bugün

bazı istekler çok yorucu. bazılarını dindirmeye çalışmak, susayınca deniz suyunu içmek gibi.

bu yüzden hayatımda güvenebileceğim birinin olmasını istemiştim. hiç olmadı. bunaldım.
eksi ruyalar


Elime olsa ben senle çıkardım canım yanlız bırakmazdım cnm.

Eşarp falan önemli değil gezerdik senle.

Hatta sözünü kesmem bir kenarda otururduk.
Oğlum parkta yarım saat suriyeli çocuklarla oynadı. Şu an "Allahu Ekber" diyerek kayıyor kaydıraktan.
Date çıkmak ne aq güzel Türkçemizi bozmayalım koruyalım şüphesiz..
date çıkmak ne aq güzel.

Bu mu bozulmamış Türkçe.
ingilizce "to date" olan fiil, türkçeye randevu olarak da çevriliyor, ancak randevu'nun ingilizcede iki karşılığı var:
1. biriyle yapılan (date olmayan) görüşme. buna "appointment" denir
2. date edilen (appointment" olmayan ) kişi ile görüşme, daha doğrusu buluşma.

kız ve erkeğin, sözlenmeden veya nişanlamadan bir arada yalnız olmaları kültürümüze batıdan geldiği için date, çıkma, randevu, buluşma ve benzeri kelimelerin tercümelerinde birebir karşılıklar yoktur.
Bir şeyler yazmak istiyorum; belki konuşmak, bağırmak, anlamalarını sağlamak. Yalnızca susmamak, kendimle yüzleşmemek.
Ama yapamıyorum.
içimde bir şeyler var ancak harflere dökemiyorum.

Bir karmaşa.
En içten.
neye inanırsan, ona dönüşürsün..
kendini gerçekleştiren kehanet mi, ne derseniz deyin.

çok zayıf canlılarız, hepimiz çok zayıfız.
hayır fiziksel olarak söylemiyorum, gayet ruhen zayıfız.

en masumumuz, en alçakgönüllümüz dahi sınandığı zaman hırslarına yenilebiliyor.
hepimizin üstesinden gelemediği bazen farklı, bazen aynı zaafları var.
kalıcı huzurun ve dinginliğin ruhun belirli bir olgunluğa ulaşmasına bağlı olarak görüyorum. ve şahsen bilinmezlikler ve anlık değişimler içindeki bu yaşamımızda sonsuz mutluluk olacağına inanmıyorum.
en güçlü insan ruhunu olgunluğa eriştirirken, her türlü şarta adaptasyon olabilen insandır diye düşünüyorum.

ve hedeflerimiz hep somut.
kendimizi sürekli geliştirmeliyiz. insan olarak değil, insanlık olarak.
mesela şunu okumada zorlanıyoruz, evet hepimiz okullara gidiyoruz. belirli alanlarda kendimizi geliştiriyoruz ve duruyoruz.
maddiyat beklentisi olmaksızın insanların sosyolojik bütünlüğüne, evrene dair bir şeyler merak eden, çabalayan insan sayısı kumsaldaki bir kum tanesi kadar az maalesef.

halbuki evreni keşfetmek ve hatta daha basit bir şey söyleyim; dünyayı ve hatta insanları keşfetmek..
biz birkaç okula gittiği, birkaç bilgi öğrendiği için her şeyi bilen kibirli canlılardan ibaretiz.

bunlardan birini pandemi örneğinde gördük mesela.
insanlık evreni araştırmaya çalışıyor derken, kendi gezegenimizdeki bir virüs tüm dünyada hayatı durdurdu. bakın yerleyeksan etti demedim, durdurdu.
tarihteki en büyük pandeminin yanına dahi yaklaşamazdı oysa.
yeryüzünde en güvenli görülen bilimin kalelerinin dahi aslında çok zayıf olduğunu gördük. camdan kaleler olduğunu gördük.

gelişmiş ülkeler ile gelişmemiş ülkeler arasındaki en önemli fark zihniyet.
yoksa gelişmiş dediğimiz ülkeler bambaşka bir çağda yaşamıyorlar, sadece gelişmemiş devletlere çobanlık yapıyorlar. bu kadar.
daha fazlası değil.

insanlığı tekrar ele alırsak insanlık maalesef sandığımız kadar hızlı ilerlemedi.
sanayi devrimine kadar ki binlerce yıllık süreçte insanların hayatında çok büyük bir değişiklik olmadı.
örnek vermek gerekirse tekerlek milattan önce 3500'lerde sümerlerde vardı, 1530'da osmanlı'da da vardı.
teknik anlamda 5000 senede yaşanan gelişmeler hep emeklemeydi.

şimdi diyecekler işte osmanlı mimarisi hala ayakta, sümerlerden geriye ne kaldı.
sümerlerden geriye bir şey kalmaması kurulduğu coğrafyadan kaynaklı kullanılan malzemenin zayıf olmasıyla ilgiliydi. aradaki 5 bin senelik farkla ilgiliydi.
ki osmanlı'dan bin sene önce bile varlığını devam ettiren roma'nın eserleri hala ayakta, mısır piramitleri hala ayakta..
teknik anlamda 5 bin senede insanlık sadece emekledi.

gel gelelim sanayi inkılabına.
gerçek teknolojinin temellerinin atıldığı, insanlık nüfusunun dahi bu seviyelere gelme sebebi olan önemli olaya.
sanayi inkılabından ise günümüze sadece 300 yıl geçti.
yani insanlık 5 bin senedir emekliyoken, bir gelişme 300 yılda tüm insanlığı ardı ardına zıplatmayı başardı.
benim için insanlığın en temel noktasıdır teknik anlamda sanayi inkılabı, kırılma noktasıdır tarihin.

sanayi inkılabını gerçekleştirmiş neslin şöyle bir farkı vardı bizden, bilgiye açtı.
bizler gibi her şeyi bildiğini iddia eden bir nesil yoktu. elindeki teknolojiye sonsuz güvenen değil, sürekli daha iyisini hayal eden bir nesil vardı.
biz maalesef sadece kibirleniyoruz.

o dönem sadece bilim insanları bilgiye ulaşabiliyor iken günümüzde herkes ulaşabildiği halde ne biz, ne de kimi bilim insanlarımız dahi yeni bilgiler yaratma yolunda aç değil.
yeni bilgilere aç değil. herkeste kibirli bir doymuşluk var, herkes daha çok kazanma hırsına boğulmuş.
oysa ekonomik anlamda en sıkıntılı halimiz dahi insanlık tarihinin halk bazında en bolluk dönemi durumunda. yani bahanelere sığınmaksızın sadece tembeliz ve kibirliyiz.

ve bu tüm evrende öğrenilebilecek bilginin %1'i dahi değil.
elbette insani isteklerimiz olacak; ev, araba, aşk.. ama insan biraz da evreni düşünmeli, evreni anlamaya, tanımaya çalışmalı..
gerektiğinde belki gerçekten hiçbir fayda sağlamayacak sümer, babil mitolojilerine bakmalı.
emin olun her şeyin bir yararı var, hiçbir şeyde olmasa dahi yorumlama gücünüze var.

ruhumuzun belirli bir olgunluğa erişmesi, kabuğumuzu kırmamız gerçekten çok zor bir şey.
benim de en az eleştirdiğim insanlık kadar çok eksiklerim var. ama şunu biliyorum; ben öğrenmeye açım. ruhumun doygunluk hissine ulaşmasına açım.
umarım hiçbir şey bilmediği halde, her şeyi bildiğini sanan cahil ve kibirli insanlardan olmam..
Egoma zarar verdiğini düşündüğüm herkesle iletişimimi azalttım. Kendini seven bir benlik kolay inşa edilmiyor *
hayalsiz, depresif, küçük zevklerimin bile ciddi biçimde pahalılaştığı, kafamda her gün soru işaretleri doğmasına neden olan, saygısız ve bencil insanların sayısının arttığı bu coğrafyada yaşamak canımı çok sıkıyor, ruhumu çok yoruyor ama elimden hiçbir şey gelmiyor. insan bir kahve bir sigara keyfini bile fiyatını hesaplamadan çıkaramayacaksa kimseye en ufak sözüm yok. susmayı seçiyorum.
Annemin bir ritüeli vardır, ara ara kuzey kore’nin japon denizi’ne boş boş füze atması gibi babama “sen öte tarafta benim hakkımı nasıl ödeyeceksin” der, geri çekilir..

Babam kısmi bir tevekkül süreci yaşar, sonra açılır.. korkusu geçiyor herhalde..

Az önce de valide bir füze salladı, sibel can’ın sezon finalini izlerken..
Ama aynı zamanda asla söylemeyecekleridir.
Hayatın manasızlığı ve boşluğu canımı sıkıyor.
amerika'nın kurucu babalarından diyeceğimiz benjamin franklin ve thomas jefferson gibi devlet adamlarının söylediklerini bugün amerika'da söyleseniz ne bir parti ne de bir şirket yöneticiliği yapabilir, yaşadığınız linç ile ne de medya önünde olursunuz.

