bugün

bir daha yazmasın tası tarağı toplasın özlediği yerlere gitsin yazarı.
kelimelerle kaleler yapıp cengiz hanlar'a kafa tutun yazar.
süslü nesrin günümüzdeki temsilcisi dense abartı olmayacak yazardır. Kitaplarını alıp aynı ebattaki kitaplarla aynı sürede bitirmek hayal gibi bir şeydir. Yapılsa dahi ya tat vermeyecektir ya da hiç bir şey anlaşılmayacaktır.
nunlara sahip, pek özel, pek değerli "yazıcı". onu tanımam, onun yazılarını farketmem, dünya üzerinde böyle birinin olduğunu bilmem bana geçen senenin armağanı. her armağan diğerleri gibi, sahibinden izler taşır. on saatte geçse, on gün, on ay hatta on yıl; unutulmaz o armağanın sahibi. kah nar ağacı'nın dallarında farkederim, kah mor mürekkep doldurduğum kalemde. hayatımı değiştirmiştir yazıları, hikayeleri, kahramanları. zehra'sı, sofya'sı, hattatı, kalfası. yusuf'u, züleyha'sı.
Dikkat, siyasî yazı değildir!
Sayın Başbakanım,Sen diyeceğim şimdi sana. Çünkü siz-biz yok aramızda. Başımızda isen, sen bize, biz sana.

Bana gelince. Sicilim belli. Kırık dallara ağlamak, elde ilâç, hasta köpeklerin arkasından koşmak, vurgun yemiş kedilerin yarasını sağaltmak, en çiçekli zamanında balta yiyerek yere serilmiş ağaçlara dertlenmekle geçti benim ömrüm. Zannım o ki herkese yetecek kadar gözyaşı herkese yetecek kadar da tebessümün sahibiyim. insanlığın ilk şartı olarak empatiyi bilirim ve onu da “Komşusu açken uyuyan bizden değildir” hadisinin sırrında aşikâr edebilirim. Siyaseti hiç sevmem. Böyle bir yazı yazması beklenecek belki de son kişiyim. Ama aldanmamalı, 12 Eylül öncesini iyi bilirim. Belki o mide bulantısındandır böyleliğim. Anneyim. Daha önemlisi, son otuz yılım yaşları on yedi ilâ yirmi bir arasında değişen gençler ile iç içe geçti. Sınıfı iyi tanırım. Sorsalar, sınıfta, kürsüde ölmek isterim. Bu hafta bir Kudüs yazısı yayımlayacaktım aslında. Her şey olup biterken çok uzaktaydım. Ama yanan ağaçlardan utandım. Yazmadan edemedim. Peşinen söyleyeyim. Ben. Gayet saf. Bu işin bahçesindeyim. Anneler gözüyleyim.

Sayın Başbakanım,

Ben aklımı siyaset dışı bırakalı uzun yıllar oldu. Dedim ya, mide bulantım mazeretimdir. Umarım ilk ve son olur bu yazı. Zaten bu da siyasî bir yazı olmayacak, sadece insanî. Demem o ki. Elbette. Malum ki. Muhakkak ki. Ve belki. Bu işin tek değil çok katmanı var. Masumu kadar, durumdan vazife çıkaranı, fırsat kollayanı, saman altından su yürüteni, aba altından sopa göstereni, son ucu zorlayanı, kışkırtıcısı, iç mihrakı, dış oyunu, daha bilmem nesi var. Hepsine de eyvallah. Ama hepsinin üzerinde insan var.

Şimdi şu yangın yerinde “Tek masumun acı çektiği yerde…” diye başlasam, kargalar gülecek belki üzerime. Arka plan hesapları hesaba katmak elbette senin üzerine vazife. Ama uyarmak da benim. Çünkü anneyim ve ağaçları yerli yerinde severim. Bilirim ki birbirine diş bilese bile o hummalı kalabalığın tekmili, gazdan gözleri kör olan kedi ve kökleri açıkta bekleyen ağaçlar da, hepsi, hepsi senin emanetin. Sen ki Dicle kıyısında bir kuzuyu kurt yese bununla dertlenen Hz. Ömer’le aynı ümmettensin. “Adalet mefsedete göre hükmetmez”, malum. Yani kırk kişilik bir gemide otuz dokuz suçlu ve tek masum olsa, o masumun yüzü suyu hürmetine o gemi batırılmaz. Bunu benden iyi bilirsin.

