bugün

bir gülben ergen şarkısı.

Kerbela oldu yürek elden gidiyor mu?
Sebebim oldu bu can sensiz yaşıyor mu?
Bir hata deme sakın bize yakışıyor mu?
Ecelim oldu bu can sensiz yaşıyor mu?

Bir çekene sordum
Dedim ki aşk rengini söyle
Dedi ki alacalı
Bazen de ebruli

Bir içime sordum
Dedim ki doğruyu söyle
Dedi ki rengi gece
Bu sevda kurşuni
kanımca gülben ergen i aşmış bir şarkıdır.ama güzel yorumlamıştır*
(bkz: aşmış şarkılar)
gulben ergen kariyeri boyunca toplasan 3 sarkıyı sahiden seslendirmisse bir tanesi de bu sarkıdır.
gümüş ve camı kullanarak özgün takı tasarımlarımlarına imza atan marka.kurşuni diye okunmakla beraber kurshuni adıyla arayınız.
koyu gri. kurşun rengi.
kral sarkidir vesselam. gulben ergen'i cok az da olsa sevme sebebidir.
kıbrıs türkünün gri rengine verdiği isim. kesinlikle gri demezler. gri nedir bilmez çoğu.
arada kalmaktır. ya da kararsız...
yıllar önce gülben ergen tarafından seslendirilen hüzünlü şarkı.
gülben ergen'in şarkıcılık kariyeri boyunca seslendirdiği en sağlam şarkıdır. diğerlerini topyekün çöpe atsak da olur. sözleri şehrazat'a, müziği ercan saatçi'ye aittir.
Gençliğin her şeyi heyecan verici gösteren sarhoşluğundan uzaklaşmakta olan her insanın, hayatın yorucu, yıpratıcı, daraltıcı döngüsünden kaçıp sığınmak istediği bir inziva tahayyülü vardır mutlaka. Güneşin ısıttığı yeşil çayırlar, rüzgârın hafifçe yana savurduğu ağaçlar, su sesinin kuş cıvıltılarıyla bölündüğü ormanlar; içinde debelenip durduğumuz büyük kargaşayı unutturabilir hepimize. Ama bütün bu manzara sadece içimizden geçirdiğimiz bir şey, bunu biliyoruz. Dünyada inanılmaz güzellikte çayırlar, ellerini ağaçların saçlarında dolaştıran rüzgârlar, sükûnetini kaybetmemiş ormanlar var hâlâ. Ama onların içinde kaybolmayı göze alabilecek insan yok artık. Bugünün dünyası, her birimizi başka başka yerlerimizden kendine bağlamış durumda. Hem de varlığımıza sapladığı can acıtan, ruh kanatan kirli kancalarıyla...

Tabiat manzaralarının insanın derinliklerinde bir yerde barınmakta olan bir özlem duygusuyla karşılanır oluşu elbette tesadüf değil. Özlem duyuyoruz, çünkü bizim hayatımızın bir parçası değil tabiat artık. Tabiat, hayvanlarımızı tuttuğumuz hayvanat bahçeleri gibi zaman ayırarak ziyaret ettiğimiz bir açık hava müzesi daha çok. Kendi rızamızla ya da teslim oluşumuzla sürüp giden yeni yaşama biçimimize tahammül edemez olduğumuzda çıkıp nefeslendiğimiz bir hava boşluğu... Asıl hayatımızdan çıkıp gönlümüzü eğlediğimiz aslı olmayan bir başkalık hali... Ancak bütün fişleri çektikten, bütün düğmeleri kapattıktan, bütün önlemleri aldıktan sonra, yani ancak döndüğümüzde orada sapasağlam bulmayı garanti ettikten sonra terk edebildiğimiz yeni hayatımıza bir mola... Tabiat artık bizim yaşadığımız yerde değil, ziyaret ettiğimiz, özlemle andığımız, ama bütün varlığımızla içinde olmayı göze alamadığımız ve muhtemel ki bir daha asla göze alamayacağımız bir yer... Tabiat alabildiğine gerçek, biz alabildiğine yalanız. Kuşku yok ki, yalanla gerçek birbirinin içinde barınamazlar.

Bunları düşünüyorum çünkü dışarıda puslu bir hava var, bulutlar kurşunî ağırlıklar olarak çöküyorlar hayatın üstüne. Pis bir is kokusu burun deliklerimden sızıp ciğerlerime kadar ilerliyor. Kontrolsüz insan sesleri, klaksonlar, sinyaller, akortsuz bir orkestra gibi sürdürüyorlar dinlenmesi zorunlu tutulan konserlerini. Kıpırdayan her şeyin, kıpırdamayanların, insanların, evlerin, arabaların, duyguların, düşüncelerin, seslerin, kelimelerin, hepsinin, hepsinin, hepsinin üstünde aynı kurşunî ağırlık var. Bu hayatın, her şeyin anlamından sökülüp amansızca zamana bağlandığı bu anlamsız döngünün rengi bu. Yalanın tabiatının rengi: Kurşunî. Ölümcül çağrışımlara sahip bir kelimeyle tanımlanması tesadüf olamaz elbet. Bu renk bütün canlılıkların özüne saplanıp kanatıyor çünkü.

Bunları düşünmek, kanatlarımın ne kadar kırık, insanlığımın ne kadar eksik olduğunu en acı biçimde hatırlatıyor bana. Pencerelere yaklaşmaya korkuyorum. Çünkü bu zamanın pencereleri dışarıya açılmıyor aslında; içeriden daha aydınlık, daha ferah, daha yaşanası değil dışarısı.

Duvara astığımız tablo, bir kır manzarası, bir evvel zaman hatırası... işte o hayatın aslı, gerçeği, kendisi... Hücremizin duvarındaki minicik ışık penceresi... insanlığımız hakkında hafifletici sebep...

(bkz: gökhan özcan)
gülben ergenin bir sevene sordum diye başlayan şarkısı insanı alıp götüren şarkı.