bugün

çocukların bir masala kandığı gibi biz de senin gollerine kanmışız...
güneşin yeryüzünü yaktığı gibi cimbom senin renklerine yanmışız..

gel aslan ol kükre biraz sallandır...
yen feneri kadıköy'de utandır...
delirmişler gollerinle uslandır...
biz aklımızı renklerine takmışız...

gollerini kupaları kadıköy'e sal...
avrupa'da tarih yazdın sen hep böyle kal...
sermayem sevgimdir cimbom onu da sen al...
biz de seni tarihlere yazmışız...
(bkz: yazarların seyir defteri)
bu sözlüğün alayı ipne, yarıdan fazlası godoş, yarıdan azı götveren, çoğunun yarısı bakir, bir bölü dördü daha amın resmini bile görmemiş, zirvede saatler 3ü vurduğunda kimi tutarsan oracıkta skiyorsun, vermeyeni evire çevire dövüyorlar. *
hava ne kadar da bize benziyor...
uzun zamandır suya hasret toprak ıslanmaya başlıyor yavaş yavaş.
sonra yağmur öyle bir hızlanıyor ki toprak bile korkuyor yağmurun şiddetinden.
sonra anlıyor yağmur toprağa zarar vereceğini vazgeçiyor hiddetli halinden.
Sakin ve sindirerek yağıyor toprağın üzerine.
toprak mutlu, yağmur mesut...
*
Bilirim dillendiremediğinde yüreğindekileri gözlerini konuşturursun.. Sessizlikte yüzmeyi bilmeyenler gibi kulaç atarsın dalgalara doğru.. Akıntıya kapılıverirsin sonra..Adına hançer dediklerini alır da sağ elinle; batırıverirsin seni dost bilenlerin sırtına..
Geceleri ortaya çıkan yarasalara takılır kırılgan söğüt dalların.. Uçarsın o kara kalplilerin ardı sıra.. Karışmazsın bilirim çocuk.. Uzak durursun tüm düğümlenmiş iplerden.. Uzak durursun da sen körleşirsin sonra..

Zaten iyisi mi sus çocuk.. Kalmadığında tren raylarına kendi ellerinle koyup parçalanmasını zevk-ü sefa içinde izlediğin yüreklere söyleyecek sözlerin,sus çocuk..
http://mevzuyatevazu.blog.../2012/05/duygu-felci.html
ben, ah ben; elinde yayı, belinde matarası ve sadağı, dudağının kenarından damlarken kırmızı, şaşırıp da sadağından çıkardığı oku içmeye çalışan bencilliğin rengarenk gölgesi, ihtiyacın ezeli düşmanı, şehvetten ve hırstan doğma palazlanmış adaletsizliği yıkmak için varlığa bürünmüş, çalılıklardan fırlayıp koşarak toslamak suretiyle bu emeli gerçekleştirecek olan yaban domuzuyum! aman diyorum, çıkmayın sakın yoluma. aman.
Her lımanda bı sevgılı bulunurmus
her gülüşte saklıdır bır acı
her dudakta bır ız vardır
gecmıse aıt.
Ve her kalpte bır yara vardır
keşkelerın açtığı...
Her yeni bir ten bir adım daha uzaklastırır o yaradan.
Ya da bır adım daha iter seni o yaraya.
yürüyordum sokakta bir an durdum karşıma baktıgımda gördügüm şeyler anlamsız birer hiçti gözümde sen olmayınca agaçlara baktıgımda hayatı göremiyordum artık çiçeklere, tek bir soruya takılarak kapadım hayata gözlerimi, neden? belki birşeylerde götürdün benden giderken yaşattıgın acıları sarmak için dönsen bile geri anlamsız! dönüşü olmayacak şekilde kapandı bu gözler hayata herşey gibi anlamsız ve bir hiçsin. bırak herşey oldugu yerde kalsın alıştım bu şekilde yaşamaya sorunun cevabını buldum sonunda acımasızdın sadece oynadın bunu damarlarımda hissedince anladım çünkü kimse acımamıştı sana sende onlar gibi yaptın ve beni kurban seçtin bu oyunda sadece yanıldın herkes gibi deildin gözümde kazandıgını sandın ama kaybettin çünkü sonu olmayan bir oyun, oyun deil bu kumar sen ise masaya haysiyetini bıraktın dönüşü olmamak üzere senin için sadece üzgünüm.
Sen gelmiştin gökyüzünden ince uzun kanatlarınla. Ağzında bir damla ateş vardı, ama öyle bir ateşti ki o, cebrailin cehennemden aldığı nara benziyordu sıcağı. 7 kere yıkasan da kül ederdi beni. Dokunsan, yüreğim erirdi belki.

