bugün

görsel

De ki işte.

Hayatını kaybetmesi üzmüştür.
Bendeki tüm kitaplarını önüme dizip bir dakikalık saygı duruşunda bulunacağım az sonra. Gerçekten büyük kayıp, kafası açık kaç kişi kaldı ki şimdi ülkede?
Felsefe direnmektir dünyaya derdi, belki de yorulmuştu...

“Yaşamın sana açıkça söyleyebileceği tek şey, ölümdür.”*
görsel

“Kalabildiğimiz tek yer, ötekilerin bellekleridir.” (s.42)

#OruçAruoba, Yürüme.
Işıklar içinde.
yarımsın ama tam karşımdasın. tam karşımdasın ve yarımsın.
iskender abinin paylaşımı ile haberim oldu vefatından ışıklar içinde olsun..
bugün vefat etmiş olan, büyük şair, filozof. onun denginde bir yazar, felsefeci var mıdır ülkede bilmiyorum. sorsan her haneye bir yazar düşüyor, youtube'ta felsefe yayınları yapılıyor ama hikaye. o yazarlar oruç aruoba'nın binde biri kadar düşüneniyor, o felsefe yayını yapanlar bu işe sadece bir iki günlerini veriyor, o da internetten gördükleri yüzeysel bilgileri paylaşmaktan ibaret. oruç aruoba'yı, elif şafak kadar okutamadığımız için kendimi suçlu hissediyorum. youtube ergenlektüellerinin oruç aruoba yayınlarından fazla izlenmesine tahammül edemiyorum.
ne zaman aklıma bir fikir gelse,
önce onun dizelerini, kaleme aldığı satırlarını okuyarak kendime açtığım yolun sağlamlığından ve emin adımlar ile ilerleyerek yürümemi sağlayan insan,
hiç bir sıfat eklemiyorum, çünkü ne yazsam eksik kalacak..

ilk koşuludur bu: yolunu kendin yürüyebilmek için, yönünü kendin koymak zorundasın. yönsüz yol yoktur—yol, ancak, bir yön ve bir yürümeden oluşur; yeni bir yol, yeni bir yön demektir. yürünmemiş yol, yol değildir.

bir yol mu arıyorsun, bir yer mi?
Nur içinde yatsın..
Aşkın tanımını çok güzel yapmıştı.

görsel
okuduğum yazarlar arasında imgelemi en mükemmel yazardı. bir sözcüğün içine koca bir metni sığdırabilirdi. muğla'da tanışmıştık kendisiyle. bir oruç aruoba bir leyla erbil fena etkisi vardır üzerimde. içim felaket burkuldu.
oruç aruoba'yı kaybettik... kendisiyle en son assos'ta geçen sene görüşmüştük. toprağı felsefe ve şiir açsın...
bu yazıyı da aruoba'nın anısına bir selam olarak yazıyorum.

doğançay'ın çınarları
oruç aruoba / metis yayınları, 2004

oruç aruoba'nın bu kitabı onun kaçıncı şiir kitabı sayılabilir? 1990'dan başlayarak kitaplarını yayımlayan aruoba, haiuku-şiir, şiir ve kısa felsefi metinlerini iç içe kurguluyor. kimi şair ve yazar sözlüklerinde bu metin felsefi metin olarak görünüyor, oysa kısa dizeli dörtlüklerden oluşan, başlık yerine romen rakamları kullanan şiirlerden oluşuyor. kitabın arkasındaki "oruç aruosa koleksiyonu" listesinde de kitap şiirler bölümünde anılıyor.

doğançay, sakarya vadisinde bir kasaba. ankara-istanbul treniyle yolculuk yapanlar, bu vadinin geçtiği boğazların etkileyici görüntülerini bir aygıta değilse bile zihinlerine çokça kaydetmişlerdir. doğançay'ın istasyonu ise, kendi çapında bir üne sahip. "rayların türküsü"nde bu istasyona özel olarak kalkıp gittiğimizi yazmıştım. yazmıştım ama aruoba'nın bu istasyon için yaktığı güzellemeyi gözden kaçırmışım, dolayısıyla bu bölüm aynı zamanda o yazıya da bir ek.

