bugün

şebnem, alevleri görmezden gelerek yangını söndüremeyiz.
şebnem, uzaya baharın gelmesi seni bulmama bağlı.
şebnem kalbimden senin kalbine balyozla bir pencere açayım.
şebnem her gülümseyişinde tüm ülkeye çay ısmarlayayım.
şebnem seninleyken bir yudum çay zenginleştirilmiş uranyum gibi enerji veriyor bana.
şebnem, ne çok melek var yüzünde tebessümün için binlercesi çalışıyor olmalı...
--spoiler--
içinde kemik biçiminde nur çubukları mı var şebnem? yüzündeki ışık nereden geliyor?
gözlerindeki ayet derinliğini, hayrına tefsir etsen ya.
--spoiler--

gel de bu kitaba hasta olma şimdi.
En kısa zamanda elime alıp okuyacağım kitap. Her ne kadar cok fazla kelime oyunu yapmış eleştirisi duysam da, beğenenler çogunlukta.
Okuyalim, gorelim.
"varsan bana mı varsın amuğa goduum!" diye karşılık bulabilecek önerme. latincede homo homini bokus...
"insan kendi samimiyetinin altını çizmeye kalkıştı mı, ister istemez üstünü de çiziyor,
samimiyet, mahremiyetle mukayyet olsa gerek." sf/42
mizah ve edebiyattan hoşlanan kimseler için bulunmaz bir nimet ve ziyafet olan, fantastik, dörtnala okunan roman.
--spoiler--
"kalbin darmadağın olunca, kafan da karışır

şebnem, italyan kahvesine batırılmış irlanda çöreğim;
çöpten metal kutular toplayan zombi gibiyim.
şebnem peynirsiz labirentte dönüp duran fare gibiyim.
şebnem beynim bulaşık teline döndü.
sana olan duygularımı mesafe, boşluk, bildiğin hiçlik mayalıyor.
bazı konuları açıklığa kavuşturmak için çenemi tutmam ve birtakım sonuçlar elde etmek için de hiçbir şey yapmamam gerekirdi.
asmaların başında nöbet tutmak, üzümlerin olgunlaşmasını sağlamıyor.
saatin akrebinden hız beklememeliyim.
tüm umudumu hayırlara vesile olan aksaklıklar, 12den vuran yanlış anlamalar ve sorunları halleden hatalara bağladım.
dünyada sahtelik kadar gelişim gösteren başka bir şey yok.
o yüzden paradokslarla haşır neşir olmadan hayatımıza canlılık katamıyoruz şebnem.
imkansıza yatırım yapmadan kazanamayız.
kaybetmedikçe zenginleşemeyiz.
dirilmek için kendimizden başlayarak her şeyi yok etmemiz gerek.
vücut bulması için can attığımız şeyi inkar etmek, yok saymak, reddetmek zorundayız.
doğru, ancak yalanların sürekli desteği sayesinde ayakta durabiliyor.
kederliysen güleçliği, sevinçliysen somurtuşu kalkan olarak kullanmalısın.
dostluğa rekabet ve imha; aşka kurallar ve prosedürler eşlik ediyor.
insanın ayna karşısında yaşadığı türden önemsiz bir belirsizlik ile sarsıcılıktan uzak karmaşa dinmiyor.
sen de benim aklıma uysan, kalbime uysan, belki bu tuhaflıktan büyük heyecanlar çıkarabilirdik.
ben riskleri yönetemiyorum şebnem. afeti kontrol edemiyorum, krize söz geçiremiyorum.
sürprizlerin üzücülük arz etmesi sürpriz olmuyor.
bana öyle geliyor ki, bizlerde olgunluk alametleri gibi yansıyan şeyler, tecrübelerimizdeki alelade acılıktan ileri geliyor.
delidoluluğun uzantıları gibi algılanabilecek davranışlarımızın da doğallığı su götürür.
geçerlilik kazanmış riya sisteminin kusursuz işleyişi, ilişkilerimize garantiler getiriryor.
güvenliği kilitlerde buluyoruz şebnem.
emniyet ile itimat aynı şey artık.
ve birine itimat edecek kadar güvenmenin manası yok.
aşk hiçbir çağda güvenli bir heyecan olmadı. fakat aşkın bizi manasızlığa kelepçelemesini, aşağılayıcı bir üslupla imha etmesini göze alamıyoruz.
insan kendi aptallığını büyüklüğüyle yüzleşince kahrolmaktan kaçınamıyor.
artık iltifatlar, ikramlar, nazik teklifler en büyük tehditlere dönüşüyor.
peygamberin mirası tebessüm, riyanın kırmızı alarmı haline geldi.
dostluğumuz, arkadaşlığımız, tanışıklığımız tümüyle eğlenceli olmak zorunda.
her türlüsü ürkütücü olan içtenlik baş gösterdiği anda, şakaların opak muşambasına bürünüyoruz.
birbirimizi oyalamak kibarlığın yegane yolu oldu.
saptırılmış ve bir yönetmeliğe uyarlanmış saygının gereği olarak cıvıtmak... ne kader ama.
kral, en büyük soytarı olmak zorunda.
insanlar, yakınlaşmanın yolunu kendilerini acındırmakta ya da muhataplarını kafasına demirle vurmakta arıyorlar çoğu zaman.
bir de benim gibi, dokunaklı genelllemeler yapanlar var.
şimdi bunları söylüyorum ya, sabah dünyaya, insanlara inanıyor olarak uyanacağım.
nefertiti'yi [üst kat komşumun kedisi] ve yavrularını görünce, yani bekleyen bir takım vazifeler, insanlık görevleri olduğu fikrine kapılacağım.
hayatın ölümden, aşkı her ikisinden de büyük olduğuna inanacağım.
ve bu saçmalığı doğuran şartlar, seni benim için dünyanın en değerli insanı kılıyor.
keşke başka ihtimaller de olsaydı, gerçek hatalar yapabilseydim hiç değilse...
cehennem, biliyorsun, tüm sorulara aynı cevabın verildiği, azabın kurumsallaştığı, eziyetin otomatikleştiği yerdir.
ya çok derin acıların ya çok büyük hedeflerin var ya da çok inatçısın şebnem. bunların hepsi ya da her ikisi de olabilir.
bazı şeylerin anlamı ortaya çıktığında, o şeylerin kendileri çoktan yitmiş oluyor şebnem. biz aslında kaybettiklerimiziz. kendisi kaybolunca anlamı parlayan şeylerle kuşatılmış durumdayız. bu anlam birikintisi, aslında hayatla ilgisi kesilmiş olduğu için anlamsızlığa matuf.
görüyorsun ya, tüm sözlerim, zavallılığa dönüşmüş bir samimiyetten geriye kalan ve ağıt izlenimi uyandıran gevelemelerden ibaret.
aslında tüm insanlığı ilgilendiren bunca belirsizlik içinde yalan da önce ihtişamını, sonra da görülebilirliğini kaybetti.
doğrunun önemi kalmayınca, yalanı ancak kendine söyleyebilirsin. kendini bulabilirsen tabii.
şebnem çok saçmaladım bağışla.
insanın kalbi darmadağın olunca kafası da karışıyor.
mümkünse söylediklerimi unuturken beni aklından çıkarma.
huşuyla öpüyorum."
--spoiler--
--spoiler--
"Sakın beni alımlı kızların karşısında apışıp kalan şapşallardan sanmayın. Tam tersine, panayır şeytanlıklarında üstüme yoktur. Gelgelelim, Şebnem yapma çiçeklerin arasında sahici gül'dü"
--spoiler--
--spoiler--
allah insanın mayasına ne katmışsa, bazı şeyleri asla ifade edemeyiz. bunu bilmek ya da sezmek bizi 'inanmaya' yöneltir. kur'an'da "allah kalplerde olanı bilir" yazıyor. çoğu kimse, bu ayeti şöyle anlıyor: "allah sizin gizlediklerinizi biliyor." bence ayetin asıl anlamı şu: "kalbinizde olup da hiç kimseye anlatmayı başaramadığınız, dile getirilmesi imkansız bir şey var ya, işte allah onu biliyor, üzülmeyin."
nitekim başka bir ayette de "allah'tan daha iyi dost mu bulacaksınız?" deniliyor.

yine de insan istiyor ki, bir kişiyle olsun bu 'kalpteki sır', daha doğrusu 'kalbin sırrı' konusunda anlaşabilsin. birisi 'evet' desin, "seni anlıyorum. aynı dert bende de var."
--spoiler--
bir erkekten duyulan en güzel sözdür.
--spoiler--
zirveye yeni yağmış kar kadar güzeldi ve bana karşı çığ gibi büyüyen bir öfkeden başka bir şey hissetmiyordu. bildiğim bir şey varsa bir çığın ortalama hızı saatte 380 kilometrenın üzerindedir."
--spoiler--
--spoiler--
"iradeyi kilit altına alan bir güzelliği vardı; yasalardaki boşluktan faydalanıyordu sanki. hukukun üstünlüğünü aşan güzelliği sayesinde asla hapse girmeyeceği, cinayetten bile yırtacağı kesindi"
--spoiler--
abi cümlesidir.
murat menteş'i murat menteş yapan kitaptır. kullandığı benzetmelerle murat menteş, yazarlığını konuşturmuştur. kitapta her şeyin hayati tehlike ile başlaması ve atom bombacıyandan sonra daha da bir kompleksleşmesi insanı çok güzel bağlıyor kitaba.
murat menteş'i tanımaya bu kitapla başladım. okurken kendimi bayağı bayağı kaptırmışken bi arkadaşım 'kitabın konusu nee' diye sordu ve ben cevap veremedim o kadar yoğun bir kitap ki her şeyden bahsediyor, ancak konusu ne diye sorulunca gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi kalıyorsunuz ortada. evet kitabın içeriğine dönecek olursak her karaktere ayrı ayrı bayıldım.

