bugün

Fotoğrafı elime alıp baktığımda, yürüyüş yaptığım yolun sol tarafında tepede kalan kulübe tipi bir yer vardı, onun fotoğrafı olduğunu gördüm. Arkasındaki notta ise bu akşam ondan sonra burada buluşalım.

Ne hissedeceğimi bilemiyordum. Belki korkmalıydım. Ya da tedirgin olmalıydım. Biraz şaşkınlıktan sonra kimin koyabileceği aklıma geldi. Fakat o saatte hava kararıyor ve bu bölge tehlikeli hale geliyordu. Çünkü hiçbir ışık kaynağı yok ay ışığı dışında. Birilerine haber etsem mi diye düşünürken kendi kendime güldüm. Kime haber edecektim ki, yanımda kim vardı. Bunu düşündüğümde tamamıyle o saate odaklandım.

Saat yaklaştığında el fenerini alıp yavaş yavaş yürümeye başladım. Bu saatlerde ya da hava karardıktan sonra hiç gelmemiştim. Ürpertici bir tarafı varmış. Özellikle de hayvanların seslerini duyunca. Bir yandan da soğuk artmış rüzgar sertleşmiş iliklerime kadar işliyordu.

Yorgun hissediyordum. Son bir haftadır gücümün iyiden iyiye azaldığının farkındaydım. Ama şu an bunu daha net anlıyordum. En sonunda tepeye çıktım ve beklemeye başladım. Beklerken, tüh sigara içiyor olsaydım en azından vakit daha hızlı akardı diye güldüm kendi kendime. Daha vardı çünkü söylediği saate.

Aradan yirmi dakika geçmişken birinin olduğum tarafa geldiğini gördüm. Beklediğim kişi miydi bunu bilmiyordum. O yüzden kulübenin içine girdim. Adımlar yavaş yavaş yaklaşıp kapıya geldiğinde b'nin yanındaki kızı gördüm.

R: demek sendin o
M: evet, b bilmiyor buraya geldiğimi
R: büyük bir suç bu o zaman(gülerek)
M: bilmemesi daha iyi( tebessüm ederek)
R: neden çağırdın buraya, bu saatte çağırmanı az çok anlayabiliyorum çünkü
M: kulaklığın yok bu sefer kulağında
R: ne? ( Anlam verememistim bu söze)
M: ( gözlerini bana dikerek) kulaklığından duyduğum müzikler dikkatimi çekmişti. Pek kimsenin dinlemeyeceği türden şeylerdi. Ama ben biliyordum tabi.( Tebessüm etti) sonra seni izlemeye başladım. Farkında değildin. Çok da takip edemiyordum çünkü belli yerler dışında dışarı çıkmıyordun.

Kimseye de soramadım seni çünkü kimseye kendini açmıyordun. Herkesten uzaktın. Çoğu zaman kendinden bile.

R: ( gülerek) beni sapık gibi takip eden bir hayranım olduğunu bilmiyordum, neden o yürüyüşlerde tanışmaya çalışmadın ki, sık sık birbirimizin yanından geçiyorduk.

M: ( bir anda yüzü ciddileşti) ilk gördüğüm zamanlardaki enerjin ile sonrakiler aynı değildi. ilk başta tanışmak istemiştim. Doğru. Ama sonra durum farklı boyuta geldi. B ile de o zaman paylaştım durumu. O benden farklı, sinir uçları ile oynamayı, insanları uğraştırmayı sever benim aksime. Fark etmişsindir tanıştığınızda.

R: ( yüzümdeki ifade düşüp, ciddi bir şekilde) farklı bir boyut derken?
M: çevrendeki insanlar ve sen farkında değildin. Ama hem kendine hem de onlara zararlı bir hale gelmeye başlamıştın . Çünkü parçalanıyordun, duyguların ve hislerin. Enerjin günden güne düşüyordu. Gücün vardı ama bu güç seni parçalamaya ve öfkelendirmeye itiyordu. Her geçen gün daha da güçleniyordu. Baskılamaya çalışmana rağmen. Ruhsuz birine dönüyordun. Acı çekiyordun, deliriyordun ama hissetmiyordun.

En sonunda senin dikkatini çekmemiz gerektiğini anladım. B ile de konuştum bunu ve senin göreceğin zamanları belirledik. Yani o saatler rastgele değildi. Ve bizi izlediğini gördükten sonra bu yürüyüşlere başladık. Ve sonra yine seni takip etmeye devam ettim, bir değişim vardı. Bunu bekliyordum.( Tebessüm ederek) fakat sonra dikkatin yine dağıldı. Daha kötüye gittiğini gördüm. Ve sonrasını biliyorsun karşına çıkmak zorunda kaldım.

R: ( zihnin bulanmış gibiydi) bu nasıl olabilir, bu dıştan görebileceğin bir şey değil hele de benim gibi biri için
M: cevap vermedi
R: hem b her şeyi biliyor ise neden ondan sallayarak geldin buraya
M: çünkü bana zarar verme ihtimalini biliyor, bunları anlattığımda ruhundaki o gücün tetiklenecegini biliyor. Ama ben korkmuyorum! ( Vurgulayarak söylemişti bunu) ( göz bebeklerinin rengi değişmişti)
R: ( yerimden kalkıp m'nin önünde durdum ve boğazını eliyle sıkıp duvara yasladım) sana zarar vermeyeceğimi düşündüren bu cesareti sana veren ne?
M:( o gücün tetiklendiginin farkındaydı) ( zor nefes alır bir halde) çünkü bana zarar vermek istemiyorsun bunu ikimiz de biliyoruz.
Bu sözünden sonra parmaklarımın sıkılığı çok daha fazla artti ve damarlarının ne kadar zorlandığını hissetmeye başladım...
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde.
Zarif beyaz boynu parmaklarımın arasında gittikçe eziliyordu. Damarlarının her hareketini parmaklarımda hissedebiliyordum. Nefes alışının ne kadar yavaşladığını, damarlarının nasıl hızlı attığını. Sanki birazdan parmaklarımın arasında ezilecekmiş gibi zayıflamıştı boynu... Ama o an...

R: arkamda olduğunu biliyorum, b. Ama peki ya sen, Elinle o gücünü kullanana kadar seni parçalayacağımı biliyor musun? Ama bunu yapmayacağım, ağrılarımı, parçalanmamı dindir, bunu yapabilirsin. Yoksa m'nin boynu parmaklarımın arasında kalacak. Zor bir seçim değil görüyorsun.
M: ( son bir çırpınma ile söyler gibi b'ye bakarak) sakın!

