bugün

entry'ler (118)

sabahın 8 inde kahvaltıya davet eden arkadaş

"candır" kalıbını kullanmama neden olduğu için sitemlerimin olduğu arkadaş.

uzun saçlı erkeklerin sık karşılaştığı sözler

anan gibi saç uzatacağına, baban gibi bıyık bırak.

hem zenci hem fakir

üstelik yabancı bir ülkede yaşayan, lezbiyen bir kadınsa da yatacak yeri yoktur. aynı anda hem ırkçılık, hem sınıfçılık, hem milliyetçilik, hem homofobi, hem de seksizmden nasibini alacaktır. muhtemelen cinayete kurban gider zaten.

erken kalkmak gerektiği için sabahlamak

sabahın beşinde gelecek sevgiliyi karşılayacakken, uyuya kalıp ilişkinin olası krizlere sürüklenmesine sebebiyet vermemek için yapılandır. ayrıca şu anda yapmakta olduğumdur.

kondomu sucuk yapımında kullanmak

koyun bağırsağı kondom olarak kullanılmışsa, kondom da bağırsak yerine geçerek sucuk yapımında kullanılabilir mantığıyla yola çıkmış, deneysel hareketler yapmayı seven ve fena halde canı sıkılmış kayseri'li bir arkadaşımın yaptığıdır.

organik lateksten imal edilmiş kondom kullandığında, doğal lateksin işlenmesinde kullanılan merkaptobenzotiazol, tiuram ve karbamat gibi maddelerin neden olduğu, lateks alerjisinden (kontakt egzama) muzdarip insanlarda, mide yanması, gastrit, reflü, hatta ülsere varan yan etkiler gözlemlemiştir. toplum genelinde %2.5, doktor ve hemşirelerde ise, lateks eldiven kullanım sıklığı nedeniyle %9 ila %15 rastlanma oranı bulunan, erken tip aşırı lateks duyarlılığına sahip insanlarda ise ölümcül etkileri olabileceğini öngördüğü için alternatif olarak sentetik lateks kullanmayı denemiş,ancak sentetik lateksin, sucuğun kendine has lezzetini ve kokusunu değiştirdiğini fark ederek projesini rafa kaldırmıştır.

not: uktelerden buldum bu başlığı.

takımı gol atınca nükleer füze ateşleyen general

belçika'da yapılan 1972 avrupa futbol şampiyonası yarı final müsabakasında, sovyetler birliği'ni macaristan karşısında 1-0 öne geçiren ve bu tek golle sovyetler'i finale taşıyan anatoli konkov'un golünün ardından, rus general dimitri fyodorovic ustinov'un, coşkuyla sibirya'nın kuzeyine doğru bir tane ss 20 nükleer füzesinin ateşlenmesi emrini verdiği rivayet edilir.

iki gün sonraki final maçında ise, federal almanya'lı herbert wimmer'in durumu 2-0'a getiren golünün ardından ustinov'un başka bir ss 20 füzesini, maçın oynandığı, liege şehrinin stade maurice dufrasne stadına kilitlediği, sovyetlerin 3. golü yemesi halinde onu da ateşlemeye niyetlendiği de bir başka söylenti konusudur. neyse ki gerd müller'in attığı 3. gole kadar süren 6 dakikada, emrindeki subayların derhal, dönemin sovyetler birliği devlet başkanı leonid brezhnev'i haberdar etmesi ve brezhnev'in bizzat devreye girmesiyle bu felaketin son anda önüne geçilmiştir.

olay doğruysa bile, gerek daha önce kominist parti içinde sekreterlik gibi önemli bir görev üstlenmiş olan ustinov'un, parti içindeki sağlam bağlantıları, gerekse, kendisi de bir futbol tutkunu olan başkan brezhnev'in, ustinov'un öfkesini anlayabilmesi nedeniyle, olaydan 4 sene sonra, 30 temmuz 1976'da mareşal ilan edilmesine etkisi olmamıştır.

general ustinov'un, 2004 yılında, dönemin rusya başsavcısı olan yeğeni vladimir ustinov tarafından, beslan katliamı olarak da bilinen, çeçen teröristlerin rehin aldığı 200'e yakını çocuk, 400 kişinin ölümüyle sonuçlanan, kuzey osetya'daki okul baskını sırasında, çeçen teröristleri etkisiz hale getirmek için, teröristlerin ailelerinin rehin alınması önerisinin getirilmesi çok da şaşırtıcı olmasa gerek.

not: bu entrydeki kişiler ve kurumlar hayal ürünü değildir.

universitede olup kravat baglamayi bilmeyen erkek

liseyi, üniversiteyi geçtim, 2 senedir bilfiil takım elbise giyme zorunluluğu olan bir işte çalışan erkek olarak, bir üst modelini teşkil ettiğim kişi. evet bütün kravatlarımı 1 kere babama bağlattım, 2 senedir de çözmedim. yeni kravat aldığımda da satın aldığım mağzanın, bu işte uzman çalışanına bağlatıyorum ve bir daha hiç çözmüyorum.

emekli olmadan, bir ara öğrenmeye niyetliyim ama...

iki ismi de aynı olan insan

gelecekte benim çocuğum olacak insandır. ilginç, kimsede olmayan, elit bir azınlığın telaffuz edebildiği süpersonik bir isim bulmak için senelerdir düşünürdüm. birden aklıma bu parlak fikir geldi. kız olursa alev alev, erkek olursa duran duran koyacağım. zaten odyometrist ya da oşinograf olmak üzere yetiştirmeyi planlıyorum çocuğumu.

insanlık anıtı

karşıyaka belediyesi'nin talip olduğu, kars belediyesi'ne bu taleple ilgili resmi yazı yazıldığının belirtildiği, izmir'e taşımak istenen heykel. insanlık anıtı'ndan, iktidar karşıtlığı anıtına dönüştürülmek istenen sanat eseri. bir heykelin bu kadar siyasi malzeme haline gelmesine üzülsem de, yine de karşıyaka'da, şu an bulunduğu yerden daha göze hitab eder duracağı kanaatindeyim.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25171019/

not: sanatın siyaseti malzeme olarak kullanmasına değil, siyasetin sanatı malzeme olarak kullanmasına karşıyım.

sevgiliye sözlükte yazdığını söylememek

twitter hesabımı söyleme gafletim, sevgilinin 1,5 senelik tweetlerimi etüt etmesi ve bilimum imalı sorularla muhatap olmam nedeniyle, akıllıca olduğunu düşündüğüm davranıştır. twitter bilgisini de sevgili olmazdan önce vermiştim zaten.

her karadeniz şehrinin karadenizin incisi olması

ankara-kars uçuşu sırasında, orta ve batı karadeniz şehirlerini yukarıdan izleme şansım oldu. gerçekten de sahil şeridine tek tek, inci gibi dizilmiştir karadeniz şehirleri. bu yüzden, her karadeniz şehri olmasa da, her karadeniz sahil şehri, karadeniz'in incisidir diyerek onayladığım durum. ayrıca görebildiğim kadarıyla batum da dahildir bu incilere. zamanında tansu çiller, bu durumu değiştirecek progresif bir adım atmaya niyetlenmişti ama alay konusu olmuştu. halbuki ne güzel olurdu...

not: son anda aklıma geldi. mesut yılmaz, karadeniz sahil yolu ile bu incileri ipe dizmiştir. anayol hükümeti takmış demek ki karadeniz'e.

insanlık anıtı

başbakan'dan tam bir hafta önce benim de ucubeye benzettiğim anıttır. aslında ucube değil de dev bir penise benzettiğim anıttır.

bir hafta önce hayatımda ilk kez kars'da bulundum. bu anıttan haberim yoktu. yakın zamanda yapılmış ve yapımı medyada yer bulmasına rağmen benim dikkatimi çekmemiş. kars'a inip şehri gezerken aksi mümkün olmadığı için gözüm takıldı tepedeki devasa heykele. bu nedir diyerek internet'ten heykelin ne amaçla dikildiğini, ne anlama geldiğini, kim tarafından yapıldığını öğrendim. anlamlı bir girişim olsa da tepeye baktığımda gördüğüm şey değişmiyordu bir türlü. şehrin içinden kars kalesi'ne doğru giderken, heykelin iki parçası arka arkaya geliyor ve, iki parçalı insanlık anıtı yerine, blok halinde dev bir penis görüntüsü veriyordu.

