bugün

biri batıdır diğeri doğudur. güneş doğudan doğar batıdan batar...

ne demek istedik ki şimdi?

necip'le doğduk varolduk, nazım'la yok olacağız...

yeter mi?
en çok çiçek pasajı'nda karşılaştırılmışlar. naber hacı, eyvallah hafız senden n'aber diye devam ederlermiş muhtemelen.
necip fazıl kısakürek, sadece bir şair değil aynı zamanda toplumun önde gelen düşünce adamlarından biridir. Şiir konusunda ise bir üstadı ancak başka bir üstadla kıyaslayabilirsiniz. öyle biri de bu başlıkta olmadığına göre yoruma gerek yok.

Bir de şöyle bir gerçek vardır ki Nazım hikmet mavi gözlü değil, badem gözlüdür. malum komünistler ölünce badem gözlü olurlar.
Nazım Hikmet'in, 'edebiyatımızın, hatta bütün dünyanın en büyük şairi' olduğunu iddia ediyorlar. Bu, elbette yanlış bir hüküm. Nazım Hükmet, Türkiyeli komünist şairlerin en büyüğüdür' diyebiliriz. Benim samimi inancıma göre, Nazım Hikmet, sadece Türkiye'nin ve Sovyet Rusya'nın değil, dünyanın da en büyük komünistlerinden biri, belki de birincisidir. Komünist sisteme inancı, bağlılığı, sevdayı, bir termometre hassasiyetle tesbit eden bir cihaz yapılabilseydi, Nazım Hikmet'in Marks'tan da, Lenin'den de Stalin'den de çok daha müthiş bir komünist olduğu görülürdü. Nitekim, çeşitli ülkelerde, Komünist düşünceye kapılanlar, zamanla, yanıldıklarını anlamış ve o kızıl ideolojiden vazgeçmişlerdir. Nazım Hikmet ise vatanını terk ederek Rusya'ya kaçmış, orada Komünist sistemin, insana dehşet veren kanlı yüzünü görmüş, adam yerine konulmamış, adım adım takib edilmiş, Ruslar tarafından öldürülmek istenmiş, aşağılanmış... Fakat bütün bunlara rağmen, rejimden kat'iyyen kopmamış, Sovyet Rusya aleyhinde yazmamış, konuşmamış, üstelik şiirlerinde: 'Ben bu avluda, (yani Moskova'da) bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar!' diye böbürlenmiştir de. nazım ile necip, cennet ile cehennem gibidir.
bu entrye nacip fazıl'ın bir anısı ile son veriyorum..

