bugün

görsel
--spoiler--
“ çöp gibi bir oğlandı, ipince,
Hayırsızın biriydi fikrimce,
Ne vakit görsem öldüreceğimden korkardım,
Felaketim olurdu, ağlardım “
--spoiler--

(bkz: attila ilhan)
(bkz: üçüncü şahsın şiiri)

Son 15 senedir çoğu kişiye içimden söylerim bu dizeleri.
Bir gün ölüverirsem,
Apansız buluverirsem kendimi
Vermiş olarak son nefesimi
Gülümseyin a dostlar arkamdan
Doyasıya yaşadım bu hayatı
En gizli zevklerinden
En onulmaz yaralarına kadar vardı ruhum
Bir okyanus kıyısında verdi canının yarısını diye söylenir
Bir kar yağışında buldu huzuru
Bir çöl sıcaklığında hissetti canının acısını
Bir başka baktı hayata ki hem de nasıl
Bir tanrıya tapar gibi yattı kalktı,
Durdurulamaz beynini beyhude boşalttı
Ve tonlarca kelimeler sarf etti
Algılamayan beyinlere
id lerle süper egoları çarpıştırdı
içinde freud u gördü her bir insanın
Başını okşadığı her köpekten it gibi korkardı
Yine de okşardı diye söyleyin
Kim bilecek yaşadıklarımı
Bir akşam üzeri çözdü hayatın bulmacasını
Bir gece denizin sesinde duydu müziği
Bir parça ekmeğin azizliğini
Ve kalamarların lezzetin değişmediğini...
Aşık oldu diye söylensin arkamdan
Yanlışken doğruları, doğru olunca da
Yanlışları gördüğümü belirtin
Bir anda almadı kafası dünyayı
Ve sonsuz olasılığı deyin
Matematiksel bir dünyada hiç olduğunu anladığında
Birkaç derya dolusu ağladığımı söyleyin
Nietzsche i okuduğumda haksız bulduğumu
Ve bir parça kişiselliğimi yitirdiğimde başladığımı okumaya..
Bir gün ölürsem öyle apaçık ulu orta önemsiz varlığımla
Bağırın mezar taşıma
Büyük hayaller kuruyordu hem de
Boyuna posunu bakmaksızın diye
Hatırlatın bana ettiğim yeminleri
Tuttuğum elleri
Ve sigara dumanında kalbime gömdüğüm dilberleri...
Ölüverirsem, belki tam da şu anda
Belki bunları da okuyamazsınız
Son sözlerimi bir kedi yada bir ayyaş duyar
Ahdimdir onlara da bu faniyatta
Eğer ki sesimi rüyalarında bile ayırt etmezse sevdiklerim
Ahdimdir , azabımdan
Her gün doğar her akşam yeniden ölürüm hiç anlaşılmadan,
Sahi beni anladınız mı a dostlar ?
Yürüdüğüm her bir adım anlamıştır beni
Hatırasını gördüğüm her bir yer
Bendeki değeri gibi bilir değerimi
Ya siz a dostlar?
Canımın canı dediğim insanların birer hiçe döndüğünü söyleyin birbirinize
En yakınlarımın bana kör gördüğünü gösterin gözlerinize
Anlamak ve anlaşılmak, bir parça da sevilmek vardı gayemde
Gelmedi hiçbiri bir kez olsun başa
Kavak yelleri eserken başımda şekilci olduğumu
Durulunca materyalist olduğumu
Olgunlaşınca edinimsel kavgaları bıraktığımı
Ve spiritüel alana kaydığımı...
Belki son sözlerim olurdu sizlere bu şiir
Ama nerde sizde mecal ki okuyasınız
Beni anlamadığınız için her gün en baştan öldüğümü
Anladığını sanaların sahteliğini görünce
Sigaranın dumanına koştuğumu bilin siz...
Kim bilir belki bugün ölürüm
Yine bilmem kaçıncı kez..
Yine de bilin isterim sizlerden
Mezar taşımın üzerine yazılanı
Anlaşılmadan, sevdiğinin körlüğüne ömrümü her gün tükettiğimi
Ve yine her gün öldüğümü yüzümde gülücüklerle ...

Bugün ölürsem a insanlar bilin bu gerçeği
Yalnızlık kadar acıdır ben olmak
Büyük hayaller , küçük insanlar
Seçemediğin arkadaşlıklar
Bu adaletsiz dünyada,
Üç kuruşa metelik atarken
Dünyanın ipini gevşetenlere uyuz olduğumu
Ve sizlere dargın olduğumu bilin.
Öteki dünyada bile sizi görmek istemediğimi görün gözlerinizle ,
Alternatif evrenlerdeki benlerden de nefret ettiğimi bilin
Aşık ve maşuk misali yaşam ve hayat
Ölürsem ben bir gece vakti
Mezarımda şiiirimi okuyun
Sizin için bir yasin e bedeldir.
Üstünde güvercinler kayan şu rahat dam,
Kıpraşır durur, bir yanı mezar bir yanı çam;
Tam öğle üstünün orda yaktığı ateşler
Deniz, deniz hep yeniden yeniden başlar!
Tanrıların dinginliğine bakıp bakıp da
Ne ödüldür o, bir düşünce sonrası düşer payına.

ince pırıltılar dupduru bir işçilikle
Ne elmaslar tüketir belirsiz köpükte,
O nasıl bir erinçtir belirir gibi olan!
Güneş bir uçurumun üstüne geldiği an,
Öncesiz bir nedenin katışıksız izidir,
Zaman parıl parıldar düş desen bilinçleşir.

Yalın Minerva tapınağı, tükenmez hazine,
Durgunluk kitlesi ve gizli damar göz önünde,
Çatıkkaş su, Göz ki sende uykular saklar
Alev bir örtü altında ne uykular,
Ey sessizlik!.. Ruhta yükselen yapı,
Ve binbir kiremiti altın, ey çatı!

Zaman tapınağı, tek iççekişin özetlediği:
Çıkıyor ve alışıyorum o dupduru yere ki
Her şey çevrili denize yönelen bakışımla;
Ve sanki son adağım bütün tanrılara,
Yolluyor hiç durmadan menevişler
Doruklara karşı şahane küçümseyişler.

Meyve nasıl eriyip gidiyorsa hazda,
Ve yokluğu bir tada dönüşüyorsa
Bir ağızda yitip giderken biçimi,
ilerdeki buğumu solumaktayım ben de
Ve uğultulu kıyılardaki değişmeleri
Gök şakıyıp durmadan eriyen ruha.

Güzel gök, gerçek gök, gör bende değişmeyi!
Ne kaldı onca gururumdan ve hünerliyse de
Gör aylaklığımdan geriye ne kaldı şimdi?
Kapıldım ışıl ışıl boşluk derinlerine,
Ölülerin evleri üstünden gölgem geçmede
Alıştırarak beni o ince, o tüy ilerleyişe.

Güneşin alevleri altında böyle ruhum
Ey güzelim adalet sana tutunuyorum
Senin o ışıktan amansız silahına!
Ruhum, getirmekteyim seni ilk durumuna,
Gör kendini! ama bil, dönüşsen de ışığa
Bir gölgesin donuksun işte yarı yarıya

Ey tek benimçin, bir bana, yalnız bende,
Duran şey saf olayla boşluğun arasında,
Şiirin kaynağında, yanıbaşında kalbin,
O kekre, o karanlık, o sarnıç çığlığıyla,
Çınlasın geleceğe ilişkin bir oyuk ruhta,
Bekliyorum yankısını iç yüceliğimin!

Bilir misin, yaprak ve dalların düzme tutsağı,
O cılız parmaklıkları yiyen girinti,
Yumulu gözlerimi kamaştıran gizler,
Hangi ten çekmekte tembel sınıra beni,
Hangi tutkudur o kemikli toprağa sürükler?
Bir kıvılcım o tende anar yitişlerimi.

Örtük, kutsal, tıkabasa maddesiz bir ateşle,
Bağrını ışığa vermiş şu toprak köşesine,
Bayılıyorum üstünde meşaleler yükselen
Bu yere ki altındadır, taştan, loş ağaçlardan,
Ne mermerler titreşir uyup da gölgelere;
Uyur vefalı deniz mezarlarımın üstünde!

Görkemli kancık it, bırak şu put sevdasını!
Ben nicedir otlatırken gizemli koyunları,
O beyaz sürüyü rahat mezarlarımın üstünde,
Burda yapayalnız, bir çoban gülümsemesiyle,
Savuşturur gitsin sakıngan güvercinleri
Sonu olmayan düşleri, meraklı melekleri!

Bu noktaya gelince Hersi tembelliktir.
Böcek bömböcek olur kuraklığı kemirir;
Her şey yanık, bozulmuş ve havaya karışmış
Ve bilmem hangi kaskatı bir öze dönüşmüş.
Hayat gepgeniş olmuş esrimiş de boşlukta,
içimde bir saydamlık, acıda yumuşama.

Gizli ölüler toprakta, erince ulaşmışlardır,
Kendi gizleriyle ısınmış ve ayrışmışlardır.
Tepede öğle üstü, hiç kıpırtısız öğle
Düşüncesi kendinden, kendine uygun öyle ...
Baş nasıl şahaneyse taç öyle bahanesiz,
işte sendeyim ben, ey değişme, ey giz!

Korkularına karşı elinde tek ben varım!
Pişmanlıklarım, kuşkularım, ayak bağlarım
Hepsi de senin o iri elmasının kusuru!..
Ama onların o ağrı mermer gecelerinde,
Ne olduğu bellisiz bir kavim bitki köklerinde
Nicedir usul usul senden yana doğruldu.

Kopkoyu bir yoklukta eriyip gitti,
içti kırmızı kil beyaz niteliği,
Ve çiçeklere geçti yaşama yeteneği!
Nerde sözcükleri ölülerin, senli benli,
Kişisel yol yordam, tek tek kişiler nerde?
Kurt düşmüş gözyaşlarının doğduğu yere!

Uyarılmış kızların tiz çığlıkları,
Gözler, dişler ve nemli gözkapakları,
Görkemli memeler ateşle oynayıp duran,
Öptüren dudaklara doluvermiş kan,
Son kayralar ve onlara karşı çıkan eller,
Her şey toprağa girer ve oyun sürüp gider!

Ve siz, Koca Ruh, ne düş umarsınız ki
Dalganın ve ışığın şu yalancı renklerini
Burda tenin gözüne sunuşundan başka?
Sürer mi buhar olunca da düşünceniz duygunuz?
Varlığım gözenekli! her şey hava, kuşkusuz,
Sonunda can veriyor kutsal sabırsızlık da!

Enez ölümsüzlük kapkara ve yaldızlı
Takmış başına şimşir tarak defne dalını,
Ölümü ana kucağı kılan avutucu,
Güzel palavra ve dindarcana pusu!
Yoktur isteyecek, benimseyecek tek kişi,
O bomboş kafatasım, o sonsuz sırıtışı!

Derinlerdeki atalar, boşalmış kafalarla,
Kürek kürek toprağın ağırlığı altında,
Topraksınız, ayırt edemezsiniz ayak seslerini,
Gerçek kemirgenin, kuşku götürmez kurdun ise
işi yok kapaktaşlarının altındaki sizlerle,
Hayatla beslenir o, asıl benimledir derdi!

Belki tiksinme kendimden, öz sevgi belki,
Görünmez dişleriyle bana öyle yakın ki!
Akla gelen her ad uygun düşmekte ona;
N'olsa görüp istiyor, düşlüyor, dokunuyor!
Ben uyurken hatta, gövdemden hoşlanıyor,
Temelden ilişkindir yaşamam o canlıya!

Zenon! Sen zalim Zenon! Elealı Zenon!
Attığın kanatlı ok beni deldi geçti,
Titreşen, uçan ok ya da uçmayan!
Sestir yaşatan ve oktur öldüren beni!
Ey güneş! Bir kaplumbağa gölgesisin,
Koşsa da kımıldamayan Akilleus, öylesin.

Yok, yok! Doğrulun aralıksız zaman içinde!
Vurun, bedenim, şu kaygı çerçevesine!
Bağrım, çekin içinize rüzgarın doğuşunu!
Yayılan bir serinlik denizden doğru
Ruhumu veriyor bana ... Ey tuz saltanatı!
Koşalım dalgalara yine fışkırsın canlı!

Evet! Koca deniz yaman taşkınlıklar denizi
Panter derisi ve delik deşik olmuş cüppe,
Güneşin binlerce binlerce freskiyle,
Bir uğultu içinde andıran sessizliği,
Mavi teniyle esrik, gerçek Şahmaran
Uzanıp kendi parıl parıl kuyruğunu sokan,

Rüzgar çıkıyor!.. Yaşamaya dadanmak gerekir!
Sonsuz meltem kitabımın sayfalarını çevirir,
Toz toz kayalardan fışkırıp durur sular!
Uçun, hadi uçun, göz kamaştıran sayfalar!
Yıkın dalgalar! renkli sularınızı akıtın!
Yelkenlerin yemliği şu rahat çatıyı yıkın!

Paul Valery - Deniz Mezarlığı
“Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona..”

- Sezai Karakoç
Ne güzel boştun,
işe rahatça gidip geliyorduk.
Niye doldun ki yine?
Taaaa amk istanbul.
“Beni bunca saracak ne vardı?
Kanıma girecek
Gözbebeklerime oturacak
Bir senfoni gibi kulaklarımdan eksilmeyecek
Ne vardı?
Hiç karşıma çıkmasaydın
Bu kör olası gözler görmeseydi seni
Ne vardı
Güzelliğini hiç bilmeseydim
Bir dua gibi bellemeseydim adını
Ne vardı bütün gece
Gözlerimi tavana dikerek..”
görsel
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Doğru zamanda, Doğru yerde... Doğru kişiyi beklemeyi nasip etsin Allah.
Bir ölünün son bakışıyla bakmak dünyaya
Ve yaşamanın büyük bir şaka olduğunu anlamak.
insanı en çok yaralayan kelime sanırım bu kelime.
"boşuna" uğraştım yıllarca.
"boşuna" yıprattım kendimi.

görsel
Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?
Kitaplar yalnız kralların adını yazar.
Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
Bir de Babil varmış, boyuna yıkılan,
kim yapmış Babil'i her seferinde?
Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
altınlar içinde yüzen Lima'nın?
Ne oldular dersin duvarcılar Çin Seddi bitince?
Yüce Roma'da zafer anıtı ne kadar çok!
Kimler acaba bu anıtları diken?
Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?
Yok muydu saraylardan başka oturacak yer
dillere destan olmuş koca Bizans'ta?

Kitapların her sayfasında bir zafer yazılı.
Ama pişiren kimler zafer aşını?
Her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam.
Ama ödeyen kimler harcanan paraları?

Bertolt Brecht- Okumuş Bir işçi Soruyor şiiri, evet.
Bin bıçak var sırtımda,
Biniyle de adaşsın.
Her biri hayran sana.
ibrahim
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim
Güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
ibrahim
güneşi evime sokan kim
asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
ibrahim
gönlümü put sanıp kıran kim.
Faruk Nafiz çamlıbel - Han duvarları.

“…Garibim, namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış, harem diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben…,,
Behçet Necatigil - dönme dolap.

Nerden niçin mi geldim
Bilmeden bir şey diyemem, ya siz?
Hem hiç önemli değil
Geldim, yer açtılar, oturdum
Girip çıkanlar vardı
Zaten ben geldiğimde.
Başka şeyler de vardı, ekmek gibi, su gibi
Gülüşler öpüşler ne bileyim hepsi
Doğrusu anlamadım bir düğün dernek mi
Sonra da kimileri düşünceli, durgundu
Gidenler neye gitti doğrusu anlamadım
Zaten ben geldiğimde.
Bir lunapark mı bir konser bir gösteri
Bilmem pek anlamadım önüm kalabalıktı
Sıkıştığım yerde vakit çabuk geçti.
Bak dediler baktım pek bir şey göremedim
Hem her yer karanlıktı
Zaten ben geldiğimde.
Benim tek düşüncem büzüldüğüm köşede
Nasıl çekip gideceğim kalk git dediklerinde
Çünkü çıkmak sıkışık sıralardan mesele
Kalkacaklar yol vermeye bakacaklar ardımdan
Az mı söylendilerdi şuracığa ilişirken
Zaten ben geldiğimde.
Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak
Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak
Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu;
Toprağı rüzgârı denizi göğü
O her zaman bir insanla anlamlı
Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı
Unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların
Ve ucuz korkuların kör kuyularına
Daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz.

Fırlayıp ilk ışıklarıyla günün dağınık yataklardan
Koşaradım gidiyorsunuz işinize değişmeyen yollardan
Kurulmuş saatler gibi günboyu çalışıp tekdüze
Uzayan gölgelerle koşaradım dönüyorsunuz evinize.
Ne kadar uzaksa bir felaket sizden o kadar mutlusunuz
Unuttunuz başkalarının acısını duymayı
Küçük çıkarların büyük kurnazları
Alışverişe döndü tüm ilişkileriniz, hesaplı, planlı
Sevgileriniz ayaküstü, ilgileriniz koşaradım
Unuttunuz konuşmayı kendinizi vererek
Düşünmeden bir başka şeyi, içten yalın dürüst
Dışa vurmayı duygularınızı
Unuttunuz, neydi bir ince söze yakışan en güzel davranış.

Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
-Ki bu en büyük kötülüktür size-
Yıkanmıyor bir kez olsun yüreğiniz yağmurlarla
Denizler boşuna devinip duruyor bir çarşaf gibi
Gerip ufkunuza mavisini, çiçekler her bahar
Uyanışın türküsünü söylüyor da görmüyorsunuz.
Sizin adınıza dünyanın pek çok yerinde
insanlar dövüşüyor ellerinde yürekleri birer ülke
Anlamıyorsunuz inançlarını bir kez düşünmüyorsunuz.
Ömrünüzü güzelleştirecek bir şey almadan hayattan
Bir şeyler bırakmadan ardınızda gelecek adına
Koşaradım tükeniyorsunuz insan kardeşlerim
Koşaradım
Duymadan bir gün olsun dünyayı iliklerinizde.
“Ayırma gözlerini gözlerimden bu akşam
Böyle saatlerce bak, böyle asırlarca bak.
Gözlerine yavaşça yavaşça doldu akşam.
Göklerin ateşini kalbime boşaltarak,
Ufuktaki lâmbanın fitilini kısarak
Benim içimde yaktı sanki grubu akşam Gündüzden gürültüden ve kâinattan ırak
Akşamı seyredeyim bakışlarında bırak.
Ayırma gözlerini gözlerimden bu akşam,
Böyle saatlerce bak, böyle asırlarca bak..”
Kitabe-i seng-i mezar - Orhan Veli kanık.

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada,
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
O kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allah'ın adını,
Günahkâr da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.

Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu; Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duysalar öldüğünü alacaklılar
Haklarını helal ederlerdi elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.

Tüfeğini depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matarasında dudaklarının izi;
Öyle bir rüzgâr ki,
Kendi gitti,
ismi bile kalmadı yadigâr.

Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısıyla:
"Ölüm Allah'ın emri, "Ayrılık olmasaydı."
Çöp Çocuk ve Kibrit Kızın Aşkı
Çöp çocuk bayılıyordu
Kibrit Kız'a
hele çok ateşli duran
Sevimli hatlarına
Ama ne kadar sürebilirdi
Bir çöple kibritin aşkı?
Çöp Çocuk'tan geriye
Sadece Külleri kaldı.
Yazık! hem kıyasıya harcıyorsun kendini,
Hem gönlün yeltenmiyor hiç kimseyi sevmeye.
Biliyorsun, saymakla bitmez sevenler seni,
Ama besbelli sen aşk duymuyorsun kimseye.
Öldüren bir nefrettir yüreğindeki şeytan;
Hiç umurunda değil kazsan kendi kuyunu,
Çekinmezsen güzelim canevini yıkmaktan
Onarmak olmalıyken asıl amacın onu.
Sen tutum değiştir de cayayım düşüncemden,
Yumuşak bir sevgi koy nefret yerine bir yol;
Göründüğün gibi ol; cömert, sıcak, sevecen;
Hiç değilse kendine yumuşak yürekli ol.
Aşkım uğruna bir ‘sen’ daha yarat kendine:
Güzellik onda veya sende yaşasın yine.

(bkz: william shakespeare)
Ömer hayyam adlı üstadın en sevdiğim rubaisi;

akılla bir konuşmam oldu dün gece;
sana soracaklarım var, dedim;
sen ki her bilginin temelisin,
bana yol göstermelisin.
yaşamaktan bezdim, ne yapsam?
birkaç yıl daha katlan, dedi.
nedir; dedim bu yaşamak?
bir düş, dedi; birkaç görüntü.
evi barkı olmak nedir? dedim;
biraz keyfetmek için
yıllar yılı dert çekmek, dedi.
bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim;
kurt, köpek, çakal makal, dedi.
ne dersin bu adamlara, dedim;
yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi.
benim bu deli gönlüm, dedim;
ne zaman akıllanacak?
biraz daha kulağı burkulunca, dedi.
hayyam'ın bu sözlerine ne dersin, dedim:
dizmiş alt alta sözleri,
hoşbeş etmiş derim, dedi.
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni
Bırak vehmimle gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?
Seni bulmaktan önce
Aramak isterim
Seni sevmekten önce
Anlamak isterim
Seni bir yaşam boyu bitirmek değil de
Sana hep
Hep yeniden başlamak isterim...

(bkz: özdemir asaf)
Aman amaaaann
Bal yapmayan arıdan
Çuval doldurmayan darıdan
Of oooff
Adamdan önce kalkmayan karıdan
Sakın oğlum kendini sakın.

Çıkçıkı çıkçıkı çıkçıkı

At olur da tepmez mi
Yar olur da öpmez mi
Yarin öptüğü yerde
Kırmızı güller bitmez mi?

Kenardan, ortadan, yollar çamur olmadan
Geleceksen gel gayrı gavur baban duymadan.