiği için içeri alınmasına adam meşhur bir işkenceci diye sevinirsen, bir gün sıra sana da gelir.

kendisinin muhalifliğine dair yazılmış iyi bir yazıyı da buyrun:
http://haber.sol.org.tr/y...dirim-turker-sinavi-39528
bu hafta serdar akinan'dan sonra medyadaki muhalif kiyimin sonucudur. az ve öz yazardi, yazisini dort gozle beklerdim. umarim biryerlerde yazmaya baslar biran once.
radikal'da yayımlanmayan yazısı için -Stratejistler, Gazeteciler, Devlet Kaynakları- http://bianet.org/bianet/...teciler-devlet-kaynaklari
http://haber.sol.org.tr/m...nsurlenen-yildirim-turker
bir dönem yok demokrasi, yok hak diye akp'yi savunan şimdi gelinen noktada akp yazısı sansürletti diye gazetesinden ayrılan kişi.

eee ne demişler, acıma yetime...

liboşlar akıllanıyor yavaş yavaş.
sivil akp'ciği tarafından uzaya yollanmıştır.
kürt milliyetçisi kardeşlerinin askeri başarılarını yazamadığı için hayıflanmaktadır.
bir dönem yazılarını ilgiyle takip ettiğim ama son dönemde muhalifliği abartarak kürtçülüğü kalaylı kalitesiz yazılara imza atmayı normal hale getirmiş yazar. olayları özgün ve objektif bir yaklaşımla değerlendirmek yerine, olayları seçerek kendi ideolojisine uyarlayan ikinci sınıf bir gazeteci-yazar hüvviyetine bürünmüştür
Kalemindeki kıvraklıkla müptalası olunan nevi şahsına münhasır yazar.. Türkiye'deki demokrasi arayışının öncülerindendir.
aralık ayında birgün gazetesinde yazmaya başlaması beklenen gazeteci, yazar.
bugünkü yazısı kayıp aileleriyle ilgili:

http://www.radikal.com.tr...ramazan_amca_oldu-1016317
Ramazan amcayı tanımıyordunuz büyük ihtimalle.
Ramazan Doğan, Seyhan Doğan’ın babasıydı. Asiye Doğan’ın da eşiydi.
Ama siz onları da tanımıyordunuz zaten.
Belki Seyhan’ın hikâyesini bir yerlerden hatırlar gibisiniz.
Kayıp edilenlerin hikâyeleri birbirine benzer. Birini okumuşluğunuz varsa hepsini hayal meyal de olsa hatırlarsınız.
Ramazan amca, 5 yıldır küçük oğlunun, böcük gözlü kuzusunun peşinde her Cumartesi, diğer kayıp yakınlarıyla birlikte Galatasaray’da oturma eylemindeydi.
Yolunuz oradan geçiyorduysa, o yoksul ve acılı kalabalık arasında onu görmüşsünüzdür. Ama acılı yoksulların yüzlerini ayırdedebilmek çok zordur.
Bu yazının armağanı Ramazan amcanın yüzü olacak. Ölmeden birkaç ay önce çekilmiş bir fotografı.
Yanındaki, Leman Yurtsever. Kendisini birkaç kez anmışlığım vardır. Aydınlık yüzüyle kayıp yakınlarının, işkence, tecavüz mağdurlarının hep yanıbaşındadır.
1995 yılını hatırlayın. Henüz açılımdan söz etmiyor, Kürtlerle en ufak yakınlık kurmaktan çekiniyorduk. Seyhan Doğan 13 yaşındaydı. Mardin Dargeçitliydi. Zaten anılarımızda hep o yaşta kaldı. 1995 yılının 29 Ekim gecesi, askerler evlerini bastı. 13 yaşındaki Seyhan, 9 yaşındaki kardeşiyle birlikte gözaltına alındı. Askerin hükmünden sual olunmazdı elbet.
Ama anası Asiye Doğan askeri tabura gitti. Oğulcuklarını sormaya. “Merak etme, çocukların gelir” deyip yolladılar evine.
Birkaç gün sonra Hazni’yi serbest bıraktılar. Tekrarlıyorum, Hazni 9 yaşındaydı. Benim oğlumla yaşıtmış o zaman. Uzun tatilini oyundan oyuna koşarak geçiren nazlı oğlumla.
Hazni, eve döndüğünde artık tanıdıkları çocukları değil. Büyüyüvermiş bir çırpıda. işkence gördüklerini anlatıyor ailesine. Filistin askısını tarif ediyor. Tekrar ediyorum, 13 yaşındaki ağabeyi Seyhan’ı askıya ters astıklarını anlatıyor 9 yaşındaki Hazni. Ona çok ağır işkence ettiklerini anlatıyor.
Seyhan, yok ortalarda. Akıbetini öğrenmeye çalışan ailesi çaresiz. itilip kakılıyor. Ellerinden tutan, başlarını okşayan kimseleri yok. Kime başvursalar, nafile. Oğullarından haber yok.
Bunun üstüne Asiye Doğan MED TV’ye çıkıyor. “Ben devletten davacıyım” diyor. “Oğlumu istiyorum” diyor.
13 yaşındaki Seyhan’ı kaybeden devlet Asiye’yi de kaybediveriyor. Anacık da oğlunun peşinden o zifiri karanlığa dalıyor. Ailenin başvurduğu resmi makamlar, Asiye’nin gözaltına alındığını inkar ediyorlar.
Ama aile yılmıyor. Hepsi aynı zifiri karanlığa gönderilmeye razı. “Haydi, kaybedin hepimizi.”
11 gün sonra Asiye de o kanlı araftan dönüyor. Serbest bırakılıyor. Oğlunun peşinden ateşe dalan ana çok ağır işkenceden geçmiş. Sağlığı bozulmuş. Perişan halde. 11 günde kocamış.
Asiye Doğan, Seyhan’ını kaybetmenin kahrı ve gördüğü işkencelerin yardımıyla hayatını kaybetti.
Bu arada Seyhan’ın hesabını vermeyen, akıbetini bilmezden gelen, işlediği cinayeti inkar eden devlet, ailesinin bilgisi dışında, Seyhan’ı öldü diye nüfus kütüğünden düştü.