1960lı yıllar, Üstadın Sahte Kahramanlar konferansı ile Türkiye'yi salladığı yıllar işte bu Sahte Kahramanlar dolayısıyla Ankara'ya gittiği zaman, devrin başbakanı bir adamını göndermiş Üstada adamın getirdiği mesaj şu:
- Muhterem Üstadım, sayın başbakanımızın size çok selamları var.
- Aleyküm Selam,ne diyor?
- Sahte kahramanlar konferansında kendilerinden söz edilmemesini istiyorlar.
Başbakanın adamının sözü bitince şöyle gürlemiş Üstad:
- Var git söyle ona, sahte kahraman olmak da bir seviye işidir Onda bu seviye de yok, merak etmesin bahsetmeyeceğim.
anlamsız bir kıyaslamadır. ideolojik olarak bakılmamalıdır. farktan ziyade ortak yönleri öne çıkarılmalıdır.
her ikisi de aynı dönemde ağır baskılar görmüştür. ayrıca her ikisinin de dil virtüözü olduğu belirtilmeden geçilmemelidir. her ikisinin de bu toprakların yetiştirdiği insanlar olduğu iyi algılanmalıdır.
şair vs cami dilencisi.
siyasi yönden ikisininde birbirinden farkı yoktur. objektif bakarsak ikisi de eşit bence...
bu kıyaslamada öncelikle baz alınacak konu ne onu bilmek lazım. sen eğerki şiirin sanatsal boyutunu işe katıyorsan nazım hikmet necip fazıl'la kıyaslanmayı bırak şair bile sayılmaz. necip fazıl'ın tek bir tane hece ölçüsüz yazdığı şiir yoktur ve birçok şair de şiiri sanat ve duygunun karışımı olarak ifade eder. eğer içinde sanat yoksa o sadece duygusal yazıdır şiir olamaz derler. haliyle şiir olmayan bir eserin sahibi de şair olmaz. yok benim için sanat kısmı o kadar önemli değil ben duyguya bakarım diyorsanız o konuda da verdikleri duygu insanların hissettiğiyle orantılı olduğu için kesin bir şey söylenemez. ben ağlayacak hale gelirim yanımdaki oralı olmaz mesela. ancak ortalamaya bakarsak aşağı yukarı eşit duygu sağladıklarını kabul edebiliriz. nazım hikmet sağladığı bu duyguyu serbestçe yapmıştır ama necip fazıl belli bir sınırlamalara rağmen * * * yine o duyguyu verebilmiştir. bu da necip fazıl'ın şiir yeteneğinin daha yukarıda olduğunu gösteriyor. ayrıca savundukları düşüncesiyle yaşadıkları hayatlara bakarsak necip fazıl'ın ki tam olarak örtüşüyor ancak nazım hikmet'i ben samimi bulmuyorum. vatanımı milletimi seviyorum diyen insan vatanının milletinin kültürüne, örfüne, duygularına, değerlerine saygı duyar. onları kökünden kazımak, hiç alışık olmadığı bir değer anlayışını, yabancı bir kültürü topluma emproze etmek için uğraşmaz. neyse en son olarak necip fazıl'ın nazım hikmet'e verdiği bir ayarı yazayım.
bu ikili bir ramazan günü arabada gidiyorlar. tabi necip fazıl niyetli, nazım hikmet değil. giderken yan kırsal alanda bir inek görüyorlar. hayvan da hasta herhalde baya zayıflamış. nazım dalga amaçlı söylüyor:
- ya bak fazılcığım hayvan oruç tutmaktan ne hale gelmiş.
necip fazıl'ın cevabı:
-aa nazımcığım sen bilmez misin? hayvanlar oruç tutmaz ki...
not: oruç tutmayan arkadaşlara laf sokma amacım yok. sadece hazır cevaplığı ve zekayı vurgulamak istedim.
ayrıca necip fazıl'ın nazım hikmet'e hitaben:
sana alçak bile diyemem zira alçağın da bir irtifası vardır. sen olsan olsan çukursun çukur sözü de kolay kolay sindirilmez.
şiir şair sanat edebiyat bilmem zaman gazetesi necip için üstad diyor o zaman en iyisi o.

şiirden çok iyi anlarım nazım hikmet muhteşem hem pablo neruda bile ondan esinlenmiş...

(bkz: la bi gidin evinizin önünde oynayın)
nazım dünyaca ünlüdür, necip ise sadece türkiye de duyulmuştur. nazım'ı necipseverler hariç tüm dünya okurken necip'i sadece necipseverler okumaktadır.
nazım hikmet necip fazılın kapısında çıraklık yapmış. nfk aç kalmasını istemediği şair arkadaşının, gönlünüde kırmadan karnını doyurmasını bilmiştir. necip fazıla ekmek parası karşılığı şiirlerini satması ile meşhurdur nazım hikmet. ve o şiirleri necip fazıl da beğenmeyip bir köşeye fırlatması ile meşhurdur.
nazım hikmet ve necip fazıl yürürlerken bir köpek görürler. nazım hikmet :
-necip görüyor musun köpek oruç tutmaktan ne halde. bir deri bir kemik kalmış, diye dalga geçer.(ramazan ayıdır)
necip fazıl da şu ayarı verir :
-hayvanlar oruç tutmaz bilmiyor musun nazım ?
piposundan aldığı dumanlar öksürtür nazım hikmet' i...
edebi özelliklerini ve yeteneklerini, bırakın eleştirmeyi, övmek bile haddim değildir. onu yapmak için bile belli bir seviyeye ulaşmak gerekmektedir zannımca. ancak siyasi görüşlerine baktığımızda birer bozguncudan fazlası değillerdir.
sonradan sallanarak yazılmışlara değil de iki şairin de kendi yazılmışlarına bakmanın faydası var sanki. kabul edebiyatçı değilim hatta edebiyatla ilgili tek merakım okumaktan ibaret. amma işi siyasallaştırmanın da bedelini tarih adama keser. biri benim düşündüğüme yakın düşünüyor yaşa varol öbürü benim gibi düşünüyor tu kaka... yok aslında böyle bir dünya ama hadi kestim sesimi. şairler konuşsun.
(bkz: nazım) dan;
saat 4.

