bugün

(bkz: novembre)
(bkz: november)
düzene karşı bir Urban art manifestosudur.

--spoiler--
me gustaria cambiar esta puto mundo!
--spoiler--
Achero Mañas'ın yönetmenliğini yaptığı 2003 yapımı bir ispanyol filmi. yarı belgesel kıvamında harika bir filmdir. oldukça duyusal ve insanı derinden etkiler. içimdeki tiyatro ve oyunculuk aşkını daha da kabartmıştır...

--spoiler--

olay 80-90 yıllarında geçmekte, fakat olayı anlatanlar ise 2040-50 yıllarına denk gelmektedir. filmin konusu kısaca; tiyatroyla ilgilenen bir grup encin konservatuar maceraları ve daha sonra sokaklara taşıdıkları sanatlarıyla başlarına gelenler anlatılmaktadır. bu gençlerin sanattan ne anladıkları, para-sanat ilişkisine nasıl baktıkları farklı kişilerin fikirlerince gözler önüne sermiştir..

"dünyayı değiştirmeye çalıştık, başaramadık. şimdi dünyanın beni değiştirmesini engellemeye çalışıyorum."

"sanat gelecekte yüklü bir silahtır" sözü ise filme son noktayı koyar..

--spoiler--
--spoiler--
gerçek bir hikaye olma ihtimali yok,belki bazılarından esinlenmiştir diye düşünürken,
filmin sonunda babamın anısına yazısını görünce ,nası yani o küçük çocuk ne ara büyüyecek de film çekecek gibisinden bir anlık şaşkınlığa uğramama yol açmıştır.
--spoiler--
bunun dışında tiyatro,sinema,sanat adına birçok alana değinmiştir,tiyatro severlerin kesinlikle izlemesi gereken bir filmdir bana göre..bir de başrol oyuncusu óscar jaenada
'nın oynadığı karakteri hafiften heath legder 'ın oynadığı joker karakterine benzeten sadece ben değilimdir gibime geliyor.
herşeyi ile tek kelimeyle muhteşem bir film. sanatın aslında ne olduğunu, ne olması gerektiğini vurguluyor. insanın kendisine 'gerçekten sanatı diriltebilirmiyiz?' sorusunu düşündürüyor. evet, diriltebilirmiyiz. çünkü gerçek anlamdaki sanat neredeyse öldü. filmin fragmanındaki konuşmada bu durumu şöyle açıklamış usta yazar:
--spoiler--
" günümüzde sanat ve tiyatro gerçekten kokuşmuş bir halde. doğru! leş kokan genel kurul odaları, devlet memurları, ticaret, reklamcılık, tekdüzelik, rahatına düşkünlük, boş zaman, can sıkıntısı, bürokrasi ve yalan dolan! bir tek sanat yok! artık sadece sanat ticareti, sanat borsası ya da sanatı teşvik ticareti olacak. bir başka banka hesabı daha, sayıları toplama sanatı. ama biz buna alet olmayacağız. ahahahaha. çünkü bizler... özgürüz! bizler sanatın kalpleri değiştirebileceğine inanıyoruz. ve onlara güç verebileceğine... sanat, insanlara yaşadıklarını hissettirebilir. sanat, erkek ve kadının ruhuna erişebilir. sanat, topluma şuur getirir. bizleri daha iyi birer birey yapar. sanat, evrensel olabilir. sınırsız, her türlü dinden ve ırktan bağımsız. sanat, bir silah olabilir. ama bir dekor asla! gerçek bir silah. silah sesi duyulmalı... hedef vurulmalı! "
--spoiler--
öldürücü bir sona sahiptir. işin can sıkan kısmı bazı dangalaklar o mükemmel sonu kesip kısa film diye etrafta gösteriyor. onlara burdan bereket tanrısını yolluyorum.

mükemmeldir mükemmel.
Facebook'ta filmin son 15 dakikasını paylaşan bazı şahsiyetlere ,filmi izledikten sonra, daha çok sövmeme sebep olan filmdir.
a mi padre.
özellikle avangart olmak isteyen tiyatro(cu)ların ders olarak okuması, başucu etmesi gereken bir filmdir.
müzikleri de film kadar güzeldir. ayrıca ispanyolcanın kulağa hoş gelmesinden midir bilinmez kelimeler çok güçlü işler insana.
Yönetmenliğini Achero Manas' ın yaptığı 2003 ispanyol yapımı muazzam belgesel-filmdir. Filmde gerçek karakterlerin röportajlarının yanı sıra Oscar Jaenada, Ingrid Rubio, Javier Rios, Juan Diaz, Juanma Rodriguez, Paloma Lorena, Angel Facio rol alan isimlerden birkaçı.

