bugün

Suç ve Sebep

I

Uğursuzmuşum,
Baş belasının teki
Allah’ın cezasıymışım.
Çok korkuyorum
Allah verir cezamı biliyorum,
Öyle diyor büyüklerim

Evimizde soba yanmaz, üşürüm
Kardeşim altını ıslatır ağlar, görürüm
Dedim ya, korkarım, utanırım, üzülürüm
Ama küçük değilmişim
Artık büyümüşüm, nasıl bilmezmişim
Bütün bunlar benim suçum
Öyle diyor büyüklerim

Dün öfkeli geldi babam yine eve
Kötü bir şey olacak sezdim
Sakarlığımdan ben de bezdim
Döktüm bir şeyleri, kırdım
Böyle olmasını istemezdim
Kızdı annem, dövdü
Ama artık öğrendim
Bunların hepsi benim suçum
Öyle diyor büyüklerim

II

Sinirden yapılmış anneler
Duygudan eksik babalar
Abiler, ablalar, amcalar, teyzeler…
Sivri kaprislerini bizde denerler
Kuduz öfkelerini
Üzerimize gönderirler
Bedenlerimizde patlatırlar yani
Bomba tesirli karakterlerini
Tüketirler mi yine de bilmem
O merhametsiz nefeslerini

III

Canlar, yavrular, ah çocuklar
Dururlar, bakarlar, beklerler,
Sanki unutmuş, yaşanmamış,
Olmamış gibi yaparlar.
Minnacık dünyalarını vuran
Emperyalist günahların sebebini
Yine de kendilerinden sanırlar
ses

kan ter içinde kalmış habercinin
getirdiği zehirli bir haberle,
atarlar seni garip bir sahneye
gülecektin hani bir söze
başlayacaktın her günkü işe…
bir goong sesi!
devran döner tersine!
devran döner tersine!

kalırsın ışıkları kör tünellerde
gözyaşları nasıl da çoğalır ellerinde,
yürürsün bıçak uçlarında, kanayan içinle
yok mu dönüş eskiye! nafile!
her şey bir bela kabında
karışıvermiştir çünkü birbirine.
bir çığlııık sesi!
tek başınasın!
tek başınasın!

nasılda güvenilmez, kayganlaşır
ayaklarımızın altındaki zemin!
deli zaman durur ama niçin?
boğarmış ya adamı
geniş zannettiğin mekân...
bilmek, sormak istersin
bir çekiiç sesi!
susarsın!
susarsın!

o an,
en yırtıcı atlarına binip kan isteyen,
vahşi düşmanlar gibi gelecekken,
yemin olsun ki gelecekken!
derin bir nefes al ve yürü kaderinin üstüne
kanasın aldırma ayaklarına, ellerine.
sal zihin kafesinden tutsak kuşlarını!
sal gelecek ve geçmiş kaygı çocuklarını!
sal siyah yüzlü ucube korkularını!
ve tutun,
başlangıcı, yolu ve sonu yaratana
ve güven kaderini yaratana...
bir dalgaa sesi!
sığın ona!
sığın ona!

sahnenin büyüklüğü,
rolünün küçüklüğü!
senarist boşa söylememiştir çünkü
hiçbir sözü! hiçbir sözü!
bir neyy sesi!
“mâ veddeake
rabbuke
ve mâ kalâ.* ”

*rabbin seni terk etmedi,
darılmadı da!
2. guzel ama birincisi pek te ne kulak doygunligi ne duygu yogunlugu barindiran bir şey olmuş.
EYLÜL*