ağzıkara - söğütlüdere mıntıkası.
on ikinci piyade fırkası.
gözler karanlıkta, uzakta.
eller yakında, makanizmalar üzerinde.
herkes yerli yerinde.
tabur imamı
mevzideki biricik silâhsız adam :
ölülerin adamı,
kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru,
durdu boyun büküp
el kavuşturup
sabah namazına.
içi rahattır.
cennet, ebedî bir istirahattır.
ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,
meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir
cenâbı rabbülâlemîne şühedâyı.
(bkz: kurtuluş savaşı destanı)
(bkz: necip fazıl) dan
insan bu su misali; kıvrım kıvrım akar ya
bir yanda akan benin öbür yanda sakarya.
su iner yokuşlardan hep basamak basamak.
benimse alın yazım yokuşlarda susamak.
her şey akar su,tarih,yıldız,insan ve fikir...
oluklar çift birinden nur akar birinden kir.

akışta demetlenmiş büyük küçük kainat.
şu çıkan buluta bak; bu inen suya inat!
fakat sakarya başka yokuş mu çıkıyor ne?
kurşundan bir yük binmiş köpükten gövdesine
çatlıyor,yırtınıyor, yokuşu sökmek için.
hey sakarya! kim demiş suya vurulmaz perçin?

rabbim isterse sular büklüm büklüm burulur,
sırtına sakarya'nın türk tarihi vurulur.
eyvah eyvah!sakarya'm sana mı düştü bu yük?
bu dava hor,bu dava öksüz,bu dava büyük!...
ne ağır imtihandır başındaki sakarya...

bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?..

insandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
hamallık ki; sonunda ne rütbe var ne de mal!
yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan,
ve ayrılık,anadan,vatandan ,arkadaştan...
şimdi dövün sakarya!dövünmek vakti bu an...
kehkeşanlara kaçmış eski günleri an.
(bkz: sakarya)
ikisi de alıntı.
birini yüceltmenin öbürünü kötülemekten geçmediğini bilecek kadar adam olanlar okur geçer de; kendini bilmeyenler sözlük ortamında olanlar yapabileceğinin en iyisini yapıp eksiye basar geçer. *
olaya bir de şu pencereden bakmakta fayda var bence.

• nazim hikmet'e ilk ve son hitap

''nâzım hikmet!
nafile çabalıyorsun.
sana kızmıyorum. kızmıyacağım.
hiç bir operatör, ameliyat masasından kendisini yumruklıyan kanserliye, hiç bir gardiyan, parmaklığı içinden kendisine deli diye bağıran çılgına, hiç bir hâkim darağacı önünde küfürler savuran mahkûma kızamaz.

ben kendimi, ne kanser operatörü, ne deli gardiyanı, ne de ağır ceza hâkimi şeklinde görmüyorum. fakat görüyorum ki her hareketim, seninle hiç de alâkadar olmadığı halde, ciğerine neşter gibi saplanıyor, seni delilerin parmaklığı gibi bir azap çerçevesine hapsediyor ve başının üstünde ip varmış gibi kudurtuyor. beni, doktor, gardiyan ve hâkim şeklinde gören sensin! senin bu halini sezer sezmez artık sana kızmıyorum. merhamet ediyorum.

sanma ki ben öfke kabiliyetini kaybetmiş bir adamım. insan başiyle fare kafasını birbirinden ayıran tek hassa, bence fikir öfkesidir. bir hiç için ölçüsüz öfkeler duyacak kadar alıngan ve hassas bir mizaç taşıdığımı sen de bilirsin. fakat bu öfke, iyi kötü bir kudreti, bir şahsiyeti, bir mesuliyeti kalmış insanlara ve hadiselere karşıdır. sen mazursun.

