bugün

merkez sağ tarafında ortaya atılan yeni hede. artık hükümetin ya da askeriyenin halka değil, halkın yönetimi dikta etmeye başladığını gösteren bir süreçmiş. zerre gerçeklik payı olsa eyvallah derim ama, halk gerçek dikta gücüne sahip olsa o oturduğunuz koltuklar altınızda değil, üstünüzde olurdu.
yeni yeldeğirmenimiz. biraz da bununla oyalanalım. ama bu arada dikkat et, atı alanlar üsküdarı geçmesin?
yarabbi bize aklı başında bir muhalefet nasip eyle. o kadar mesele varken, koskoca bir devletçi gelenek varken uğraştıkları sivil dikta. sayın muhalefet. koy demokrasinin üzerine insan hakları. bak bakalım dikta mı kalır. ha! unutmuşum. mesele sivil dikta değil, totaliter diktayı korumak. o zaman yap bir darbe ne sivil kalır, ne diktası kalır. ne sen, ne ben kalırız....
sivil dikta; askeri dikta, toplumsal dikta, iş yerinde dikta, okulda dikta, toplu taşıma araçlarında dikta, maçlarda dikta, dinci dikta, PKK diktası, yabancı muhipleri diktası, trafik diktası, mafya diktası, patron diktası pek çok diktadan biridir ve gerçekten vardır.
başbakan ve tayfasının "biz yapmıyoruz, o da nedir" dediği hede hödöler bütünü.
(bkz: postallı sivillerin diktası)
postal bitlerinin halk iktidarına verdiği isim.
muhalefetin yeni ağlama yöntemi. tek parti iktidarına gidiyor, bize kimse oy vermiyor diye panik yapmışlar. ya muhalefet kardeşim, seçimler yapılmadan bir iktidar gelse, halk bunu desteklese sivil dikta denir ama sen oy alamıyorsun diye seçimler yapılıyorken bir parti halkın desteğini alıyorsa buna dikta denmez. muhalefetin, muhalefetken bile oy kaybetmesi denir.

bu ülke anayasasını yapanlar bir seçkin yargıçlar devleti kurmuşlar. ideoloji sahibi olmaması gereken anayasaya veya devlete bir ideoloji yüklemişler. buna ideolojik laiklik denmiş. bu ideolojiyi de yargıçların devam ettirebilmesi için halktan kopuk, üyelerini kendi gibilerden seçen bir yargı vesayeti koymuşlar. tabi, bir ülke diktatörlük bile olsa yeni kanunlara ihtiyaç duyar. bu kanunları çıkartacak bir meclis bırakılamadığı için şimdi anayasa hazıraması için kurucu meclis gibi kavramlara bel bağlanıyor gibi yapılıyor. fakat hepimizin bidiği gibi kanunlara müdahale edemeyen yargının vesayetini ara ara tepede böyle durumlar için bekleyen ordu devralıp yeni kanunlarla anayasayı güncelliyor.

şimdi hepimiz ordunun veya yargının kanun çıkarmasına karşıyız. ortada bir anayasa var ve onun koruyucusu olarak yargı bırakılmış ve yetişemediği yerde ordu muhtıralar veriyor.

bu halk, o anayasaya ve onun yarattığı devlete, devletin sahip olduğu ideolojiye karşı olduğunu hep belirtiyor. rejim siyasi partileri bir kalıptan çıkmış odun gibi eşit olmaya zorluyor. fakat halk rejimin partilerine desteğini hiç vermemiş. bazılarınız itiraz ederse chp tüzüğünün bir zamanlar anayasaya aynen konduğunu ve her çıkan anayasanın gelen siyasilerin içini boş olarak rahatça hareket edebildiği bir devlet mekanizması yerine sadece chp'ye uygun bir devlet buluyor. bu kez devlet ile hükümet çatışması kaçınılmaz oluyor. devlet battal beden önlük gibi olmalıdır. isteyen herkes giydiğinde içinde rahat etmelidir. siz, chp adında birine göre sipariş önlük dikerseniz başkasının onu giymesi mümkün olmaz. asıl sivil dikta chp ve onun benzeri partilerin diktasıdır. bir dikta anayasasının sağladığı mekanizmalara güvenerek siyaset yaparsanız halktan oy alamazsınız ama o mekanizmaların içindekiler seve seve size oy verir. devlet küçüldükçe sizin oyunuz da azalır. askerlerin yaptığı ve yargıçların vesayetine bıraktığı bu anayasa oldukça ya her parti chp olur veya anayasaya muhalif davrandığı için kapanma tehlikesi ile karşı karşıya gelir ama çok oy alır.

demokrasilerde halkın egemenliği her şeyin üstündedir. demokrasilerde hepimiz biliyoruz. yasama, yürütme ve yargı kurumları var. bu her kurum halkın egemenliği doğrultusunda seçilmelidir. yoksa yerinden kovulması mümkün olmayan ve gücü olan onu zamanla diktatör olarak kullanır.

insanlar kaderi kendi elinde olduğu sürece özgürdür. ben yasama ve yürütmeye oy vererek demokratik devletin iki yapısını(yasama ve yürütme) seçebiliyorum ama yargı kurumuna seçim yapma şansım yok. benim hakkımda önemli tasarruflara imza atan ama kimseye hesap vermeyen bir kurum diktatör değil de nedir.

özgürlük kanunlarla sınırlanır ve başkalarının özgürlüklerinin kendimize zarar vermemesi için bu sınırlandırmaları kabul ederiz. yani kendi iyiliğimiz için özgürlüğümüzden feragat ederiz. aksi durumda; adam öldürme özgürlüğümüz olursa, diğer insanlarda aynı hakka sahip olacağından bizi öldürebilir. yani özgürlükler bir şekilde kanunlarla sınırlandırılır. kanun yapma yetkisi verdiğimiz siyasilerin de kafalarına göre kanun yapmaması için iki sistem koymuşuz. birincisi anayasa. amaç halkı anormal hükümetlerden korumak için kanun koyucuya bir sınırlandırma. ikinci olarak 4 senede bir oraya gönderdiklerimizi istersek değiştiriyoruz. pekala onların üzerinde gibi davranan yargıyı kim sınırlıyor? Montesquieu'nin güzel bir sözü var. "Özgürlük, yetkinin kötüye kullanılmadığı yerde vardır. Öteden beri denenmiştir, kendisine yetki verilen her insan bu yetkiyi kötüye kullanma eğilimindedir. Bir sınırla karşılaşıncaya kadar kötüye kullanır. Erdemin bile sınırlanmaya ihtiyacı vardır." bizim ülkemizde bir dikta varsa bu sınırlandırılmayan ve kötüye kullanılmaya müsait olan yargıdır. demokratik kurumlar kaynağını halktan alır. yargımız ise sağolsun başına buyruk.
bunu diyen şunu da dedi:

(bkz: halk yüzde 50 nin üzerine çıkarmadı akp yi uyardı)
(bkz: akp hükümeti)
(bkz: korku imparatorluğu)
zihniyet aynı zihniyet. kılık değiştirmiş.
ordu darbesine diktatörlük diyorlar. tamam, kabul, amenna fakat, siyasi literatüre geçmiş bu kavram bizim tamamiyle naive durumdaki şakirtlerimiz için ya anlaşılmıyor, ya da anlaşılmazlıktan geliyor. tuhaf neticede.