bugün

Tanrının varlığına inanmak için kanıta ihtiyaç var mıdır? Yoksa hiçbir kanıt olmadan da Tanrıya inanılabilir mi? Bu sorular karşısında üç temel duruş sergilenebilir:

1- Tanrıya kanıt gerekmez ona iman etmeliyiz.
2- Bir şeye inanmak için kanıt gerekir, tanrıya da kanıt olmadan inanamayız.
3- Kanıt olmasa bile Tanrıya inanmak rasyonel olarak tutarlıdır. (Reformcu Epistemoloji)

Her ne kadar ilk iki görüş incelenmeyi gerektirse de bu yazının konusu üç numaralı iddia üzerine olacak. Bu iddia özgündür, entelektüel açıdan rasyonel gözükmektedir ve yenidir. Tıpkı Alvin Platinga’nın diğer argümanları gibi… Peki ya ne kadar tutarlıdır?

Hepimizin, kanıta ihtiyaç duymadığı temel iddialar muhakkak vardır. Kişisel hayatımız ve bu hayattaki çoğu tecrübelerimiz bu basit inançlara dayanır. Yemek yediğiniz zaman, o yemeğin sindirileceği inancı basit bir iddiadır. Sürekli tecrübe ettiğiniz için bu basit iddiaya temel sunmadan da ulaşabilirsiniz. Örneğin yemek yerken, yediğimiz besinlerin sindirileceği konusunda:

‘Normal bir insan vücudunda sindirim sistemi vardır. Sindirim sistemine sahip bir canlı doğal olarak ağızdan aldığı besinleri sindirecektir. Ben normal bir insanım. Dolayısıyla sindirim sistemim var. Sindirim sistemim olduğuna göre yediğim besinleri sindireceğim.’

gibi bir argüman sunmadan bu inanca sahibizdir. Bu inanç, basit bir inançtır. Basit bir inanca başka bir örnek verelim. Soğuk bir kış günü, bir elinizdeki sıcak çayınızı yudumluyorken bir yandan da kitap okuduğunuz zaman birden mutfaktan gelen sesle irkildiniz ve bir cam kırılma sesi duydunuz. O an herhangi bir muhakeme yapmadan sadece ‘cam kırılma sesini duyma’ tecrübenize dayanarak sizde basit bir inanç oluşmuştur: Anneniz kazara bardak kırdı. Bu basit inançtır.

Bu gibi basit inançlar genelde kanıtlarla desteklenmeden oluşan inançlardır fakat bu basit inançlara inanma hakkınız vardır. işte tam da Platinga burada devreye girer ve şunu savunur: Eğer tanrı inancı da bu gündelik deneyimler gibi basit bir inançsa herhangi bir argüman kurmadan da tanrıya inanma hakkınız vardır. Bu durumda bir kanıt arama gayesine girmeniz gerekmez, yalnızca inanma hakkınız varken de tanrıya inanabilirsiniz. Bu savunmadan sonra Reformcu Epistemolojistler (Yukarıda sunulan üçüncü maddeyi savunan kişilere denir ki öncüleri Alvin Platinga, William Alston, Nicolas Wolterstroff’tur) tanrı inancının basit olduğunu göstermeye çalışırlar.

Reformcu Epistemoloji taraftarlarına göre tanrı inancı en az gündelik tecrübelerimiz kadar basittir ve inanılmayı hak eder. Bu basitliği şuna dayanarak savunurlar:

Evrenin derinliğine baktığımızda, bir insan vücudunun mükemmelliğini incelendiğimizde, var olan ve var olmakta olan her şeyde manevi bir huşu duygusuna kapılırız. Bu tür tecrübeler bizde ‘Bunlar Tanrı tarafından yaratılmıştır’ gibi basit bir inancı oluşturur. Evrenin gizemlerinde, genişliğinde, canlılarda, ibadet ettiğimizde ve diğer her türlü eylemde bizlerde oluşan duygu bizde Tanrı inancını basit diyebileceğimiz şekilde oluşturur.