doğançay'a ün katan bir özelliğini kitabın adı söylüyor zaten: ulu çınar ağaçları. "doğançay'ın çınarlarını ilk kez 19 haziran 1996'da gördüm - istasyondan yavaşlayarak geçen trenin içinden, sağ tarafta, doğu'ya doğru; güneş,solumda, yamaç ardına epey devrilmişken. hemen kavradım; pek de anlamlandıramadan..." diyor, kitabın sonuna eklenmiş açıklamada, oruç aruoba. başka deyişle, bu kitap, doğançay'ın çınarlarını "anlamlandırma" denemesi. yazıya dökme süreci, farklı şehirlerde sürmüş, (karamürsel doğumlu aruoba, metni kurarken oraya da uğramış, bu coğrafyanın insanı yani). 1997'de, haziran ayında yıldırım arıcı'nın "mercekleri" eşliğinde ilk kez doğrudan o istasyona gidilmiş. istasyon, artık 'metruk'tur, hiç bir tren durmamaktadır, çınarlar ise yaz başı 'tam doluluklarında' görünmektedirler, "her şey anlamına uygundu, yani..."

şair ve fotoğrafçı, doğançay'ın çınarları'nı birlikte yaşamışlar, kitapta da birlikte yol alıyorlar; harman edilmiş biçimde sıralanan metinler ile fotoğraflar sanki eklem yerlerinden birbirinin içine geçmiş gibi. hatta fotoğraf sayısı daha çok. bir fark var yine de: fotoğraflar - haliyle - doğrudan nesnesine - çınarlar, geçen trenler, istasyon yapıları, vadi - odaklanırken, metinler daha dolaylı odaklanmalar yaşıyor, yerele daha az gönderme yapıyor. oysa metinde konuşan, çınarların kendisi. gel gelelim, kendi varoluş şartlarını anlatmakla ve doğa içindeki konumlarını betimlemekle yetinmiyor, insanların varoluş şartlarıyla kıyaslamalar yapıyorlar. bu nedenle de yerelden evrensele taşınıyorlar. söylem, tekil, belirgin kılınmış bir çınarın ağzından değil, çoğul, adsız, soyut tüm çınarların ağzından: "yorgunuz artık / göremeseniz de / yapraklarımız ağır / dallarımız bezgin // boyuna sallanmaktan / bıkkınız - ya siz / ne yapıyorsunuz bu / hiç dinmeyen rüzgarda?". cevabı da yine çınarlar veriyor: "bu hiç bitmeyen yağmur / evlerinize kapatır sizi / denemezsiniz bizim gibi / onun altında durmayı". gelgelelim, bu da kendilerine dönük sorguyu getirecektir: "burada durup yazmak / sizi size anlatmalı mıyız / anlayamayacak kulaklara / boyuna konuşmalı mıyız?" (ilk dizenin yazım biçimi ve italik harfler metindeki gibidir). sonraki dörtlüklerde söyleyen "dayanamıyorum" "anlayamıyorum" gibi eylem çekimleriyle tekilliğe de dönüyor.

varoluş sorunsalı kıyaslaması salt bu vii. numaralı şiire değil, metninin bütününe yayılmış durumda. hatta, vi. numaralı şiirde olduğu üzere, suçlama bile gelebiliyor: "bilmiyorsunuz siz: / tutuşmada birleşmeyi". iii. numaralı şiir, "toprağı sorun bize / karanlığı, acıyı, hiçi / isterseniz ölümü de / hepsini-çekinmeyiz // ya da kendinizi sorun / kimiz biz, neyiz diye / nereden geldik buraya / niye buradayız, diye" diyor, sonra da umutsuzca ekliyor: "yeter ki sorun- / ama sormuyorsunuz". sorulmasa da söylüyor çınarlar: insan ömrü geçicidir, doğa gündelik insan kaygılarının üstündedir, yine de doğa zarar görürse insandandır, çınarlar ise yavaş - dingin doğayı temsil etmektedir. "duruyorsunuzdur siz gelirken / gelirsiniz ve geçersiniz - / bizse hâlâ oradayızdır / bütün olanlardan sonra" diyor çınarlar. acaba hâlâ oradalar mı? son hallerini bilmiyorum, "hızlı tren projesi" eski tren yollarını, istasyonları, vadileri alt üst etmiş, yerinden etmiş diyorlar...
vefat etmiş, üzüldüm.
rahmet olsun.

özellikle özlemi ve dünyaya alışamayan benliği de en güzel güzel o anlatmıştı.

görsel

görsel
Hakkında bundan önce özel bir yazardır yazmıştım, iyi demiştim o da gitti...
Rahmetle...

"Yeni bir söz bulsam, neye yarar ki? Söyleyemediklerimiz, ince bir sızı gibi..."

Sen de bir sızı daha ekledin şimdi asla söylenemez söz.
"De ki işte" ye gerçekten hayrandım.