--spoiler--

8 hayatı etkileyen bir olaylar zincirini aktarıyor Noviembre;. Madrid'e gelerek konservatuar sınavını kazanan Alfredo ile başladığımız, dünyayı değiştirebileceğimize inancımız ile bağlandığımız serüven ,inandıklarınız uğruna elinizin tersiyle itebileceğiniz şeyler konulu bir teste dönüşüyor, ister istemez sorgulatıyor idealistliğinizin sınırlarını bir anda. Gerçek olaylar olduğuna, hele 1990'ların sonundan ve 2000'lerin başına uzanan taze sayılabilecek bir öyküyü geç keşfetmiş olmanın üzüntüsü de beliriyor bir yandan. Alfredo'nun seçimleri, grubun manifestosu, yaptıkları şeyden para kazanıp kazanmama konusunda ikilemleri, sokaklarda sergiledikleri -bazen ileri giden- gösteriler, polisler ve düzenle yaşadıkları sorunlar.. Hepsi gözünüzün önünden geçiyor sırayla. Alfredo' nun da zamanla tükenişi tabi, çürüyüşü. Bir uyanış ile adeta kendini buluyor Alfredo, hasta kardeşinin uyanışıyla. Kaybetmeye yüz tutan tiyatro aşkı da, içindeki heyecanı da ansızın alevleniyor, ve ekibi toparlamaya koyuluyor. Tabi fireler verilse de demirbaşlar eksiksiz davete icabet ediyor, büyük bir iş için..

Son sahneler muazzam olsa da, gerçek olduğunu kabullenmekte zorlanıyor insan. Kimbilir, belki de peri masalları misali mutlu sonlar bekliyor, inandıkları bu denli benzer olunca. Belki bir nebze filme dair ipucu olabilir ancak, son cümleler "Noviembre"ye mensupmuş gibi hissedenler için geliyor, ne yazık ki..

"Dünyayı değiştirmek istemiştik.. Ama perişanca yenildik.. Şimdiyse, değişmemek için ben dünyaya direniyorum" ..

--spoiler--

referans alanlar için belirteyim filmin imdb puanı 7,6.

alıntı ve daha fazlası için kaynak : http://antifa-kutay.tumbl...i-bar-nd-ran-bir-silaht-r
"parayı kabul etmek sanatı satmak demektir" temalı harika film. üzerine söylenebilecek bir ton şey var. ama temelde harika hazırlanmış, oyunculukları filmde kullanılan kostümler kadar güzel olan, hayatıma belgesel tiyatro kavramını bir daha çıkmamak üzere sokan bir film bu. ama şu da var:

spoiler

+ öncelikle filmin yaşlı kahramanlarıyla genç kahramanlarının birbirlerine benzerliklerine inanamadım.
(bu madde editi: şimdi gülüyorum bu ilk yazdığıma.ne kadar da safmışım.)

+ her film yönetmeninin izlerini taşır. şöyle yazayım ya da: her ciddi yönetmen kendi ideolojisini ya da dünya görüşünü eserine yansıtır. bu apaçık bir durum. burada da sanatla ilgili tüm bu söylemler yönetmenin dünya görüşünü yansıtıyor bize. para için yapılan sanatın bir hiç olduğunu, sanatın bireyi dolayısıyla da toplumu değiştirebileceğini ve yine dolayısıyla dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirebileceğini, insanın bu sayede başka insanlara bakarken din, etnisite gibi kavramlardan bağımsız hareket edebileceğini yönetmen direk veriyor bize. dallandırıp budaklandırmıyor yani. dümdüz veriyor bu görüşü bize. bunu yaparken kendisiyle de çelişiyor tabii biraz. ama olsun, her insan çelişki yaşar. hiç önemli değil...