Şaşkınlığa uğramıştım. Parmaklarım bir anda çözülmüştü. Boynu özgür kalır kalmaz öksürmeye başlamıştı,m. O kulübeden yavaşça uzaklaşmaya başladım. B çoktan m'nin yanına gitmişti. Tam tepeden aşağı inecek iken,

M:( zor nefes almasına rağmen bağırarak) kimsenin seni tanımasına izin vermiyorsun, insanları korkutuyorsun, kaçırıyorsun.

R:( bir gülüş ile) izin versem ne değişecek? Etrafına, insanlara bir bak. Kaçının umrunda bir başka insanı tanımak. Yüzeysel bilgi onlar için yeterli. Çünkü daha fazla tanımak hepsini korkutuyor. Merak duyguları yok. Sadece alışmışlık var onların dünyasında bunun dışına çıkan herhangi bir şey varsa karşılarında uzaklaşıyorlar. Sanatla ilgili bir bölümdeyim ama hiç kimsenin sanata dair bir algısı düşüncesi yok. Neden oradalar kendileri bile bilmiyor. Bir tutkuları yok. Oysa istanbul'dan buraya gelirken izmir gibi bir yerin insanlarında daha fazla tutku daha fazla duygu ve derinlik olur diye düşünmüştüm. Oysa gördüğüm şey tutku yoksunu ruhsuz insanlar. Geldiğim yerden daha beter. Böyle insanlar mı bir başkasını tanıyacak? Ben onların arasında sadece bir ucubeyim, pek çok yerde olduğum gibi.

M: tanımalarına izin vermeden ne olacağını bilemezsin. Sen daha en baştan önyargılı davranıyorsun.

R:( yüzüne bir tebessüm takınarak) beni tanımalarına izin verdiğim insanlar da oldu. Ama sonra o insanların nasıl değiştiğini, aslında başkalaşım gösterdiğini gördüm. Değişim her insanda olur çünkü bu daha farklı. Ve tutkularının nasıl da yitip gittiğini ve daha kötüsü bu olurken o insanların bunun farkında olduğunu gördüm. Bunlara rağmen izin vermeliyim öyle mi?

M:( sustu)

R: ve sana bir soru. Ölen tutkularımı canlandırabilir misin nekromansiden bahsetmiyorum onu belki yapabilirsin ama ölen tutkuları, canlandırabilir misin? Ya da tanımasına izin versem insanlar bunu yapabilir mi?

M:( susmuş bir halde sadece gözlerine bakıyordu çünkü ne diyeceğini bilmiyordu)

R:( tam adımlarını tepeden aşağıya doğru atacak iken m'ye dönüp) solo caminando en el camino de este mundo.
y no tengo más fuerza para luchar, bu şarkının sözleri şu anı benim kelimelerimden daha iyi anlatıyor.
M: ama ispanyolca?
R: ( bir gülümseme eşliğinde) öğrenirsin. Hem bak sizin müzikleriniz çalıyor, geç kalmak istemezsiniz oraya.

Ve sonra adımlarım eve doğru gitmeye başladı. Şiddetli bir sırt ağrısı ve parçalanan bir zihin ile. Fakat binaların önüne kadar geldiğimde sırt ağrılarım dayanılması zor seviyelere ulaştığında gözlerimin yavaşça karardığını ve gücümün bitip yere düştüğümü gördüm son olarak. Sonrasında ise...
Gözlerimi tekrar açtığımda yağmurun yerini keskin bir soğuğa bıraktığını hissediyorum. Ne kadar süredir burada kaldığımı hatırlamıyorum. Zorlanarak da olsa yerimden kalkıyorum. Her tarafım sırılsıklam. Yavaşça etrafa bakmaya çalıştığımda m' yi görüyorum.

R: sen burada ne yapıyorsun, gitmen gerekmiyor muydu
M: şarkı sözü. O sözün anlamını öğrendikten sonra oraya gidemezdim, iyi değildin. Hem b gitti oraya, en azından birimiz orada.

Bu sozunden sonra yavaşça yanıma sokulda ve kolumun altına girdi. Eve kadar sessizce yürüdük. Hiç konuşmadan. Birbirimize bakmadan. Kapıya geldiğimizde,

M: gitmemi isteyeceksen bunu aklından bile geçirme
R: (gülerek) zihinde mi okuyorsun sen
M:( alaycı bir tavırla) buna gerek yok, kendini güçlü sanan insanların zihninden aynı şeyler geçer o yüzden biliyorum
R:( bir bakış attı ama bir şey demedi) biraz dağınık kusura bakma
M: hiç de bile, hem manzaran ne kadar güzelmiş, buradan görünüşünü görmemiştim daha önce, sanki herkes ve herşeyden yüksekte gibi, hükmetmek gibi
R: sabah saatlerinde gör bir de, sis öyle bir örtüyor ki, sanki deniz gibi.( Bunu içtenlikle söyledi.
M: buna eminim.

M, biraz yemek ve biraz da içecek bir şeyler hazirlarken ben de üstümü değiştirmeye gittim. Tuhaf gelmişti evde birinin olması. Ama sorgulayacak gücüm yoktu. Üstümü değiştirip içeriye gittiğimde masanın yerinin değiştiğini gördüm.

M: ( bakışlarımdan şaşkınlığımı okumuş gibi) burası daha güzel, hem sıcak sana iyi gelir
R: teşekkür ederim

Yemekte, günlük hayattan konuştuk, sakin bir sohbet , yer yer gülüşmeler oldu. Fakat yemekten kalktıktan sonra elime kahve bardağını tutuştururken bir soru sordu...

M: neden yalnızlığı, yalnız olmayı bu kadar seviyorsun,
R:( gülerek) sevmiyorum ki, aksine işkence gibi. Hiçbir zaman da sevmedim. Tek başına olmak bazen güzel evet ama yalnızlık değil.
M: hiç öyle görünmüyordun ama
R: insanlar yanılgıya çok kolay düşebiliyor, bak, sen bile.

Bir kurt, kendi sürüsü ile mutludur. Çünkü kendini oraya ait hisseder. Sürüsü için her şeyi yapabilir. En çok da orada eğlenir. Tek başına olduğunda ise vahşileşir, tehlikeli hale gelir, karanlığa gömülür. işte dışarıdan farkedilmese de ben o sürüsü olmayan kurtlardanım. Bu çok boktan bir şey.

M: ve o yüzden de çevrendeki arkadaş gruplarından da uzaksın. Çünkü ait hissetmiyorsun. Çünkü ortak diliniz yok.
R: tam olarak öyle. Hem de pek çoğu sadece yalnızlıktan korktukları için bir aradalar bir bağ olmadan. Bu da istemediğim bir şey. Bir zorunluluktan bir arada olmak. Onlar farkında olmasa da.