Sen öyle bir gelmiştin ki saçlarına tac olmuştu Samanyolu. inerken bulutların omuzlarına basıyordun sanki. Parmak uçlarınla dokunuyordun dünyama. Hissediyordum. Nazik davranıyordun bana. Batırmıyordun tırnaklarını, yırtmıyordun perdemi.

Ve ben bir adım atmak istiyordum. Aslında sana doğru gelmek isterdim ama inan o an umrumda değildi nereye gideceğim. Bilirsin sen de, durmaktan bıkmıştım işte. Ufak bir rüzgar yeterdi belki de beni itmeye.

O an o uçurumun kenarında rüyamın keyfini çıkarıyorduk senle. Aşağıda kuzey denizi, yukarıda sen, aranızda da ben kalıyordum işte…
Gel-gitlerle olmayacak dedim de açtım gözlerimi. Çünkü ben senin suretin ve ruhuna bu alemde rastladım çoktan. Ve ardından sevdim de, kaçınılmaz olarak. onu da gözlerimi kapadığımda görüyorum sadece, sen gibi. Benziyorsunuz da bak. Ama bir gün o uzaklardan gelip uyandıracak beni. Ben geldim deyip kokusunu yayacak evimin her yanına. Ve bana sinecek, tüm benliğiyle.

vekaleten kaldığın bu rüyayı artık terk etme vaktidir sana bence. Hoş kal seni azad ettiğim cennette. öldükten sonra görüşmek üzere.

Selametle…
oyuncaklarım vardı benim
canım gibi sevdiğim
geceleri parlayan kara şimşeğim
rayında usul usul giden
minik mavi trenim

bir ruhum vardı benim
geceleri kaçardı içimden
kah gidip onlara binerdi
kah gidip sevdiğim kızı öperdi.

sahi ne de başkaydı öpmeler
yürekte karalar olmayınca...
on yedi

bugün on yedisin çocuk.
ruhun, bedenin büyüdü,
kalbin de büyüdü belki,
benim aşkımı taşımadığı sürece ne fayda.
benliğini ucuz kadınların,
kollarına bırakma çocuk.
masumiyetini kirletemesinler,
dudaklarından ruhuna akamasınlar.
benden başkaları sana bakamasın,
gözlerin benden başkasını aramasın.
beynini meşgul eden tek şey,
benim mevcudiyetim olsun çocuk.
çok hızlı koşma,
yetişebileyim sana.
ayak uyduramıyorum hızına.
beni buralarda bırakıp gitme uzaklara.
hayat acımasız, insanlar vicdansız.
gitme, buğulu gözlerimden öp beni çocuk.
beni benim seni sevdiğim kadar sev,
aşkın yüreğine sığmaz böylece.
on yedileri sevmem ben,
sen de sevme çocuk.
görsel

evet.
Uzun uzun karalayacaktım dün. Hem de hiç yapmadigim kadardı aklımdan geçenler. sonra düşündüm ki mürekkebim bu kadar değersiz değil. illaki karalayacaksam geçmiş için kullanıp, üzerini karalayacağım.
zeynep'li yazılarım çok var fırsat buldukça paylaşırım.