Anası ölünce Ramazan Doğan tek başına sürdürdü mücadelesini. Seyhan’ın izini sürdü. O da gözaltına alındı. O da gözaltında devletin şefkatinden nasibini aldı. Gördüğü ağır işkenceler sonucu ellerini kullanamaz hale geldi.
Ama kar kış demeden, her Cumartesi Galatasaray meydanındaydı. Kucağında oğlu Seyhan’ın fotografıyla.
Bu ailenin başına gelenlerin yegane nedeni, korucu olmayı reddetmişlikleriydi. Silahlanmayı reddetmenin bedelini hayatlarıyla ödediler.
Ramazan amcanın da 24 Ağustos günü kalbi dayanamayıp çatladı.
Ananın da babanın da oğullarının hiç değilse mezarına kavuşabilmeye ömürleri yetmedi.
Şefkat küpü Başbakanımız Cumartesi Anneleri kendisine sorulduğunda, “Ne iş yaptıklarını bilmiyorum, Cumartesi anneleri birileri tarafından kullanılıyor” buyurmuştu, hatırlarsınız.
Ramazan Doğan da 31.07.2010’da Galatasaray’daki 279. Oturmada Başbakan’a şöyle sesleniyordu:
“Ben Ramazan Doğan. Gözaltında kaybedilen Seyhan Doğan’ın babasıyım.
29 Ekim 1995’te, gece saat 03.00 sıralarında Mardin-Dargeçit’teki evimize askerler tarafından düzenlenen baskın esnasında 13 yaşındaki oğlum Seyhan Doğan 9 yaşındaki kardeşi Hazni ile birlikte gözaltına alındı. Olayın hemen ardından eşim Asiye Doğan, Dargeçit’deki Tabur’a giderek “çocuklarım nerede?” diye sordu. “Merak etme, gelirler” diye cevap verdiler. Eşim ertesi gün tekrar Tabur’a gitti bu sefer “ senin çocuklarını bıraktık, eve gittiler, bir daha gelme” dediler. Birkaç gün sonra 9 yaşındaki oğlum Hazni’yi serbest bıraktılar. Hazni bütün olanları bize anlattı. Çocuklara işkence yapmışlar, filistin askısına asmışlar... Ama Seyhan’dan bir daha haber alamadık. Annesi her gün Seyhan’ı soruyor , dilekçeler veriyordu. Aramaktan vazgeçmeyince onu da gözaltına aldılar 11 gün kendisinden haber alamadık. Gözaltındayken ağır işkence gördü ve sağlığı bozuldu. Seyhan diye diye öldü. Eskiden Galatasaray’a o gelirdi. Şimdi onun yerine ben geliyorum.
Bizim bilgimiz dışında nüfus kütüğümüze Seyhan’ın öldüğünü yazmışlar. Başbakan bizi suçlayacağına bu kaydı düşenleri araştırsın. Benim oğlum daha çocuktu onu benim kucağımdan alıp götürdüler. Başbakan ne yaptığımı bilmiyorsa söyleyeyim; ben oğlumun kemiklerini arıyorum...”
dünya çok küçük, bir an boş bulunup çırılçıplak halini görüverdiğimizde. ama ne kadar kışkırtıcı. gökyüzü ne kadar büyük. ne kadar ferah günbatımları. hep birlikte tembellik yapıp, yıldızların altında düş kurmak bile olabilir insanlığın bütün mutluluk hayali. tembellik hakkımız dışında ne mene bir kutsal amaç bir araya getirebilir yüreklerimizi? üretimin, emeğin gözü kara bir hınçla yüceltildiği bir hayat tanımına karşı özgürlüğün çıplak dili. yaban ritmi. gelişen, büyüyen, uygarlaşan, hayat kalitesi artan bir insanlık ülküsü adına hayattan vazgeçen, şahsi hayatını üretime satan insan kalabalığı karşısında dilimiz tutulmadan, şöyle bir gerinip tembelliği savunmak zorundayız.