+ öncelikle filmde (aslında film değil, bildiğin belgesel) seyirciyi ti'ye alan bir sürü oyun var. bunu fark etmemiz çok zor, çünkü görünürdeki hikayeye çok fena kaptırıyoruz kendimizi. söz gelimi alfredo ve arkadaşlarının yaptıklarını hayranlıkla izliyoruz, alfredo'nun kardeşine üzülüyoruz, ailesine ve yaşantısına bakıp alfredo'nun gizemli taraflarını çözümlemeye çalışıyoruz, yaşadıkları aşka aşık oluyoruz falan filan... ama tüm bunlar olurken filmin kurgu tarafını gözden kaçırıyoruz. filmin içinde buna dair ip uçları var. mesela yaşlı kahramanlara bakacak olursak belgeselin yapım yılı 2030. zira adamlar çok yaşlı ve geçmiş diyerek sözünü ettikleri yıllar 1998-2001 arası. birincisi bu. sonra baş kahraman alfredo filmde (aslında belgesel:) başkalarını da tongaya düşürüyor. filmin başlarında ailesinin kazada öldüğünü söyleyerek hocayı, sanat eserlerini gezerken de sevgilisini tongaya düşürüyor. bunları önemsemiyoruz çünkü bunun filmin bir parçası olduğunu düşünüyoruz. ayrıca hocasının, kaza olayının gerçek olmadığını nasıl öğrendiğini de bir türlü anlayamıyoruz. hoca fırça atıyor, eleman ortamı terk ediyor.
+ filmin bir yerinde de yine eduardo'ya verip veriştirirken "mesih oyununa daima çıplak çıkardık. ta ki, eduardo denen o üçkâğıtçı gelene kadar. o hıyarın yüzünden sutyen ve peştamal bile giymiştik. inanabiliyor musunuz! hem de 1999'da!" diyor. sanki 1920'li yıllardan söz ediyor. o tarihte çıplaklık sorun oluşturmuyor ama peştemal giymek toplumda infiale sebep oluyormuş gibi...

+ yaşlı olan kahramanların anlatımına bakacak olursak "benliklerini kaybetmelerine" sebep olan eduardo denilen şahıs tam bir şeytan. yaşlı kahramanlardan birisi "eduardo echevarria ile kontrat imzalamak ölüm fermanımızı imzalamak oldu" diyor. oysa ki (en azından benim gözümden) eduardo o kadar da kötü birisi değil. yönetmen burada da bir oyun oynamış galiba bize.

+ bokunu çıkarmadan öze geleyim: bu namussuz, seyirciyi de -yani bizi de- dahil ediyor oyuna (hani hep izleyiciyi de oyuna dahil etme vurgusu var ya. hah o vurgu bu vurgu işte). bu filmi izlerken, sokaklarda o belgesel tiyatroyu bön bön izleyen kalabalık var ya. hah, işte o kalabalık biziz aslında. yönetmen anladığım kadarıyla filmin başlarında tiyatro hocasının alfredo'ya yaptığını yapıyor, yani kıvama getiriyor. orada da hatırlarsanız hoca duygusal açıdan bir giriş yapmıştı ve alfredo gayet kıvama gelmişti. sonrasında da gayet güzel bir hikaye uydurmuştu. yönetmen abi de bunu uyduruyor işte. belki de böyle birisi yok. tamamen kurgu yani. belgesel demiştim ya. unutun onu. yaşlı kahramanların da genç kahramanların da süper oynadığı harika bir film bu (türküm, doğruyum, çelişkenim:). nihayetinde yönetmen böylece amacına ulaşmış ve izleyiciyi oyuna dahil etmiş.

+ sevgili sevgilimle karşılıklı konuşma sonrasında fark ettiğim (fark ettiğimiz) birkaç noktayı daha belirtmek isterim. filmde (ya da belgeselde işte her ne skimse) yaşlı kahramanlar konuşurken ara ara gösterilen november ekibinin eskiye dair fotoğraflarını her gördüğümde hep "vay amına koyim lan nasıl bulmuşlar bu adamlara bu kadar benzer oyuncuları" tepkisini verdim. şimdi de diyorum ki kafamı skiim. arada hiçbir benzerlik yok, çünkü o fotoğraflardaki elemanlar zaten oyuncuların ta kendisi. bu da yönetmenin bize bir oyunu yani.

+ olan bitenle ilgili bir nokta daha fark ettim. sokakta bağımsız bir şekilde izleyenleri de oyuna dahil ederek oynadıkları oyunlarda hiçbir zaman bir taşkınlık ya da bir tepki almıyorlar (en azından ben öyle hatırlıyorum). ne zaman ki eduardo ile anlaşıp o düzlemde bir oyun planlıyorlar ve oyunu sergiliyorlar, işte o zaman dani'nin davranışları yüzünden ipler kopuyor. seyircilerden sataşanlar oluyor ve kavga çıkıyor. oysa ki benzer ipe sapa gelmez davranışları oyunlarını bağımsız bir şekilde sokaklarda sergilerken de gösteriyorlardı. burada da sahne tiyatrosunun içerdiği yapaylıkla sokak tiyatrosunun içerdiği doğallığı gözümüze sokuyor yönetmen.