bir hafta sonra başbakan gitti kars'a. malum açıklamayı yaptı. muhtemelen o da penise benzettiği için rahatsız oldu ve ucube tanımını kullandı. her ne kadar hemfikir olsak da, bir sanat eseri hakkında yorum yapma hakkı herkes için geçerli olsa da, beğenmeyerek yıkılmasına karar vermek, bir başbakan'ın bile haddi olmasa gerek. şahsi olarak benim de estetik anlayışıma hitab etmese de, sanat eseri olmadığına karar verme yetisinin ne bende, ne de başbakan'da bulunduğunu düşünüyorum. birikimimiz yetmez. sanat eseridir ama ben beğenmedim, gücüm de var, o halde kaldırın şu ucubeyi gözümün önünden demek ise f ile başlayan o çirkin kelimeye* yapılmış bir ithaf olabilir ancak.

şehrin dokusu ile açık bir şekilde uyumsuz bu heykel. bir kere kars gibi, koyu kahverengi tonda bir şehre mermerden bembeyaz heykel dikmek bile hatalı bence. bronz'dan yapılsa bu kadar göze batmazdı sanırım. üstelik yüksek olsun, ermenistan'dan bile görünsün diye bir heykel yapılırken, bunun da düşünülürek, uzaktan da vermek istediği mesajı verebilen bir heykel yapılmalıydı. ermeniler'le başlayan sıcak ilişkilerin birden kesilmesinin heykelle alakası olabilir mi acaba? ermenistan'dan da kars'dan göründüğü gibi görünüyorsa bir ilgisi olabilir sanki.

yine de yıkılmamalı bu heykel. alternatif bir yere taşınabilir sanırım. yakından çekilmiş fotoğraflarında baktım, hiç de penise benzemiyor. güzel göründü gözüme hatta. ama başbakan beğenmedi diye heykel yıkmak, bir heykel için yıkmak fiilini kullanmak bile kulağıma yeterince korkutucu gelirken, sırf başbakan beğenmediği için kitap yakmanın, şarkı yasaklamanın, tablo parçalamanın yolunu açar bence.

en ünlü çarpık ilişkiler

woody allen ve üvey kızı soon-yi previn evliliği. previn'in, kendisinin değil o dönemki sevgilisi mia farrow'un üvey kızı olması, çarpıklığın boyutunu arttırmaktadır.

kel kafalı bet sesli tipsiz popçu modası

son bir senedir türkçe pop camiasında gözlemlediğim eğilim. akım demek için henüz erken ama bugüne kadar hep göz ardı edilmiş, prezentabl bulunmamış kel kafalı, bet sesli ve tipsiz popçuların, diğer yeteneklerini ön plana çıkararak iş yapmaya başlamalarıya, kendini göstermiş moda.

bir akım olacaksa eğer kim olacak peki bunun öncüsü. hiç kuşkusuz, başka isimlere verdiği şarkılarla, bilhassa sertab erener'e verdikleriyle, kendi ismini duyuran soner sarıkabadayı. prototipi oluşturan da kendisi oldu. yaptığı şarkıların tutmasıyla edindiği çevreyi kullanarak bir albüm yapma şansı buldu. her ne kadar tek tipe yakın şarkılar yaparak serdar ortaç'ın varisliğine soyunmuş olsa da, allah için şarkıları piyasa için çıta üstü şarkılardı ve tuttu. üstüne bir de en iyi şarkılarını kendisine sakladığı söylentisi de dikkatlerin daha fazla üzerinde toplanmasına neden oldu. söylenti diyorum çünkü katılmıyorum.en iyi şarkılarını, vitrin olarak kullandığı sertab erener'e verdi bu adam ve belki de vermeye devam ediyor. o kısmı şimdilik bilemiyorum.

arkasından gelen örnek ise yakın zamanda çıkardığı albümle sanırım ses getiren toygar ışıklı. toygar bey de hem kel, hem bet sesli, hem de tipsiz olmakla beraber, toygar gibi bir isme sahip olarak, bu modayı bir basamak daha yukarı çıkardı. bildiğimiz gibi önce aşk-ı memnu, daha sonra da ezel ve varsa benim bilmediğim başka dizilerin müzikleriyle adını duyurdu. onu da besteleriyle tanıdı yani piyasa. şekle şemale bakmadılar, onu da alıp baştacı ettiler. peki o kimin tahının varisliğine soyundu. albümünü bilmiyorum ama yaptığı dizi müzikleri ile kıraç'ın bırakın varisliğine soyunmayı, resmen tahtına oturdu.