M: birileriyle tanışmaktan neden uzaksın peki? Neden bunun için bir şeyler denemiyorsun.
R: uzak değilim aslında. Kendi sınıfımda da tanışmak istediğim biri var, tanıdığım insanların yanında olan insan da. Fakat neden denemiyorsun sorusu ise cevabı kendi içinde tutuyor.

Çünkü her denemem boka batıyor. Bir şeyler için çabalıyorum sonra her şey boka batıyor bir anda. Sınıfımda biri var, onu gördüğümde tam olarak bunu hissediyorum. Çabalasam da değişmiyor, boka batıyor.

M: ama, sadece bu değil di mı? Bunun seni durduracağını sanmıyorum.
R: (gülerek) çok şey biliyorsun, senin icabına bakmam lazım.
Ama doğru sadece bu değil.
M: ne peki o?
R: bazen birine ihtiyaç duyduğun an olur, en dibe batmışsindir çünkü, çıkış yolu göremiyorsundur gücün tükeniyordur. işte sizin gözetlediğiniz bu dönemde de bu oldu.

Birinin yanımda olmasına ihtiyacım vardı. Ki uzun yıllardır en yakınımda olan aramızda özel bir bağ olduğunu bildiğim biri vardı. Konuştuk geleceğim dedi. Bekledim, gelmedi. Tekrar bekledim, gelmedi. Aslında gelmesine gerek yoktu, gelemeyeceğini söylese bile yanımda olduğunu bilirdim. Ama tek bir söz söylemedi. Sonra düşündüm, son bir seneyi düşündüm. Ve aslında aramızdaki bağın koptuğunu gördüm. Bir arkadaşlık bağının kalmadığını. Çünkü birbirimizi tanımıyorduk. Çünkü öyle oturup konusmuslugumuz bile iki yabancıdan daha azdı. Belki bir gün yeniden tanışırız.

M: peki nasıl çıktın o zaman o noktadan? Tek başına hiç kolay değil çünkü.
R:( gülerek) acıyla, yaralarla ve daha çok parçalanma ile. Tabi unutmadan daha çok karanlığa bulanarak.

M: o kadar belli ki
R: ( şaşırarak) belli olan ne?
M: böyle biri olmadığın, gözlerinde farklı biri var
R: ( bir an pencereden dışarı baktı ve m'ye döndü) doğru. Dansı, müziği, gördüğüm her şeyden hikayeler çıkartmayı seviyorum. Şakalaşmayi, insanları güldürmeyi. inatlaşmayi. insanlarla vakit geçirmeyi. Yani geceyi sevdiğim kadar gündüzün renklerini de seviyorum. Sanatı. Görmeyi de seviyorum. En çok da bunu belki. insanların gözlerinden onların benliklerini, çevremdeki detayları. Uzun uzun sohbetler etmeyi. Ve insanlar duysa şaşırır belki ama konuşmayı da seviyorum.
M: ( son cümleyi duyunca o da gülmüştü)

R: Belki bunları yeniden yaparım bir gün, ama şu an o kadar yorgunum ki...( Bunu dedikten sonra m' bin dizlerine başını koydu)
M: dinlen, sabahın olmasına az kaldı, beraber bakarız o bahsettiğin ana

Sanki yeniden bir şeyler yoluna girmiş gibi hissetmiştim. Fakat birkaç dakika sonra kapı çalındı. M, kapıya gitti ve bağırışını duydum. Gittiğimde ise b,yara içindeydi, kıyafetlerinin bazı yerleri parçalanmıştı, kanlar akıyordu...
B' yi içeri alıp kıyafetlerini teker teker çıkardık. Vücudunun çeşitli yerlerinde yaralar vardı. Teninden kanlar süzülüyordu. M onu alıp yavaş yavaş banyoya götürdü. Arkalarından izliyordum. Bir an zihnim karıncalanmaya başladı. Bunun ne anlama geldiğini biliyordum. Hayır, hayır, hayır, hayır bu sefer olmaz diyordum kendime. Kontrolü belki de bedenimin her noktasını kasarak sağlayabildim. Banyoya doğru yürüdüm, m onu yavaş yavaş yıkıyordu. Yara izleri şimdi daha da netti. Canının ne kadar yandığını tahmin edebiliyordum. Bana bakmıyordu, hiçbir yere bakmıyordu, başını m' nin omzuna koymuştu. O kadar tuhaf bir anda ki, iki çırılçıplak kadın ve onları izleyen ben. Kimse bu durumu umursamıyordu.

Fakat dürtülerimi daha fazla tutamayacagimı biliyordum. Aslında tutabildigimi de ilk defa fark ettim zor da olsa. M' ye birazdan geleceğimi ve m' yi banyodan sonra yatağa yatırmasını onun başında durmasını söyledim. Başıyla onayladı. Çünkü peşimden gelmesini istemiyordum. Ve fazla vakit yoktu, günün doğmasına az bir zaman kalmıştı.

Kapıdan çıkıp o yola tekrar yürüdüğümde içimdeki dürtü bastirilamaz hale gelmişti. Ve tutmanın da bir anlamı yoktu. Aksine bu sefer bilerek serbest bırakıyordum. Ve m' ye bunu yapan şeyi arıyordum. Hava hala karanlıktı ama bunun bir önemi yoktu. Biraz gittikten sonra b' nin geldiği yolu fark ettim, otları nasıl ezip de koşarak geldiğini belki de son gücüyle. Daha da ileri gittiğimde ise oturduğumuz kayanin orada kıyafetinin parçasına ve kan izine denk geldim. Bunu gördüğüm an tamamen kontrolden çıkmıştım. Ona bunu yapan yakınlardaydı, kokusunu alabiliyordum. Sesini duyabiliyordum...

Fakat önce davranan o olmuştu. Ne büyük hata! Saldırısından kurtulduktan sonra dişlerimi boynuna geçirdiğimde, ellerimle de bedenini tüm gücüyle sıkıyordum. Bir andan sonra kendimi kaybettiğimj hatırlıyorum. Kendime geldiğimde parçalanmış halini gördüm. Ağzımda kan tadı, dudaklarımda kan izi ve üstüm başım da aynı. Ve dürtülerim yeniden uykuya geçmişti. Bir şey olmamışlığın hissizligi, soğukluğu ile eve döndüm. Hava artık aydınlaniyordu. Diğer insanlar görmeden eve çıkıp içeriye girdim. Kapının orda m bekliyordu. Ne olduğunu anlamıştı. Tepki vermesini bekliyordum. Ama hiçbir şey demedi, sadece salona gel, senin yaranın da temizlenmeli dedi. Salona girdiğimde b yatıyordu, biraz daha iyi görünüyordu.

R: neler olduğunu anlattı mı
M: evet, dönüş yolunda olduğunu neler yapmaya çalıştığını ne kadar korktuğunu bir şey yapamadığını anlattı. Bir anda saldırmış. Daha yeni sakinleşti anlattıklarından sonra.
R: o yüzden mi bir şey demedin bu hâlime, böyle tepkisizsin
M:( olaydan sonra ilk defa tebessüm etti) bunu yapmak için dışarı çıktığını anlamıştım. Kendini kontrol edemiyordun. Ve( bir an suskunlasti sonra) bunu hak etmişti.

Yutkunarak söylemişti bunu. Ona göre bir şey değildi bu. Ne olursa olsun söylemezdi. Ama sonra anlattı. Bu yaşanan ilk değildi, duymuşlardı o yolda bazı hikayelerin olduğunu. Hiç denk gelmemişlerdi. B bunu yaşayinca o hikâyenin doğruluğunu anlamıştı. Ve o yüzden söylemişti hak ettiğini. Sakin görünen yolun hikayesi oysaki kanliydi ve şimdi de değişmedi.

M: ikiniz de iyileştikten sonra seni müziği duyduğun yere götürmek istiyorum gelir misin? Belki kendi topluluğun olmaz ama iyi hissedeceğine eminim.
R: ( düşünürken..)
B: ( biraz zorlanarak yataktan başını kaldırdı) gel!
R: ( gülümseyerek) seçenek şansı kalmadı galiba

Tam o an gözüm pencereye takıldı, ona bahsettiğim an dışarıda yaşanıyordu. Ona söyledim, b' ye de yardım ettik ve beraber dışarı baktık.

B ve m: gerçekten de güzel bir görüntü, büyüleyici...
R:( sadece gülümseyerek eşlik etti).
Okul ve işten zaman artık tatile gelmişti elif için. Ailesinin yanına gidecekti Afyon'a. Bu dönemlerde değişmeyen bir şeydi bu çünkü onun için. Bu sefer de yine akrabalara ziyaret, tören gibi pek çok şeye katılacaktı. Bunlar için kıyafet de bakmıştı daha gitmeden, hazırlık tamdı kısaca.

Otobüse bindiğinde, en azından işten vakit bulabildiği için biraz dinlenmenin iyi geleceğini düşünüyordu. Her ne kadar ziyaretler yorucu olacak olsa da. Hem ailesi ile de özlem gidermiş olacak, kuzenlerini görmüş olacaktı. Bu düşünceler zihninde dolaşırken birkaç saatlik yol çabucak geçmişti bile. Otogara indiğinde ailesi gelmiş Elif'i karşılaşmıştı. Sarılarak özlemlerini gidermişlerdi.

Sonrasında ise sadece o günün akşamı biraz olsun dinlenebilmişti. Ertesi gün başlayan yoğunluk birkaç gün sürmüştü. Yorulmuştu ama çok da şikayetçi değildi bu yorgunluktan. Bu birkaç günde onu rahatsız eden tek bir şey vardı. Gördüğü rüyalar...

Bu birkaç günde sürekli kaleyi görüyordu. Oraya çıktığını. Oysa o kaleye çıkmak pek de cazip bir fikir değildi. Ve kalenin tepesine geldiğinde de silik silik görüntüler oluyordu uyandığında sadece. O yüzden aklında kalan tek şey o kaleye çıktığı oluyordu. Rahatsız etse de bu yüzden çok da önemsemiyordu, çünkü zaten yoğunluk ve yorgunluk başındaydı.

Ta ki akrabalarından dönmeye kalktıkları o güne kadar. Akşam vaktiydi. Kuzenleri ile dönüyordu eve. Tam da kalenin merdivenlerinin olduğu tarafa giden yolun başladığı caddenin üzerinde yürürken istemsizce kaleye baktı. Rüyasında gördüğü bir sahneyi gördüğünü fark etti. Normalde yapmayacağı bir şeyi yapmak istedi o an. Adeta o yöne çekildi ve kuzenlerini bir şekilde atlattıktan sonra kaleye doğru yola çıktı.

Basamakları çıkarken içinde korku da vardı, rüyaları ile yüzleşme arzusu da. Merak da vardı cesaret de. Yüz küsür belki de daha fazla basamağı çıkmıştı ve sonlara doğru yorulduğunu hissetmişti. Biraz nefes nefese kalmış gibiydi. Yavaşça kalenin duvarlarındaki açıklıkların üzerine oturmaya gitti. Şehir ayaklarının altındaydı. Karanlıkta biraz daha iyi görünüyormuş burası diye düşündü. Ve duvara yaslanıp oturdu. Bir süre dinlendi. Etrafta ses yoktu. Boşuna çıktım diye düşünmeye başladı bu anda. Sadece bir rüyaydı neden bu kadar peşine düştüm diye serzenişte bulunurken gözüne bir ışık çarptı.

Buraya daha önce de çıkmıştı. Ama o ışığın geldiği yeri görmemişti. Orası üzerinde desenlerin olduğu bir duvardı sadece. Fakat şimdi gördüğü şey ise o duvarın aralık olduğu ve içeriden ışık sızdığıydı. içinde korku ve merakla oraya adım attı. Aralıktan içeriye baktığında, bedeni buz gibi oldu kaskatı kesildi. Beyaz teni daha açık bir beyaza büründü. Gözleri yerinden çıkacak gibi oldu. Nutku tutulmuş gibiydi. O an nefes almayı unuttuğuna bile yemin edebilirdi .

Sadece birkaç saniye yaşamıştı bu anı fakat birkaç saat orada durmuş gibi geldi Elif'e. Kendine geldiğinde sessiz ve hızlıca uzaklaşmaya çalıştı oradan. Basamakları hızlıca inerken rüyaları da netlik kazanmaya başlamıştı. Basamaklar bittiğinde dizlerinin üstüne çökmüş nefes nefese kalmıştı. Fazla durmadı eve gitmek istiyordu sadece.

Eve vardığında tek yapmak istediği şey yatağının içine girip dinlenmek ve uyumaktı. Ailesine bir şey fark ettirmeden odasına gitmişti. Ve sabah uyandığında dinlenmiş olarak uyanmıştı, rüya da görmemişti. Fakat içinde bir arzu uyanmıştı. O gördüklerini yazacaktı. Afyon'dan dönene kadar her gün yazmıştı. Kaç sayfa yazdığını bilmiyordu. Ve bunu yaparken içindeki duygular düşünceler çok değişikti. Fakat yazılar bittiğinde hissettiği şey saf bir tatmin duygusu, bir rahatlama bir özgürleşmeydi. Bu yüzden
bu tatil aklından hiç çıkmayacak bir tatil olmuştu...
Uzaktan eğitimden bunaldığım günlerden birindeydim. Dersler bir yandan, ödevler bir yandan bunaltıyordu. Öğlen artık ders bittiğinde yürüyüşe çıkmak istedim. Evin hemen dibinde güzel bir alan vardı. hem daha önce biraz gezmiştim. Değişik bir yer değişik bir havası vardı. Üstümü giyinip çıktığımda hava biraz kapalı görünüyordu. Ama çok sorun değildi benim için. Hem yağmurun altında yürümeyeli de çok zaman olmuştu. Biraz özlem giderirdim. Bu düşüncelerle yürüyüşe başladım.

Biraz düz yolda yürüdükten sonra aşağıya dereye benze ufak bir su akıntısının olduğu yere kadar indim. Sonra karşı tepeye doğru çıktım. Neden bu kadar bekledim diye sorguluyordum kendimi. Daha şimdiden rahatlamış gibiydim.

Daha önce hep belli bir yere kadar yürüyordum bu yolda. Şimdi biraz daha uzağına yönelmek istiyordum. Yavaş adımlarla etrafı izleyerek yürüyüyordum. Aşağılarda sürüsünü otlatan birileri de vardı. Buradan hep geçen sürüydü bu. Onlara biraz bakındıktan sonra yürümeye devam ettim. Havanın griliği koyulaşmış, patladı patlayacak gibiydi. Bir yandan duyuyordum çünkü. Şimşekler çakmaya başlamıştı. Çok geçmeden yağmur damlaları sakin sakin düşmeye başladı.

Yağmurun altında yürümek aslında bir sakinleşme ritüeli gibi bir şey. Pek fazla bunu hissedemiyor göremiyor. Oysa sorunlarımız p yağmurla beraber bir anlığına akıp gidiyor. Yağmur damlalarının yüzümüzü okşayışı o serinliğin yaşadığımızı hisssettirişi... insanlar yoğun yaşamlarında çoğu şeyi görmeyi kaçırıyor. Bu gevşeme anında bir an saate baktım ve iki üç saattir yürüdüğümü anladım. Yavaştan dönmeliydim çünkü hava erken kararacaktı. Ve yol da uzun görünüyordu.

Dönüş yolunda biraz daha hızlı yürüyordum. Çünkü toprak da hafiften çamur halini almaya başlamıştı. Ayakkabılarım pek buraya göre değildi. Yine de etrafı dinlemekten izlemekten geri kalmıyordum. Arada yağmurdan kaçıp ağaca giren sincapları da görüyordum. Yuvasına kaçan tavşanları da. Tebessüm ettiriyordu bu anlar. Belki de son zamanlarda yalnız olduğum için bu hareketlilik iyi gelmişti.

Yavaş yavaş evin olduğu bölüm görünmeye başlayınca adımlarımı yavaşlattım. Zaten üstüm de sırılsıklam olmuştu. Daha önce tepede gördüğüm bir yıkıntı vardı. Yine oradan geçip tepeden inerim diye düşündüm. Tam oraya yaklaştığımda bir ses duydum. Gözlerimin büyümesine neden olan bir ses. Bir melodi duyuluyordu. Fakat arabadan ya da evlerden gelen bir melodi değildi bu. Daha yakından geliyordu. Ama nasıl olabilirdi ki bu diye şaşırdım. Çünkü yaklaştıkça sesin nerden geldiğini anladım. Bu da tüylerimin dik dik olmasına neden oldu. Daha önce üstünü kapalı olarak gördüğüm kuyunun üstü açıktı. Ses de tam olarak kuyunun içinden geliyordu ve yankı şeklinde değil berrak bir halde duyuluyordu. Bir yandan korkmuş bir yandan merakla dolmuştum. Sesi duymazdan gelip eve gitmek cazip bir seçenekti. Ama içimdeki merak duygusu daha baskın gelmişti. Yavaşça yanına yaklaştım. içeriye doğru bakarken bunun normal bir kuyu olmadığını gördüm...
Kuyudan daha çok bir merdivene benziyordu. Aşağıya doğru sarmal bir şekilde iniyordu. Ve o an sadece O müziğin sesi duyuluyordu. O müziğin kaynağı ise bir piyanonuydu. Bu konuda yanılamazdım, çünkü müzik gibi piyano da benim bir tutkumdu. Şimdi merak duydum daha fazla artmıştı. ne kadar korksam ne kadar ürksenm bile aşağıda neler olduğunu öğrenmeliydim. Çünkü bu yerin normal olmadığını daha önce deneyimlemiştim. Fakat o zaman kuyuyu bilmiyordum. Sadece bu Tepedeki az ileride olan kulübeyi biliyordum. Burayı ise daha sonradan keşfetmiştim.

Her neyse, aşağıya doğru baktığınmda sadece cılız bir ışık görüyordum. Bir yandan bu da korkutuyordu. Çünkü karanlığın ardında ne tür bir Gizemin ne tür bir şeyin olduğunu bilmiyordum. Yine de yavaşça Merdivenlerden aşağı doğru yürümeye başladım. Merdivenden indikçe ses daha net ve daha yüksek duyuluyordu. Ve artık sadece müzik sesi değildi duyulan. Yavaştan insanların sesleri de gelmeye başlıyordu. Fakat bu insanlar kimdi? Burada ne yapıyorlardı? Daha da ilginç olanı burayı nasıl bulmuşları? Aklımdan bu sorular geçiyordu o an. Ve artık sessiz sessiz yürümenin vaktiydi. Çünkü bu insanların tehlikeli olup olmadığını bana bir şey yapıp yapmayacaklarını bilmiyordum. O yüzden en iyisi gizlenerek gitmekti. Merdivenin En aşağı noktasına geldiğimde aşağısının uzun bir koridorla ilerlediğini gördüm. Ara ara yanlara doğru da koridorlar vardı. Tuhaf bir yere benziyordu. Bu uzun koridor duvarlarda olan şamdanlarla aydınlatılıyordu. O yüzden hem aydınlık hem de karanlık yerleri vardı. Ve ben bu karanlık yerleri kullanarak ilerlemeye başladım. Etrafımı iyice gözlüyor ve kulaklarımı da seslere karşı hassas hale getiriyordum. Koridorda ilerledikçe yanlara açılan koridorlardan farklı sesler duyuyordum. Fakat ne olduklarını tam olarak kestiremiyordum. O yüzden oralara bakmak yerine dümdüz ilerlemeyi tercih ettim.

Çok uzun bir koridordu. Sonuna doğru yaklaştığımda insanlar daha da fazlalaşmışı. Iyice dikkat etmeliydim bundan sonra. Koridorun sonu büyükçe bir merkeze açılıyordu. Bu yer bir nevi salon gibi bir yerdi. Fakat ortasında antik dönemlerden kalma bir sunak vardı. Bunu görünce kanımın çekildiğini hissettim. Çünkü bu tür yerlerin ne anlama geldiğini derslerden de az çok biliyordum. Fakat Belki de başka amaçlı kullanılıyordu bilmiyorum. Tek bildiğim tuhaf bir yer olduğuydu. Ve de eskilerden kalma bir yer olduğuydu. Insanların üstünde ise normal bir kıyafet yoktu. Ve yüzleri de bir maske ile örtülüydü. Hepsinde farklı maskeler vardı. Sanki kişiliklerini yansıtır gibi bir şey de onlar için. ve ellerinde şarap kadehleri birbirleriyle sohbet ediyorlardı. Anlaşılan bir tören gibi bir şey için buradalardı. Şimdi ise tören öncesi vakitlerini geçirdikleri bir zaman diliydi.

Ne yapacağımı bilmiyordum. Çünkü saklanacak pek yer yoktu.ve törenin de ne zaman başlayacağını bilmiyordum. Kaçmalı mıydım acaba? Fakat o zaman daha çok aklıma takılacaktı bu yer bu daha kötü bir his benim için. O yüzden kalmaya karar verdim. Ve burada ne olduğunu öğrenmeliydim. Çünkü üstlerine giydikleri giysilerde de bir sembol vardı. Ve bu salonun diğer tarafı da yine başka yerlere açılıyordu. Bu kadar gizli ve bu kadar büyük bir yer ne için bunu öğrenmeliydim. Bunları düşünürken tam o an...
Yaptığı işlerden, çocuklarının koşuşturmacasından, eşiyle olan bazı sorunlardan bunalmıştı Büşra. Bunları yapmak rahatsız etmiyordu onu. Sadece kendine zaman ayırmak biraz özgür hissetmek istiyordu. Tüm istediği buydu. Ama bir yandan da nereden bulacağım bu fırsatı diye de söyleniyordu. Günler böylece geçiyordu onun için. Ta ki yaptığı bir işi teslim ettiği zaman fazladan prim aldığı o güne kadar. Çünkü neredeyse toplam işin parası kadar bir paraydı.

ilk başta eşine söyledi. Bir hafta sonu tatil yapalım hem bu koşuşturmacadan da dinlenmiş oluruz. Çocuklara da ailelerimiz bakar beraber vakit geçiririz, hem seninle bir şeyler yaşamayı da özledim diyordu. Ama eşi işleri bahane ederek sonra bakarız dedi. Büşra buna biraz içerlemişti. Çünkü eşine yaklaşmaya çalıştıkça bir karşılık alamıyordu belki bu tatil ile bir yeni heyecan olur duye düşünmüştü ama daha en başından düşünceleri karşılık bulmadı. işte o an karar verdi. Tek başına gidecekti. En azından biraz özgür olup yeni yerler yeni tatlar kesfedecekti. Bunu aklına koymuştu.

Planını yaptıktan birkaç gün sonra eşine bunu anlattı. Eşi de başta olmaz gibisinden konuşsa da o da Büşranin böyle bir dinlenmeye ihtiyacı olduğunu biliyordu o yüzden sonunda ikna oldu. Büşra derinden bir heyecan duygusu hissediyordu. Çünkü tek başına olacaktı. Bu uzun zamandır yaşamadığı bir şeydi. Ve aslında tek de olmayacaktı. izmir'in yakınlarında yakın zamanda tanıştığı ama çok iyi anlaştığı biri vardı. Onun yanına gidecekti çünkü ona güveniyordu. Beraber gezeriz diye düşünüyordu.

Hazırlıklarını yapıp birkaç gün sürecek tatiline çıkmıştı. Otobüsle gidiyordu, otogarda özgür bekleyecekti onu. Tanıştığı kişi. Yol boyu heyecan içindeydi. Neden heyecanlıydi neye karşı kendi de bilmiyordu. Ve yol boyu telefonda da özgür ile konuşmaya devam etti. Nerelere götüreceğinden nerelerde yürüyüş yapacağından bahsediyordu. Daha gelmeden ona yaşayacağı şeyleri anlatmış gibiydi özgür. Büşra ise bu anları keyifle dinliyordu. Konuşurken zaman öyle geçmişti ki otogar ufukta görünmüştü. Kalbi deli gibi çarpmaya başlamıştı. Otobüs otogara giriş yaptığında perona giderken Özgür'ü görmüştü. Elinde de pek büyük bir valizi yoktu ufak bir valizle gelmişti.

Otobüs yanaştıktan sonra diğer insanları pek beklemeden indi aşağıya, ozgure doğru adımlarını attı. Özgür gülümseyerek bekliyordu onu ve yanına gelir gelmez kolları ile sardı Büşra'yı. Büşra o an sıcacık bir duygu hissetmişti ve o da sarıldı. Sanki uzun zaman sonra görüşen iki dost gibiydi öyle bir özlemle sarılmış gibilerdi. Bir iki dakika böyle kaldılar. Sonrasında ise Büşranin valizini de alıp taksiye bindiler. Yarım saatlik bir yolun ardından eve vardılar.

Hava kararmak üzereydi. Eve çıktıklarında Özgür Büşra'ya odasının hazır olduğunu söyledi. isterse duş alabileceğini de ekledi. Büşra iyi olur çok yoruldum dedi. Ve özgür yemek hazırlarken Büşra da duşa girmişti. Yemekler hazır olurken o sıra Büşra da duştan çıkmış üstünü giyinmişti. siyah bir tayt ve üzerine bol bir tişört giymişti. Yemek kokusunu duyunca tebessüm etmişti. Ve teşekkür etti. Beraber sofraya geçtiklerinde bir de şarap açtılar. Yemek sohbetle beraber bir saati geçti. O esnada ikisi de gülerek bir şeyler anlatıyorlardı sürekli. Tuhaf bir bağ vardı aralarında bu bariz bir görüntüydü. Yemekler bittiğinde beraber topladılar masayı.

işleri bittikten sonra salonun ışıklarını kapadı özgür. Büşra'yı elinden tutup pencerenin önüne getirdi ve şehrin, köyün ışıklarını gösterdi ona. Gece daha güzel oluyor burası diye de ekledi. Birbirlerine çok yakındılar. ikisi için de farklı bir duyguydu. Ne yapacaklarını bilmiyordu ikisi de. sessizliği bozan özgür oldu . Dizi izleyelim istersen dedi Büşra da olur dedi. Ve çekyatın üstüne geçtiler. Uzanıp diziyi izlemeye başladılar. Fakat sonunu bitirmeden ikisinin de uykusu geldi. Büşra gözlerinin kapandığını söylüyordu ve özgür onu odasına kadar götürdü. Büşra yatağa yattıktan sonra özgür ona bir iyi geceler öpücüğü verdi. O sıra Büşra gülümsemişti. Özgürun sıcak dudaklarıni hissetmek bile içinin kıpır kıpır olmasına yetmişti. Bu yarım gün bile burada ne kadar özgür olduğunu hissettirmişti.

