bugün

"sarı saç, modern kadının türbanı" cümlesi dikkate şayandır.
bugün kot taşlama işçilerinin sorunlarına değinmiş yazar. yazısı burada, fazla da söze gerek yok, yazıyı okuduktan sonra kot pantolonlarınıza iğrenerek bakıyor bulacaksınız kendinizi! yazısı budur:

"Bilmiyorsunuz. Bilemezsiniz. Ne kadar kötü olursanız olun bu kadarını düşünemezsiniz.

Hadise şu: Blue jean veya kot denilen bu pantolonları beyazlatmak için kum kullanılıyor. Kum, çok yüksek bir basınçla kumaşlara püskürtülüyor ve orası beyazlıyor. “Taşlama” dedikleri şey bu.

iş güvenliği gelişmiş ülkelerde bu tamamen kapalı cam kutularda, neredeyse uzaktan kumanda ile yapılıyor.

Neden? Çünkü o kum ciğerlere girdiği anda sonu muhakkak ölüm olan Silikosis denilen hastalığa neden oluyor. Zira kumlar küçük çam parçaları gibi ciğerlere batıyor ve bir süre sonra ciğeri paramparça ediyor.

Peki Türkiye’de? AÇIKTA! Gencecik delikanlılar odalara sokuluyor, ağızlarına iş olsun diye, her nalburda bulunan uyduruk, alelade bir maske taktırılıyor ve veriliyor ellerine püskürtme aletleri. Bilmiyorlar mı çocukların öleceğini? BiLiYORLAR. Bile bile ölüme yolluyorlar. insanımızın cahilliğine, iyi niyetine, kimsesizliğine ve Türkiye’deki iş güvenliği denetiminin laçkalığına güvenerek.

Söz konusu kotlar öyle uyduruk markasız falan kotlar değil. Tanesi 350, 500 hatta 600 YTL’ye satılan çok ama çok bilinmiş dünya markaları..

Arkadaşım Nurgül, bir seneden beri bu çocukların avukatlığını yapıyor. Artık avukatlığını yapacağı kimse kalmadı çünkü birer birer öldüler.. Yazdığı mektubu olduğu gibi yayınlıyorum..

***

“Geçen yıl nisan ayında tanıştık. 24 yaşında, lise mezunu. ÖSS’yi kazanamamış askere gidene kadar kot işinde çalışmış. Askerden sonra öksürmeye başlamış. Para yok, doktora gidememiş. Ama öksürükler her geçen gün artmış. Sonunda arkadaşı Ertuğrul ile futbol oynayamaz olmuş. O zaman ne yapıp edip doktora görünmüş.

Teşhis koyamamış doktorlar. Bu arada yeşil kart çıkartmış. “Üşüttüm herhalde, geçer” derken kankası Ertuğrul da öksürmeye başlamış. Biri yirmi iki, diğeri yirmi beş. Gencecik yaşlarında başlamışlar dertlerine derman bulmaya.

Ertuğrul’un tekstil işinde çalışan sevdiği bir kız varmış. Onu daha çok görebilmek için girmiş fabrikaya. Asgari ücret gözüküyormuş maaşları ama daha az veriyormuş patron. Olsun. Kızı görüyormuş ya sık sık. Daha ne ister bir delikanlı...

işi kotları beyazlatmak. Nasıl? Kum püskürterek.. Kapalı bir odada 8 kişi çalışıyorlarmış. Yere saçılan kumlar ziyan olmasın diye de gelberi ile toplayıp bir daha bir daha püskürtüyorlarmış. Bu kumun minik minik cam parçacıkları gibi ciğerlerine saplanıp orada kaldığını, patronun onlara iş değil de ÖLÜM verdiğini bilememişler tabii. Nasıl bilecekler ki. Doktorlar bile bilememiş. Tıp literatüründe “tekstil işçileri hastalığı” diye geçmiyor çünkü. Maden hastalığı, çömlekçi hastalığı diye geçiyor. O da ancak 30 yıl çalışmışsa.

Evlerine gittiğimde Nisan ayında olmamıza rağmen üşümesinler diye gürül gürül yanıyordu sobalar. ikisi de 40 kiloya kadar düşmüştü.

Salih, iki metrelik oksijen tüpüne “bu benim sevgilim” diyordu. “Onsuz bir şey yapamam ben abla” diyordu.

