bugün

inan temelkuran'ın güzel filmidir. yönetmen; basit duygularla anlatmıştır karekterlerini ve hikayesini buda muhteşem bi samimiyet ve sinemada özlenen gerçeklik duygusunu yaşatmıştır bir çok seyirciye. yönetmenin bu yalın ve bi o kadar içten hikayesine hiç bir oyuncusu nankörlük etmemiş oynadıkları filmin hakkını vermiştir. filmde salih karekterini oynayan kadir çermik'in oyunculugu görülmeye değerdir.
filmi izledikten sonra öner erkan' nın eski bir röportajında duyduğum sözü aklıma geldi. bi çay fincanını bile oynayabilirim. evet bu çocuk desinler onu da oynar. filmde izmir' in diğer yüzünü görüyoruz her şehirin olduğu gibi. büyüyen çocukları ve aralarına karışanları. ve bu bozulmaya karşı duramayacağımızı. en akılda kalan yanı film başlarken kenan evren ve demet akalın' ın alt alta yazılmış iki ayrı ama apaynı cümlesi. tadı kaçmasın diye yazmıyorum.
hayatın içinden farklı ağızların ve farklı hayatların konu edinildiği izmir filmi.
izlenesi uhteşem filmlerden.
Buca-bornova dolmuşçularının ilk durakta bağırarak söylediği ikilemedir.
filmde işlenen konu ağır ve dokunaklı bir konu amma velakin film mevzuyu çok sade çok kasmadan anlatmış,konunun ağırlığına paralel bir ağırlık,sıkkınlık yok,benim için en belirgin özelliği bu sadeliği oldu sanırım,inan temelkuran'ın ellerine sağlık çok da güzel olmuş pek de güzel olmuş.
--spoiler--
Senin kalbin temiz ya, ondan başına geliyo bütün bunlar. Safçasın ya sen biraz; vuran vuruyo vuran vuruyo. acımıcan oğlum, vurucan sen de..
--spoiler--
Gerçek anlamda dokunan film olmuştur.Herşey çok gerçekti, diyaloglar mekanlar olaylar çok iyi bir kurgu . işsizliğin böylesine yoğun olarak yaşandığı günümüzde durumu en iyi özetleyen filmlerden birisi olmuştur. Politik göndermeler, anadolu lisesi ile düz lise farkı, bir taksicinin nelere katlandığı, felsefe mezununun iş bulamaması ve erotik hikaye yazacak duruma düşmesi dikkate değer bir sürü konuyu barındıran bir film olmuştur.
frank sinatra'nın 1972 yılında izmir'de verdiği konser sonrası şehri gezerken bornova'yı beğenmesi üzerine yazdığı rivayet olunan şarkı. lakin ünlü şarkıcı, şarkısının dünyada ilgi görmeyeceğini tahmin etmiş ve sözleri new york'a uyarlamıştır.
bir izmirli olarak, biz böyle mi konuşuyoruz dememe sebebiyet veren filmdir.
iyiyle kötünün savaşıydı bu film. fakat her masalda olduğu gibi iyinin kazandığı bir son yerine kötüye karışmaya başladığını görmek bu filmi şahane kılıyor.
ismini duyunca sevindiğim ama izleyince içimde patlayan film. sanat filmi mi şimdi bu? öyleyse itiraf ediyorum; ben anlamıyorum sanattan. * *
bulutsuzluk ozleminin 3 yil once 19 mayis'ta bornova'da verdigi konserde, kuturdet beni rutubet sarkisinda istanbul istanbul istanbul yerine bagirdigi kelimeler butunudur.
konu çok sıradan olmasına rağmen, tipleri ve birbiriyle olan ilişkisi muazzam çizilmiş bir film.
"Biz olduğumuz gibiyiz de abi herkesin içi dışı bir değil be." bu söz bile filmin aldığı ödülleri hakkettiğini kanıtlar. evet gayet sıradan bi cümle evet bunu sen de söylersin ama bunu senin söylemen ile Hakan'ın söylemesi bir değil işte. o söyler ödül alır sen söylersin koca bir siktir yersin.
amiyane ifadeyle, taşaklı mı taşaklı inan temelkuran filmi. şu sanatsal film değerleme jargonuna girmeden tanımı filmin havasına gayet uygun şekilde argo bir üslupla betimledim. uzak , masumiyet , uzak ihtimal , iki dil bir bavul ,hayat var , sonbahar , çoğunluk derken bu film de başka bir ambiyans yakaladım ben. köküne kadar harbi tavır bana yıllar evvel izlediğim (o kadar seneyi geçirdik mi yaa) duvara karşı sarsıcılığında geldi. belki o kadar değil, lakin ona yakın. hani mevzu bahisteki taşaklılıktan kastım budur. iyi film, hoş film, güzel film demek istemedim. 4-5 karakter üzerinden böylesine bağımsız ve güçlü bir film yapabilmek son derece başarılı bir iş, orası tartışılmaz zaten. peki derseniz, üstte yazdığın nitelikli son dönem filmlerinden hangisinin yanına koyarsın bunu diye? valla o filmler değil de kader gibi sert bir tavır var. tabi kader de tutkunun peşinden koşmak vardı, burda salt aşk penceresinden o tarz bir argüman çıkaramıyoruz.(hani gene benzer bir olgu ele alınmış olsa da farklılıklar var) ya da masumiyet'tekine benzer. tavır, üslup, yapı uyuşuyor. anlatı farklı tabi. neyin benzediğini dilimiz döndüğünce yazalım. bir kere demirkubuz sinemasındaki alttan alta görünenin arka penceresine toplumsal analizlerle girebilme farklılığını bornova bornova'da da yakalıyoruz. 80 askeri darbesinin toplumsal yapıdaki eğip bükme hatta dejeneresyon ve yıkım olarak kendisine yer açtığını düşündüğümüzde, özellikle gençlerdeki okuyupta gene iş bulamama sanrısı veya hayata kafadan yenik başlayabilme hatta ve hatta ailelerle çocuklarının mantel farklılığı ve değişim filmin derinlemesine irdelememiz gereken mühim alt metinleri.

