bugün

şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
o mahur beste çalar müjganla ben ağlaşırız
Ahmet hamdi tanpınarın romanı.

--spoiler--

Abdülhamid'in padisahlığı yıllarında yasayan Behçet Efendi, devrin hatırı sayılan zenginlerinden olan ismail Molla Bey'in oğludur. ismail Molla Bey çevresindekileri kendine hayran bırakan, iradeli, zaafsız ve musikisinas bir kimsedir. Böyle bir babanın karsısında zayıf kisiliği ile silik ve güçsüz duran Behçet Bey; konaklara özgü eğlencelere uzak, kadınlara karsı ezik, musikiye karsı ilgisizdir. Hayatına yön vermek için çaba sarfetmez. Kendini kitap ciltlemek, saat tamir etmek gibi isler ile mesgul ederek insanlardan ayrı ve uzak, esyaların doldurduğu ve oyaladığı bir hayatın içine hapseder. “Çocuğun tabiatındaki pısırıklık ve zavallılığın” (s. 38) annesinden ve dadısından aldığı yanlıs terbiyeden kaynaklandığına inanan ismail Molla Bey, kendine benzemeyen oğlunu sevmez ve ilgisini üzerinden çeker. Padisahın fermanı ile Mekke’ye giden ismail Molla Bey’in ardından kelemlerde çalısan, münferid basarıları takdir toplayan Behçet Bey, Ata Molla Bey isminde saray esrafından bir kisinin kızı ile -Atiye Hanım- evlenir. Bu evlilik “irade-i Seniyye” ile gerçeklestiği için ne Atiye Hanım ne Ata Molla Bey, Behçet Bey'i sevmezler. Kendisini sevmeyen insanlar içinde çocukluğunda edindiği cilt isleri, saat tamiri gibi alıskanlıklarını sürdüren Behçet Bey; önce babasını sonra kızını karısını kaybedince, sürekli gördüğü rüyalar, ciltlenmis kitaplar ve hangi zamanı gösterdiği bilinmeyen saatler arasında ömrünün kalan günlerini geçirmeye devam eder...

http://www.edebiyatfatihi...-beste-romaninin.html?m=1

--spoiler--
Bir ahmet hamdi tanpınar romanı.
Ahmet hamdi tanpınarın bir romanı. Betimleme konusunda resmen yardırmış adam.
MAHUR BESTE

şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
o mahur beste çalar müjgan'la ben ağlaşırız
gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
yalnız kederli yalnızlığımız da sıralı sırasız
o mahur beste çalar müjgan'la ben ağlaşırız

bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
gittiler akşam olmadan ortalık karardı

bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra
sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara
simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
geceler uzar hazırlık sonbahara

Attila ilhan

bu şiir daha sonra ahmet kaya tarafından bestelenmiştir.
Sabiha'nın "Siz o şarkılardaki gibi acı çekmek için seviyorsunuz, mutlu olmak için değil." cümlesinin başrolündeki bestedir. Bir ailenin üyelerinin hayatının her noktasına sızmıştır.
Attila ilhan'ın ölümünün üzerinden 13 yıl geçmiş... 13 yılın anısına gelsin o zaman bir daha...

Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız

Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı

Bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra
Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara
Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
Geceler uzar hazırlık sonbahara
hesaplarımız evet, hesaplarımız bozuk... azizim.

“niçin bu kadar biçareyiz, ümitsiziz? neden her tuttuğumuz dal elimizde kalıyor? bu memlekette sadece fena şey mi yapılır? bütün hesaplarımız bozuk mu? hiçbir faziletimiz kalmadı mı?” 

(bkz: ahmet hamdi tanpınar)
“O mahur beste çalar müjganla ben vedalaşırız”.
alıntıdır:

Atilla ilhan, izmirli bir şair. 6 Mayıs 1972 sabahı, Karşıyaka’daki evinde, radyodan öğrenmiş Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin inan’ın idam edildiklerini. Sonrasını kendisinden dinleyelim:

“12 Mart sonrasının kahır günleriydi. Bir sabah radyoda duyduk ağır haberi: Deniz’lere kıymışlardı. Karşıyaka’dan izmir’e geçmek için vapura bindim. Deniz bulanıktı; simsiyah, alçalmış bir gökyüzünün altında hırçın, çalkantılı… Acı bir yel esintisinin ortasında aklıma düştü ilk mısra… Vapurda sessiz bir köşe bulup yüksek sesle tekrarladım. Vapurdan indikten sonra da rıhtım boyunca bu ilk mısraları tekrarlayarak yürüdüm.”

Bu şiirdeki kelimeler o kadar özenli seçilmiş ki. “O mahur beste çalar, müjganla ben ağlaşırız” demiş Atilla ilhan. Hemen herkes müjganı bir kadın olarak düşünür. Oysa müjgan, Osmanlıca’ya Farsça’dan geçmiştir ve ‘kirpik’ anlamına gelir. ‘Mahur beste’den kastı da çalan bir şarkı değildir. Mahur, yine Farsça kökenli bir sözcüktür. Aynı zamanda Türk müziğinde bir makamdır.

Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız

Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı

Bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra
Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara
Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
Geceler uzar hazırlık sonbahara.
"Bir medeniyetin iflası nedir, bilir misin? insan bozulur, insan kalmaz. Bir medeniyet, insanı yapan manevi kıymetler manzumesidir.
Cahilsin, okur öğrenirsin. Gerisin, ilerlersin. Adam yok, yetiştirirsin. Paran yok, kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur."

Satırlarının geçtiği Ahmet Hamdi Tanpınar eseri.
Tanpınar romanlarının en sevdiklerimden biri.

****alıntı****

-oglum behcet, sen bir medeniyetin iflasi nedir, bilir misin? dedi. insan bozulur, insan kalmaz; bir medeniyet insani yapan manevi kiymetler manzumesidir. anliyor musun simdi derdin buyuklugunu? cahilsin; okur, ogrenirsin. gerisin; ilerlersin. adam yok; yetistirirsin, gunun birinde meydana cikiverir. paran yok; kazanirsin. her seyin bir caresi vardir. fakat insan bozuldu mu, bunun caresi yoktur. sen cilt yapiyorsun; siraze nedir bilirsin. bizde insanoglu sirazesiz kalmis. hayat onun icin ahenksiz, birbirini tutmayan, gunun hayatina cevap vermeyen bir yigin olu kiymetler tarafindan idare ediliyor. dunyaya baktigimiz zaman ayri goruyor, kendi kendimize kaldigimiz zaman yri dusunuyoruz. yiginlara tezat icinde yasiyoruz, butun sark dunyasi bir istirap icinde. muttasil gomlek degistiriyor, hint’i, cin’i, efgan’i, arap’i, turk’u, hep soyunuyoruz; soyundukca ustumuzden attigimiz seylerin alelade ekler oldugunu, daha derinden birtakim seyler cikarip atmak lazim geldigini goruyoruz. o zaman korkuyoruz; oldugumuz yerde imdat arar gibi saga sola bakmiyoruz. sonra tekrar basliyoruz, gene tabaka tabaka soyunuyoruz, tirnaklarimizla derimizi yuzer gibi bir seyler daha atiyoruz. zaten biz soyunmasak bile onlar uzerinden lime ime dokuluyorlar. fakat olmuyor; bize lazim olan, gomlek degistirmek degil, icten degismektir. bu sadece distan yapilacak sey degil. bunu oldugumuz yerden yapamayiz, icten, distan her ufuk, bir gorus zaviyesidir. butun cemiyet hayati zihniyet etrafinda doner, insani yeni bastan, yeni esaslara kurmamiz lazim; yeni kiymetlerle yasayan bir insan. halbuki bu imkansiz.
Değisik hissettiren bir sarki.
Cahilsin; okur öğrenirsin. Gerisin; ilerlersin. Adam yok; yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok; kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır.

Fakat insan bozuldu mu bunun çaresi yoktur.
mahur beste bir attila ilhan şiiri midir, tanpınar'ın romanı ithaf ettiği gerçek bir besteci olan eyyubi bekir ağa'nın bestesi midir, roman kişilerinden atiye'nin dedesi Talat beyin bestesi midir, ahmet kaya şarkısı mıdır? bu mahur beste nerededir? bunlar birtakım karışık Tanpınar meseleleri. aynı mahur beste sanki bir roman karakteri olarak tanpınar'ın "huzur" ve "sahnenin dışındakiler" romanlarında da bulunuyor.
şimdi mahur beste'yi tekrar okurken -belki on yıl önce okuduğum halde- tam da tanpınar'ın isteyeceği gibi kalabalık şahıs kadrosuna ve zaman atlamalarına geriye dönüşlere rağmen yekpare aklımda olduğunu fark ediyorum. aslında tamamen unuttuğumu sanmıştım.
kitap, romanın başkişisi -fakat en silik kişisi- Behçet beye yazarın ağzından yazılan bir mektupla bitiyor. bu haliyle bir üst kurmaca örneği ancak romanın yarım kaldığı düşünülünce belki tamamlansaydı behçet beyin ve etrafındakilerin hikayesini yazan, onunla mektuplaşan bu kişinin tanpınar'dan başka bir karakter olarak çerçeve hikayeye dönüşme ihtimali olabilir diye düşünüyorum. her nasılsa da bir romancının kendi yazdığı karakterle böyle açıkça mektup yazarak hesaplaşması beni hem hayran bıraktı, hem de eğlendirdi; absürttü bir yandan.
kitabın yarım kaldığı söyleniyor ancak zaten kurgusu düz bir zaman çizgisinde ilerlemediği ve başlangıçtan önce sonu verdiği için bittiğinde yarım kalmış hissi vermiyor, belki de bitti. bence çok güzel bitti. hatta bir roman bu kadar güzel bitebilirdi. hiçbir merak unsuru da yok mektupla bittiğini söyledim.
aniden de kafamın içi boşaldı. kaydettiğim ilk alıntıyı bırakıp gidiyorum. tanpınar'a çok derin, çok fena saygılarımla.