Tanrı kelimesinden rahatsız olanlar, uzun olduğu için okumayanlar, anlamadığını "Yani, ne diyor? özetleyin" diyerek belli edenler yorum yapmasa bitime 0.9 saniye kala atılan üçlüğün verdiği sevince bogulacagim.
Size bir Zeynep'ten bahsetmiştim ve her itirafımda karşılaştığım kayırıcı yorumlarınızın telefondan mı laptoptan mı ya da masaüstü bilgisayarınızdan mi yazdığınız haricinde umursadığım başka şeyler de var tabi.
ikinci entry telaşı...
Kızlı erkekli yorumlarının yanında erkek mi üstün kız mı üstün sorusuna yol açabilecek bir takım konuşmaların acısı geçer. Tiyatral bir soruyla hipotez bataklığa çekilir. Bu aynı sınıftaki en çirkin kızın "Hz. Havva olmasaydı Hz. Adem kiminle yapacaktı bizi?" sorusunun verdiği acıyı omuriliğim görmezden gelmeli.
Yahut son 40 kuruş kaldığı akbiliyle aktarmayı kaçırmamak için benimle Zeynep'in bulunduğu otobüse yetişmenin verdiği heyecanı korkuyu iETT şoförü görmezden gelmeli.
Zira alımlı, kırmızı rujlu, siyah saçlı Zeynep'in Kuyubaşı'nda inmesinin bir nedeni de Altıgen'e çabuk yetişme telaşıydı. Ama pratikteki hipotezi sorusuyla çökerten çirkin kızın dört nala savrulan paylaşımlarının beğenilmemesi hiç de şaşırtıcı değil.
Manuel sobalarının çamaşır kurutmak için kullanılan askılığını Çerkez bayrağıyla bağdaştıran gencin perspektif anlayışını bir de Bob Ross'da görmüş biri olarak takdir etmek gerekir.
M.Ö. yıllardan bugüne uzanan bir harf kronolijisinde Zeynep'in harfleri ne zaman yeryüzüne gelmişti acaba? Zeynep nereli olabilirdi?
Çirkin kızın sorusunu "Kim olmasaydı olurduk?" diye soruyu baştan sona soyan ve tekrar giydiren Nasrettin Hoca hayranının ironikliğiyle, Zeynep'in hapşururken dudaklarını sildiği peçetenin üzerindeki ruj izinin ne çeşit bir ayrıma sürüklediğini anlayamıyorum.
Biri sorunun cinsiyetini değiştirirken biri burada hapşurup ruj izini bir peçeteye bırakıyor.
Acaba herhangi bir şeyin Zeynep'e alerjisi mi vardı? Zeynep Sümer'den bu yana hapşurmamıştı.
Yüzyıllar önce yaşanmış bir olayın dejavusunu bana yaşattıran şeyin bilinç altımda uyuyan güzelden kaynaklandığını fark etmem bayağı sürdü.
Dejavu... Temel Reis'in gemisinin adının Rin Tin Tin olması ya da Red Kit'in sigara içmesi değil de ıspanak yemesi gibi saçma senaryoları Walt Disney görseydi ne derdi?
Bilinç altında uyuyan güzel... Ne güzel bir betimleme insanın gittiği her kıyıyı uçurum sanmasına sebep oluyor.
Acaba Zeynep'i bana fark ettiren bu güzel miydi yoksa önceden sevdiğim kız şu an Zeynep'in bilinç altındaki uyuyan hali miydi?
Zeynep'i 1 dakikalığına öldürüp toparlamak istiyorum.
Her başlık entry farklıdır benim için. Bir cinsiyetin diğerinden üstünlüğü vardır cümlesini Nate Robinson ile Mardinli Sultan Kösen arasındaki boy farkına benzetmeye kalkışmayalım. Çirkin kıza gelince her başlıkta sataşacak birini arayan kızımızdır. Çirkin dediğime bakmayın çok da güzel biridir.
Zeynep...Dejavu.......uyuyan hali miydi? Benim hayatımdaki en güzel dejavu Zeynep'ti...

asaf- 19 aralık 2013
Vedaların sonu yok. Kaçamazsın, saklanamazsın. Ertelersin belki, hepsi bu. Az önce "ertelemek" kelimesine değdiğinde gözlerin birileri birilerine veda etti mesela. Aynı şey "mesela" için de geçerli. "Geçerli" için de. Bak, gene oluyor.

Ve senin aklından neler geçiyor şimdi kim bilir. Sevgilinle ne zaman ayrılacağınız mı ya da sevdiğin birinin ölümü.
Ben kedimi düşünüyorum mesela, bizim vedamız ne zaman diye.