felsefe okuduğu halde toplumda nabza göre şerbet verircesine porno hikayelerle para kazanmaya kasmak, bir sakatlık sonrası futbola nokta koyan umutsuzlukların ve işsizliğin alıp yürümesi, liselerdeki genel olarak uyuşturucu ve cinsellik konulu dejenerasyon yani liselerin arka sokaklarında neler olduğu ve en mühimi de salih karakterinde gördüğümüz salih'in film boyu niteleyip durduğu zenginlerin mahallelere veya liselere girip yapacakları işe bir aracı bulmak zorunda oldukları ve hayatta bu tarz eğilimler için kesinlikle kesinlikle bazı insanları maşa oluvereceği gözden kaçmıyor. yani sakat yollardan paraya para demeyen burjuva kullanıcısını/ aracısını bulmakta zorlanmıyor. kumanda ederek işini görüyor.

sakat bir yapı, hayata yenik başlamak. ve sonra geleceğe dair neyin ne olacağını bilememek! bu yapıyı mahalle üçgeninden son derece cesur bir şekilde ele almış temelkuran.

salih karakterinin inandırıcılığı kadar, filmin gerçekçi boyutu son derece etkileyici. ve malum bıçaklama sahnesi trier tadında bir gerilim vadediyor. layıkıyla, tüyleri diken diken ediyor. o okulu, piskopat salih abiyi, liseli kızları, umudunu taksiye bağlamış saf hakan'ı ve felsefe birikimine rağmen popülist iş yapıvermek zorunda kalan murat'ı bir yerlerden tanıyorum. olmuş ve inandırıcılık kalibresi yüksek bir film her açıdan!