+ filmin içine bilmece yerleştiren başka yönetmenler de var. nolan bunu iyi yapar mesela. onun filmlerini izlerken (kendi adıma) normalden iki kat dikkatli olmaya çalışırım, çünkü filmin bir yerlerinde bazı ipuçları verir nolan. o ipuçlarını toplamak filmi anlamlandırmaya yarar. bu filmde bunu yapamıyorsunuz, çünkü yönetmen ta en baştan "bu bir film değildir, bu kasım adlı tiyatro ekibinin hayatını anlatan bir belgeseldir" kalıbını beynimize yerleştiriyor. biz de doğal olarak sex yapan aslanları izler modunda izliyoruz bu filmi. yönetmenin aralara serpiştirdiği yaşlı karakterlerin konuşmaları da bu durumu besliyor tabii. ama durum hiç de öyle değil. bu, tam anlamıyla bir film, hem de en güzelinden, en yaratıcısından, en üçkağıtçısından. kristofır nolın bok yemiş bu adamın yanında (bana göre).

spoiler
son sahnesinde bir ölüm ancak bu kadar eğlenceli ve bunun yanısıra üzücü olur dediğim film.
ing: Kasimbre
(bkz: nostalgiaplatz novembre) ile direk karıştırdığım.
düzene karşı çıkan belgesel havasında görünen ama aslında kahramanların yaşlı halleri 2040 gibi yıllara denk geldiği için izleyiciyi ufak bir karmaşaya iten harika bir postmodern filmdir.
şimdi bu filmi nasıl anlatsam filmidir.
isp. kasım.
çok etkileyici bir film gerçekten.
sloganıyla bile kendine bağlayabilen efsane filmlerden biridir bir baş kaldırış bir karşı gelmedir noviembre öyleki son sahnesi hüzne boğar insanı ayrıca gerçek bir hikaye olması ise daha da içini acıdır insanın öyleki bu filmin vermek istediği mesajı çok iyi anlatır.

" sanat geleceği elinde barındıran bir silahtır."
süre: 104 dakika.
tür: komedi, dram.

Peki ben ne yaptım? Jenerik de dahil 104 dakikanın 104'ünü de türü yalnızca dram olarak algılayıp ağlayarak geçirdim. Neden? Çünkü içinde tiyatro var.

Saygı duyulacak adamsın Alfredo Baeza, "B ile".
günümüz yüksek bütçeli hollywood filmlerinin çoğundan iyi olan filmdir. keşke sadece efektlere para harcanıp saçma sapan filmler yapılacağına her ay böyle 2-3 film çıksa biz de izleyip zevkten 4 köşe olsak..
görsel

görsel
sanat; belki en önemlisi tiyatro. herkese ulaşmadaki en etkili yol, fikirlerin ulaştırabileceği. ancak nasıl olur ki bizim sahnemize hep üst sınıflar gelir, dışarıda milyonlarca insan var onlara nasıl ulaşabiliriz deyip özgün fikirle yola çıkan bir grup gencin hikayesi. filmin tekniğiyle ilgili söylenecek bir çok şey var ama herhalde ondan daha önemlisi anlatmak isteyip de anlatamadıkları. aslında bir çok insanın hayatının özeti gibi. neyse önce kişilerin ağzından anlatarak, geçmişe dönüp olayları gösterip sonra onların geçmişteki bu olay ilgili düşünceleri anlatmasıyla çok güzel olmuş. git dedenin bir arkadaşından hayatını dinle, sonra gel dedene sor birde şimdi ne düşünüyor o zamanla ilgili. konu güzel ilgi çekecek bir konu ama filmi benzerlerinden ayıran en önemli özelliği bu belki. acaba geriye dönüp baktıklarında ne hissediyorlar. hayatı bir yerinden yakalamaya çalışın amaçları sadece yaşatmak olan bir grup genç. eşitsizliği, asırlar önce kalkan kast sisteminin halen beynimizin bir köşesinde yer aldığını düşünen milyonlarca gençten öne çıkan bir grup genç. en önemlisi herkes dünyayı değiştirmek ister ama kimse kendini değiştirmez gibi bir söz vardı işte bu gençler onu başarmış. kendilerini değiştirerek çıkmışlar yola. adaletsizliklere karşı, gittikleri yere kadar dünyaya değiştirmek için kendilerinden başladılar. ta ki en son kendileri de değişine kadar.

bu ve benzer filmi daha önce alman teknolojisiyle izlemiştik iyi iş çıkarırlardı onlar. bu filmde baya vurucu, baya etkileyici olmuş.

filmi george bernard shaw'ın bir sözü aslında çok iyi özetliyor; 'yirmisinde komünist olmayanın kalbi, kırkında hala komünist olanın aklı yoktur.'