--spoiler--

müntekim gıcırbey ve enver paşa nın aşkı şebnem şibumi yi inanılmaz kıskanmama sebep oldu. o e-postalar o kuponlar mafetti beni.
Mesela tam olarak şurası olabilir;

şebnem, her şeyde senden bir anı aksediyor, senin masumiyet kanıtı parmak izlerinle dolu sanki dünya.
gelgelelim masumiyet, yaşam belirtilerinin azlığı demektir şebnem.
bu gidişle yokluğunun gürültüsünden sağır olacağım...

--spoiler--

bitirir bitirmez koşup dublörün dilemmasının siparişini verdim aldım okudum murat menteş'e hayran kaldım, size tavsiyem bu adamı okuyun ama bununla yetinmeyin, hala keşfetmemişseniz ah muhsin ünlü yü keşfedin eğer bir gün çaylaklıktan kurtulursam ve iyi bir çocuk olursam siz bu yazdıklarımı görebileceksiniz demektir bu tavsiyelerimi dinleyin olur mu tek hayalim bu çünkü benim. *

Edit: imla
güven veren söz. bir babadan duyulur gibi...
güven veren söz. şener şen'den duyulur gibi...

(bkz: gulyabani)
güven veren söz. anneden duyulur gibi.
güven veren söz, murat menteş'ten okur gibi.
murat menteşin bitirmemek icin can atılan romanıdır. Şu erkek halimle kendimi şebnem şibuminin yerine koyup acaba müntekim mi, enver paşam diye sordurmustur. Lakin müntekim gibi sacmaladığımdan olsa gerek müntekim tarafım ağır basıyor.
son 30 sayfası kaldı, bitirmeden bastan mı alsam diyorum?

bütün karakterler sizden birseyler anlatmakta. kitabın kendine has bir felsefesi var bence. ara ara sizin hayat hikayenize dokunan yerler yani.

Yazarın sizden cok cok zeki olduğunu gördükce yerinizde duramıyorsunuz. Kıskançlıktan kriz gecirecek gibi oluyorum desem yalan olmaz.
Sonra yazarla tekrar arkadas olup güzel güzel okuyorum, bitirmeyecek sekilde. kalanın yarısını seklinde..

emrah serbes daha sağlam yazıyor. tabi kıyasım biraz sakat oldu. katagoriler farklı gibi. ama emrah serbesin yazdıkları daha bi dokunuyor yüreğinize. anlattıkları daha cabuk canlanıyor kafanızda. kücük bir cocuğumu tasvir ediyor istiklalde.
hemen 10 yaslarında bir cocuğa güzelce giyindirip taksime yolluyorsunuz. görüntü ne kesik kesik, ne kötü. hd kalite.. 3D seceneğiyle.
--spoiler--
eminim bir gün sen de hayatının kadınına rastlayacaksın evlat.. ve ona şöyle diyeceksin: "ben evli bir adamım."
--spoiler--
umutsuz bir kızın arada duymak istediği cümle.
hani bazen gökte yabancı bir cisim görür de gözlerine inanamaz ya insan yanındakine benim gördüğümü sen de görüyor musun? diye sorar. bende seninleyken gözlerime inanamıyordum kulaklarıma inanamıyordum vücudumdaki hiç bir hücreye inanamıyordum kimseye de soramıyordum ki benim gördüğümü sen de görüyor musun? diye.
tarzı sözleriyle gönlümüzü mest etmiş samimi aşkın samimi sevginin ne olduğunu aşkın deliliğin ham maddesi olduğunu anlatan güzide murat menteş eseri.
dublörün dilemması ndan sonra -kendimce- çıtayı öyle yükselttim ki, hani müthiş bir şey bekliyorum istemsizce. Kitabı aldım. iki gün kadar oldu. bakışıyoruz haliyle. arkadaki yazıyı ve müthiş girişi okuyorum, sonra "yok daha değil dur dur" deyip bambaşka bir kitap açıyorum bitiveriyor sonra gene dönüş umarsızca. elbette yüzleşeceğim. uygun koşulların olgunlaşmasını bekliyorum.
murat menteş in ikinci kitabıdır. ilk kitabı olan dublörün dilemması kadar güzel değildir nedeni ; sonunu iyi ayarlayamamıştır bence bütün kahramanlar neredeyse ölüyor ve garip bir son oluyor. belki kitap absürt bir kitap ama hayati tehlikenin kurtulmaları çok aşırıya kaçmış gibime geldi. kısacası bir dublörün dilemması değildir.