"ona göre esas olan, zaman dediğimiz şeyi insan ruhunun benimsemesi, bir meyve ısırır gibi, kendi izlerini ona kuvvetle geçirmesiydi. her türlü saadet ve felaket düşüncesinin üstünde bir talihin kendisini tamamlaması lazımdı. ıstırap insanoğlu için gündelik ekmek; ölümse sadece bir kaderdi, ikisinden de kaçılamazdı. asıl dava derin bir şekilde yaşamak ve kendi kendisini gerçekleştirmek, ölümlü hayata şahsi bir çeşni vermekti. genç kadın musikiyi seviyordu. bu belki onu tüketebilirdi; fakat bu kadar güzel bir şeyin içinde onunla beraber tükenmek mukadderse bundan ne diye kaçmalıydı?" syf 64
Müthiş bir şiir.
az musiki ama çok siyasi bir eserdir aslında.
sabri hoca biraz daha konuş be!

"oğlum behçet, sen bir medeniyetin iflası nedir, bilir misin? dedi. insan bozulur, insan kalmaz; bir medeniyet insanı yapan manevî kıymetler manzumesidir. anlıyor musun şimdi derdin büyüklüğünü?.. cahilsin; okur, öğrenirsin. gerisin; ilerlersin. adam yok; yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. paran yok; kazanırsın. fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur. sen cilt yapıyorsun; şiraze nedir bilirsin. bizde insanoğlu şirazesiz kalmış. hayat onun için ahenksiz, birbirini tutmayan, günün hayatına cevap vermeyen bir yığın ölü kıymetler tarafından idare ediliyor. dünyaya baktığımız zaman ayrı görüyor, kendi kendimize kaldığımız zaman ayrı düşünüyoruz. yığınlarca tezat içinde yaşıyoruz, bütün şark dünyası bir ıstırap içinde. muttasıl gömlek değiştiriyor, hint'i, çin'i, efgan'ı, arabı, türkü hep soyunuyoruz; soyundukça üstümüzden attığımız şeylerin alelâde ekler olduğunu, daha derinden birtakım şeyler çıkarıp atmak lâzım geldiğini görüyoruz. o zaman korkuyoruz; olduğumuz yerde imdat arar gibi sağa sola bakınıyoruz. sonra tekrar başlıyoruz, gene tabaka tabaka soyunuyoruz, tırnaklarımızla derimizi yüzer gibi bir şeyler daha atıyoruz. zaten biz soyunmasak bile onlar üzerimizden lime lime dökülüyorlar. fakat olmuyor; bize lâzım olan, gömlek değiştirmek değil, içten değişmektir. bu sadece dıştan yapılacak şey değil. bunu olduğumuz yerden yapamayız, içten, dıştan her ufuk bir görünüş zaviyesidir. bütün cemiyet hayatı zihniyet etrafında döner, insanı yeni baştan, yeni esaslarla kurmamız lazım; yeni kıymetlerle yaşayan bir insan. hâlbuki bu imkânsız...

-niçin imkansız olsun ? az mı değiştik, seksen yıl içinde az mı şey yapıldı ? ( behçet bey nerdeyse sözünü " saye-i şahanede" diye bitirecekti).

- az mı, çok mu, bilmem . zaten bu dava da az çok olmaz; bu hep veya hiç davasıdır. nispet girmez. bir zihniyet ya tam değişir, ya değişmez; gerisi dışta kalır. şark içimizde son sözünü söylemedikçe kurtuluş yoktur. saraydan köylü kulübesine kadar, şark son sözünü söylemedikçe hür olamayız, yaşadığımız zamana sahip olamayız. bir medeniyet, günün efendisi olmalıdır. biz artıkla yaşıyoruz.

(...)

sabri hoca toparlandı:
-şarka düşman değilim. bulsam onunla kanaat ederim. ben şarklıyım. bak halime: benim nerem garplı? arasan üzerimde bir karış ecnebi kumaşı bulamazsın. meslerim bile yerli. yüzüme bak: neresi firenk ? fakat yüzüme iyi bak ve şarkı gör. şarkı, bizim şarkımızı bulsam bu yüzde mi olurum? benim yüzüm, senin yüzün, babalarımızın yüzü. yani hayatları tam olmayanların yüzü..." (syf 91-92)
Mazi onun için çok tehlikeli bir mıntıka, insan ömrü zavallı, çok zavallı bir şeydi.
nick degistirip geri donmustur diye dusunuyorum rip.
edit: o mahur beste diye okudum
Mahur Beste, Attilâ ilhan'ın Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını öğrendikten sonra yazmaya başladığı bir şiirdir.

not: Müjgan bir kadın ismi olup Farsça'da kirpik demektir.

Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı
Bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra
Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara
Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
Geceler uzar hazırlık sonbahara
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar