bugün

Kişiye, kanunların öngördüğü sınırlar içinde, sahibi olduğu maldan ve malın hukuki ve doğal ürünlerinden yararlanma ve o mal üzerinde tasarruf etme yetkisi veren egemenlik hakkı..
Gayrimenkul şeklindeki maddi kıymetler ile gayri maddi kıymetler üzerinde mülkiyet hakkına sahip olmayı ifade eder. Mülkiyet hakkının tanımı ne Medeni Kanunda ne de Anayasa’da yapılmamıştır. En genel tanımla mülkiyet hakkı, nesneler (eşyalar) üzerinde en geniş yetki sağlayan bir ayni hak olarak tanımlanabilir. Mülkiyet hakkının sahibine çok geniş yetkiler veriyor olması bu hakkın sınırsız olduğu anlamına gelmediği Medeni Kanunun 618inci maddesinde belirtilmiştir. Mülkiyet hakkının sahibine sağladığı en geniş yetki, tasarruf yetkisidir. Malik, Kanun dairesinde malı üzerinde dilediği gibi tasarruf edebilir. Mutlak tasarruf yetkisi hem maddi hem de hukuki tasarrufları içine alır. Maddi tasarruf malikin malını kullanması, ondan yararlanması, değiştirilmesini hatta gereğince onu yok etmesini de içine alır. Bunun yanında malikin malına ilişkin hukuki işlemler yapması, örneğin evini satması, kiraya vermesi, saatini rehnetmesi ise hukuki tasarruftur. Mülkiyet sahibine bir eşya üzerinde tam ve geniş yetkileri veren ayni haktır. Medeni Kanun mülkiyet hakkını tanımlamamış sadece içeriğinden bahsetmiştir. Gerçekten Medeni Kanunun 68 inci maddesine göre bir şeye malik olan kimse, o şeye kanun dairesinde dilediği gibi tasarruf etmek hakkını haizdir; haksız olarak o şeye vaziyet eden herhangi bir kimseye karşı istihkak davası ikame ve her nevi müdahaleyi menedebilir. Buradan da anlaşılacağı üzere, mülkiyet hakkı herşeyden önce sahibine o şeyi dilediği gibi tasarruf etmek yetkisini verir. Malikin mülkiyet hakkına konu olan eşya üzerinde tasarruflarda bulunması madde veya hukuki anlamda olabilir. Diğer bir deyimle malik, bu eşya üzerinde hem maddi hem de hukuki tasarruflarda bulunabilir. Gerçekten de malikin bu eşyayı kullanması, ondan faydalanması, onun şeklini değiştirmesi, tahrip etmesi, terk etmesi hep maddi manada tasarruftur; örneğin malik, evini dilediği gibi kullanabilir, ister bizzat oturur, ister boş bırakır, isterse depo olarak kullanır. Malik eşyası üzerinde dilediği hukuki tasarruflarda da bulunabilir; örneğin evini oturması için arkadaşına ücretsiz olarak bırakabilir, kiraya verebilir, rehnedebilir, satabilir ve hatta bağışlayabilir
hak sahibine, eşya üzerinde en geniş yetkileri veren ayni hak çeşiridir. Sahibine üç tür yetki verir. bunlar; kullanma, semerelerinden faydalanma ve tasarruf etme yetkileridir.
evet o kadar mantıklı bir kavramdır ki herkes doğanın en güzel yerlerini parseller. kurdunu kuşunu çakalını "asıl oranın sahiplerini" atar toprağından. ne uğruna "para" uğruna. aynen kızılderililerin, aborjinlerin atıldığı gibi. başka bir çözüm olmaması uygulanan bir yöntemin "mantıklı", "işe yarar" olması anlamına gelmez.

keşke birisi ölünce o kendisini yurdundan ettiği ve bu "benim bir hakkım canım kim karışır" diye bir de üste çıktığı yerler yine eskisi gibi kalsa. ölünce biter mi? bitmez. başka birileri "hak" diyerek yine kullanır buraları.

25 bin yıldır toprağına gübre olmuş bir nesil sırf "mülkiyet hakkı" yüzünden atılır topraklarından. baktılar olmadı bomba yağar üzerlerine.

pek çok da makyajı vardır bu mülkiyet hakkının. iyi bir bokmuş gibi gelir insana. ne de olsa insan açtır, egoisttir. sanar ki para kazanmak "allah ın bir karış toprağında istediğini yapma hakkı" doğurur. makyajları her zaman pek allı pulludur.

mülkiyet hakkı kötüdür. çünkü çözümü yoktur. sırf bu yüzden iyi bir şey sanarız. çözümü yoktur çünkü insanoğlunun hırsına gem vurulmaz. illaha çözüm istiyorsanız "toğrağından kurdunu kuşunu çakalını insanını atan" insanoğlunun hırsına gem vurmasıdır. hadi vurun. önce bana.
insanların yerleşik hayata geçip avcılıktan tarıma adım atmalarıyla farkettikleri hakkı.oysa ki kefenin cebi yok.
(bkz: hayat fani)
barınma hakkı ve yaşama hakkı gibi toplumsal boyuttaki özgürlüklerin bireysele indirgeyebilen bir hak olabiliyor mülkiyet hakkı. mülkiyet hakkının iki şekilde olduğunu görebilmek gerekiyor. genel anlamıyla bilinen mülkiyet edinme hakkı, bireyin belli bir alanı, toprağı ya da üretim aracını el koymasıdır. emek karşılığı burada göz ardı edilebilecek bir boyuttatır.

o halde mülkiyet hakkı üzerindeki tartışma nereden çıkıyor? çok basit, üretim araçları üzerindeki mülkiyet. bu özel mülkiet türü gene mülkiyet edinme hakkı içinde bulunup toplumsal eşitsizliğin kökenini yaratmakta. sermeyadarın elinde bulundurduğu bu hak çalışmaktan öte sermayedarın mal üretimi sürecinde diğerlerinin ana malı olan emeğe el koyması ile sonuçlanır. bu uzun açıklamanın tek manası şu: sömürü.

toprak milkiyetine ise özel bir parantez açılmasının şart olduğunu düşünüyorum. toprak mülkiyetinin getirdiği kimi iyi yanlar olduğu gibi tarımın yapıldığı bu alanda toprak ana madde olarak görülecekse, geniş topraklara sahip olma özgür tarım işçisinin emeğinin geniş toprak sahiplerince el koyulması anlamına gelir, üretim araçları üzerindeki mülkiyet hakkına benzer sonuçlar doğurur.

şimdi bu noktada durum değerlendirmesi yapmaktan öte bir de çözüm önerisi getirmek şart. sonuçta eleştiriler de çözüm önerisi bulunmadıkça mız mızlanmaktan öte bir şey değildir, eleştirmek. bu haktaki toplumsal eşitsizlikleri kaldıracak yegane çözüm önerisi; üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılarak, bu araçlar üzerinde kamulaştırma ya da daha doğru tabirle toplumun ihtiyaçları ölçütünde toplumsal mülkiyet verilmelidir. toprak konusu ise daha karışık. toprağın gene kamulaştırarak eşit oranda, insanların ihtiyaçlarına göre dağıtılması kafa karıştırıcı süreç olmakla birlikte çözümün genel hattının bu olacağı kesindir.

bu çözüm önerileri bireylerin mülk edinmesine karşı değildir, ki günümüz sistemi zaten toplumun 10'da 7'sini mülkiyetsiz bir hale sokulmuştur. mülkiyet hakkı barınma hakkı ile ilişkilidir ve insanın en temel hakkıdır. bireysellik bu ölçütte kimi toplumsal eşitsizliklere yol açacaktır. unutmadan belirtmek gerekiyor; toplumsal bir kurtuluşun olmadığı yerde bireysel bir kurtuluş olamaz.
anglo sakson hukuk sisteminde mülkiyet hakkı kutsal kabul edilmiştir, buna rağmen kanunlarda ve teoride bir tanım yapılmasından kaçınılmıştır.

roma hukukunda mülkiyet hakkı ayni bir hak olarak görülmüşdür, mülkiyet hakkında üç önemli niteliği birleştirmiştir bunlar:
1- usus yani kullanma hakkı.
2- fructus yani yararlanma hakkı.
3- abusus yani tassaruf edebilme hakkı.
Roma hukukunda mülkiyet mutlak bir hak niteliği taşımıştır. kullanma tassaruf ve yararlanma hakkıları bakımından malikin yetkileri hemen hemen sınırsız kabul edilmiştir.
kamulastırma yoluyla devletin mülkiyete mudahalesi bir istisna olarak kabul edilmektedir.