çünkü iflâs nedir, onu bütün hacmiyle idrak ettin.
o kadar yalnızsın ki, etrafında bir sürü (namı müstear) dan başka kimse yok. o kadar konuşulmuyorsun ki, isminden ancak kendi (namı müstear) ların bahsediyor. eskiden herkesin dilinde bir problem gibi gezinmeyi tercih eder ve bir dedikoduya, bir ankete doğrudan doğruya iştirak etmeyi greta garbo esrarına aykırı bulurdun. şimdi bir yerde anket oldu mu, kıymeti ve seviyesi nedir, hiç düşünmeden, kapısı önünde aç biilâç bekleşen yedi sekiz kişinin başına en evvel sen geçiyorsun ve sıranı kaybetmemek için kimbilir nelere baş vuruyorsun? fıkraların baş sahifelerden moda sahifelerine atılıyor, gene yazıyorsun. hatırlanmak şartı ile ne hakaretlere razı değilsin? tükürüğü bile uzun zaman gıda edindin. şimdi o da yok. bir zamanlar, şiirlerinde (kıllı ve kalın) olduğunu ilân ettiğin sarışın ve pembe ensenden, şunun bunun tokat izleri bile uçmuş. zaman seni değil, yüz karalarını bile götürmüş. ne hazin bir manzaran var. akşamları, beyoğlu sokaklarında, yüzlerinde kalın bir duvak, ayaklarında bir çift siyah bot, ellerinde köpek başlı bir şemsiye, ağır ağır geçen sabık rum aşüfteleri bile senin kadar merhamete şayan değildir. artık nefret vermiyorsun. zamanın hainliği önünde insanları tefekkür ve merhamete çağırıyorsun.

bundan bir kaç ay evvel bâbıâlide, ştaynburg lokantasında seninle şöyle konuşmadık mı:
ben - gazetelere yazdığın bu fıkraları nasıl yazıyorsun, bu kadar adileşmeye nasıl tahammül ediyorsun?
sen - ne yapayım, ekmek paramı kazanıyorum. başka ne yapabilirim?
ben - kendinden ve haysiyetinden bu kadar fedakârlık edeceğine niçin potin boyacılığı etmeyi tercih etmiyorsun?
sen - potin boyacılığı etsem, bir şey zannederler de beni bu işten menederler.
kendisini bu kadar saçma bir mazeretle teselli ediveren, hakikatte tesellisi olmıyan seninle görüyorsun ki ben hiç bir gün kavga etmedim. sana selâm verdim. sana acıdım. bu kadar düşmene -acısını ben duyuyormuşum gibi- razı olmadım.
şimdi bana -tam da senden bekliyebileceğim bir tarzda- çatıyorsun. devlet günlerinde seni rakip diye almaya tenezzül etmeyen adam, bu perişan halinde sana nasıl tenezzül eder? artık sen benim gözümde hiç bir şeyi temsil etmiyorsun. ne hokkabaz şiirini, ne işporta komünizmanı, ne hile ustalığını, ne 24 saatlık reklâm açık gözlülüğünü... senin nene mukabele edeyim?

aynı ideoloji içinde vaktiyle sarma dolaş olduğun ve içlerinde fikirlerine taban tabana zıt olmama rağmen konuşulabilecek insanlar bulduğum gruplar, yani sana benden daha yakın zümreler bile seni, fikir ve sanat âdiliğinin, dolandırıcılığının prototipi diye gösteriyorlar. bana ne düşer?

işte açıkça söylüyorum: ben senin kâbusun, geceleri uykuna giren umacın, her an yokluğunu hissettiren şeytanınım. sana acıyorum. fakat elimden ne gelir?
çektiğin yokluk ıstırabına hürmeten, sana vaktile vermediğim şerefi veriyorum. seninle ilk ve son defa olarak konuşuyorum. fakat hepsi bu kadar. dediğim gibi sen, bence artık mazursun. seni affediyorum, ve ne yapsan affedeceğim. bu vaade güvenerek istediğini yap! sakın bu fırsatı kullanmamazlık etme!

yalnız bil ki, sönmüş ve pörsümüş hüviyetine, o kadar muhtaç olduğun ve elde etmek için ne yapacağını bilemediğin hayatı nefhedemiyeceğim.
ölü diriltmek ve müflis kurtarmaktan âcizim.

benim hakkımda, içinde hapsettiğin şeylerin hacmini bilmiyorum. rivayete göre üç perdelik bir piyes, rivayete göre bir roman...

fakat sana karşı hiçbir taktiği kalmamış adamın, bütün bir samimiyet ve açıklıkla içini tasfiye etmesine rağmen söyleyebileceği her şey ve sırf sana hitap etmekle düşebileceği bayağılık burada toptan ve ebediyen nihayete eriyor.
işte görüp göreceğin rahmet!''

