bugün

bir erkek kadınlardan küfür yemeye başlamışsa erkek olmaya başlamıştır!!!
yokluk.

(bkz: 404 not found)
-"güzeller güzeli; yüreğim şimdi bak, parmaklarımdan damlayacak. şimdi bak, içimin oynaması benden rüzgar çıkaracak. sen, sen, senin bir adın var mı?
(bkz: ÇOK SAKAT VAR) *
dünya seks üstüne kuruldu ve seks yüzünden son bulacak. yok şimdi bana insanlık tarihidir, şudur, budur, dinlerdir, dillerdir diye gelmesin birileri. ben tarih mezunu bir adamım, neyin ne olduğunu az-çok gördüm boktan sınıflarda-amfilerde. varsa-yoksa aha tüm mevzu bu ırzını siktiğimde bitiyor. nasıl bir iştir bu, bunu bir canlının içine yerleştiren mekanizma nasıl yerleştirmiş hiçbir fikrim yok. ve üstadın dediği gibi; seks bütün sorunları çözer!

herkes yeterince tatmin olsaydı emin olun dünya savaşları bile çıkmazdı.

üstad olduğu tartışılır bir üstadın dediğine göreyse; bir kadının bazen en büyük sıkıntsı sağlam bir boşalma yaşamamış olmasıdır. bütün o kariyer peşinde koşmalar, bıdıbıdılar, kaprisler, hesaplar, tavırlar, tripler ayaktırnaklarının ucuna kadar içine ruhunu da katacağı sağlam, dipsiz bir boşaltılmayla son bulacaktır.

(bkz: abaza la bu gurur)
...ve kadin aralayacak tamamiyla kutuyu, kapaginiysa nolursa olsun birakmadi elinden ve simdi ufak bir hareket bekliyor sadece, tek bir kelime, ama nolursa olsun sabretmeyi de ogrenecek...
kadınlar için yapılmış en güzel ve özel şey; jartiyerdir. bir de sıcak su torbası tabii. nutella'yı ve oyuncak ayıyı unutmadım. ha bir de...
asla biraraya gelemeyecek üçlü.
http://bilemiyorumaltan.b...2012/04/visne-lekesi.html
(bkz: bana bir masal anlat baba)
Gerçek mutluluklar, gerçek hazlar,gerçek kavgalar, gerçek aflar, gerçek acılar, gerçek yakarışlar, gerçek yaralar, gerçek dersler demektir. Her duyguyu sonuna kadar yaşamak demektir. Ölmekten korkarak yaşayan insanların işi değildir. Korkakların, çıkarcıların, basitlerin işi değildir. Bir ömrü birine adamak demektir. Gün gelir biterse de hayatına devam ederken onu asla unutamamak demektir. Onun sende bıraktığı izleri, belki uslanmışlıklarını, belki değişen zevklerini, belki onun sana kattığı yeni huyları asla silip atmaya çalışmamak demektir. Onun hayatından çıkarmanı istediği insanları ondan sonra da hayatına geri almaman demektir. Çok acı çekip asla pişman olmamak demektir. Çünkü mutlulukların en gerçeği yaşanmıştır. Asla unutulamaz unutulmayacaktır. Ağlanacaktır, yakarılacaktır ama asla beddua edilmeyecektir. Her doğum gününde uzun uzun mesajlar hazırlanıp en kısa ve mesafeli şekilde kutlanacak. Her koşulda ona, yani aslında kendi geçmişine saygı duyulacaktır. Ve hayatınıza gerçekten sevdiğiniz başka biri yıllar sonra girse de ne zaman sizin şarkınız çalsa içinizde çok derinde bir yerde bir sızı olacaktır. Gerçek bir sızı.
cehennem yeterince cesur olmayanlarla dolacak!
--spoiler--
Yusuf : Çocuk neden sakat abi?
Bekir : Doğuştan... Doğuştan denmez aslında. Hamileyken babasından ağır bir dayak yemiş.
Yusuf : Babası nerde?
Bekir : Sinop'ta
Yusuf : Hapishanedeki?.. Geçen gün Uğur ablayı hapisaneye giderken gördüm.
Bekir : Sevgilisi.
Yusuf : Onu için mi bu şehirdesiniz?.... Sen?...
Bekir : Uzun hikaye.. Karışık.. Bu kaltakla aynı mahallede büyüdük. Mevlana Kapıda.. Babası zabıtaydı.. Alkolik hasta bi adamdı.. Rahmetli erken gitti zaten.. Bu anasıyla yoksul, perişan.. Bizim tuzumuz kuruydu. Hacıbabam yapmış bişeyler.. Bi de Zagor vardı.. Bizim eski evin kiracısının oğlu.. Babası filmciydi Yeşilçam'da.. Cepçilik, arpacılık, her yol vardı itte.. Ama sevimli, yakışıklı oğlandı.. Bizimkini aşık etmiş kendine.. Ben efendi oğlanım, okul mokul takılıyorum o zamanlar.. Öylece büyüyüp gittik işte.. Ne bok varsa askerliği bekledim hep.. Dört sene kaldı, üç sene kaldı.. Sonunda o da geldi gittik.. Bizde de herkes bunu bekliyormuş; gelir gelmez yapıştılar yakama. Ev düzüldü, kız bulundu falan filan. Nikahlandık.. iki taksi bi dükkan verdi peder. dükkanda koltuk moltuk satardım.. Bi gün bu orospu çıka geldi.. Hiç unutmam.. Görür görmez cız etti içim.. Böyle basma bi etek dizine kadar, çorap yok..Üstünde açık bi bluz.. Saçlar maçlar.. Pırlanta anlıyacağın. Şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti benimle.. Kanıma girdi o gün.. tabii taktım ben bunu kafaya.. Ertesi gün bir soruşturma.. Dediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede.. Ama asıl Zagor'a kesikmiş.. Zagor da kaptiden içerde o zaman.. Bi gün süslenmiş püslenmiş zınk geçti dükkanın önünden.. Yazıldım peşine.. Tuhafiyeciye gitti.. Pastaneden çıktı.. Minibüs, otobüs geldik Sağmacılar'a.. Benim içimde bir sıkıntı.. işi anladım tabi.. Zagor'u ziyarete gidiyor.. Bir tuhaf oldum.. Piçi de kıskandım.. Uzatmayalım, çaresiz evlendik ötekiyle.. O ara Zagor içerden çıktı.. Sonra bi duyduk kaçmış bunlar.. Altı ay mı, bir sene mi kayıp.. Hep rüyalarıma girerdi orospu.. O gün dükkana gelişini hiç unutmadım.. Benimkine bile dokunamaz oldum.. Sonra birde duydum ki iki kişiyi deşmiş Zagor.. Biri polis.. ikisinin de gırtlağını kesmiş.. Karakolda beş gün beş gece işkence buna.. Arkadaşlarının öcünü alıyorlar..Kaltağa da öyle... Önce öldü dediler Zagor'a; sonra komalık.. Ankara'da oluyor bunlar.. Bizimki bi gün çıka geldi mahalleye.. Zagor içerde.. En iyisinden müebbet.. Bi sabah dükkana geldim baktım bu oturuyor.. Önce tanıyamadım.. Anlayınca içim cız etti... Cız etti de ne tornavida yemiş gibi oldum.. Çökmüş... Zayıflamış..Bembeyaz bi surat, ama busefer başka güzel orospu.. Orhanın şarkıları gibi... Kalktı böyle dimdik konuşmaya başladı.. Dedi para lazım.. Çok para.. Zagor'a avukat tutacakmış.. ileride öderim dedi.. Esnafız ya biz de nasıl diye sormuş bulunduk.. Orospuluk yaparım dedi.. istersen metresin olurum.. içime bişey oturdu.. Ağlamaya başladım... Ama ne ağlamak.. işte o gün bi inandım orospuya tam yirmi yıl geçti.. Uzatmayalım Zagor'a müebbet verdiler.. Ama rahat durmaz ki piç.. Ha birini şişledi, ha firara teşebbüs, o şehir senin bu şehir benim cezaevlerini gezip duruyor.. Orospu da peşinden.. Sonunda dayanamadım ben de peşinden..Önce dükkan gitti... Ardından taksiler... Karı terketti, peder kapıları kapadı.. Yunus gibi aşk uğruna düştük yollara.. iş bilmem, zanaat yok.. Bu durmuyor hiç.. ilk yıllarda ufak kahpeliklere başladı.. Sonra alıştı.. Gözünü yumup yatıyor milletin altına.. Gel dönelim diye çok yalvardım.. Evlenelim.. Pederi kandırırım... Zagor'a bakarız... Kancık köpek gibi izini sürüyor itin.. Ne yaptı buna anlamadım.. Kaç defa dönüp gittim istanbul'a.. Yeminler ettim, doktorlar, hocalar kar etmedi.. Her seferinde yine peşinde buldum kendimi.. Bir keresinde döndüm biriyle evlenmiş bu, hamile.. Beni ağbisiyim diye yutturduk herife.. Nedense rahatladım.. Ohh dedim kurtuluyorum.. Bu da akıllanmış görünüyor.. Yüzü gözü düzelmiş.. çocuk diyor bişey demiyor.. Sinop'ta oluyor bunlar.. Ben de döndüm istanbul'a.. Doğuma yakın Zagor bir isyana karışıyor yine.. Hemen paketleyip Diyarbakır Cezaevin'e postalıyorlar.. Çok geçmeden bizimki depreşiyor yine.. O halinle kalk git sen Diyarbakır'a.. Üç gün ortadan kaybol.. Herif kafayı yiyor tabi.. Dönünce bi dayak, eşek sudan gelinceye kadar.. Kızın sakatlığı bu yüzden.. Sonra çocuğu doğuruyor.. Durum hemen anlaşılmamış.. Ortaya çıkınca bi gece esrarı çekip takıyor herife bıçağı.. Çocuğu da alıp vın Diyarbakır'a.. Zagorun peşine.. Allahtan herif delikanlı çıkıyor da şikayet etmiyor.. Ben o ara istanbul'da taksiden yolumu buluyorum.. Epey bi zaman böyle geçti.. Yine her gece rüyalarımda bu.. Zagor'un Diyarbakır Cezaevinde olduğunu duymuştum o sıra.. Bi gece bi büyükle eve geldim.. Hepsini içtim... Zurnayım tabi.. Bi ara gözümü açıp baktım karlı dağlar geçiyor.. Bi daha açtım başımda bi çocuk kalk abi Diyarbakır'a geldik diyor.. Baktım sahiden Diyarbakır'dayım... Bi soruşturma, Kale mahallesi vardır oranın... Bi gecekonduda buldum.. Malımı bilmez miyim.. Görünce hiç şaşırmadı.. Hiç bişey demedik.. O gece oturup düşündüm.. Oğlum Bekir dedim kendi kendime "Yolu yok çekeceksin.. isyan etmenin faydası yok.. Kaderin böyle..Yol belli... Eğ başını usul usul yürü".. O gün bu gündür usul usul yürüyoruz işte..
--spoiler--

masumiyet - zeki demirkubuz
erkek uyurken, kadınsa uyandığı an güzelse güzeldir.

seviştikten sonra, hemen giyinen-örtünen kadından daha itici tek şey; sevişirken-seviştikten sonra kadınına götünü göster(e)meyen erkektir.

bir erkeğin evriminin son noktası: kendisine verilen ya da kendisinin sevgilisine vereceği çiçekle ana caddede utanmadan yürümesidir
aslinda ask hic bitmez.
--spoiler--
-“ Neler doğuyor nefretten ama daha çoktur sevgiden doğan
Ey kavgacı sevgi! Sevilen nefret!”(Shakespeare, 25)
“Kavga tutku”suna karşın “aşk acısı” , yani bu iki zıt öğe daha tragedyanın başında, biz okuyucu ya da izleyicileri karşılamaktadır. Romeo bu kavga sırasında, aşk acısı çekmektedir, Rosaline adlı birine tutulmuştur ve aşkına karşılık alamamakta, herkesten uzak durmaktadır ve sadık ve dürüst kuzeni Benvolio hariç kimseye açılamaz. Romeo için şöyle denmektedir:
- “ Kaç sabah ona, orada rastlamışlar
Gözyaşlarıyla taze sabah çiğlerini çoğaltırken…
…..
Tatlı yapraklarını havaya açamadan
Güzelliklerini güneşe sunamadan
Kıskanç bir kurdun kemirdiği bir tomurcuk gibi…” (23)
Uykusuz geceler geçirir ve gündüzleri de kendini karanlık bir odaya kapatır. Montegue olan arkadaşları, özellikle de hikayemizin başından beri pek yersiz ve çok konuşan dostu Mercutio, onu aşkını unutması ve eğlenmesi için teşvik etmektedirler. Bu kavganın hemen ertesi günü, Capulet’lerde bir parti verildiğini duyarlar ve eğlenmek ve acılarını unutmak için maske takıp bu partiye gizlice ve iyi niyetle katılmaya karar verirler. Romeo ise bir önceki gece bir rüya görmüştür. Rüyası kendi ölümünü haber vermektedir. O yüzden son ana kadar partinin uğursuz bir seçim olduğu konusunda direnir ancak son anda o da kendini kaderinin ellerine bırakır ve arkadaşlarına katılır:
“Bence henüz erken. içimde bir önsezi
Yıldızlara asılı bir olay
Başlayacak bu gecenin cümbüşüyle
O ürpertici dönemine sanki:
Zamansız ölmek gibi alçakça bir cezayla
Durdurup bağrıma gömülü yüreğimi
Son verecek aşağılık hayatıma.
Ama ey hayatımın dümenini tutan
Gemime sen yön ver. Gidelim soylu beyler!” (43)
Bu rüya, hikayemizin ileriki safhalarında yaşanacak olaylar için bir göstergedir. O geceyle Romeo’nun ve onunla beraber iki düşman ailenin kaderleri değişecektir ve Romeo bu kadere boyun eğmektedir, rolü “ölmek” olsa da. “Rüya sadece, bir önemi yok” deyip gerçekliğine inanmayarak katılmıyor partiye, aksine, o rüyanın işaret ettiği, yani sezdiği gerçekten emin, kaderine boyun eğiyor. Hakikaten oyunun sonunda Romeo ölmek zorunda olmasa, yani hayatındaki rolüne boyun eğmemiş olsa, nefreti yok edecek bir sevgi ortaya çıkmamış olacaktı ve düşmanlık hiç farkındalık kazanmadan daha nice nesiller sürüp gidecekti. işte Shakespeare’in muhteşem tragedyalarının oynadığı rolü, bu eser de çok güzel oynuyor: yeni ve daha uygun bir düzenin inşa edilmesi için yıkım ve ölüm. Ve buna cesurca itaat eden bir kahraman: Romeo.
Romeo’nun bu cesur ve erdemli karakteri oyunun pek çok yerinde izleyiciye hatırlatılıyor. Düşmanları Capulet bile Romeo hakkında şöyle diyor:
“hem övünüyor tüm Verona kendisiyle,
Erdemli, yiğit bir genç diye…”(47)
Ve bu geceyle değişiyor, Romeo’nun, onunla beraber Montegualar’ın, Capuletler’in ve sonra da tüm Verona halkının kaderi: Romeo ve Juliet o gece partide karşılaşır ve aşık olurlar. iki düşman ailenin biricik kızı ve oğlu…
Ve iki zıt öğe bu aşk sahnesinde bile gözler önüne serilmektedir. Bir tarafta aşka tutulmuş Romeo ve Julietin ilk karşılaşmaları, diğer yanda Romeo’yu nefretle fark eden Tybalt’ın bastırılmış öfkesi…
Romeo, Juliet için şöyle mırıldanır:
“Parıldamayı öğretiyor bütün meşalelere…”(45)
Ve yine:
“Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi,
Yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan:
Biz dönünceye dek siz parıldayın diye”(55)
O gece sevgi doğar, nefretin içinden. Romeo da Juliet de gece bitmeden hemen önce başkalarından öğrenirler, birbirlerinin iki düşman ailenin oğlu ve kızı olduklarını. Buna tepkileri şaşırtıcı ve sorgulatıcıdır. ilk başta Juliet şu tepkiyi verir:
“Biricik sevgim biricik nefretimden doğdu.
Erken görüp tanımadığım, tanımakta geç kaldığım
Tiksindiren düşmanı birden sevmemle
Harika bir sevgi doğdu böyle!”(51)
Romeo ise şu tepkiyi verir:
“Bir Capulet mi o? Sevimli alacaklı!
Düşmanıma borçluyum demek ki yaşamımı.”(49)
Okuyucular ya da izleyiciler olarak, hem Romeo’nun hem de Juliet’in, zıt öğeleri (nefret-sevgi) sözlerinde toplaması ve sonunda yine de aşkı seçmeleriyle, kaderin sunduğu bu sevginin nefrete karşı bir zafer kazanmasını beklemeye başlıyoruz. Ve Shakespeare, bu oyunun en önemli olduğu varsayılan tiradında, balkon sahnesinde, Juliet’e nefret ve düşmanlığı sorgulatarak; nefreti, insanın özüne hiç de ait olmayan , atılası, üstümüze yapışmış bir leke ya da unvan gibi gösteriyor gözlerimize. Juliet’ten bu tiradın bir parçasını şu şekilde dinliyoruz:
“Ah, Romeo, Romeo! Neden Romeo’sun sen?
inkar et adını, babanı yadsı!
Yapamazsan yemin et sevdiğine,
Vazgeçeyim Capulet olmaktan ben.
……
Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile
Kokmaz mı aynı güzellikte?
Romeo’nun da adı Romeo olmasaydı,
Kusursuzluğundan hiçbir şey kaybolmazdı.
Romeo, bırak, at bu adı! Senin parçan olmayan
Bu ada karşılık, al bütün varlığımı.”(56)
Nefretin sadece isme yapışmış bir leke olarak atılmasını istiyor Juliet. Romeo da bu tiradı gizlice dinleyerek inkar ediyor Romeo olduğunu… Güle gül demeseydik, güzelliği kokusu aynı kalırdı… insan için de sanki nefret sonradan takılmış bir isim gibi, aşk ve sevgiyse zaten özümüzde var ve bizi insan yapan şey! Gülü, kokusu gül yaptığı gibi. Böylece iki genç ailelerinin kendilerine “öğrettikleri” nefreti bir anda iterler; onlar için bu sahneden itibaren geriye sadece güzelliğe duyulan “aşk” kalır.
Hemen ertesi gün, hikayedeki bilge rahip Lawrence aracılığıyla aralarında gizlice bir evlilik olur. Rahip bunun hızlı alınmış bir karar olduğunu düşünür:
“Şiddetle başlayan hazlar şiddetle son bulurlar,
Ölümleri olur zaferleri,
……
Onun için ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin,
Hedefe hızlı giden yavaş kadar geç varır.” (82)
Yine de sevginin ailedeki nefreti kurutmak için tek umut olduğu düşüncesiyle, Rahip, bu iki genci birleştirmeye karar verir:
“Bakarsın bu birleşme mutlu sonuçlanır da
içten bir dostluğa döner iki ailenin nefreti.”(67)
Ama sevgiyi yaşatmak, üzerine nefret yapışmış her insan için süreç isteyen bir olgudur. Hikayemizde de, nefretle beslenmiş bir toplumu iki gencin sevgisi hemen değiştirmeye yetmez, yetse de bu süreç hiç de kolay olmaz. Çünkü daha evlendikleri gün, Romeo, Mercutio ve Tybalt arasında çıkan kavgayı sevgisiyle durdurmaya çalışır. Ancak onun bu çabası daha kötü bir sonuç verir ve Mercutio, Romeo’nun kolunun altından yaralanır ve iki aileye de lanet okuyarak ölür. Romeo onun yüzünden ölen arkadaşının öcünü almak için Tybalt’a meydan okur:
“Ey ateş gözlü öfke yol göster bana!”(90)
Ve Tybalt ölür. Romeo’ya ise sürgün cezası verilir. Juliet olanları duyunca durmaksızın ağlamaya başlar, ama Tybalt’ın ölümünden çok, Romeo’nun sürgün edilişine yas tutmaktadır.
ilerleyen olaylar artık hızla ve kontrol dışı gerçekleşmektedir: Romeo sürgün edilir. Juliet’in üzüntüsüne teselli olsun diye iki gün içerisinde Capuletler Juliet’i yakışıklı, zengin ve Aristokrat Paris’le evlendirmek isterler. Juliet buna karşı çıkar, bunun üzerine Capuletler, Juliet’i evlatlıktan reddedip evden kovarlar. O ana kadar Juliet’e evliliğinde ve Romeo konusunda hep yardımcı olan dadısı ise bu durum karşısında birden Romeo’yu kötüleyip, Paris’le evlenmesini önerir. Arkasında kimseyi bulamayan Juliet ise günah çıkarmak için diye izin alıp Rahip Lawrence’a gelir. Rahip Juliet’in ölümü bile göze aldığını görünce ona bir ilaç verir. Bu ilaç kızı 42 saat ölü gibi gösterecektir. Aile kızın yasını tutacak ve onu aile mahsenine kapatacaklardır. Bu sırada peder de Romeo’ya haber salacak, 42 saat sonra hiçbir şey olmamış gibi uyanacak olan Juliet’i Romeo, sürgün edildiği yere kaçıracaktır. Juliet bu fikri beğenir, kabul eder. O gün herkesten özür diler, günah çıkarttığını söyler ve yalnız uyumak için dadısını gönderir. ilacı içer ve ölü gibi görünür sabah. Aile Juliet’i mahsene kapatır ve yasını tutarlar. Derken peder Romeo’ya durumu anlatan bir mektup gönderir. Ancak kızın uyanmasına üç saat kala, mektubun bir aksilik nedeniyle yerine ulaşmadığını fark eder. Bu durumdan endişelenerek beklemeye koyulur. Bir yandan da kız uyandığında onu hücresinde saklayıp, Romeo’ya yeni bir mektup gönderme planı yapar. Fakat bu sırada Juliet’in ölüm haberi Romeo’ya ulaşır ve Romeo, pederden mektup beklemesi gerektiğini düşünür ama sonra bu haberin acısıyla hemen yola koyulmak ister. ihtiyar bir adama tüm parasını vererek ondan bir şişe zehir alır. Gizlice Verona’ya Juliet’in kapatıldığı mahsene gelir. Burada Juliet’e nezaket içinde ve sakinlikle veda eden Paris’le karşılaşır. Onu can havliyle öldürür; aksi halde Paris onu şika
yet edecektir çünkü Pariz, Romeo’nun Juliet’in cesedine zarar vererek intikam alacağını düşünmektedir. Ve Romeo, Juliet’e son kez gözyaşları içinde veda eder ve zehri içer. Peder tam o anda gelir, Romeo ve Paris’i ölü bulur, Juliet’in uyanmakta olduğunu fark eder. Juliet’e acele edip gelmesini, felaketlerin doğduğunu söyler, o sırada sesler duyar ve kaçar. Juliet ise gelmeyi reddeder. Romeo’yu ölü görünce zehirin dibini içmek ister ama hiç kalmadığını anlayınca kendi kalbine hançeri saplar ve Romeo’nun ölü bedeninin üzerine düşer ve ölür.
Tüm bu olaylar Prens’in huzurunda Rahip Lawrence tarafından açıklanır. Biricik oğlunu ve kızını düşmanlıkları yüzünden kaybeden Capulet ve Monteguelar çocuklarının ölü bedenleri huzurunda, gözyaşları içinde barışırlar.
“Tanrı, hayatınızın mutluluğunu sevgi ile öldürdü!”(159)
Sonunda sevgi yener nefreti… Hepimizin değerli ve zor olanın hazzını tadabilmek için acı’ya ihtiyacımız var belki de.
“Büyük engellerde bulur büyük hazzı insan”(52)
Ama şu açık ki her şey bir seçim: Romeo ve Juliet’in nefret yerine aşkı seçmesiyle başladı her şey. Romeo’nun “öfkeyi” seçip Tybalt’ı öldürmesiyle sarpasardı. Romeo’nun mektubu beklemeyip sabırsız bir ölümü seçmesi de bir seçimdi; ama kader ona ulaşacak mektubu geciktirip onu bu sabırsızlığa itmeseydi, belki Juliet’le hep mutlu kalacaklardı sürgünde, ama onların sevgileri ailenin nefretini kurutmayacaktı… Kader’e saygılı bir bağlılık söz konusunu oyunda, ama özgür irade ile sevgi’yi seçerek, onun getirdiklerine saygıyla itaat ediyor karakterlerimiz; ölümü getiriyorsa cesurca göğüslüyor ve ölüyorlar. Ama sevgi’yi kendileri seçiyorlar. Juliet, yaptığı yemine sadık kalıyor ve o yemin uğruna ölüyor. Bu kişiler sevginin sadece bu dünyada yaşadığına inansalar, ölümü seçmezlerdi: onlar sevginin yaşamasında kendi ölümlerini bir engel olarak da görmüyorlar. Çünkü ölümsüz sevgiye inanıyorlar.
Sevgi bir seçimdi, bu oyunda… Nefreti yeniyor, binbir acı ve yıkımla. Ama ne zamanki yeni bir değer tohumlanır ruhumuzda; bir şeyleri yıkması gerekir içerde. Sevgiyse doğan nefreti, sabırsa aceleciliği, sükunetse, öfkeyi ve onun yoldaşlarını yıkmalı.
Peder Lawrence’ın Juliet’e veriği bitkiyi toplarken yaptığı bir tirad var, işte tam da bu savaşı hatırlatıyor bizlere:
“şu minik çiçeğin taze filizlerinde
Zehir de var iyileştiren özler de:
Koklanırsa dinçlik verir her yerine insanın
Tadılırsa öldürür tüm duyguları
Durdurur yüreği.
insanın içinde de otlarda olduğu gibi,
Karargah kurmuştur birbirine düşman iki kral;
Biri erdem öteki gemsiz istem,
içlerinden kötüsü egemen oldu mu bir kez
Kurt kemirip çürütür tez elden o bitkiyi.”
--spoiler--
nerde o eski kadınlar, erkekler, aşklar dedirten başlık.
Gerçek aşkı yaşayan gerçek erkekler dışardan çok da bıçkın, çok da delikanlı gözüken tipler değildir.

Severler, reddedilince sinirlenmezler, düşman olmazlar, sadece hüzünlenirler. Yüzleri yine gülebilir ama geceleri seher yeli dinlerler, ağlarlar. Ağlarlar ama soğan erkeği gibi değil, gözleri, burunları sızlaya sızlaya 2-3 damla yaş dökerler, o yaşlar üç kuruşluk erkeklerin bir düzinesinin üstüne damlasa hepsini boğmaya yeter, o kadar onurlu bir hüznün tezahürüdür. Ve o gerçek erkek, o gerçek adam gibi adam bunun reklamını yapmadığından onu pek bilen de yoktur. Bilen bilir ama asıl bilmesi gerekenler görmez onu. Çünkü o ufka bakıp dertli dertli sigara içmez, rakı sofralarında efkar dağıtmaz. Adamdır o adam! Yükünü tek başına taşıyabilir, kimsenin ve hiçbir şeyin yardımına ihtiyaç duymadan.

Bu dünya sahte erkeklerin sahte aşklarının dünyasıdır.
Gerçek kadınlar mı... biz de onları göremiyoruz. Kendilerini göstermezler.
gerçek nedir bilir misiniz? bilmeye gerek bırakmaz gerçek gelince. hissedersiniz onu. tanırsınız. bu aşk yok, bu devirde ne aşkı diye bıdı bıdı konuşanlar bile bilirler, anlarlar aşık olunca. gerçek bir kadınla gerçek bir erkeğin ayrımını dilleri, sözcükleri yapmasa da beyinleri, kalpleri yapabiliyor. kimse martaval okumasın bana. aptal ve komik olmayan bir kaç espri yapacaksınız diye ya da söylemekten bıkmadığınız abaza kelimesini bir daha kullanma şansını elde edeceksiniz diye, ya da bir kaç kere aşk sandığınız basit duygularda hayalkırıklığı yaşadınız diye bu dünyanın en asil duygusuna bok atmaktan vazgeçin. açın kalbinizi, inancınızı aşka, hazırlıklı olun, bekleyin. yok yok dersen gelse de anlamazsın zaten. sen bıdı bıdı yaparken bir bakmışsın yıldırım gibi çarpılmış ibişe dönmüşsün, ama kıymetini bilmedikten sonra değil yıldırım tanker çarpsa kar etmez. aşk vardır ve yakalanırsa bir insan ona, adamın götünden kan alır kamil. anlıyor musun kan!
Güncel insan yaşam formlarına bakıldığında üçü bir arada pek bulunmayan gerçeklik varsayımlarıdır.
gerçek kadınlar+gerçek erkekler+gerçek aşklar=boş küme.
gerçek kadınlar ayrılığa çok zor karar verirler, bir anda söyleyip sessizce ayrılırlar..

gerçek erkekler ayrılığa bir anda karar verirler, çabuk pişman olup sevgililerini geri kazanırlar..

gerçek aşklar biter.. bittiği yerde sevgi başlar..
bazen gercek kadinlar hayatinda hic duymadigi hakaretleri bir anda kendilerine etmeyi göze alirlar mesela.
gerçek aşıklar sonsuz bir aşkı seçer. gerçek kadın gerçek adam birbirine karışır o aşkta, hangisi kimdi anlaşılmaz. mesafeler, engeller, olmazlar, kavgalar geçicidir onlar için, tek gerçek göğüslerinde atan tutku dolu kalpleridir. gerçek aşkta tutku vardır. her tadı yaşarsın, utanmadan, çekinmeden. sınır yok, sonu yok.
"Birden durup dururken icim ciz etti. Bir baktim gene ayni karin agrisi. Oyle ozlemisim ki seni. Donerken bir meyhane gordum, bir iceri girdigimi hatirliyorum bir de rakiya yumuldugumu. Arkasindan en az 4 cigaralik. Sonra bi gozumu actim karsidan karli daglar geciyor. Bir daha actim basimda bir cocuk 'Kalk abi' diyor, 'Kars'a geldik'. Otobusten indim yurumeye basladim. Dedim allahim neredeyim ben, burasi neresi? Sonra guc bela burayi buldum. Kapinin onunde durup dusundum. Dedim 'Bekir, bu kapi ahret kapisi, bu kopru sirat koprusu, bu sefer de gecersen bir daha geri donemezsin', 'iyi dusun' dedim, dusundum, dusunuyorum, ama olmadi, donemedim. Sonra 'bak oglum' dedim kendi kendime, 'yolu yok, cekeceksin. isyan etmenin faydasi yok, kaderin boyle. Yol belli, eg basini, usul usul yuru simdi'."

kader-zeki demirkubuz

http://www.youtube.com/watch?v=kfqJHvSZntM