Ayıran ayırsın bırak. Yerin geniş, sen bizim oraların tabiriyle “darlanma”. Sen-ben olarak kalalım, aramıza siz-biz sokma. Lütfen. Safları sıklaştır, ayırma. Ağaçlar yürüyemez belli, sen bir adım at onlara. Var sayalım ki bu iş üç-beş ağaçtan çıktı, dallanıp budaklandı. Ama zevahire bir bak. Mahşer günü üç-beş ağacın tanıklığını göz ardı etme. O kıyamette bu gölgeyi ihmal etme. Çok mu zor “Tamam, ağaçlar yerinde” demek? Ağaçlar için geri dönen bir başbakan olmak senden bir şey azaltmaz. Bunu taviz sayma. Olsa bile, bir taviz başka tavizlerin kapısını açmaz. Gör bakalım o zaman senin kazancın bildik terazilerle ölçülebilir mi? O zaman, yeri geldiğinde rücu etmesini bilen bilge, daha zenginleşmez mi? Haklıysan haklılığını göster. Bir adım at. Bu fırtına o zaman bak nasıl diner ansızın bir tebessüm eli değmişçesine.

Sayın Başbakanım,

Ben kaygılıyım. Kurunun arasında yaşın yanmasından değil sadece kaygım. Kurunun yanmasından da korkarım. Çünkü bu gençlerin hepsi bizim. Alev saçanlar bile başkasının değil, bizim. Ve gençlerden başka gidecek bir yerimiz yok, bilirsin. Lâkin kaygıyla bulansam da yine de ümitliyim.

Olağanüstü başarılara imza attığına, tökezleyen bir gelenekten demokratik bir toplum çıkardığına, söyleyenlerin yalancısı değil, bizatihi ben şahidim. Bu gün meydanlara dökülenler de bir bakıma senin eserin. Onca ileri ittiğin şeyin arkasında kalma. Tebessüm et. Kucakla. Bak nasıl yakışacak o tebessüm sana.

Bu yazıyı yazabilmiş kalemi sapasağlam kişi. insan üstü bir zeka. Hayran olmamak elde değil.
üslubunu benimsemek kompozisyon yarışmalarını kazadnrır.
En asil duyguların insanı.
"insan içinden yenilenmeyince, dışından eskir" lafıyla "ben değiştim" diyenlere naif bir gülümseme hediye eden yazar...
`bana, dedi, bir isim ver,
varlığım olsun.
durdu, aklından yeni bir şey geçti. bana, dedi, sen isim ver, varlığım senin olsun.
bana öyle bir isim ver ki senin adının yanında dursun.
seni anan beni de ansın. seni hatırlayan beni hatırlamadan olmasın.

bir "ile" koy aramıza bizi
birbirimize bağlasın.`
'yağmurdan sonra toprağın kokusu olsun diye,yoktu suyun kokusu...'
kitaplarında biraz zorlama kurgular gördüğüm yazar.
Yaratıcı ve duygusal betimlemeleri de yok değil hani.
imge, çağrışım, hayal gücü. trabzonlu olan yazar farklı roman tekniği ve üslubu ile ikinci yeni tadında yazınlar üretmekte. okumayı sevenler için güzel kitapları var.

(bkz: cam ırmağı taş gemi) gibi
köşe yazılarındaki akıcılığı kitaplarında bulamadığım yazar.
esasen kendisi hakkında çok daha detaylı uzun bir yazı yazmak isterim ama bunu daha sakin bir zamanıma bırakıoyrum nasipse.. kendisi bugün trabzon'da kitap zamanı 2 adlı etkinliğin onur konuğu olarak kitap fuarının açılışını yaptı ve yarın saat 14.00 te imza günü var. uzun uzun kuyrukların oluşacağı bir imza töreni olacak belli ki..

ayrıca geçmiş bir tarihteki yazısı ile yine sevgimi kazanmış kişidir, o yazsın biz okuyalım.. http://www.zaman.com.tr/n...azi-degildir_2101002.html
ne zaman kaleminden dökülenleri okusam aklımda anıları acılarla dolu olan bir kız portresi belirir ve bir şeyler anlatmaya başlar.

Herhangi Bir yazarın bir eserini okursun, o eserdeki kelimelerin altında kendi duyguları titrer durur ve hafiften o duygulara dair ses verir. Kulağını iyice açarsan o duyguyu işitirsin.

Ne zaman kulağımı Nazan Bekiroğlu'nun eserlerindeki kelimelerin altına dayasam , duyduklarım mutsuzluğa karşı direnen acı ve kederin yorgunlukları oluyor. "acı ve keder mutsuzluğa nasıl direniyor, onlar zaten mutsuz olmaz mı?" diye sorarsanız bence Nazan Hanım'ın acısı ve kederi tevekkül makamına ermiş. Tevekkül makamına eremeyen hâl, o hâli taşıyana yük olur. Tabi tevekkül makamı kolay bir makam değildir; fakat Nazan Hanım acı ve kederi için bana bu makamı anımsatıyor..
Kalbimin kıpırdadığı ilk anı sığdıracağım ne kadar çok kelamım vardı benim.