"yaşamını, yaşamadan, yaşayamazsın,
Yaşamın, yaşanınca, yaşamındır."
Underrated bir kişilikti.
Fazla tanımasam da üzdü bu haber, coronadan ölseydi daha çok üzülürdüm.
Okuması ve anlaşılması zor yazılar yazan, aforizmalar uzmanı bir felsefeci, şair, yazar ve çevirmendi. O da gitti.

Eksikliğini belli çevrelerdeki belli kişiler anlayacaktır, kıymeti ise sonra sonra anlaşılacaktır eminim.

Adettendir;

Sağlamdır düşünce temellerimiz,

Ama altlarında kist vardır, sonra kum

Dururuz gerçi, sapasağlam, kalın

Taştan duvarlarımızla, dimdik

Ayakta; ama biraz su, bir sızıntı

Kaydırır temellerimizi hemen.

Duyarız yerçekimini hemen,

Titreriz. Sımsıkı, gergin

Bağlar vardır

Düşüncelerimizi ayakta tutan,

ama,

Ya temelsizse temeli

Bütün bu bağları

Bağlayan

Bağın?

Bağlantısızca bağlarız bağlarımızı.

Gündüz yarasalarıyız biz.
"yavaştır yaşamının anlamı."

güle güle, huzurla..
Ölümüyle ünlenenler listesine son yazılan isim. Henüz 2 gün önce ismini bile dahi duymamış kimselerin sosyal medyada aforizmalarını ve şiirlerini paylaşması akıl alır gibi değil.
"bak bir rastlantı değilsin sen; şu garip yaşamımın ulaşmak zorunda olduğu bir noktasın." — oruç aruoba
1 sene boyunca best seller olur.

beyaz yaka d&r çocukları şimdi her yerde paylaşımlara başlar.

bir oğuz atay olur, bir sabahattin ali.
sırf onu dinleyebilmek için assos'a gitmiştim. onun kadar kendini bilen, mütevazı yazar az yetişir. keşke yıllardır eser veren birinin, kendi eserleri için de kürsüler kurulsaydı da dinleseydik, tartışsaydık. kendi adıma gururluyum. adını daha geniş kitlelere duyurmak için, vikisöz'de kitaplarının sayfalarını oluşturmuştum. şimdi anısını yaşatmak için hem bu sayfaları geliştireceğim, hem de yenilerini ekleyeceğim. ölümüyle daha şimdiden pek çok insana ulaşabildiyse de, türk edebiyatı ve felsefesi büyük bir evladını kaybetti.
Felsefeci kim deseniz Oruç Aruoba derim.
Saffet Babür.
ileri derecede rilke takıntısı olduğunu farkettiğim büyük felsefeci, şair. hayatım boyunca okuduğum en iyi rilke çevirisi de kendisinin. yol üstü uğradığım bir anadolu kasabasında bulunan basit bir sahafta rilke'nin sancaktarını bulmak mutlu etmişken, o kitabın oruç aruoba çevirisi olması anı keyifli bir mucizeye dönüştürmüştü.

haiku tarzı şiirin türkiye'deki nadir örneklerini vermiştir. her ne kadar ülkedeki şiir akımlarında haiku esintileri görülse de onlar sadece esintidir, haiku değil. aslında esinti demek bu yazın türüne hakaret bile sayılabilir, bilemiyorum.

(bkz: ne ki hiç)

yürü öylece
çıkmaz yollara girip,
çıkma bir daha.

kitabın son sayfasında haiku'ya dair şöyle bir not düşmüş; 'haiku, okurundan önce yazarını şaşırtmıyorsa, yazmaya da değmez.' varlık yay. 1999, sf 139.

kitaptaki 183. haiku; (leylamıza)

deniz'in sesi de gelir sana
serinliği de -
kapını açabilsen...

bir de şöyle bir şiir vardı, anmazsam kötü olurum;

7.
dünya bana doğru dönüyor,
ama kimseyi yakınıma getirmiyor —
sadece güneşi alıp uzağıma götürüyor.

8.
kim çizdi ufuktaki o kalın çizgiyi?
ne beklediğini bilerek - ama beklemeden -
yaşayacaksın: en çok beklediğinin de, gelse bile birgün,
hiçbir zaman beklediğin anlamda gelmeyeceğini
bilerek...

yaşamın bir bekleme olacak - ama
beklemeden yaşayacaksın.

-de ki işte
iyi filozoftur, iyi yazardır, iyi şairdir. Ancak kötü bir hatiptir, dinletemez kendini. En azından benim için.