Eylülde bulmak isterim seni

Ve de kaybetmemek

Çünkü ben hep eylülde üzüldüm

Eylülde bebek



Saçarlına güz çiçekleri tak

Gel utangaç gülüşlerle

Çünkü beni bir onlar ağlattı

Bir olup eylülle



Eylülde kurduğum hayalsin

Olmadı olmayacak

Çünkü ne eylülde mutluluk

YAŞANMADI Yaşanmayacak

* Cahit Külebi’ye ithafen.
Yaramaz çocuk

Henüz traş olmuş kafaya
Bir şaplak!
Ve ardından attı kahkaha:
Daaz-lak, daaz-lak!
Sırasından en öteye
Fırlattıı yaramaz
Kâğıttan uçak.
Sonra öğretmenin arkasından
Göbek attı hem de kalkarak.
Bağırdı hoca “Susuuun!”
Baktı ona hafiften kızarak.
Bereket zil çaldı
Bahçeye fırladı koşarak.
Teneffüs bitip diğer dersin başında
“Açın” dedi öğretmen
“Ödevlere bakılacak”
Kimi gösterdi, kimi “Unuttum” dedi
“Ne olur yarın yapsak?”
Çalışkanlar ödüllendirildi,
Tembellere düştü azarlanmak.
Yapmamıştı ödevi bizimki
Anlaşılan yine onu
Bekliyordu dayak.
Bahanesi yoktu, yapmamıştı
Üstelik yarın da yapmayacak.
Geldi öğretmen baktı,
Baktı ve geçti gitti onu
Evet hepsi bu kadardı ancak.
Kızmadı öğretmen, hatta
Gülümsemişti saçını okşayarak.
Durdu çocuk bir an
Şöyle yarım dakika kadar ancak
Yoksa öğretmeni biliyor muydu?
Düşündü utanarak
Aklına geldi evlerindeki kavga
Kırılan masa, tabak, cam ve bardak.
Sarhoş babasını hatırladı
Ve annesini ağlayarak
Kaçıp saklanmıştı tahta dolaba
Kulaklarını elleriyle kapatarak.
Sesler kesildiğinde
Mutlu olabiliyordu ancak.
Gece orda uyudu, sabahsa
Uyanmıştı altını ıslatarak.
Öğretmeni biliyor muydu kavgayı?
Nefesi bitti, zannetti boğulacak.
içinde bir yerde camlar kırıldı
Ellerine, ayaklarına batarak.
Kızdı kendine olanlara sebep
Kendi sanarak.
O an korkunç bir ses
“Yık!” dedi her şeyi
“Vur, kopar, ateşlerde yak!”
Arkadaşlarına baktı tek tek,
Hepsini ama hepsini kıskanarak.
Sıyrıldı düşlerinden,
işte bunları hatırlayarak.
Ve sonra vurdu arkadaşının kel kafasına
Zannetti, tüm dertlerinden
Böyle kurtulacak!
Her türlü eleştiriye açığım. Yeter ki aşırılığa ve küfre kaçmasın..
görsel
Karanlık gecelerin sabahı
her kışın bir baharı var.
Bekle, an gelir
ve bir gün
kapanır uçurumlar.
Yeter ki yıkılma!
Ayakta kal!
Evet, gördüm yaran var.
üstelik ağır, durmaz, kanar…
Bilirim acıtır da
bilirim canın çok yanar!
ama sabret, zaman onu da sarar.
Yeter ki vazgeçme!
Ayakta kal!
Doğru, doğru zalim krallar var
fakat unutma
herkes ölümlü!
Toprak bir gün onları da yakalar.
Tipiler, sonsuz fırtınalar
elbet bir gün diner
Yeter ki düşme!
Ayakta kal!
Sarsa da her yanı karanlıklar
Aydınlanır elbet ufuklar.
Öldürme sakın ha umudu...
"kün'" der bir gün Allah,
olura döner tüm olmazlar.
Yeter ki sen inan
ve ayakta kal!
Aydınlanan ufuk, seher kuşları
uykuya doymamış çocuk bakışları.
Doğ bakalım doğ üzerimize inadına
her sabah ey acuze güneş.
Kaç milyon yıldır değişmez bu hep böyle
Ve sen hoş geldin
bilinmezlik getiren davetsiz misafir.
yeni ve garip gün evimize
Şoklar, sürprizler, haberler heybende...
Nasıl da değişiyor hayatlarımız
senin maharetli ellerinde!
Ne sinsisin sen!
Dökülür bazen de neşe kırıntıların
Kanayan yıllarımızın
kaybolan yollarımızın üzerine.
Yap fakat en iyi işi yine de
çal azar azar umutlarımızdan
götür azalan hayatlarımızdan,
Kandır biz avanelerini
Kabulümüz ta en baştan.
Bir kere daha görsünler.
bir tarafta sen,
yani değişmez kazanan
ve diğer tarafta
Biz gariban çocukların
kaybetmek kaderi olan.
bu gün yüreğim yine köz gülüm
düğüm düğüm sözlerim çöz gülüm
ağyar gülüstanlarda şen şakrak
ihvanda var ağlayan iki göz gülüm.
Zeytin

Ağaçlar içinde en çok
Ben zeytini severim
Çünkü zeytin memleketim,
inancım, hasretim, kaderim
Der ki!
“Bak bana!
Ne yaz rehaveti ne kış mezalimi
Bütün mevsimler yeşilim,
Özüm sözüm bir
Değişmem kendimim.
Acılar bitiren barışı
Dalımla getiririm.
Mecnun yanar bilirim
Çünkü Leyla’nın gözleriyim
Peygamber dilinde
Kutsal kitapta geçen yeminim
Yine de olmaz kibrim
Uzatmam boyumu.
Yoktur gösterişli çiçeklerim
Hak bilsin yeter derim.
Çünkü ben Zeytinim”
işte bu yüzden
Ağaçlar içinde en çok
Ben zeytini severim
Bundan