Bir işveren daha ne kadar kötü olabilirdi ki..

Ertuğrul’un artık iyileşme umudu yoktu. 1.80 boyunda olup da 40 kg kalınca kemikleri fena batıyordu. Doktorlar son umut akciğer nakli olabilirsiniz diyordu ama o artık buna da inanmıyordu.

Bir kaç ay sonra Salih’in kafası kızdı “Ben izmir’e gidip akciğer nakli olacağım” dedi. “Erbaa’dan izmir’e 40 kilo bile yoksun, yola dayanamazsın” demedi diyemedi kimse. Bir tek Ertuğrul dedi. Bu sefer ben yokum kanka. “Sen git” dedi. “Ben artık sadece rüyalarımda mutluyum” dedi. Rüyalarında sevdiği kız vardı, futbol vardı, koşmak, rahat nefes almak vardı. Gitmedi. Ağustos ayının ortalarında bir rüyaya daldı, bir daha uyanmadı...

Salih bir ay kadar daha direndi izmir’de. “Abla yoğun bakımdayım ama iyiyim, nakil yapacaklar bana” diyordu. Eylül ayında Salih de rüyasına daldı...

ikisi de “abla biz ölsek de sen bizim davayı bırakma” dediler. Yarın duruşmaları var. Aynı işi yapan iki işçi daha hasta, işyeri kapandı. Ama tahmin ettiğimize göre 5000 işçi daha var bu işte aynı koşullarda çalışmaya devam eden. Yani ölecek olan. Ve buna dur diyen yok..

Türkiye’de iş hukuku alanında en yüksek manevi tazminat duyumlarımıza göre 100.000 YTL. Biz istedik 250.000 YTL. Ama ne olur bilemiyoruz. Bir Türk işçisi 100 tane marka kot edecek mi bakalım göreceğiz...

Ben cevabı biliyorum ya siz?"
selahattin duman'ın varisi olmaya çalışan ama daha çok ekmek yemesi gereken yazar.

edit: ruhat mengi'den de bir karış boyu olduğunu öğrendik.
ablasına dışkı dökülen insan!
ablasına dışkı döken eniştesini (bkz: sevan nişanyan) utanmadan savunan 'ya ablamla eniştemi küstürmeyin ekmek paramızdan olmayalım biz dayağımızı yer dizimizi kırar otururuz' diyen yüksek tahsilli ve son haftalardaki yazılarıyla kendisinden tiksindirmiş bağyan.
ismi bir özel isimden çok, kendi halinde, olgun ve bilge bir mahalle esnafını çağrıştırmaktadır.
aslına dönmüş olan gazeteci.
muhtemelen yediği laflardan ötürü ormanlara dönmüş köşecimiz. ormanlar elbette ilgilenilecek olaylar ama sonradan sonraya ve zınk diye olunca insan şaşırıyor.
eniştesini savunmaya kalkması da tam bir komedi: hani nerede kadınlığınız, nerede insanla hakları savunuculuğunuz, nerede ota boka protesto eden kimliğiniz. yoksa sizin protestonuz sadece ot ve boka kadar mıydı?
yazılarında belirttiği özgürlükçü ve demokrat tavrı dışkıda göremedik maalesef.
bir de yazı oyununu anlamıyor diye aptal demiş okurlara, sorarım kim dışkıcı bir yazarı hatırlamak ister!
Köşesinin adının "ex tuğçe baran" olması hala mahlas isimden keyif aldığını gösteriyor.