Sonra bir anda fark ediyorum, şu anı gelecekte meydana gelecek bir şeyle kirletiyorum. Halbuki ne çok konuşuruz "yarın öleceğini bilsen ne yaparsın?" Diye.

Biliyorsun işte, her şeyin bir vedası var. Gerçeğin ta kendisi. Zamanın dolmadan koş sarıl sahip olduklarına. Yarın gideceklermiş gibi.
Vedalardan değil,
ama pişmanlıklardan kaçabilirsin.
sözlük yazarlarından yazılardır.

''beni aldatma!'' dedim. o da ''sigara içme!'' dedi. o aldattı, ben de sigarayı bıraktım.
kabus görmüş gibisin, gittin. 13 harfi biraraya getirmek bu kadar mı zordu senin için? gittin, oysa tom jerry'i hala kovalıyordu...
Size bir iyi birde kötü haberim var...kötü haber : iyi haberim yok...iyi haber: kötü haberim yok ... hayata bazen heyecan katmak lazım.
ronaldo ptt 1. lig topçusudur..
görsel
görsel
       Alarmı henüz ilk çalışında uzanıp kapattı. Bu her zaman böyle olmazdı. Bazen erteleme moduna alır, birkaç on beş dakika daha uyurdu. Yatağında uzanırken göz ucuyla takvime baktı. Ayın ilk on günü geride kalmıştı bile. Dün geceyi, geçen seneyi ve geride kalan yirmi sekiz yılı düşündü. Bunu genellikle fark bulmak için yapardı fakat bu sabah da her şey aynıydı. Perdeden fırsat bulup içeri kaçabilen güneşin miktarından kitaplığın ağırlıkla eğilen rafının açısına kadar üstünkörü bir göz gezdirme ile hiçbir fark yoktu. Kulağına gelen '' nefes almak zorundasın'' fısıltısıyla yataktan kalkacak gücü toplayabilmişti.
     Mutfağa gidip içtiği soğuk su midesinin duvarlarında kalan son alkolü de kanına karıştırmıştı.Soğuk bir duş onu kendine getirmeye yetmişti. Odada aynasının karşısında yarı çıplak vücuduna şöyle bir baktı. Kendini motive edici bir kaç şey söylemek isterken kapanan kapının sesinden ev arkadaşının geldiğini anladı. Salondan geçerken kendisine daima ''neden böyle bişey yaptım?'' diye sormasına sebep olan  o adama, şöyle dönüp baktı. Pişkin pişkin sırıtırken:
- Günaydın, bu ay faturaları ben ödüyorum ikramiye aldım, dedi.
      iki yıl önce tüm parasını kanserinin tedavisine harcamak zorunda kalarak ekonomik olarak kötü bir dönemden geçtiği sırada gazeteye ev arkadaşı bulmak için ilan vermişti. Kimsenin umursamayacağını düşünürken daha ilk günden bu garip kılıklı adam gelmişti.O zaman otuz yaşında olan bu adam sabit bir işte çalışmaz, rahatına düşkün yaşardı.ilk birkaç ay bütün faturaları kendisinin üstlenmesi John'u rahatlatmış ve bu adamla pek ilgilenmeden ondan faydalanmayı düşünmüştü.
-Günaydın, dedi John.Çıkmam lazım görüşürüz, deyip çıktı.
      Sonbahar gelmiş olmasına ragmen hala gökyüzünde parlayan bu güneş onu gelecek kışın sertliğinden dolayı tedirgin ediyordu. ''Yıllardır küresel ısınan dünya bir gün bize kişisel patlayacak'' dedi kendi kendine. Bunu sesli söylemesi artık onun için hiç garipsenecek bir şey değildi. Durağa yetişti bi sigara yakıp otobüsü beklemeye koyuldu. işyeriyle evinin arası sadece bi kaç km olduğu için kendi aracını sadece otobüsü kaçırdığında ve akşam için plan yaptığında kullanırdı. Alışveriş merkezine geldiğinde personel girişi henüz açılmış mağazaların ışıkları yeni yeni yanıyordu. Kapıdan girerken x ray cihazı alarmı çaldı. girişteki güvenliğe doğru döndü sağ tarafından kemerin arasından silahını cıkardı sol tarafından telsizini cıkardı ve günaydın nasılsın diye sordu hazır olda kendisinden emirlerini bekleyen güvenlik görevlisine. herşey yolunda efendim kontrol rapor edilecektir dedi görevli asker tonuyla. Gerçekten böyle bi resmiyete gerek var mı diye düşündü. Ve başıyla selamlayarak üst kata yöneldi. bu alışveriş merkezinin her yanını didik didik gözetleyen kameralarla dolu izleme odasındaki tek görevlisi oydu.