Ben bu büyük ülkenin
Yüksek bir dağ köyünde doğmuşum
Bakışlar bulandıran uçurumları
Boyun eğdiren kışları
Duada bırakan yazları
Şahidim yapıyorsam
Sertssem, unutamıyorsam
Münafığı gözünden tanıyorsam
Bundan
Aynen böyle de soranlara
Yiğide yer ağlar gök ağlar!

Ben bu yüce ülkenin
Sahipsiz bir dağ köyünde büyümüşüm
Umudun sardığı yarayı
Efkârın demlediği çayı
Öfkenin emzirdiği belayı
Künyem yapıyorsam
Kızgın ve kırgınsam
Haini gözünden tanıyorsam
Bundan
Aynen böyle de soranlara
Garibe gündüz ağlar gece ağlar!

Ben bu öksüz ülkenin
Unutulmuş bir dağ köyünde ölmüşüm
Gece rengi ağıtları
Katil kılıklı kurşunları
Evlat diye öpülen taşları
Sırdaşım yapıyorsam
Bir Fatiha’ya muhtaç kalıyorsam
Zalimi bedduama koyuyorsam
Bundan
Aynen böyle de soranlara
Unutulana kurt ağlar kuş ağlar
AYRINTI

Hadi söyle,
Neler geçti aklından öyle.
Gözlerin parladı gördüm,
Hiiç inkâr etme…
Belki küçümsedin belki kızdın.
Belki hoşuna gitti.
işte bu muamma, bilemedim.

Ben anlattım, sen dinledin.
Sen dinledin, ben anlattım.
Ellerin saçına kaydı görmedim mi?
Uzaklara dalmanı fark etmedim mi?
Tereddütlü, garip hallerin...
Yine de tam anlamadım,
Niye titredi birden sesin.
Dudağın kıvrıldı hani
O an çok mu önemliydi
Yoksa senin için?
Söylesene
Söylediğin her söz
gerçekten senin mi?
inanayım mı bütüne,
göz önündekine!
Yoksa şeytan
ayrıntıda mı gizli?
Garip mi?


Gülüyordu!
Evet çok gülüyordu!
Bitmeyen yağmurlar
Kovalayan sorular
Susmayan şarkılar gibi
Her yerde ve her şeye gülüyordu!

Gülüyorduk
Evet onunla gülüyorduk
Kalabalıkların sürüklediği adımlar
Ağızdan çıkan nidalar
Dilde hazır cümleler gibi
Her yerde her dediğine gülüyorduk

Tanıyorduk
Evet onu tanıyorduk
Yarınlarını tutan anılarını
Kuytularda canlanan kâbuslarını
Gözlerinde bekleyen yaşlarını
inatçı ve sadık acılarını biliyorduk
Ve tüm bunları
Ancak gülerek örtebiliyorduk.
Garip mi? Gerçekten garip mi?
Yağmur

Görürüm,
Bir yağmur yağar Resul Osman’dan
Mercidabığ’a doğru.
Zeytinler, bağlar nefes alır.

Duyarım,
toprak kokusu yayılır, yorgun insan
Yüzlerinde aydınlık, mest olur.
Yerüstündekiler, altındakiler nefes alır.

Bilirim,
Yer bu kadar hain ve zalimken
yine de gökten yağmur
Muştular, mucizeler getirir
Umut, can nefes alır
Leyla

Leylam! Muştum!
Tanıdığımda seni mevsimler bahardı
Bahçelerde gül, dallarda bülbül
Suda ceylanlar, önde yormayan yollar vardı...
Ve insanlar
Tebessüm kadar dosttu ya ah onlar...
Cennetim! Sevdam!
Felek ne vakit, ah ne vakit
Gülen yüzünü göstermiş ki ebedi...
Ne zaman, ah ne zaman
Hep şen söylemiştir bize türkülerini?
Sonra bir kara zemheri
Kalır mı artık bülbül,
Durur mu dalda gül?
Şimdi hava buz.
Don tutmuş bak her yan
Dört taraf derin uçurumlar.
Kulaklarda patlar düşman naralar,
Ölüm müjdeler münafık kıkırdamalar!
Duam! Nefesim!
Varsın kara kışa yenilsin her yan
Güneş bile korksun,
Kaçsın dağlar ardına
Gam mı? Vallahi değil!
Bırak sıkılan dişler
Vahşi yumruklarla gelsinler üstüme
Gam mı? Billahi değil!
Çünkü ben ne gül şehvetine
Ne de bülbül neşvesine vuruldum.
Çünkü ben ne yaz rehavetine
Ne de taze ikbale durdum.
Çünkü bilirim bahar sensin
Güle renk verensin
Bülbülün sesisin!
işte ben bundan
Sendekine değil
Seninlekilere de değil
Sadece ve sadece sana vuruldum.
Ne olur ey canan acı
Maşukauna, mecnununa, meczubuna
Ve ne olursa olsun razıyım bana
Yeter ki kalmayayım
köleliğinden azade!
FUKARA
Hee gözüm, aynen dediğin gibi
Bir çocuk kadar suçsuz
Bir serçe gibi yaralıydım.
Onlaar, kurt kadar vahşi,
Kuduz köpek kadar canavardılar,
Haklıydım ben dağlaar,
Koca dağlar kadar.
Hee gözüm, vallah dediğin gibi
El âleme rezili rüsva
Dosta düşmana madara ettiler
Laal oldum sustum
Çıkmadı hiç sesim
Ezilen bir değirmenken içim
Issız bir çöl oldu dışım.
Hee gözüm, billâh dediğin gibi
Haklıydım davamda,
Haklıydım, haklıydım amma
O uğursuz, melun yerde
Onlar zengin, bey, ağa
Bir ben, bir bendim fukara!
Kahramanlar

Kahramanlar diyorum adlarına,
Çünkü çook yakışıyor bu onlara.
Belki ne taç var başlarında,
Ne de kan parmaklarında.
Kimi yaşlı, kimi gencecik daha
Ve ne garip,
istisnasız hepsi fukara…
Kim mi bunlar?
Günün en erken zamanlarında
Dalanlar maişet kavgasına.
Hayatlarını şöyle koyup bir kenara
Naçar bakanlar akıp giden yaşama
Kimi ağır taş taşır sırtında,
Kimi ciğersiz birinden kahır!
Belki beçaralar, yoksullar amma,
Namusla yaşarlar, namusla!
Olsa da rızıkları feleğin ağzında
Fakat muhakkak götürürler,
Akşam, ekmek çocuklarına…
Yol gözleyen kadınlarına!
Kahramanlar diyorum adlarına,
Çünkü çook yakışıyor bu onlara.
Kaybedeceğin Savaş

Kuşandığın zırhın mı sert bakışların mı?
Elindeki kılıcın mı keskin sözlerin mi?
Adımların mı korkutucu yoksa her şeyi göze alışın mı?

Sorman gereksiz, belli hazırsın savaşına.
Kan koklayıp kelle uçurmaya
Fakat az dur, dur bir dakika!
Bir şey söyleyeceğim sana!

Ne zırh ne kılıç
Ne plansızlık ne kararsızlık sebep ama
Bu savaşı kaybedeceksin
biliyorum.

Çünkü sövdüğün,
Üzerine yürüdüğün,
Her şeye sebep gördüğün
Hasmın, düşmanın, rakibin var ya!
Dinle işte söylüyorum.

Acaba doğru mu hedefin?
Doğru mu seçtiğin
Doğru mu menzilin
inan mı yorum!

“Dostlarıyla uğraşanlar
Düşmanlarıyla savaşamazlar”
Ne galip gelebilmek
Ne de yenmektir marifet
Hakiki düşmanı bilmek
Budur asıl meziyet!
Ben buna inanıyorum.
Onlar
Bazen diyorum ki,
Acaba nasıl yaşıyor
Neler hissediyorlar?
içlerinden ne düşünüp
Neler geçiriyorlar?
Acaba nasıl, evet nasıl
Sıradan bir insan gibi
Nefes alıp verebiliyorlar?
Kızıl saçlarıyla doğan güneşe,
Öteleri gören bebeğin gözlerine
Korkmadan nasıl bakabiliyorlar?
Masum gözyaşına, güluüseyen bahara, açan çiçeğe,
Nasıl tahammül edebiliyorlar?
Ya ansızın gelip duran ölüm haberine
Nasıl dayanabiliyorlar?
Hani şu kalbinden, vicdanından ve fikrinden,
Bir elbiseden kurtulur gibi sıyırıp atabilenler.
Ne hamiyet, ne şefkat ve ne de acıma…
Hissetme, düşünme, üzülme.
Bu kadar basit mi ha!
Bazen diyorum ki,
Olsun da nasıl olursa olsun diyebilen
Vefasız, bencil ve kalpsiz,
Tanısaydım o haz kölesini.
Hiçbir kalp acısı duymadan
Her bedenden zevk alabilen
insan kılığındaki garip şeyi...
Ne hamiyet, ne şefkat ve ne de acıma…
Hissetme, düşünme, üzülme.
Bu kadar basit mi ha!
Bazen diyorum ki görseydim
Küfürler edip, yumruklar sallayan,
Ki zavallı bir biçareyedir çok zaman,
Zalim, hain ve gaddarı…
Kutsalsız, gayesiz ve hesapsızı
Geçmiş ve geleceğin katili…
Ne hamiyet, ne şefkat ve ne de acıma…
Hissetme, düşünme, üzülme.
Bu kadar basit mi ha!
Bazen diyorum ki,
Acaba nasıl yaşıyor
Neler hissediyorlar?
içlerinden ne düşünüp
Neler geçiriyorlar?
Acaba nasıl, evet nasıl
Sıradan bir insan gibi
Nefes alıp verebiliyorlar?
Paranoyaların kucağında
Dağlar gibi evham biriktirdim
Son sükûnet katığımı
Vahşi şüphelere yedirdim
Hüzün taş boğazımda
Kesik kesik çıkar nefesim
Tenhalarda yalnızım
Bitti kendime güvenim
Korkular uçuşur odamda
Bilirim artık tekin değilim
Ancak gelişin, gülüşün
Adımı söyleyen sesin
Dağıtır başımdaki şu zemheriyi
Ulaşırım belki o zaman bahara
O zaman kalkabilirim
Belki, belki ayağa

Oysa bekletme demiştim
Gecikme, erken gel demiştim
Şimdi yoksun bak yine
Farkındayım kıskancım
Hatta belki de hastayım
Biliyorum, biliyorum
Ben hiç iyi değilim
Daha

Sus!
Gitmedi ki düşman,
Daha burda
Mermini sakın boşa harcama
Burası zalim bir çöl üstelik
Aldanma!
Aslında serap, gördüğün vaha!
Bu kadar da üzülüp,
Düşme gama!
Çünkü henüz dokunmadık
En büyük acımıza
Döndüğünde

Kolay bulursun beni,
Geri döndüğünde.
Öylece duruyorum çünkü.
Bıraktığın gibi, bıraktığın yerde…
Yine baharda ve kitaplarda
Günlerce kayboluyorum.
Sıcak bir çay dumanına
Dost tebessümüne aldanıp,
Neler neler saçmalıyorum.
Sen demiştin, evet biliyorum.
Can çıkar huy çıkmaz ne yapayım,
Herkesi kendim gibi sanıyorum.
Bir de şairim şu sıralar,
Görsen beyaz kâğıtlara
Boyumdan büyük laflar yazıp
Neler karalıyorum.
Velhasılı
Kolay bulursun beni,
Geri döndüğünde.
Öylece duruyorum çünkü.
Bıraktığın gibi, bıraktığın yerde...
Göz

Biri aynaya baktı
Derin bir kesik izi
Yüzünün tam ortasında!
Isıran bakışlardan kaçıramadığı
Sivri acabaların gelip battığı
Ya da öyle sandığı
Bir derin kesik izi!
Yüzünün tam ortasında…

Diğeri gözlerini kapattı
Binlerce yara izi
Zihninin tam ortasında
Geçmiş insanların
Çatal dilleriyle biçtiği
Utandırarak yeşerttiği
Korkunç bir hafiye
Gölge gibi peşinde
Gözlerin fark etmediği
Fakat adı gibi bildiği
Nefesi ensesinde
Zihninde, fikrinde..

Hangi yara daha keskin?
Hangisi kaldırmaz da çeker yere?
Hangisi öldürmez ama yaşatmaz da…
Hangisi kıvrandırır bir ömür sancıdan
Hangi göz kapalı şimdi
Ve hangi göz görür her şeyi?
Yaşadıkça

Yaşadıkça
Dost yüzlü düşmanları
ince döşenmiş planları
Kininden kuduranları
Bekletilen intikamları
Göreceksin

Yaşadıkça
Rüyamızı şerre yoranları
Sermayesi kavgamız olanları
Cellâdına hayranları
içimizdeki mankurtları
Göreceksin

……….

Yaşadıkça,
Anı, mekânı ve insanı
Bunları değiştiren zamanı
Her şeyi yaratanı
Tek olan Allah’ı
Göreceksin