bugün

Virtual Xi için yazılıp bu albüm için saklanan Blood Brothers, Dream of Mirrors, The Nomad, The Mercenary şarkıları Virtual Xi da yer alsaydı Virtual Xi Maiden'ın en iyi albümlerinden birisi olurdu. Bunların yanına bir de The Clansman geldi mi üf. Yine de Maiden'ın Reunion sonrası en iyi albümüdür.
Bilimkurgu klasiklerinden bir aldous huxley romanıdır.

Kitabın sürkleyiciliğinin inişli çıkışlı olduğunu düşünmekteyim. Güzel, etkileyici bir başlangıç yaptıktan sonra ortalarına yaklaşırken aşırı derecede sıkıcı gelmeye başlamış ve yaklaşık 40-50 sayfa sabrettikten sonra tekrar o şahane sürükleyiciliğe kapıldığınız kitaptır.

insanı duygulardan arındırarak makineleşmiş bir toplum yaratma amacı güden ütopik eser.
“ uyumsuzluk bir tek bireyin hayatından çok daha fazlasını tehdit etmektedir; doğrudan, toplum’un kendisi için bir tehlike oluşturur.”

Çok fazla bilimkurgu sevmeme rağmen fazlasıyla etkileyici bir eser.
iron Maiden'ın yaşlı haliyle yaptığı albüm, ama eski albümlerle yarışacak derece de güzeldir. Hele bir Blood Brothers vardır ki hayatımda dinlediğim en iyi şarkıdır.
aklıma her daim 3 gitarlı, eski kadronun geri toplandığı o leziz iron maiden şarkısı gelir..

dinleyeyim bari..
distopik roman. aynı zamanda iron maiden albümü.
mükemmel bir distopya örneğidir. sonuna kadar cinsellik barındırır

--spoiler--

--spoiler--

cinsellik olmadan mükemmel bir toplum yaratamazsınız

--spoiler--

--spoiler--
toplu seks poplu seks

--spoiler--

--spoiler--

fordumuz.
Hos bir kitap degil.
görsel
--spoiler--

--spoiler--
Kendini asmış bir adamın boşlukta salınan bedeni daha güzel anlatılamazdı:

Slowly, very slowly, like two unhurried compass needles, the feet turned towards the right; north, north-east, east, south-east, south, south-south-west; then paused, and, after a few seconds, turned as unhurriedly back towards the left. South-south-west, south, south-east, east. …”

--spoiler--

--spoiler--
1932 yılında yazılmış Aldous huxley kitabı. Kitaba başlar başlamaz embriyolarla ilgili yazdığı şeyler beni hayrete düşürdü o nedenle hemen kitabın yazım tarihine baktım 1932.

Öncelikle herkes sosyolojik açıdan değerlendirmiş. Bilimsel açıdan bakınca ilk tüp bebek 1978 yılında ingilterede Edwards ve Stepto ilk tüp bebek transferini gerçekleştirdi ve Louise Brown dünyaya geldi. Yani o saatten sonra prosedür hakkında gelişmeler yenilikler yaşandı. Bu kitaptaysa daha 1932 yılında dünyanın hiç bir yerinde bu düşünülmezken ve dini açıdan düşünmenin bile ölüm sebebi olduğu yıllarda adam klasik ıvf'i anlatmış helal olsun. 1978 yılında bile ilk tüp bebek çalışmaları sırasında Edward ve Stepto ölüm tehditleri alıp, kilise tarafından aforoz edilip, çalıştıkları hastaneden kovulmuşlardır.