Sabah işe Büşra özgürden daha erken uyanmıştı. Aslında tatilde bir uyuma dinlenme fırsatı vardı Büşranin ama bunun yerine her anı yaşamayı istiyordu. Ve Özgür'ün yanına gitti. Uykucu diyip uyandırmak istiyordu. Fakat Özgür'ün yatağına geldiğinde, sabah ereksiyonu yaşadığını gördü. Gördüğü gibi kalmıştı. Çünkü içinde bir fırtına çıkmıştı adeta. Zihni bulanıklasmisti. Gördüğü görüntü içindeki ateşi tetillemis ve bütün vücuduna yayılmaya başlamıştı. Ama dokunmaya cesaret edemedi. Ne kadar zaman geçtiğini bile fark etmedi. O öylece dururken özgür uyandı.

Başında duran Büşra'yı görünce şaşırmıştı. Büşra hemen kendini toplayıp bir de ev sahibi olacaksın, misafir senden önce kalkıyor diyerek ona takılmak istedi. Çünkü bir yandan da yakalandığını hissetmişti atmosferi değiştirmek istiyordu. Ve cevabı beklemeden hadi yürüyüşe çıkacağız dedi sonra da odasına gitti.

Yürüyüş için yine bir tayt seçmişti. Üstüne giydiği tişört ise bu sefer kalçalarını ortmuyordu. Saçlarını da açık bırakıp dalgalandırmisti. Şöyle kendine bir baktığında dudağını ısırdığıni fark etti.

O bir an böyle dalmışken gelen Özgür'ü duymamışti. Ta ki Özgür'ün nutku tutulmuş bakışlarını ve çok güzel olmuşsun sözlerini duyana kadar. Utangaç bir gülümseme ile teşekkür etti ve hadi çıkalım dedi. Evden çıkıp asansöre bindiklerinde, özgür asansörün camına doğru yaşlanmış önünde duran Büşra'yı inceliyordu. Onun hisleri de Büşra'dan farklı değildi. Hele de taytindan görünen o kalça kıvrımları o an orada ona arkadan sarılıp onu okşama isteği doğurmuştu ama kendini tuttu. O böyle izlerken Büşra bir şeyler anlatıyordu. Bir dakika sonra da asansörden çıktılar.

Yürüyüş olarak öncelikle arazide yürüdüler. Tepeleri çıktılar, düz arazide yürüdüler, özgür daha önce ona anlattığı yerleri gösterdi. Büşra ds sevmişti manzarasını. Tatlı anlar bütünü gibiydi yürüyüşün bu kısmı çünkü uzun uzun sohbetler ettiler bilmediklerini yönlerini keşfettiler. Fakat sonra kampüs tarafına yürüdüler. Orada Büşranin heyecanı çok daha fazla artmıştı. Çünkü gençlerin bakışlarını teninde hissediyordu. Onu öyle kıpır kıpır yapıyordu ki bu bakışlar dalgınlasmaya başlamıştı. Özgür onun hissettiğini bilerek, yiyecek gibiler değil mi dedi gülerek. Büşra kızarmış bir hâlde gülerek ya deli diyip Özgür'ün kolunu sıkarak karşılık verdi. Fakat özgür haklıydı ve Büşra ds bazı bakışlarin onu heyecanlandırdigini biliyordu. On on beş dakika sonra artık eve dönüyorlardı. Saat öğlen olmuştu. Eve geldiklerinde Büşra hemen duşa girmişti çünkü vücudu gerçekten ateş gibiydi bugünden sonra. Soğuk suyla kendine gelmek istiyordu. Kısa bir dusun ardından banyodan çıktı. Özgür yemeği dışardan söylediğini geldiğinde sen alırsın ben de bir duşa giriyim dedi.

Özgür duşa girdi, Büşra ise üzerinde bornozla bir süre oturup hava almak istedi, balkona çıktı, manzarayı izledi. Rüzgarın tenini okşayısini hissetti. Dünden bu yana bir koşuşturmaca içinde olmadan yaşıyordu. O kadar rahatlamıştı ki. içindeki kadın sanki yavaş yavaş özgür kalıyordu. Bu anları düşünürken kapı çaldı. Unutmuştu! Üzerinde hala bornoz vardı. Bir an içinde yine değişik duygular hissetti. Kapıyı kendinden emin şekilde açıp yemeği aldı, sonra dönüp ayakkabıligin üstündeki paraya yöneldi. Ama bilerek yere düşürdü. Ve kuryenin önünde onu almak için eğildi, bacakları ortaya çıkmıştı, bir an baldırlarina kadar görünür oldu. Büşra o an sadece içindeki bedenindeki ateşi hissediyordu. Biraz daha oylandıktan sonra kalktı ve kuryeye döndü. Fakat kuryenin önü kabarmışti. Büşra o an nefesini kontrol edemiyordu, parayı verip gönderdi. Ve duvara yasladı kendini. Ben ne yaptım diyordu kendi kendine. Bunu düşünürken eli de bedenine gitmişti ama. Bornozlun üstünden kendine hafifçe dokunurken Özgür'ün sesini duydu. anlamlı bir gülüş ve bakışla beraber yaramazlık yapıyorsun demek dediğini duymuştu. Birbirlerine yoğun duygularla bakarak kaldılar o an...
Alaz yürümeyi seven genç bir kadındı. Çoğu zaman yürürken yolunu kaybettiği bile oluyordu. Kulaklığında çalan müzik ve yollar onu alıp götürüyordu, bir trans hali gibi. O günde bu yürüyüşlerden birindeydi. Önceki gecenin tatsızlığı son zamanlardaki huzursuzluğu onu yollara itmişti. içinde bulunduğu yaşamdan böyle uzaklaşabiliyordu. Yettiği kadar diyordu çoğu zaman da. O gün bunların etkisiyle yine yolunu kaybetmişti. Nereye geldiğini bilmiyordu.