18/04/2009 'tembelliğe övgü' isimli köşe yazısından
Biz kadınları hiç sevmedik! Saçlarını sevdik, hele bir de sarışınsa daha çok sevdik Ağızlarını sevdik, hele bir de şehvetli ve dolgun ise daha çok sevdik. Göğüslerini sevdik... Bacaklarını sevdik, hele bir de sütun gibiyse bayıldık. Kalçalarını sevdik... Gerçekten güzel vücutlu ve "çıtırsa" daha çok sevdik...
Yolda, arabada, televizyonda, internette onlara hep "baktık" Her yerlerine iyice ve dikkatle baktık. Pek iyi görememiş olacağız ki bir daha baktık. Bir daha ve bir daha... Kadınların her yerlerine baktık ama gözlerine ya hiç bakmadık ya da baktığımızda çok geç olmuştu...
Biz kadınlara çok dokunduk! Onlar istese de istemese de dokunduk. Son yıllarda dini motiflerden güç bulanlarımız oldu. Eh! yozlaşan toplum ve geç gelen hatta hiç gelmeyen adalet olunca da 13-14 yaşındaki çocuklara bile dokunmaya başladık! Sapık damgası yemeyi göze alanlar bile şaşırdı çünkü sapık diye haykıran ne kadar azdı!
Kadınlara dokunmada dünya sıralamasında üst yerlere geldik... 2009 itibariyle rakamlar oldukça "umut verici!!!"
% 40 ını sürekli dövdük %45 ine duygusal şiddet uyguladık (küfür,hakaret,küçük düşürme) %16 sına zorla sahip olduk (ve olmaya devam ediyoruz)
Tüm bunlara maruz kalan her 3 kadından biri intihara kalkıştı ama biz hiç oralı olmadık (hem bize ne değil mi? Fener ya da Cimbom maç kaybedince çok üzüldük ama kadınlar söz konusu olunca pek oralı olmadık)
% 9 una daha masum birer çocukken bile dokunduk.
Ama onlar hep sustular. Çünkü konuşsalar kimse inanmazdı. "kim bilir neler yaptın ki sana tacizde ya da tecavüzde bulundu amcan ya da komşun" bu da sana ders olsun, türünden tepkiler görecekti.
Ama bu ders o kadar acıdır ki biz erkekler bilemeyiz. Bizlere sorduklarında %25 imiz "bazı durumlarda kadın dövülür" demeyi doğal bir şey gibi dile getirdik. islami öğreti yalanları ile kadınları, kız çocuklarını bizlerin kölesi yapmaya başladık ve bu çabalar sonuçlarını vermeye başladı. Artık kadınlar o bildiğiniz kadınlar değil!.
% 51'i erkekler ile tartışmayı bile "saygısızlık" sanıyor artık. %36'sı kendisi para kazansa bile parasını nasıl harcayacağına karar veremeyeceğine inanmış ya da inanmak zorunda kalmış. % 52'si "erkek kadından sorumludur" diyecek kadar kadınlığını unutmuş ya da unutturulmuş. % 49'u "erkek ne zaman isterse bana sahip olabilir benim itiraz hakkım olamaz" diyecek konuma gelmiş ya da getirilmiş!
Hal böyleyken kabul edelim biz kadınları kullanmayı çok sevdik. Evde, işte, siyasette, okulda kısacası her yerde...
Parti kongrelerinde sözde liderler konuşurken arka fonda 3-4 kadın vardı hep. Onlardan vitrin yaptık, imaj yaptık. Başörtülü, normal türbanlı, modern türbanlı ve türbansız..
Parti çalışmalarında kapı kapı dolaşanlar hep kadınlardı. Koşturan ve çabalayan hep kadınlardı. Miting olduğu zaman onları ön sıralara toplayıp karanfiller attık üzerlerine ve iki lafın birinde anam, bacım edebiyatı yaptık ama "ananıda al git" demek bize daha çok yakıştı!
"Cennet anaların ayakları altında" diye diye büyütüldük ama anaları hep ayaklarımız altında çiğnedik, ezdik, tepikledik...
14 şubat sevgililer günü ya da anneler gününde bir kaç saat ara verdik ama sonra yine ezmeye devam ettik.
iş verirken bile onları hep düşündük! iş yerinde gözümüz gönlümüz açılsın ya da malum niyetler ile bayan eleman aranıyor ilanı vermeyi çok sevdik.
Bu ülkede kadın olmanın ne kadar zor olduğunu biz erkekler bilemeyiz. Çünkü artık konuşmuyorlar, konuşamıyorlar, konuşturulmuyorlar.
Dini sömüren ve kullanan karanlık zihniyet kendi kadınlarını yetiştiriyor. Susan, itaat eden ve kaybolmuş kadınlar... Kızlar... Hatta çocuklar... Arada vizyon ya da imaj için ortaya "sürülen" kadınlara bakmayın siz onlar da biliyor "kullanıldıklarını" ama artık düzen kurulmuş.