her sabah kahvesini aldığı mağazadaki kız daha onu yürüyen merdivenlerde görür görmez amerikanosunu hazırlamaya başlamıştı. onun için hazırladığı bardaklar sayesinde yeterince seri bi hazırlayıcı olabilmişti. Çünkü john yürüyen merdivende yürüyen insanlardandı eğer avmde özellikle görmek istediği bisey yoksa merdivenleri seri bi şekilde çıkarak ilerlerdi.Kahvesini alırken kıza tatlı bi göz kırpıp utangaç bi şekilde sırıtmasını izledi. Bu da her zaman böyle olurdu. odasına geçti. ekranlara bir göz attı mağazaların kepenkleri teker teker açılıyor, kocaman koridorlardaki basit kalabalığı oluşturan personeller görev yerlerine doğru geçiyordu. her sabah yaptığı gibi kahvesiyle beraber günün gazetelerini okuduğu odadaki tek sandalyeli masaya geçti. saat 10 civarı rutin sabah gezmesini yapmak üzere mağazaya çıktı. günün bu saatinde genelde bir problem olmazdı ama kalabalığın artacağı vakte kadar odada pineklemeyi sevmezdi. koridorları, mağaza giriş kapılarını ve tuvaletleri bir ziyaretçi edasıyla teker teker gezdi. tuvaletlerin birinde otomatik el kurutma makinesi çalışmıyordu. görevliyi tamire yönlendirdi. yemek vakti gelmişti. yemek katına gidip daha önce her birinden defalarca yediği yemek mağazalarında şöyle bi göz gezdirdi ve bugünkü menüsüne karar verdi. öce bir dilim pizza daha sonra ekmek arası köfte yiyecek ve bir sufleyle yemeği sonlandıracaktı. öyle de oldu.yemekten sonra sütsüz sert kahvesini alıp terasa sigaraya çıkmıştı. kalabalık balkonu bacadan çıkarcasına sigara dumanına boğmakla görevliydi. göz ucuyla kalkmak üzere olunan bir masa gördü ve oraya doğru ilerleyip oturdu. cebinden sigarasını çıkardı zippo çakmağıyla yaktı.sigarasının dumanını ciğerlerine doldururken gözlem yapmaya devam ediyordu. uzun saçları bol jöleye bulanmış üstündeki kıyafetleri kendilerine bir kaç beden bol olan gençlerden oluşan bir grubun hamburgerlerini bitirmiş patateslerini sosa bulayarak yediklerini gördü onların biraz ötesindeki masada beyaz gömlek, çizilmiş sakalla oturan iki adam parliament olduğu burdan belli olan sigaralarını içip etrafı süzüyorlardı. bir masa daha geçince kendisini izleyen bir çift göze karşı karşıya geldi. bu kadın beyaz tenli gül kurusu baş örtülü güzel hatlara sahip bir kadındı. şehrin son zamanlarda aldığı göçmen populasyonu göz önüne alınınca onun da bu kafileden olduğunu düşündü. kadın sigarasını koyu kırmızı rujlu dudaklarının arasında hapsedip dumanıyla ciğerlerini boğarken uzun uzun John'u süzüyordu. John'un çalan telefonuyla bu psişik kesişme işi son bulmuş ve ikinci katta yaşanan olay için çağrılırken kadına maalesef diyen bakışlarla sigarasını söndürüp kahvesinin son yudumunu aldı ve alışveriş merkezinin otomatik kapısından içeri girdi. bu bir sarhoş vakasıydı.. fazla