Embriyoların 37 santigrat derecede yani vücut sıcaklığında saklanıp, spermlerin 2 derece daha düşük ısıda yani 35 santigrat derecede saklanması gerektiği, işlemlerin karanlıkta kızıl ışıkta yapılması ki günümüzde loş ışıkta yapılır, makinelerin çıkardığı titreşimler, emriyoların tüpte saklanıp, işlemler sırasında küçük petrilere konulması vs.. cidden bir insan ancak bu kadar geleceği görebilirdi. Sırf bu nedenle bile gayet başarılı bulduğum kitaptır. Tüketim çılgınlığı, insanların robotlaştırılması vs hiç girmiyorum bile.
elimde 1964 den kalma baskısı olan distopik bir kitap, henüz 1930'larda yazılmasına rağmen geleceği bu kadar gerçekçi öngörebilmek kuşkusuz parlak bir zihnin ürünüdür, güncel baskısında adı "cesur yeni dünya" olarak çevirilmiştir arzu eden kitap severler herhangi bir kitapevinden bu nadide esere kavuşabilir.
aldous huxley'i çok sevmeme ramen bu kitabını bir türlü okuyamamıştım ben de vize yerine geçen sunum ödevi olarak bu konuyu seçip okumak için zaman yaratmış oldum. aslında sunumumu yapmama ramen hala kalan bir 50 sayfası var. fakat o kadar içim rahatladı ki. algı kapıları, cennet ve cehennem, kadim felsefe gibi kitaplarını okuduktan sonra ada ve cesur yeni dünyayı okumaya çekimser yaklaşıyordum. zira ben de tüketim toplumunun aslında bir parçası- malesef ki- olduğum için kitabı okuyup görmek ve anlamak istediğini alıp kapatan tiplerdenim. o nedenle çok büyük bir beklentim yoktu. fakat bu kitap bir harika dostum her şeyi yüzüne yüzüne çarpıyor insanın ve öjenik temelli düzenle birlikte de neredeyse öjeniklerin kutsal kitabıymışcasına yıllardır cesur yeni dünyaya giden yolu farkediyor ve de bir ürpertiyle bu düzene giden yoldaki doğru yanlış kavramlarını tekrar sorgulamaya başlıyorsunuz. kitabın lümpen, entellektüelite peşinde koşan, 3.dalga insanlara da alegorilerle verdiği haz cabası.
aldous huxley'in efsane kitabı olan bu romanın syfy tarafından dizi yapılacağı kararlaştırılmış.
çizgi roman yazarı Grant Morrison ve senarist-yönetmen Brian Taylor ekranlara uyarlayacak.
Projenin yapımcılığını ise Steven Spielberg‘ün kurduğu Amblin Entertainment’ın bir alt kolu olan Amblin Television‘ın başkanları Darryl Frank ve Justin Falvey üstlenecek.

kaynak:http://frpnet.net/haberle...in-yapim-ekibi-belli-oldu
https://www.youtube.com/watch?v=fVW23y6Maxg
Huxley'in ses sese karşı'dan sonraki aslında en derin kitabı.
bildiğimiz bazı şeyleri yeni baştan öyle güzel resmediyor ki dışarıdaki aynı şeyler karşısında yeniden irkiliyor okuyucu.
aslında o kadar da kötümser olmayan kitap. kitaptaki can yakıcı bir kaç can yakıcı ve üzücü motto (bkz: herkes herkes içindir) (bkz: mutsuzluk hakkının olmaması) (bkz: aşksız bir dünya) değişse aslında kötü bir yer değildir. bir hayal edin; toplumsal tabular yok, savaşlar yok. oh mis.
aldous huxley'nin kaleminden çıkmış distopya. aynı adla bir iron maiden albümü de vardır. kitapta 26. yüzyıldaki dünya düzeni anlatılır. bir tarafta üreme merkezlerinde üretilen insanlar varken, diğer tarafta vahşi hayat yaşayan vahşiler vardır. yeni dünya düzeninde yaşayan insanlar uyuşturucu kullanımında ve tek gecelik ilişkiyi seven yapılarıyla hedonist (hazcı) bir topluma dönüşmüştür. kitaptaki karakterlerin hemen hemen hepsi gerçek tarihsel kişilerden esinlenilmiştir. örneğin dünyayı kontrol eden 10 alfa insanından biri olan moustapha mond, mustafa kemal ve alfred mond'tan etkilenilerek yaratılmış bir karakterdir.
--spoiler--
ızdırap karşılığında kazanılan şeylerle kıyaslandığında, şu andaki mutluluk çok sefil kalır. ve tabi ki istikrar, istikrarsızlık kadar gösterişli değildir. mutlulukta, şanssızlığa karşı verilen mücadelenin ihtişamlarından hiç biri yoktur. günahla mücadelenin veya ihtiras ya da şüphe nedeniyle ölümüne alt üst oluşların görkemini bulamazsınız mutlulukta. mutluluğun yüce bir yanı yoktur
--spoiler--