10 üzerinden 8!
izleyin, izletin!
iki aile dizisinde rol alan öner erkan'ın başrolde oynadığı film.
vakit kaybı saçma salak bir film! felsefe okuyan ve dergilere porno hikayeler yazan bir sol görüşlü genç ile işi gücü olmayan eroin, hap, uyuşturucu gibi maddelerin muptelası olmuş babası eski trt ci solcu bir ailenin evladı, babasını kaybetmiş lise mezunu hayata tutunmaya çalışan saf bir genç ve orospuluğu kendine iş edinmiş bir liseli kızın hikayesini anlatan bir şey*. filmde öyle sahneler var ki dindar kesime bok atacağız diye nasıl saçmalayacaklarını şaşırmışlar. din kültürü dersinde öğretmenimiz sinek kanadından dem vurup sırrının medine üniversitesinde araştırıldığını söyler ve olay birden atatürk büyük lider mi? muhabbetine kayar. öğretmen dersten atar çocukları falan filan.

unutmada şunu söylememde yarar var. esrar gibi sübyan ilişki gibi olayları yönetmen çok normal gibi anlatmıştır. filmde herkes esrar içiyor ve film esrara teşvik ediyor bir yerde. orospu kızımızın saf oğlanımıza apartman önünde kurduğu cümle aynen bu!

--spoiler--
ya aslında ne anlatıldığı kadar kötü nede anlatıldığı kadar güzel. arada içmek faydalı zaten!
--spoiler--

12 eylül gençlerine bok atarlarken kendilerini es geçmişler malesef.

oyuncuların neredeyse hepsi bornova şehir tiyatrosundan devşirmedir. din kültürü öğretmeni* ve sınıftaki öğrencilerin hepsi.

not: duvara karşının sarsıcılığıyla bu filmi karşılaştıranları allaha emanet ediyorum *
tavsiyem izlemeyin! cidden vakit kaybı.
hakan ın filmin sonunda anlattığı fanteziyle salih i delirttiği sahne müthiştir. film durağan ama diyaloglar sokağın dilini tam anlamıyla yansıtıyor. daha büyük bütçeyle daha popüler olabilecek filmdir kanımca.
biraz iyi biraz kötü tipik festival filmi.
uzun ve anlamlı diyalogları içinde barındıran değişik bi film. anlayamadığım bi şekilde tarafımca çok beğenilmiştir.
"bornova bornova (2009)", kaşı gözünün üstünde duran sıkı bir suç filmi. türk sinemasının son 10 yılının ilk 10'u arasına rahatlıkla girer.
cesur bir film... cesur, açık sözlü ve samimi.

günümüz mahallelerindeki, sokak aralarındaki yenik, yitik insan manzaralarına dürüstçe göz atarken, dejenerasyon denen canavarın, genç, yaşlı, işsiz, çalışan demeden herkesi nasıl öğütüp yok ettiğini görüyoruz. siz ne kadar uzak kalmaya, temiz kalmaya çalışsanız da bir şekilde, bir yerden kaptırıyorsunuz kendinizi bu canavarın dişlerine.

o mahalleler, o serseriler, işsiz aylak dolaşanlar, o kaşar liseli kızlar eskiden de vardı ama bu kadar iğrenç ve kokuşmuş değildi. yozlaşma denen illet bu toplumun her kesimine bir kanser gibi yayılmakta ve yavaş yavaş öldürmekte ne yazık ki!
izlenmeye değer bir film. da başında solculuğa ağıt, solcuların nasıl değerli insan olduklarından, ve harcandıkları klişesinden dem vuran bir film. sonrası olaylar ilişkiler çelişkiler hikaye..uydurma fanteziler anlatan karanlık sağcı(!) bir çakal ve bunları yazıya dökerek ekmek parası yapan ulvi! bir solcu..bunların ortasında saf bir eleman ve onu kullanan sinsi bir hatun...güzel hikaye! ...ideolojik bir gözlük takıp sağcı, solcu hikayesi yazmak...
artık farklı duygular, olgular bizim filmlerimizde de var diyebiliriz rahatlıkla bu filmle, bendeki avrupa hayranlığının gereksiz oldugunu görmemi sağlamıştır.