içmiş olan 20'li yaşlarda bir genç tuvalete gitmek yerine personelin kullandığı acil çıkış kapısına girince bir güvenlik görevlisi tarafından fark edilmişti. Herkes gibi sen de tuvaleti kullanıp molamı bozmasan olmaz mıydı diye söylenerek telsizde belirtilen koridora geldi. alkollü adam ayakta duramıyor bi eliyle de kendince işemek istediğini belirtmek üzere fermuarını gösteriyordu. duvara sırtını yaslamış duran gence baktıktan sonra rapor almak için güvenlik görevlisine döndü. adam durumu anlattı. John sen yerine geç der gibi bi işaret yapınca başıyla selam verip ayrıldı. Genç ısrarla arabasının olduğunu, onunla gitmek istediği belirtti. onu alıp koridorların içinden geçen gizli yollarla otoparka kadar götürdü. arabaya binip gidişini izledi ve plakayı telsizle kapı görevlilerine bildirip tekrar girişinin yasaklanması için not aldırdı. Saatine baktı 16:30 olmuş mesaisinin bitmesine yarım saat kalmıştı. akşamki randevusunu hatırladı. bu akşam eskiden kalma arkadaşlar dediği ilkokul yıllarından arkadaşları ile yemek için sözleşmişti.saat 17:15 de onlarla avmnin yemek katında buluştu. toplam 4 kişiydiler yemeklerini yer yemez avmden çıkmayı teklif etti. çünkü burası artık onu boğuyordu. avmden çıktıklarında güneş iyiden iyiye düşmüş hava kararmaya başlamıştı.avm ile evinin aksi yonünde iki sokak sonra bulunan bistroya gidip bişeyler içmeye karar verdiler. ama parkın içinden geçerken arkadasları biraz oturmayı teklif etti. oturduklarında altlık olsun diye sırıtarak cebinden çıkardığı sarma sigarayı çıkaran arkadaşının yüzünde bakınca gecenin böyle başlayacağı belliydi der gibi bi sitem belirdi yüzünde. bir sigara sonra bir sigara daha içtiler. iyiden iyiye kendinden geçmişti John. birden mesanesine söz geçiremez olmuş işemek için ıssıza doğru uzaklaşmıştı. iyi mi böyle, memnun musun dedi işerken soruyu sesli soruyor ama cevaplara dili yetişemediği için beyninde dönüp duruyorlardı. mekana girdiler.birer 70 lik arjantin söylerek esklerden, mahalleden, çocukluktan bahsetmeye başladılar. ikinci bardakları henüz bitmişti birbirlerine kaş göz yaparak toplu halde mekanın alt katında bulunan tuvalete inen arkadaslarını izledi.onlardan biri cebinden kilitli bir poşet içerisinde beyaz bir toz bulunan bi paket çıkardı. pakette bulunan tozu sırayla burunlarından çekip bir sigara yaktılar ve sigara bitince tekrar yukarı cıkıp iki bira bardağına biraktiklari ikişer tekile daha yuvarladılar. pubtan çıkınca onları arabalarına bindirip gönderdi eve bırakılma teklifini reddetmişti. bunu eve yürümek bahanesiyle onlar ev adresini öğrenmesin diye yapıyordu. kimse,hayatında bir defadan fazla göreceği kimsenın ev adresini tam olarak bilmesini istemiyordu.
köşeyi dönüp avmden uzak olan caddeye dönerek evine doğru yürümeye başladı.Yarın iş günü olmasına mı üzülsün yoksa tüm günü gereksiz bir arkadaş buluşması ile geçirdiğine mi bilemiyordu. Ama yarından itibaren eski sıkıcı hayatına geri dönecek ve iyi beslenip damarlarını bu pislikten çabucak temizleyecekti.aslında uzun zamandır uyuşturucudan uzaktı ama ara sıra böyle kaçamaklar yapmaktan kendini alamıyordu.Tenine değen kasım rüzgarının etkisiyle kafası iyiden iyiye ayılmıştı.yaşadığı günü düşündü arkadaşlarını, hayatlarını ve kendi hayatını....