Bu ülkenin kurucusu Atatürk 1930'lu yıllarda Türk kadınına dünyadaki birçok çağdaş ülkeden önceden hak ettiği hakları verdiğinde umutlanmıştık. Çünkü o Atatürk'tü ve Kurtuluş Savaşında bebeğinin kundağında mermi taşıyan anayı ya da cephede erkeği ile göğüs göğüse savaşan bacısını unutmamıştı. ihanet edemezdi ve etmemişti de. Ama biz ihanet ettik! Türkiye nereye gidiyor? diye soruyor herkes birbirine.
Oysa cevap ne kadar da açık değil mi? Türkiye hızla ve şevkle karanlığa gidiyor. Hatta koşuyor...
Çünkü kadın yok oluyor, yok ediliyor... Benim annem, kız kardeşim, sevgili kızım yok oluyor...
Kadını yok olan ülkenin gideceği yol bellidir. Karanlık ve onursuz bir gelecek...
Bu işi planlı yürütenler islami motifler ya da örnekler ile kadının ikinci sınıf konuma gelmesini doğal karşılamamızı bekliyorlar. Bu işe Kuran-ı Kerim'i ortak koşmaları ne acı... Mesela miras hukuku; erkek çocuğa 2 pay, kız çocuğa 1 pay ya da kadının erkeğe itaat etmesini empoze eden garip ayet ya da sureler... Belli ki burada büyük bir istismar var. Çünkü tüm Tanrı'nın kendi yarattığını aşağılaması söz konusu bile olamaz değil mi? Kuran'ı kendi amaçları için yorumlayanlar kadını ikinci plana atmayı çok seviyor olabilir ama biz hiç sevmedik.
Lütfen artık kadınlara beyinleriniz ve gözlerinizle bakmaya başlayın.
-Yıldırım Türker....
kendisi kobane'de savaşmadığı için utanç içindeymiş. ee ne duruyorsun baboş git hadi, yoksa cihangir cafelerinde çerçeveli gözlüğün ve boynuna taktığın fularınla içtiğin kahvenin soğuması mı seni bu durumdan alıkoyan. amk şu ülkede hiç mi samimi adam kalmadı. solcusu, dincisi vs. hepsi ayrı samimiyetsiz, hepsi ayrı bir ipnetor!
çok söyledik vaktinde vicdanın sesi falan değildir diye, hepsi yukarıda duruyor. bayıldığım deyiş yine geldi dilimin ucuna. gerçeklerin kötü bir huyu vardır, er geç ortaya çıkarlar. bu züppe artist arkadaş için de zaman hükmünü vermiştir. eskiden oturup ciddi ciddi, üslup kasan şeyler yazardım bu dandy hakkında. değmezmiş, şimdi artizz deyip geçiyorum. tam isabet.
soyadı ile tezat ihtiva eden ağır kürtçü. akabe tarafından kullanılıp atılmış tuvalet kağıdı. bir kolu medya, bir kolu da sanat dünyasını sarmış olan cihangir enteli..
(bkz: kürdolog)
Acıtasyon ve Kekodram'da üzerine yoktur..
Bir kolu sanat dünyasına uzandığından doğuyu o kanatta da alabildiğine dramatize edebilmiştir..
Yargısız infaz edilen bir grup değersiz terör suçlusu için "gözaltında kayıplar unutma" propagandasının baş aktörü olmuş, akabenin türkiyeye insan hakları demokrasi özgürlük getirdiği/getireceği kuru sıkı yalanının etki ajanlığında rol oynamıştır..
(bkz: mr duyar)
Malum parti tarafından güdülen kürtçü cihangir sosisyalistidir. Robert koleji mezunudur. Yazılarını iyice incelerseniz pkk'yı öyle bir güzeller ki şaşar kalırsınız..

"nasıl ölen pkk'lılar için hepimiz pkk'lıyız, diye bağırmıyorsanız, mehmetçikliğe de sahip çıkmamalısınız."

Mehmetçikle, terörist leşini bir tutanların döllerinden.. Hani bir tanesi apo'yu özledim diye öşex gibi anırıyordu..

"şu an kobane'de savaşamadığım için utanç içindeyim. barışsever, hayat adına savaşmayı bilendir."

Seni tutan mı vardı lan? Toton yer miydi o işe? Sen ancak fuları takıp, cihangir'de bir kafede kahveni hüpleterek pkk övücü yazılar yazarsın..

Bu illet cihangir tayfası, pkk'nın bir fikre dönüşmesinde çok büyük bir rol oynamıştır. Batıdaki pkk cinayetlerini süsleyen yazılar hep bunlardan çıkar. Pkk'yı, türklere karşı vicdan azabına döndürme işini de iyi kıvırırlar. Dinci yobazlardan sonra başımızdaki en büyük bela bu cihangir kızılları dediğimiz kanı bozuklardır..