Yine de bir kıpırtısına kalbimin kelam yetiremedim.
(isimle ateş arasında)
kendisi son yazısında (mezuniyet töreni konuşması) bir defa daha mezuniyet törenlerini konu almıştır, çünkü o aslında yazardan çok hocadır, kendisi de ifade eder, der ki otuz yıl kaftanı yazısında:

"Siz, bu satırları okuyanlar, onu "yazıcı" olarak tanırsınız.
O, bu gün de, kendini raptetmeye çalıştığı belirgin vasfıyla her zamanki gibi hocaydı.
Sırtına görünmez bir kaftan atıldı. Umulur ki veda gününde, Fatih Eğitim'in denize açılan rampası üzerinde, ardı sıra sürüklenir. Kaftanların en güzeli." http://www.zaman.com.tr/n...-yil-kaftani_1057860.html

yazdıklarıyla herkesin yüreğinde bir yere dokunabilir sevgili hocam. dersime girmedi belki ama kendim hocammış gibi hissediyorum. Onun görev yaptığı fakültede okuduğum, onunla tanışma fırsatı bulduğum için kendimi nasipli hissediyorum. yazdıkları hiç abartısız, ta gönülden, içten.. kendisi de ince ve derin bir kişilik çünkü.. bir öğretmen olarak yazınızı satır satır okudum ve kendimce notumu çıkardım hocam.. iyi ki varsınız..

"Sevgili Öğrenciler; yepyeni bir yolun başındasınız şimdi. Âdettendir, birkaç nasihat gerek. Bildiklerinizi tekrarlayacak değilim. Birkaç işaretim var. Çoğunuz öğretmen olacaksınız. Dersinize iyi hazırlanın. Bildiğini iyi anlatır insan bilmediğinde bocalar. Bilmek ise saygınlık getirir. Öğrencilerinize, yaşları ne olursa olsun saygı ile yaklaşın. Unutmayın ki sayılmanın ilk şartı saymaktır. Saygı ve sevgiyi sadece insana göstermekle kalmayın. Evrenin bir bütün olduğunu unutmayın."

"Her şeyin farkında olun ama iyi olmayı seçin, Jean Valjean ve Dr. Faust gibi. insanı insan yapan, kötü olmaya gücü olduğu halde iyi olmayı seçebilmesidir. iyi kalmak büyük mücadele gerektirir. Ama meleklerin ilâhisi de ancak bu çileli yolun sonunda duyulur. "

"Bir öğrencinin gözlerine takılır Halide Edip’in gözleri ve ilk cümle ağzından kendiliğinden dökülür: “Tahsil, insanları diğer insanlara karşı insanca bir duygu ve anlayışa göre yoğurmadığı takdirde beyhudedir.” Benim de size son öğüdüm bu olsun.

Ve Sevgili Öğrenciler; bugün gidiyorsunuz. Ömrünüzün en güzel dört yılını geçirdiğiniz bu sıraları, Fatih Eğitim’in meşhur rampasını, bizleri unutmayın. Olur da yolunuz tekrar düşer, burada bir eviniz olduğunu hatırlayın.

Hüzünlüyüm. Sizin de, mezun ederken içinize hüzün dolduracak öğrencilerinizin olması en büyük dileğim. Bir hoca için en büyük bahtiyarlık.Hüzünlüyüm evet ama ümidim daha yoğun. Bu ümitle hepinizi kucaklıyor, elleri öpülesi velilere sevgi ve saygılarımı sunuyorum."
http://www.zaman.com.tr/n...ni-konusmasi_2222954.html
içimizde hep hüzün filizlendi ve içimizde hep ağlamaya ilişkin birşeyler vardı. hep yanlış kalelerin burçlarına bayrak çekmeyi düşledik. tükenmemek için gereken tılsımı bir türlü bulamadık. çıktığımız yolculuklar hep yanlıştı ve bunu neden sonra farkettik. (nun masalları)
akademisyen ve yazar.
güzel ama en azından benim için anlaşılması zor cümleleri/kitapları vardır.
hepsini anlasam bence daha çok severdim. *
(bkz: nun masalları)
"her şeyin sonu bu kadar zahirken insan nasıl oluyor da böyle acı çekebiliyor."
Fıtratında göç yazmadığı hâlde göçe kalkışan gafil bir kuşsun, o kadar.
hatırlandıgı gibi kalmak mümkün olmadıgına göre bunun en kestirme yolu hatıralarda kalmaktır.
Aramıza bir ile koyup onu ben yapan kadın. Sonrasında ne mi oldu? Herkes gibi o da yalan.
"setterhan sen ne kaybettin geçmişinde, bunu bilmiyorum. ama unutma. onu hiç bulamayacaksın. hiç bulamamaktan daha acısı var bilir misin setterhan? her kapıyı çalacaksın. her defasında buldum sanacaksın ama hiç bulamayacaksın."
"bu kadar tanıdık buluyorsam kalbimi kalbine, bu kadar tanıdık ses veriyorsa kalbim kalbine, o ezeli uğultuyu hala kulaklarımda taşıdığımdandır."
güncel Önemli Başlıklar