Bundan sonra eklerler: Eğer basit inançlara inanma hakkımız varsa ve tanrı inancı da basit bir inançsa tanrıya inanma hakkımız vardır. Az çok konuyu anladığınızı düşündüğümden Reformcu Epistemoloji taraftarlarına eleştirilerimi yazacağım.

Öncelikle burada bahsedilen mesele inancın doğru olup olmamasından ziyade o inanca sahip olma hakkının olup olmamasıdır. Mesela az önce verdiğimiz örnekten yola çıkalım. Cam kırılma sesini tecrübe ettiğiniz anda aslında cam kırılmamış olabilir, belki de kardeşiniz size bir oyun oynuyordur ve ses kayıt cihazından bir efekt çalmıştır, belki o ses televizyondan gelmiştir ve aslında mutfakta cam kırılmamıştır, belki ses sizin mutfağınızdan değil de komşunuzdan gelmiştir ama bir anlık yanılgı ile yanılmışsınızdır ve kim bilir belki de sadece işitsel bir illüzyondur ve o ses beyninizin bir ürünü olup dış dünyada gerçek ses dalgalarına karşılık gelmiyordur. Tüm bu ihtimaller karşısında ‘Cam kırılması inancı’ inanılmayı hak eden bir iddia olmaktan öte ‘Sorgulanıp test edilmesi gereken inanç’ kategorisine girecektir. inanma hakkınız, gerekli gözlemleri ve muhakemeleri yaptıktan sonra elde edilecektir. ‘Araştırma sorumluluğu’ ‘inanma hakkı’ndan önce gelir. Ve asıl problem şudur ki bir kişinin bir inanca sahip olmakta haklı olup olmaması, o inancın doğruluğundan bağımsız değildir.

Dediğim gibi, bir inancın basit gibi gözükmesi onu basit yapmayacaktır. Hele ki o inancın doğru olduğunu iddia etme hakkını zerre kadar doğurmaz. inançlar basit bile olsa temellendirildiği tecrübeyi sınamadan o inancı kabul etmememiz gerekir. inancın dayandığı tecrübe test edilmeli ve gerekirse daha rasyonel bir açıklamanın olup olmadığına bakılmalıdır. Mutfağı gidip kontrol etmek buna bir örnek olabilir. Söz konusu basit inanç Tanrı inancı ise ‘bir çiçeğin güzelliğinden tanrıya ulaşmak’ yerine ‘güzellik duygusunu oluşturacak şekilde evrimleşmek’ daha rasyonel bir inanç olabilir. ikisi de basittir fakat muhakeme yeteneği bir inancı diğerine baskın kılacaktır.

Bu bahsettiğimiz sözüm ona basit inançlar en azından tecrübeler ile temellendirilmiş, gerekçelendirilmiş argümanlardır. Her ne kadar ‘yemeklerin sindirileceği’ inancınız, temellendirilme olmadan, kanıta dayanmadan ortaya atılmış bir iddia gibi dursa da tecrübelerinizle, yaşantılarınızla, içgüdülerinizle temellendirilmiştir. Her ne kadar yukarıdaki muhakemeyi bilincinizde yapmasanız bile, bilinçaltı dünyanız boş durmaz ve bu argümanı kurar. Basit dediğimiz inançlar o kadar da basit değildir. Basit dediğimiz inançların dayandığı tecrübeler de o kadar basit değildirler, fakat bu o kadar da önemli değil.

Bahsedilen ‘tecrübe ile ulaşılan sonuç’ arasındaki ilişki bilinçaltında verilmiş olup en az bilinç dâhilinde verilmiş kararlar kadar sorgulanmaya açıktır. Bir ‘basit inancın’ inanılma hakkına sahip olup olmaması dayandığı tecrübenin akliliğine, tecrübe ile sonuç arasında kurulan ilişkiye bağlıdır. ‘Kanıt olmadan inanma’ denilse bile, tecrübe yeterli bir argümandır ve diğer argümanlardan aşağı kalır bir yanı yoktur. Misal ‘bir insanın mükemmelliğinden Tanrının onu yarattığı gibi basit bir inanca varıyorum’ diyen biri tasarım argümanının sulandırılmış bir versiyonunu sunmaktan başka bir şey yapmaz.

Konu hakkında yapılabilecek bir diğer eleştiri ise Tanrı inancının bahsedilen basit inançlar kategorisine girmeyeceği olabilir. Tanrı inancı gündelik basit inançlarımıza benzemez. Tecrübeye dayalı basit inançlarımız konusunda vardığımız sonuç sürekli bir neden-sonuç ilişkisine dayalı olur. Yemek yediğimizde onun sindirileceği inancı, her yemek yemeyi tecrübe ettiğinizde onun sindirilmesinden kaynaklanır. Cam kırığı sesi duyduğunuzda bardak kırıldığına dair inanç, bu ikisi arasında kurulan ilişkiye ve sıkça ‘cam kırılması sesi duyduğunuz zaman bardağın kırıldığını’ tecrübe etmenize dayalıdır. Misal ömrünüz boyunca cam kırılması sesini duymasanız, o sesi ilk duyduğunuzda ‘bardak kırıldı’ gibi basit bir inanç oluşturmazsınız.

Gelgelelim Tanrı inancına dair duyulan inanç bu derecede basit olmadığından ‘doğrudan inanma hakkı’ doğurmaz. Hiçbir zaman evrenin yaratılışını tecrübe etmediğiniz için, evrenin varlığından tanrıyı sezmeniz ona inanma hakkı doğurmaz. Bu inanç içgüdüseldir sanıldığı gibi kişisel tecrübelerden doğmaz. Hiç değilse bahsedilen tecrübe, basit inançlardaki gibi bir tecrübe değildir. Hiçbirimiz insanın oluşumunu tecrübe etmedik, bir çiçeğin tanrı tarafından nasıl planlandığını gündelik deneyimimizden çıkarmadık. O halde bir çiçekten, bir insan vücudundan yola çıkarak tanrıyı sezmek, tanrıya inanma hakkı doğurmaz. Bu sezgi, diğer basit inançlara benzemez.

Tanrı inancının diğer basit inançlara benzemediği konusunda daha birçok rasyonel temel sunulabilir. Mesela basit inançların çoğu coğrafi temellere ve yetiştiriliş tarzına dayanmaz. Sırf size ‘Cam kırılmasını duyduktan sonra cam kırılmış demektir’ demişler diye buna inanıyorsanız ve sezgileriniz de çocukluktan dayatılan psikolojik baskı sebebiyle artık cam kırılması sesinde camın kırıldığını düşündürüyorsa, kurulan ilişki doğru veya yanlış olsun, ona inanma hakkınız yoktur. Zira bu basit inanç tecrübelerinizden ziyade psikolojik baskıya dayanmaktadır. Aynı şekilde size ‘Cam kırılması sesi duyarsan deprem olacak demektir’ demiş olsalardı, bu durumda cam kırılmasından sonra depremin olacağına inanırdınız ki bu inanç her ne kadar basitse de ona inanma hakkınız yoktur. Çünkü dayandığı temel fazla çürüktür ve fazla özneldir.

incelendiğinde, kişilerin Tanrıya duydukları güven bizzat coğrafi dağılımdan, yetiştiriliş biçimlerinden etkilenmektedir. Bir Budist evrene bakıp ‘evren ile kendisinin bir/eş olduğu’ inancına basit bir şekilde ulaşabilir. Bir inançlı aynı evrene bakıp ‘tanrının bu güzellikleri yarattığı’ inancına sahip olabilir. Bir Budistin de ibrahimi dinlere inanan birinin de inancı basittir ama ikisinin de herhangi bir akli delil getirmeden bu inançlara inanma hakları yoktur çünkü bu inançlar kişilerin tesadüfen o şekilde yetiştirilmesine bağlı olarak değişiklik göstermektedir ve gündelik deneyimlerdeki inançlardan ayrılırlar. Şans eseri Müslüman/Yahudi/Hindu/Ateist bir ailede doğmanız tecrübelerden çıkardığınız sonuçları etkileyecektir. O halde söz konusu basit (!) inançlar dini bir konuda olduğu sürece bir argümana dayanmadan ilerleme kaydedilmeyecek olup, inanma hakkı da doğrulmayacaktır.