        cebinden bir adet sigara çıkardı.Ezilmiş olan bu paket yaklaşık 4 gündür taşıdığı kırmızı box marlboroydu.sigarasını ağzına götürüp zipposuyla yaktı. henüz ilk nefesin dumanı ciğerlerine yeni inmişti ki titreyen telefonunun bacağına değişini hissetti. Biraz bekledi eğer gelen bi mesaj ise ikinci bi titreşim olmazdı anlaşılan bu bir çağrıydı. telefonunu çıkardı.bu isimsiz bir çağrıydı. her gece vakit öldürdüğü online chat sitesinde telefon numarasını dağıtıp insanların kendisine istedikleri zaman ulaşabileceğini söyluyordu o yüzden böyle çağrılara alışkındı bu saatte olsa olsa uyku tutmamış teleseks yapmak isteyen bir genç kız ya da kadın arardı onu. Telefonu açınca kulağını tırmalayan ses birkaç saniye konuşup sonra sustu.Konuşan bir erkekti.- merhaba John, yola devam et ilerden sola dön seni bekleyen bir araç göreceksin ona bin. - siz kimsiniz diye sordu sesini tanıdık bulmadığı bu adama.- Eğer bunları öğrenmek istiyorsan arabaya bin , binmeyi reddedersen bu çağrıyı hiç almamış gibi hayatına devam edebilirsin.Dıııt sesiyle telefon kapandı.Telefonu cebine koyarken birileri dalga geçiyor diye düşündü.Telefondaki adam istese de istemese de evine soldaki yoldan gidecekti.köşeyi döner dönmez sarı boyalı bi ticari taksinin beklediğini gördü. binip binmemek arasında kaldıysa da zaten sıkıcı olan hayatını değiştirme planlarındaydı. Sağ arka koltuğa oturdu ön koltuğun sırtındaki cepte sarı bir zarf buldu. üstünde hayatını değiştirecek o iki kelime yazıyordu: DÖNÜŞ YOK
      Araç birkaç blok ilerledikten sonra evinin önüne gelip durdu. siyah gözlüklü şöfor aynadan ona bakarak zarfı açacak mısın yoksa inecek misin dedi.adamın yüzünü incelemeye çalıştı ama kimseye benzetemedi. elindeki zarfı açmadan ne kadar yol geldiğinin  farkına bile varmadan düşünüyordu. ve açacağım diye yanıtladı. Zarfı açtı kendisinin uzaktan çekilmiş birkaç fotoğrafı, üstünde evde aç yazan daha küçük bir zarf vardı. eee şimdi nolacak dedi aynadan gözgöze geldiği şoföre. iyi geceler benim işim burda bitiyor dedi ve Johnu araçtan indirdi. ne olduğunu anlayamayan John iyiden iyiye ayılmış halde evine girdi. zarfı masaya sallayıp direk mutfağa gitti ve dolaptan kendine bir bira aldı. göz ucuyla evi süzdü ses seda yoktu. anlaşılan kız arkadaşı henüz eve gelmemişti. şu an en son görmek istediği insan oydu zaten.Uzun zamandır haz almayarak devam ettirdiği bu birliktelik artık sadece günün belli saatlerinde birbirine sürtünen çıplak bedenlerin mutualist ilişkisi halini almıştı. Nasıl böyle bir aptallık yapıp bu salak kadına evimi gösterdim diye kendini azarlıyordu. O öyle düşünürken kadın bir barda tanıştığı adamlaydı. Aynı barın tuvalet aynasının önündeki mermere eğilmiş, adamın parmakları bacaklarını okşarken önündeki beyaz tozu burnuna çekmekle meşguldü. Halbuki johnla tanıştığı gece hiç de böyle bir kadın gibi durmuyordu. Çünkü uzun ilişkisinden yeni ayrılmış her kadının geçtiği gibi o da durgunlukla yansıyan resetleme döneminden geçiyordu ve bu gerçek kişiliğinin perdelenmesine yol açmıştı. koltuğa uzanıp soğuk biranın dudaklarına değişini hissederken göz ucuyla zarfa baktı.