islâm hukukuna göre mülkiyet hakkı sırf maddi eşya ile sınırlı tutulmamıştır. Maddi bir mal olan arsa, tarla, ev veya bir hayvan mülkiyete konu olduğu gibi; evde oturma, hayvana binme gibi yararlanmalar ve geçit hakkı gibi irtifak hakları da mülkiyet kapsamına girebilmektedir. Eğer bir maddî eşya aynıyla yararlanma ve haklarıyla birlikte bir kimseye ait bulunursa buna tam mülkiyet ayn'a ait mülkiyet hakkı birisine, yararlanma hakkı başkasına ait olursa böyle bir mülkiyete de "eksik mülkiyet" denir.

gelelim polemik yaratılmaya çalışılan akıl ve ilim dışı mülkiyet kavramına.
herşeyden önce:

devletlerin mülkiyetleri konusu ise hukukun biraz ötesinde, biraz berisindedir.
devletler mülkiyetlerini asli yoldan kazanırlar yani işgal ve ilhakla.
eğer hak iddia edilen bir toprak parçası varsa ilk önce hak iddia eden bir devlet gerekmezmi?
zaten devleti bile olmamış şahıslar daha önce marabalık yaptıkları devletler adınamı bu hakkı istemektedirler merak konusudur.
tabi istemeleride çözüm değildir.
bu hakka sahip olmak için ya bizi işgal edicekler yada biz onlara ilhak olacagız.
her iki durumda dahi söylenecek tek söz vardır.
(bkz: hodri meydan)
kadınlar için evlilik cüzdanı,
erkeler için tv kumandasıdır...
mülkiyet hakkı, 1789 insan ve yurttaş hakları bildirgesi'nden bu yana tanınıp güvencelenmekte olan bir haktır. insan hakları tarihi açısından incelenecek olduğunda geçirdiği evrim onu birinci kuşak haklar kategorisinden (yani siyasal haklar) ikinci kuşak haklar kategorisine (yani kişi hak ve ödevleri) taşımış durumda.

bunun yarattığı ilk fark, mülkiyet hakkının güvencelenmesinde ortaya çıkıyor. bakanlar kurulu kanun hükmünde kararnamelerle (khk) birtakım sosyal ve ekonomik hakları düzenleyebilirken, kişi hak ve ödevlerine yönelik khk çıkartamaz. türkiye anayasa tarihine baktığımızda da, bu anlamda 82 anayasasının 61 anayasasına göre mülkiyet hakkını daha güvenceli bir rejime oturttuğu söylenebilir.

insan ve yurttaş hakları bildirgesi'nden bu yana hemen hemen aynı şekilde anayasalarda yer alan bu hak, ''dokunulamaz'' ''kutsal'' bir hak olarak öngörülmektedir. tabi bu mülkiyet hakkı'nın ''mutlak'' bir hak olduğunu göstermez. bir kere artık anayasa mahkemeleri'nin de içtihadlarına girmiş olan yorum şudur ki, mülkiyete sahip olma eski roma'daki gibi ''bulduğun yere yerleş'' anlamına gelebilecek ''sınırsız'' bir özgürlük alanı yaratmıyor. locke'cu anlayışa göre, mülkiyet hakkı toplum devleti var etmeden önce de vardı, devlet olmasa dahi varlığını sürdürecektir. bu yüzden anayasalarda ''kişinin gelişimindeki önemli rolü'' vurgulanarak ve hukuk devletinin önemli bir gereği olduğu kabul edilerek yer almaktadır mülkiyet hakkı.

kamu yararı gerektirdiği ve ''vergi değeri'' karşılanmadığı durumlarda ve bu genel sınırlandırmaların yanında, kamulaştırma ve devletletirme, toprak mülkiyeti ve kıyılardan yararlanma, tarımın ve çiftçinin korunması gibi sınırlama sebepleri de öngörülmüştür.

