bugün

(bkz: onunla ilk tanışılan an/#5489105)'ın devamı olarak;

çok iyi arkadaş olmuştuk onunla, aynıydık, ya da zamanla aynılaşmıştık. stadyumda buzbağ içiyorduk, çimlerde uzanıp dergiler okuyorduk, kütüphanelere gidip henüz türkiye'de kitapları basılmamış yazarları keşfediyorduk. kitapçılar geziyorduk, hiç bir festivali kaçırmıyor, hem sanatı takip ediyor, hem de sanatla dalga geçiyorduk. en boş olan seanslarda sinemaya gidiyor, içkimizi açıyor, sarhoş oluyorduk film boyunca. özetle eğleniyorduk.

artık güne onunla başlıyor, onunla bitiriyordum. görüşmediğimiz gün yoktu. farklı bölümlerde okuyorduk ama kampüste bize ait yerlerimiz vardı, cep telefonu olmadığı için o dönemlerde böyle bir yol bulmuştuk. sabah kampüse gelir gelmez; fizik bölümü önünde ki bank, ders çıkışlarında; rektörlük arkası minik havuz, akşam; topluluk odası, ders çalışılacaksa; kütüphane A2. bu uzunca bir süre böyle sürdü gitti.

fakat bir nisan sabahında her şey değişti...

sabah kampüse gelir gelmez yine fizik çimlerinin oraya yürümeye başladım, o çoktan gelmiş, bankta oturmuş poğaçasını yiyordu. uzaktan beni gördü, gülümsedi, ben de afacanlık olsun diye uzaktan, hep güldüğü "steve buscemi" taklidimi yapmaya başladım. ağızında poğaça gülmeye başladı, sonra gülücükler, öksürmelere döndü. koştum hemen yanına. gözleri kızarmıştı, bir yandan gülüyor, bir yandan da nefes almaya çalışıyordu, birden çok şirin gözüktü gözüme, şapşal bakıyordu. sırtına vurdum bir kaç kez, fakat elimi çekmedim, ne güzeldi sırtı, kıyafetlerine rağmen cildini hissedebiliyordum.

sakinleşince döndü "yapma böyle" dedi, hemen elimi çektim, ama o, onu kastetmemişti, "yemek yerken, güldürmek yok beni" diye devam etti. poğaça yerken onu izledim, o kadar zarifti ki, poğaçayı tutarken sanki gitar tutar gibi parmakları paralel duruyordu, dökülen kırıntıları diğer elinin serçe parmağıyla, pıt pıt diye fırlatıyordu yere.

o kadar yakın iki arkadaş olmuştuk ki geçen 5 ay içinde, önceden hiç ona bu gözle bakmamıştım, güzel olduğunu, zarif olduğunu, şapşal ve de şirin olduğunu ilk defa farkediyordum. aşık olmuştum.

poğaçayı o yemiş, poğaça benim hayatımı değiştirmişti.

devamı için; (bkz: arkadaşa aşkın itiraf edildiği an/#5489118).
aşık olan insanların çokça yaşamış bulundukları, her tadın birbirine karıştığı andır. genelde düşünmekle fark edilir, aşıksınızdır lakin kafayı toparlayıp "bu kıza/pipiliye karşı ne hissediyorum ben?" diye düşündüğünüzde farkına varırsınız ya da kendiliğinden gelir beyninizin orta yerine.

bir de kafama takıldı haluk hocam, arkadaşından başka kime aşık olur insan? en azından aşık olunabilecek yaştaki tanıdık karşı cins her zaman sevgiliden önce arkadaş sayılmaz mı?
(bkz: arkadaş ayağı göt ayağı)
kendini ne kadar engellersen engelle bir zaman sonra bi bakıyosun aşıksın.