--spoiler--
insan yaşlanır; içinde o derin zayıflık hissini, kayıtsızlığı, rahatsızlığı hisseder, bütün bunlar ilerleyen yaşla gelir; böyle hissedince de sadece hasta olduğunu düşünür, bu can sıkıcı durumun belli bir nedeni olduğunu düşünerek korkularını bastırır ve hastalıktan kurtulduğu gibi bu durumdan da kurtulmayı ümit eder. Boş düşünceler! Yaşlılığın bir hastalık olduğu, korkunç bir hastalık olduğu düşünceleri. Yaşları ilerledikçe insanları dine yönelten şeyin ölüm ve ölümden sonraki şeylerin korkusu olduğunu söylerler. Fakat kendi deneyimim beni şu inanca yöneltti: böyle korku ve düşüncelerden apayrı olarak, dini duygular biz yaşlandıkça gelişme eğilimi gösterirler, çünkü ihtiraslarımız ateşini yitirdikçe, hayal güçlerimiz ve duygularımız köreldikçe aklımız daha rahat işler hle gelir, bir zamanlar aklımızı çelen imgeler, arzular ve heveslerden arındıkça Tanrı, gizlendiği bulutların arkasından görünür, ruhumuz bütün aydınlıkların kaynağı olan bu varlığı hisseder , görür ve ona yönelir, bu yöneliş doğal ve kaçınılmazdır; duygular dünyasına canlılığını ve cazibesini veren her şeyi artık yitirmekte olduğumuz için, o muazzam varoluş artık içsel yada dışsal etkilerle desteklenmediği için, kalıcı bir şeye, bizi asla yanıltmayacak bir şeye tutunma ihtiyacı hissederiz. Bir gerçekliğe, mutlak ve edebi bir gerçeğe tutunmak isteriz. Evet kaçınılmaz bir biçimde Tanrıya yöneliriz; bu dini duygu doğası gereği o kadar saftır ve bunu yaşayan ruha öyle bir mutluluk verir ki, diğer bütün yitirdiklerimizi telafi eder.

--spoiler--
distopyaların içinde dili kullanımıyla apayrı bir yere sahip şaheser.

"Mideni bozan bir şey mi yedin?" dedi Bernard.
Vahşi, başıyla doğruladı."Uygarlık yedim."
"Ne?"
"Zehirledi beni uygarlık; kirlendim. Sonra da, içimdeki kötülüğü yedim."
aksine ,distopya .
Aldous huxley'in sevilen ve en bilinen bilim kurgu eseri. aile, kültür, sanat, edebiyat, din ve felsefi değerlerin yok olduğu bir dünya. insanlık sağlıklı, teknolojik açıdan gelişmiş, savaşlar ve yoksulluk yok edilmiş... ve tüm ırkların eşit olduğu, herkesin mutlak olarak mutlu olduğu bir dünya... Yani bir ütopya.
huxley'nin en muazzam eseri. özellikle "yeni" ve "forttan sonra" kisimlari önemli gibime geliyor. Türkiye'de birkaç zamandır Yeni-Türkiye tasviri revaçta. bu tanımı duyduğumdan beri aklıma hep cesur yeni dünya geliyor. orada anlatılan duruma gittiğimiz de ortada... peki Forttan Sonra neden önemli? kitaptaki Fort kelimesi Lord yani Tanrı kelimesini çağrıştırır. diğer yanıyla da Tanrı'dan-Sonra gibi bir anlam çıkar. Nietzche'nin bahsettiği Tanrı öldü, onu biz öldürdük tümcesinin durumlaştırılması gibime gelir. Yeni-Türkiye de işte böyle ironiktir. dinden bu denli bahsedip dinden bu denli bihaber olmak herkese nasip olmaz.
Kitap üzerine bir deneme için; http://valamorghulis.blog...r-yeni-dunya-uzerine.html
Yeni dünya zenginler için cesurdur.