(11 nisan 1936)
nacip fazıl kısakürek.
necip fazıl kısakürek karakter sahibidir, nazım hikmet'in karaktersiz olduğunu cümle alem bilir.
bu başlık aşırı derecede provokasyon(!), cinsel unsur(!) * *, şiddet(!), kan(!) ve olumsuz örnek oluşturabilecek davranış akıllı işaretlerini içermektedir.

şiire siyaset karıştırmak, siyasete dini karıştırmak kadar kötü bir şeydir. elimizde iki yazar var, allah rahmet eylesin şu an hayatta değiller. ama elimizdeler, elimizde tutuyoruz onları okuyarak. hatta onları okuyup anlayarak ruhlarını yâd etmiş oluyoruz. şöyle bir durum var güzel ülkemin siyasetten bir bok anlamayan insanlarının kafasında, kafalarınızı sikeyim. görüşünüz ne olursa olsun. nazım hikmet ve necip fazıl'ın sahip olduğu özellikler, yazım şekilleri, ele aldığı konular, kafiyeleri, uyakları, redifleri, hece ölçüleri, ve tüm şiir terimleri birbirinden farklıdır. necip fazıl muhafazakar bir şair olup din üzerine yazmıştır. nazım hikmet ise, ömrünün neredeyse yarısına yakınını geçirdiği hapishane köşelerinde memleket meselelerini, hapishaneden çıkışı ve ülkeyi terkedişinden sonra ise memleket hasretini konu almaktadır. olayı sağcı veya solcu olarak ele alırsak, şiire siyaset karıştırmış olur ve bu iki üstadımıza haksızlık etmiş oluruz.

ülkece milli birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, hala bu iki şairi karşılaştırıp şiire siyaset karıştıran ibnelere söverim. ikisi birbirinden farklı iki şairdir. hani, can yücel ile nazım hikmet'i karşılaştırsan anlarım. ama necip fazıl ile nazım hikmeti ; sadece siyasi görüşlere dayanarak karşılaştırmak aptallıktır, ve ebediyen aptallık olarak kalacaktır.
(bkz: şiirden anlamayıp ahkam kesen yazarlar)

sözlükte son derece düşük bilgi/birikim sahibi yazarlar tarafından tamamen siyasi mülahazalarla ve sanat anlayışından çok uzak yürütülen beyhude denemelerdir.
yıl 1980 öncesi olsa entry yağmuruna boğulacak başlık.
elma ile armudu kıyaslamaya benzer oysa insanların büyük bir kısmı hem elmayı hem de armudu sevmektedir.
her ikisi de türk şiirinin eşsiz şairleridir. kiminin gönlünde necip fazıl kiminin gönlünde nazım hikmet vardır ama ikisinin de yüreğinden süzülen duygular, bizi anlatır. ideolojinin kör gözlükleriyle bakanlar da, zirve şiir okuma şansını kaybeder. benim gözümde necip fazıl'ın apayrı bir yeri olsa bile bu nazım hikmet okumamı asla engellemez.
aynı gemide gidip ayrı dümen tutan iki kaptandırlar.

o değil de çacuklar duymasın geldi aklıma şimdi. *
açıkçası birisi emperyalizm düşmanı, birisi mandacıdır.
ideoloji açısından bakanların her ikisini de anlayamayacağı bir kıyaslamadır. şiirimizin en iyi şairlerinin halkın gözünde bir rekabete girmesi güzel ama ikisini de okumak lazımdır, şiirin nasıl bir şey olduğunu anlamak için. necip fazıl her daim benim favorimdir ama nazım hikmeti de okuyorum ve ikisini harmanlayınca ortaya türkiye çıkıyor.
pek iyi pek güzel iki önemli şair. mersin idman yurdu ile tki tavşanlı linyitspor'u karşılaştırmaya benziyor biraz. keşke lionel messi'li barcelona'mız, cristiano ronaldo'lu real madrid'imiz olsaydı.