bugün

Her şey nasılda değişti birden
Neyi kaybettik hiç fark etmeden
Gökte dolunay,suda yakamoz
ışıkları artık içimize vurmaz
müzik ruhumuzu coşturmaz
Yere düşen ekmek öpülmez
Kavgada zayıftan olunmaz
Ağlayan çocuk iiçimizi kanatmaz
Her şey nasılda değişti birden
Neyi kaybettik hiç fark etmeden
Başladığımız yer böyle değildi
Yoksa bu mu büyümek dedikleri?
Baban öldü dediler, eğilip kulağıma.
O an surlarım yıkıldı bir bir,
Sığındığım kaleler devrildi ardı sıra…
Kılıcım kalkanım savruldu elimden
gitti düştü bir yana.
Yolları deviren adımlarım durdu sonra
Gelen geçen omzuma vurdu.

“Yalnızsın, sıra sende, çık öne dediler”
dedi geridekiler…
Kimse fark etmedi yaşlandığımı
Oysa ak düştü saçlarıma
Baban öldü dediklerinde eğilip kulağıma
Döndüğünde

Kolay bulursun beni,
Geri döndüğünde.
Öylece duruyorum çünkü.
Bıraktığın gibi, bıraktığın yerde…
Yine baharda ve kitaplarda
Günlerce kayboluyorum.
Sıcak bir çay dumanına
Dost tebessümüne aldanıp,
Neler neler saçmalıyorum.
Sen demiştin, evet biliyorum.
Can çıkar huy çıkmaz ne yapayım,
Herkesi kendim gibi sanıyorum.
Bir de şairim şu sıralar,
Görsen beyaz kâğıtlara
Boyumdan büyük laflar yazıp
Neler karalıyorum.
Velhasılı
Kolay bulursun beni,
Geri döndüğünde.
Öylece duruyorum çünkü.
Bıraktığın gibi, bıraktığın yerde...
ses

kan ter içinde kalmış habercinin
getirdiği zehirli bir haberle,
atarlar seni garip bir sahneye
gülecektin hani bir söze
başlayacaktın her günkü işe…
bir goong sesi!
devran döner tersine!
devran döner tersine!

kalırsın ışıkları kör tünellerde
gözyaşları nasıl da çoğalır ellerinde,
yürürsün bıçak uçlarında, kanayan içinle
yok mu dönüş eskiye! nafile!
her şey bir bela kabında
karışıvermiştir çünkü birbirine.
bir çığlııık sesi!
tek başınasın!
tek başınasın!

nasılda güvenilmez, kayganlaşır
ayaklarımızın altındaki zemin!
deli zaman durur ama niçin?
boğarmış ya adamı
geniş zannettiğin mekân...
bilmek, sormak istersin
bir çekiiç sesi!
susarsın!
susarsın!

o an,
en yırtıcı atlarına binip kan isteyen,
vahşi düşmanlar gibi gelecekken,
yemin olsun ki gelecekken!
derin bir nefes al ve yürü kaderinin üstüne
kanasın aldırma ayaklarına, ellerine.
sal zihin kafesinden tutsak kuşlarını!
sal gelecek ve geçmiş kaygı çocuklarını!
sal siyah yüzlü ucube korkularını!
ve tutun,
başlangıcı, yolu ve sonu yaratana
ve güven kaderini yaratana...
bir dalgaa sesi!
sığın ona!
sığın ona!

sahnenin büyüklüğü,
rolünün küçüklüğü!
senarist boşa söylememiştir çünkü
hiçbir sözü! hiçbir sözü!
bir neyy sesi!
“mâ veddeake
rabbuke
ve mâ kalâ.* ”

*rabbin seni terk etmedi,
darılmadı da!
Dünyada adalet yok diyorsun
Bence ölümü unutuyorsun.
Karanlık gecelerin sabahı
her kışın bir baharı var.
Bekle, an gelir
ve bir gün
kapanır uçurumlar.
Yeter ki yıkılma!
Ayakta kal!
Evet, gördüm yaran var.
üstelik ağır, durmaz, kanar…
Bilirim acıtır da
bilirim canın çok yanar!
ama sabret, zaman onu da sarar.
Yeter ki vazgeçme!
Ayakta kal!
Doğru, doğru zalim krallar var
fakat unutma
herkes ölümlü!
Toprak bir gün onları da yakalar.
Tipiler, sonsuz fırtınalar
elbet bir gün diner
Yeter ki düşme!
Ayakta kal!
Sarsa da her yanı karanlıklar
Aydınlanır elbet ufuklar.
Öldürme sakın ha umudu...
"kün'" der bir gün Allah,
olura döner tüm olmazlar.
Yeter ki sen inan
ve ayakta kal!
Suç ve Sebep

I

Uğursuzmuşum,
Baş belasının teki
Allah’ın cezasıymışım.
Çok korkuyorum
Allah verir cezamı biliyorum,
Öyle diyor büyüklerim

Evimizde soba yanmaz, üşürüm
Kardeşim altını ıslatır ağlar, görürüm
Dedim ya, korkarım, utanırım, üzülürüm
Ama küçük değilmişim
Artık büyümüşüm, nasıl bilmezmişim
Bütün bunlar benim suçum
Öyle diyor büyüklerim

Dün öfkeli geldi babam yine eve
Kötü bir şey olacak sezdim
Sakarlığımdan ben de bezdim
Döktüm bir şeyleri, kırdım
Böyle olmasını istemezdim
Kızdı annem, dövdü
Ama artık öğrendim
Bunların hepsi benim suçum
Öyle diyor büyüklerim

II

Sinirden yapılmış anneler
Duygudan eksik babalar
Abiler, ablalar, amcalar, teyzeler…
Sivri kaprislerini bizde denerler
Kuduz öfkelerini
Üzerimize gönderirler
Bedenlerimizde patlatırlar yani
Bomba tesirli karakterlerini
Tüketirler mi yine de bilmem
O merhametsiz nefeslerini

III

Canlar, yavrular, ah çocuklar
Dururlar, bakarlar, beklerler,
Sanki unutmuş, yaşanmamış,
Olmamış gibi yaparlar.
Minnacık dünyalarını vuran
Emperyalist günahların sebebini
Yine de kendilerinden sanırlar
bedbaht

yine niye gelir ki bahar?
neden duyulur?
parkta çocuk, dalda kuş cıvıltıları.
kim dinler bu şen şarkıları?
bankta nişanlılar dillerinde gelecek planları
masalları, hikâyeleri, mutlu sonları…
allah’ım bir bana mı görünür?
acılar, sürgünler, gözyaşları.
bir ben mi duyarım
ağlayan günahsız çocukları?
bir beni mi üşütür
zalimlerin soğuk zindanları?
bir ben mi tutarım mazlumların yasını?
ahh! bir ben mi meyusum bu alemde
bir ben mi bedbahtım?
yoksa herkes mi yalancı?
dünyada acıdan başka şey var mı?
Gidesim var

Havada uzun yol kokusu
Benimse alıp başımı
Gidesim var.
Bilmediğim yerlerde,
Tanımadığım insanlarla
semaverden çay içip
Laflayadım var.
garip gelir belki size
Pınar başında bir ağaca
Hamak kurup, aylarca
Kitaplar okuyasım var.
“Gezmek için yaban yahşi
Ölmek için memleket” demiş şair
Vatanımda ölüme razıyım amma
Şimdilik gurbette
Biraz kalasım var.
Hata yaptiran siirlerdir.

Basliga kendi siirimi ekliyim dedim 3 moderator, 11 yetkili agzimi burnumu kirdi. Neymis burda sadece mazk siirleri olurmus, benim okumam yazmam yok muymus, gidip sozluk yazarlarinin siirleri benzeri 44 basliga neden yazmiyormusum.

Tamam kardesim kizmayin. Yazmiyorum tamam, sakin.
Duygulandiran siirlerdir.

Vay amk adam sozlukte ozerk bolge ilan etmis, basligi tekeline almis, insaat icin alan parsellemis. Ben de diyorum bu mazk nedir.
Leyla

Leylam! Muştum!
Tanıdığımda seni mevsimler bahardı
Bahçelerde gül, dallarda bülbül
Suda ceylanlar, önde yormayan yollar vardı...
Ve insanlar
Tebessüm kadar dosttu ya ah onlar...
Cennetim! Sevdam!
Felek ne vakit, ah ne vakit
Gülen yüzünü göstermiş ki ebedi...
Ne zaman, ah ne zaman
Hep şen söylemiştir bize türkülerini?
Sonra bir kara zemheri
Kalır mı artık bülbül,
Durur mu dalda gül?
Şimdi hava buz.
Don tutmuş bak her yan
Dört taraf derin uçurumlar.
Kulaklarda patlar düşman naralar,
Ölüm müjdeler münafık kıkırdamalar!
Duam! Nefesim!
Varsın kara kışa yenilsin her yan
Güneş bile korksun,
Kaçsın dağlar ardına
Gam mı? Vallahi değil!
Bırak sıkılan dişler
Vahşi yumruklarla gelsinler üstüme
Gam mı? Billahi değil!
Çünkü ben ne gül şehvetine
Ne de bülbül neşvesine vuruldum.
Çünkü ben ne yaz rehavetine
Ne de taze ikbale durdum.
Çünkü bilirim bahar sensin
Güle renk verensin
Bülbülün sesisin!
işte ben bundan
Sendekine değil
Seninlekilere de değil
Sadece ve sadece sana vuruldum.
Ne olur ey canan acı
Maşukauna, mecnununa, meczubuna
Ve ne olursa olsun razıyım bana
Yeter ki kalmayayım
köleliğinden azade!
Hiç ölmedim ama bilirim ölümü
Kaç kere umutsuzca bekledim çünkü...
DAYAN
Ne olursun düşürme elinden çekici
vur bir defa daha
sert mermer bak, parçalanmak üzere.
Bırakma sımsıkı tut sancağı,
gör düşman birlikleri
dağılmak üzere.
Uyuma ha uyuma
bastıran şu namusuz uykuya.
Vakit tamam, gece bitmek, şafak atmak üzere.
Sık dişini kurban olam
birazcık, birazcık daha.
Çıldırtan yaralar artık kapanmak üzere.
Biliyorum kalmadı takatin
fakat son defa
yürekten bir Allah de,
çekilen çile bitmek üzere.
HAN
kapıdan girip şöyle sırayla
büyük handan içeri baktılar
hepsi kendi garip dillerinde
yalan şarkılar mırıldandılar
.....
günleri bitirdiler ard arda
sorsan yine de çok durmadılar
burası han burası bir pazar
ya aldattı ya da aldandılar
akşam, gurbet ve nihayet gece
yolcular uykulara daldılar