doğaldır..
ayrıca selahattin duman'ın da kız arkadaşı oluyorlar kendileri.
ruhat mengi tarafindan "hem zekiyim hem guzelim hem de biratmisbes boyum var catla da patla" seklinde ayar verilmis insan. yalniz ruhat o kadar lafi yedikten sonra nasil ayaga kalkabildi hayret..
ex tuğçe baran.
cumartesi akşamı saba tümer'in bir programına çıktı bu şahıs , tuğçe baran'ken severdim. burada bir yazarı sevmek gibi birşey , sadece yazılarından tanımak gibi. yani dış görünüş olarak kafada o tuğçe baran resmi olunca insan şaşırıyor haliyle . k ları boğazdan çıkararak telafuz eden , oğlumlu -yau lu argo bir dille konuşan basit birini görünce şaşırdım desem yalan olmaz . hele o televizyona çıkacak olmanın verdiği durumu kaldıramamanın insanı yapaylaştırması yok mu , o delikanlı seda sayan rolleri.
fiziken ise şu an köşesinde bulunan fotosu iyi bir fotoğrafçının elinde geçmiş , belli. sokak arası düğünlerinde cazgır oynayan kadın tipi ve köylü gelini saçları da bonus u kalıyor bütün bu bayalığın yanında. seveyim dedim , sevemedim işte neylersin.
vatan gazetesindeki kosesine nasil sahip oldugu cok merak edilen, egitim, ogretim, gorgu yoksunu, fikirsiz isgalcidir kendisi.
bugünkü röportajı için;
http://www.bizimgazete.or...Cinar_a_Konustu/8010.html
bir çift masmavi göz.
bugunku yazisinda izmire camur atan, ustune bi de yetmezmis gibi kendini yari izmirli diye tanimlayan, izmir kulturunden, ahenginden habersiz, izmirli olmadigi, olamayacagi her halinden belli olandir.
uzunca bir süre "tuğçe baran" adıyla köşe yazarlığı yapan, 2 yıl önce keskin bir dönüşle gerçek ismini ve "ex-tuğçe baran" sıfatını kullanmaya başlayan, vatan gazetesinin, tam nemenemci olduğu belli olmayan (siyasi duruşu muğlak), hafif çatlak köşe yazarı. Sadece kadınlık sorunlarına değindiğinde sempatik, boyunu aşan konularda ise yer yer asap bozucu olabilen kişi. biraz tuzu kuru,kokuyor. Yine de çok renkli, demokratik (!) basında iyi ki varsın diyeceklerimizden.

Buyrunuz bir yazısına örnek, o da dağdan inmek istiyormuş. Afiyetle okuyun.

http://haber.gazetevatan....;Categoryid=4&wid=156
Bugün itibariyle vatan gazetesindeki köşesinde ünlülerin veya marjinal olma peşinde koşanların çocuklarına koyduğu isimlerle üslubuyla pek bir güzel dalga geçmiş. çok güldüm. yeni doğacak ünlü çocuklarına da isim önerilerinde bulunmayı da ihmal etmemiş örneklerle konuşalım :

- Okşa Bırak

- Damlasu Lama

- Elaya Klozet

- Dalya Loy

- Uçkan Koncan

- Küçüksu Gökten

- Hava Darcan

- Acu Gerçek

- Erine Gerine

- Derin Umar (Kardeşine de: Sığ Bulur)

- Seçkin Hiyâr

- Süzme Bal

yazının tamamı için bir de burdan :
http://haber.gazetevatan....;Categoryid=4&wid=156
kendileri tessetür otelinde ramazan tatili yapanlarla kaynaşmış . okudukça içim kalktı.kadın bölümüne 5 yaşı
üstü erkek çoçuk alınmıyormuş.kadınlar havuzuda , kadın diskosunda sesizce gülerek çılgınca eğlenip ramazanın tadını çıkarırken vücutlarına döğme , mahrem yerlerine ağda sadece müslüman kocalarına göstebildikleri saçlarına gayri müslüman
icadı boyaları sürdürüyorlarmış.
yazar ortamı liberal olarak değerlendiriyor. çok haklı bu otellerede tatil yapanlar zaten o kadar güzel insanlarki
gündüz vakti yemek yiyenlere dayak atmayıp sabır göstermeleride bunun en güzel kanıtı.
mesaj alındı biz hiç korkmayalım . hatta bu tür otellerin çoğalmasını destekleyelim.liboştan ne zarar gelirki.
mine g kırıkkanat'ın kötü bir kopyası...
tuğçe halini okuduğum, mutlu haline hiç ısınamadığım yazar. mutlu halinden sonra nerdeyse hiç okumadım ve takip etmedi kendisini.
bölücü kürtlere yalakalık yapan gazeteci şeysi...
http://haber.gazetevatan....-neredesin/346123/7/Yasam
macahel'e gelmiş ve kendisine rehberlik ettiğim köşe yazarı.
ahmet kaya'nın hakkını teslim eden, çünkü aklını ve vicdanını kaybetmemiş yürekli gazeteci.