anayasa bu anlamda genel anlamda (ne geneli basbayağı tamamında) liberal bir anlayışla hazırlanmış ve bireyi temel almıştır. türev kurucu iktidarın devletin bu alana müdahalesini engellemek için hakkın, anayasalardaki yerini değiştirmiştir. burada ortaya iki grup çıkıyor; bir tarafta mülkiyeti esaret olarak görenler, diğer tarafta mutlak bir haktır diyenler. aslında iktisadi bir hakken sosyal bir hakka dönüştürülmesi, onun, devletin pozitif yükümlülüğü altına girebileceğini göstermektedir. ancak anayasa bu görev ve sorumluluğunu mali imkanları elverdiğince gerçekleştireceğini belirttiğinden, bu hakkı tüm yurttaşlarına sağlamaktan kaçınır. sorun da burada başlar.

devlet, eğer gerçekten insan haklarını korumak ve geliştirmek için varsa, bireyi düşündüğü kadar bireyin var olmasına neden olan, ve bireyden var olan toplumu da düşünmek zorundadır. hatta bu aşamada düşünmesi yetmez -mali gücü oranında da olsa- bu görevini yerine de getirmesi gerekir.
(bkz: kat irtifakı)
(bkz: kat mülkiyeti)
Temelini sınıflı toplumdan ve devlet olgusundan alan üretici olsun ya da olmasın her türlü emek ve artı-değer ile artı-ürün üzerinde tahakküm sağlayan güç.
Komünal toplumlarda üretimin en ilkel biçimii olan tarımsal faaliyet sonucu elde edilen ürünler , feodal toplumlarda tarım üretimini biraz daha aşan basit sanayi ürünleri ve doğal hammaddeden elde edilen metalar , kapitalist toplumlarda sanayi devrimi sonrasında ortaya çıkan bilimsel sanayi ürünleri ve günümüz emperyalist-kapitalist toplumlarda ise tüm üretim biçimleri ve üretim araçları üzerinde etkisi yadsınamaz olan bilişim devrimi ürünlerine sahip olma , onları kullanabilme , üretim süreçlerine dahil olma hakkıdır.

ilk bakışta ne kadar güzel ve hoş görünse de mülkiyet kavramının emek sömürüsü , toprak işgali ve olmayan arz-talep üretim ve tüketim biçimine bağlı olmadığı tek örgütlenme biçimi henüz sınıfların ortaya çıkmadığı ve üretim araçları ile emek üzerinde herhangi bir baskı ve tahakkümün oluştarabilecek sınıfların ortaya çıkmadığı komünal toplum biçimidir.
Üretim araçları ve ürün üzerindeki emek yok sayılmadan ve üzerinde herhangi bir artı-değer sömürüsü bulunmayan takas usulü ve karşılıklı ihtiyaçlar doğrultusunda eşit emek süreci ürünlerinin komünler arası değişiminden ibaret bir ticari değişim anlayışının sürdürüldüğü bir örgütlenme biçimi.

Tarım devriminden sonra ortaya çıkan ve o zaman kadar ihtiyaçları kadar üretip ihtiyaçları kadar tüketen insanların geniş tarım toprakları üzerinde mülkiyet haklarını ilan eden bir feodal toprak ağası sınıfının oluşması ile beraber değişen üretim araçları ve tüketim biçimleri. Mülkiyetlerini korumak için inşa edilen surlar ve tarlalarda emekleri karşılığı toprak ağalarına çalışan bir serf sınıfı ve aristokratların mülkiyetlerini korumaları için serflere ve diğer düşman klanlara karşı ittifak içine girdiği askeri senyörler ve dini ruhban sınıfı.

Sanayi devrimi ve üretim araçlarının makineleşme süreci ile ortaya çıkan üretim biçimlerindeki ve emek ile meta üzerindeki sömürünün değişmesi. Fabrikalaşma süreci ile beraber güç kazanan feodal toplumun küçük esnafları ve daha az emek ile daha çok artı değerin üretilebilmesi koşulları. Artan hammadde arayışları ve emperyalizm odaklı savaşların ve işgallerin hız kazanması. Burjuvazi sınıfının bu sürece hakim olup kendi sınıfının karşısında emeği ücreti karşılığında sömürülen bir işçi sınıfı yaratması.

Bilişim devrimi ile beraber makineleşme sürecinin yeni teknolojiler üretmesi ve üretim araçları , üretim biçimleri üzerinde işçi sınıfının klasik proleter gücünün yok edilme süreci. Esnek üretim ve daha sömürücü ücret politikaları ile devletin eğitim - sağlık - ulaşım gibi hizmetler üzerindeki mülkiyetinin tekelleşmesi süreci , serbest rekabetten vazgeçilip uluslar arası tekeller yoluyla devletin klasik burjuva kapitalizminden mülkiyetlerinin derecelerine oranla küçük-burjuvazi ve tekellere hizmet eden işbirlikçi küçük-burjuvazi konumuna gerilemesi. Parlamenter demokrasi ve kapitalist üretim süreçleri ile devam ettirilen ulusal oligarşiler ve çarpık kapitalizm ile gelişen örgütlenme biçimine karşı işçi sınıfının sosyalizm düşüncesi ile beraber 18 yüzyıldan bugüne kadar olan direniş ve örgütlenme biçimi.

Mülkiyet hakkı her dönem belirli ilerleme süreçleri sonucunda ( tarım devrimi , sanayi devrimi , bilişim devrimi ) belirli bir sınıfın elinden aynı amaçları taşıyan ancak kimi zaman ilerlemenin öncüsü olmuş kimi zaman da ilerlemenin öncülerini bastırarak kendi sınıfının iradesini ortaya çıkarmış diğer sınıflar tarfından elde edilmektedir.

Mülkiyet hakkı sınıfların devlet olgusu ile beraber askeri , toplumsal ve ekonomik yönleriyle beraber tekelleşme sürecinin en baskıcı kurumları tarafından kanunlar ve anayasalar yoluyla koruma altına alınmıştır.

Mülkiyet hakkı sadece üretim araçları ve emek üzerinde sınırlı tutulmamıştır. Devlet olgusu ile beraber ortaya çıkan milliyetçi ögeler ( vatan - millet - bayrak - ulusal sınırlar ve din ) gibi manevi dinsel ve milli duygulanımlarda devlet tarafından çoğu zaman halka dayatılan bir mülkiyet hakkıdır. Halk bunu tüketmek zorunda bırakılır.

Mülkiyet hakkının liberal ekonomi-politik yorumuyla ve kavramsallaştırma süreci ile paradigmaları Adam Smith ve David Ricardo gibi burjuvazinin politik ögeleri tarafından yaratılan ve varisleri tarafından geliştirilen mülkiyet hakkının olmayan arz-talep dengesi , emeğin art-değer yaratma sürecinin geçiştirildiği serbest üretim ve serbest ticaret haklarının özgürlük ve insan hakları kavramları , çarpık demokrasi anlayışının siyasi yorumları ile sürdürülen bir güç olarak burjuvazi sınıfının proleterya üzerindeki gücünü ifade eden bir bakış açısı yaratılmıştır. Ve tüm bu sürecin ve sömürünün karşısında emek sürecinin komünal dönemdeki yapısal özelliklerini taşıyan ve üretim araçları ile üretim sürecinin oluşturduğu emek sömürüsü , kar odaklı sermayenin insan gücü ve doğal hammadde üzerindeki diktatörlüğünü ayuka çıkaran komünist / sosyalist liderler ve filozoflarla , bu süreci tersine çevirecek olan güçlü işçi eylemleri yıllardan beri devam eden bir mülkiyet hakkı üzerindeki sömürünün bir yansımasıdır.

Çok basit bir biçimde Proudhon'un mülkiyet hırsızlıktır önermesi ile hareket edilecek olursa , mülkiyet hakkının kimler için geçerli olduğunu yüzeysel bir şekilde kavrayabiliriz. Anarşizm ve doğrudan komünizm yoluyla mülkiyete saldırmak da bunca yıllık bir emek sömürüsü ve sınıflı toplum yapısının devlet olgusu ile birlikte ortadan kaldırılması sürecine doğrultusunda " namusluların namussuzlar kadar cesur olamadığı bir toplumda " da imkansız olacağı idrak edilebilmelidir.
1982 anayasasina gore pozitif statu haklarindandir.