Düşünceler sadece zihnini yormuyor gözlerinin önüne perde indirip buraya kadar yürütmüştü. Yaşadığı yerden çok uzak olduğuna emindi. Çünkü etrafta pek az vardı. ilginç gelmişti çünkü bir sahil kasabasında yaşıyordu ve genelde evler bu kadar tekdüze olmazdı. Saat geç olmaya yaklaşıyordu geri dönmeye çalışması gerekiyordu fakat içinden bir ses bu sefer kendini değil beni dinle diyordu. Emin değildi hem biraz da ürküyordu. Ama bir yandan da o sese hak veriyordu. Hep kendini dinlemişti ve ne olmuştu ki. Aha işte burada bulmuştu kendini. Biraz soluklandiktan sonra daha ileriye doğru yürümeye karar verdi.

Yürüdükçe evler azalıp bitti. Sadece o da değil yol da yerini patikaya bırakmıştı. O patika da bir tepeye doğru çıkıyordu. Yorulmuştu ama patikada tekerlek izleri görünce merak uyanmıştı içinde. Kim oraya bisikletlerle çıkmak isterdi ki böyle tenha bir yerde? Ama içindeki ses onu oraya yönlendirmişti. Ne bulacağını bilmiyordu, korkuyordu da. Ama bir deli cesaretiydi bu. Uzun zamandır varlığından uzak olduğu. Bulunduğu alandan onu kaçıran. Tepeye çıktığında ağaçlık, otluk bir alan onun arkasında da tepenin aşağıya bakan kısmını görüyordu. Fakat gördüğü sadece bu değildi...

Uzaktan tam seçemiyordu gördüğü kişileri, biraz daha yakına yürüdü otların arasına eğildi. Ve şimdi net olarak görebiliyordu. Kendinden birkaç yaş küçük bir çift ve o çifte eşlik eden erkeği. Eşlik eden erkeği gördüğünde şok olmuştu. Bağırmak istemişti ama sesi kesilmiş gibiydi. Beyni durmuş zihni allak bullak olmuştu. Bu gerçek miydi , ne yapmalıydı, o an kendini kaybetti bir nevi. Sessizce soluklandi, gözlerini kapadı sakinleşmek için ama sesleri unutmuştu kulağında yankılanıyordu. içinde değişik duygular uyanıyor kendini içindeki kadının uçsuz karanlığında kaybediyordu.

Gözlerini tekrar açtığında, yavaşça tekrar oraya döndü, çiftin genç kadını iki erkeğin arasında kendini zevkten kaybedip öyle küfürler ediyordu ki alaz dudaklarını ısırıyordu. Sanki kadının sözleri ve çığlıkları erkeklerin o yuklenislerinin sesleri tenini okşuyordu alaz'ın. Belki sapıkçaydi yapacağı şey ama o an kendini okşamaya başladı. genç çifti ve o erkeği izlerken bir röntgenci gibi onları izleyip kendini tatmin ediyordu. Öyle bir arzu ele geçirmişti ki alaz'ı parmaklarının çıkardığı sesler neredeyse kadının çığlıklarıni bastıracaktı. Öylesine delice kadınlığından içeriye süzülüyordu. O kadının yerinde olmak istiyordu ama cesaret edemiyordu. Sadece onları izlemekle yetiniyordu. Bu bile cesaretti aslında onun için. ilk defa böyle bir şey yapıyordu. Erkekler o kadının içini doldururken alaz da kasılıyordu. En sonunda o üçlü zirveye ulaşmaya yakınken, alaz yanlışlıkla bir dala bastı. Şiddetli bir ses çıktı. O an kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Gördüler mi duydular mi bilmiyordu ama kendi doyuma ulaşmadan oradan hızlıca uzaklaştı. Tepeden aşağıya inerken kendine kızgındı, çünkü yarım kalmıştı. Sinirli, agresif bir hale bürünmüştü. En çok da kendine...

Eve kadar yürürken aklı gördüklerindeydi. Eve gelene kadar hem kızgın hem de bacak arası sırılsıklamdı. Odasında üstünü çıkarırken, sakinleşmis bir halde düşünüyordu. Bir yandan utanmıştı. Bir yandan ise içindeki huzursuzluk hissi uzaklaşmıştı. Bunu mu yapmam gerekiyordu diye düşündü. Bu yetiyor muydu gerçekten... Bunları düşünüp üstünü çıkarırken pencrenin açık ve perdelerin de açık olduğunu hatırladı. Kapamaya yönelirken, karşı daireden bir çift gözün onu izlediğini fark etti. Ve ona kendini özenle sundu o bir çift göz Alazın tüm bedenini süzdü. Alaz dışarıya gostermese de içinden deli gibi bir heyecan yaşıyordu. Bacak arası dokunmadan kasilmisti bu soyunma esnasında...

Ve sonra birden utanıp perdeyi kapattı. Dudağını ısırdı. Ben neler yaptım dedi kendi kendine, sonra da gülümsedi. Bu gülümseme bir değişimin habercisiydi. En önemlisi de bulunduğu yerin zorunluluğunun verdiği huzursuzluk hissinin artık anlamını yitirdiğiydi ve özgürlük taşları şimdi döşenmeye başlıyordu. Çünkü üstünü giyinmeden bileğine doladığı fularını eşi eve geldiği an boynuna dolayıp kendine çektiğinde bugün ne yaptığını biliyorum diye kulağına dominant ve şehvetli bir tonda fısıldadı...
Yarın işe kalkacak olmak ama uyumamak..

Az sonra derin bir uykuya dalıp, sabah kalkabilirsem ne mutlu bana..
hava soğuk ve karanlık, sokakta ceketsiz bir kadın yürüyor yalınayak.
belki en kuytudan kaçmış da yalınayak.
belki olmamış da yalınayak.
belki aç belki susuz, yürüyor yalınayak.

hava soğuk ve karanlık, sokakta bir çocuk ağlıyor kaldırımda.
belki kayıp ve kaldırımda.
belki kaçmış da kaldırımda.
belki atılmış ve kaldırımda.

hava soğuk ve karanlık, sokakta bir adam elinde çiçek bir demet.
belki seviyor da çiçek bir demet.
belki seviliyor da çiçek bir demet.
belki kaybetmiş de çiçek bir demet.

hava soğuk ve karanlık, balkonda bir ihtiyar.
belki kadini seyrediyor ihtiyar,
belki çocuğu seyrediyor ihtiyar,
belki adamı seyrediyor ihtiyar,
belki de canlanıyor tüm yaşanmışlıklar.

hava soğuk ve karanlık, sokakta bir lamba.
kadın görünür,
çocuk görünür,
adam görünür,
ihtiyar görünür.
kim bilir kim kimi nasıl görür.
bir tarafa ışık tutar yetmez geceye lamba.

bu da bence öykü, anlaşılırsa…
Okuması pek keyifli olan öykülerdir.
Yazan arkadaşın eline sağlık. Devamını bekliyoruz. Uyumadan önce iyi geldi.