b. franklin ve t. jefferson "güvenlik gerekçesiyle işler doğal seyrine bırakılırsa bireysel özgürlükler geriler ve hükümetler güç kazanır. Korkaklar despotizmin sükunetini, özgürlüğün fırtınalı denizlerine tercih ederler. Geçici güvenlikleri için temel özgürlüklerinden feragat edenler ne özgürlüğe, ne de güvenliğe sahip olabilirler." sözlerinin altında yatan gerçek ekonomidir.
amerika bağımsızlık hareketinin fitilinin ateşlenmesine neden olan ve amerika'nın ortaya çıkmasında tek itici güç adaletsiz vergi sistemiydi.

toplumda pastanın büyük parçasını alanların ihtiyaçları beklentileri hep güvenlik olmuştur. özgürlük veya demokrasi ya da adalet değil de pastanın büyük kısmı kendilerinde kalmasını isteyen zümre üretimin ve tüketimin arasında köprü olup en büyük kazancı elde ederek bu sistemin sürmesini istemiştir (hukuk değil, hukuk ile adalet sosyal hayatta aynı anlam ve değerde olmaz. hukuka uygun yasal bir durum adil olamaz. örn: bir araba kendine 2 araba devlete almak gibi, vergi sistemi) amerika'nın bağımsızlık hareketi veya iç savaş köleliğe veya ingiltere'ye sömürgeye karşı değil de üretim tüketim arasında olup ne üretime ne tüketime karışmadan zahmetsiz şekilde en büyük payı alan ve bunu vergi gümrük liman işletmeliği adı altında yapan kesime karşı isyan amerika'ya bağımsızlık getirmiş ve köleliğin kalkmasında etkin rol oynamıştır.

pastadan en büyük payı alanlar pastalarının küçülmesini toplum için tehdit (günümüzde terör) olarak görmüş ve kendilerine sistemine yapılan her eleştiri eylemi suç savaş terör olarak yorumlamıştır.
insanlık tarihinde değişimler ihtilaller ilerlemeler hep zorunluluktan olmuştur.
Kendimi çok boktan hissetmeme rağmen nasıl devam ediyorum gerçekten bana helal olsun aq.

Boktan olup geçeceğini düşünmek var, bi de daha da kötü olacağını bilmek var. Benimki ikincisi. Buna rağmen.
Instagram' da gördüğüm bir reels sayesinde, adana- maraş ağzıyla konuşan bir malatyalı olduğumu fark ettim.

Sizce de ilginç değil mi *
Çünkü sen inandırdın beni kendine ve şimdi sadece kendini kandırıyorsun.
enesayım sayan tangdım erte şagdan çurtum çüve erig koyug sıgıt höömey egüür şagdan irim çüve...
2. Demlik çay bitiyor evde oturmuş tekbaşıma, zeki ile metin filmi izliyorum.
Yine muhteşem bir bayram geçiriyorum sözlük..
Bugün çok fazla güldüm.
Buraya keyifli şeyler de yazılabilir.

Ehehe.
uykum geliyor. canım öyle bir viski çekiyor ki anlatamam.
şamata yapma demiyorum. ama 7/ 24 şamata yaptığını görmek beni yoruyor ve kızdırıyor. aynı şeyi ben yapsam hoşuna gider miydi ?
dört bucak hep düşman imiş, ordular sevk ederk dört bucaktaki halklar hep almış, hep (kendilerine) bağımlı kılmışlar. başlılara baş eğdirmiş, dizlilere diz çöktürmüşler. doguda kingan dağlarına kadar, batıda demir kapıya kadar (halklarını) yerleştirmişler. (bu) iki (sınır) arasında pek örgütsü (ve düzensiz yaşayan) gök türkleri düzene sokarak öylece hüküm sürerler imiş. (onlar) akıllı hükümdarlar imiş, cesur hükümdarlar imiş. (emirleri altındaki) kumandanları da akıllı imişler kuşkusuz, cesur imişler kuşkusuz. onun için devleti öylece yönetmişler kuşkusuz; devleti yönetip yasaları düzenlemişler.
Az önce eve geldim tam koltuğa uzandım dışardan kaza sesi geldi. Allah korudu resmen.
Sırtımın tutulması nedeniyle evden denize kadar bütün uçuşlar ikinci bir emre kadar iptal oldu ve boş boş takılıyorum…

insan yatağa ikinci ramses mumyası gibi çakılınca eski mevzuları hatırlıyor.

Halamlar istanbul’da oturdukları vakit, telefon numaraları rahmetli müzeyyen senar’ın telefonundan hemen bir sonraki numaraydı ve dünya üzerinde görülebilecek, belki en kafiyeli telefon numarasıydı..

Gece vakti istanbul’un ne kadar serserisi varsa numarayı yanlış yazıp “alööee, müzeyyen abla??” Diye halamları aradığından, bizimkiler gece ev telefonunun fişini çekip, öyle yatardı..
Hastayım ve tek ihtiyacım bu bitkinlikle sana sarılarak uyumak.