bu saydıklarım geldikleri yerleri muhtemelen hak etmişlerdir. çünkü bunlar öncü isimler. hala bir özgünlük taşıyorlar yani. peki benim kel kafalı bet sesli ve tipsiz popçuların bir moda olmaya başladığı fikrine kapılmama kim neden oldu? yeni yeni baş göstermeye başlayan çakmalardan, adını bilmediğim bir şarkıcıdan sonra bu kanaate kapıldım. bunların devamı gelecek belli ki sevgili sözlük. uyarmadı demeyin.

işte bu keltoşla dün yaşadığım imtahanı daha önce uzun uzun anlatmıştım.

(bkz: #10063782)

hiçbir aşk katilinin heykeli dikilmedi

dün akşam televizyonda kanallar arası dolaşırken, kral tv, ya da nr1'da rastladığım, sikko bir türkçe pop şarkısını içinde geçen sözümona aforizma.

şarkıyı bet sesli, keltoş bir herif söylüyor. kim olduğunu bilmiyorum. ilgilenmiyorum da. sadece bir anlık kulağıma takılan bu sözler üzerine nedense bir süre düşündüm. doğru mu söylüyordu bu keltoş? yoksa sadece kulağa hoş geldiği için, düşünmeden yazılmış sıradan bir şarkı sözü müydü? bir anlık duraksamanın ardından ilk örnek geldi aklıma. ulu önder mustafa kemal atatürk... fikriye hanım'a yaptıklarına aşk katli denmez de ne denir? sen bir kadını önce kendine bağla. en zor günlerinde o yanında olsun. bir dediğini iki etmesin. evlensek ya mealli laflar ettiğinde, "ben ulusumla evliyim" gibi gösterişli laflar et. kadın aşkından verem olsun. sonra onu yurtdışına tedavi ayağına yolla ve latife hanım'la evlen. oldu mu şimdi atam? hani ulusunla evliydin atam? fikriye hanım'ın aşk hikayesinin sonunu hatırlamayı yüreğim kaldırmadı. onu düşünmeyi oracıkta bırakıp heykel meselesine döndüm. atatürk örneğim ile, keltoş'un iddiasını çürütmüştüm bile. garip bir haz duydum. ama bununla yetinmedim.

keltoş "istisnalar kaideyi bozmaz" gibi klişe bir laf etmesin diye, ki çok meyilli duruyordu, ikinci bir örnek düşünmeye başladım. zihnimin derinliklerini biraz kurcalayınca karşıma john f. kennedy çıktı. amerika birleşik devletlerinin 35. başkanı... norma jean baker ya da bilinen adıyla marilyn monroe ile daha senatörken başlayan büyük ve yasak bir aşk yaşamıştı. marilyn evlenmek istemiş, ama başkanlığa adaylığını koymak üzere olan jfk, kamuoyunda oluşacak kötü imaj nedeniyle eşinden boşanmak istememiş ve yıllarca metres hayatı yaşatmıştır dünyaların aşık olduğu bu güzel, çekici ve zarif hanıma. başkan olduktan sonra da devam eden, çeşitli skandallara konu olan ama genelde üstü kapatılan bir aşktı bu. marilyn'in direk beyaz saray'dan miss green takma ismiyle kennedy'e telefonlar ettiği bile söylenir. sonunda ne mi olur? kennedy, çıkan dedikodular üzerine mariyln'le son bir gece geçirdikten sonra ayrılır. dikkat edelim, "son bir gece..." koskoca amerikan başkanına yakışmayan bir davranış, biliyorum ama son geceyi de ihmal etmez bay kennedy. zavallı marilyn bir süre "kardeş kennedy robert" ile falan takılır. ama saplandığı uyuşturucu batağının etkisiyle de bilindiği üzere intihar eder. al keltoş sana bir aşk katili daha... peki heykeli dikildi mi? keltoş durumun farkında olmayabilir ama adam 35. birleşik devletler başkanı. dikilmez mi sözlük. müzesi bile yapıldı.

http://www.capecodmenus.c...nis-ma/jfk-statue-hyannis

http://bit.ly/i4W0tw

hızımı alamadım ve keltoşa haddini iyice bildirip serseme çevirmeyi kafama koydum. zihnimin pek bir derininden bir ses duydum. tam emin olamamakla birlikte sanırım rahmetli eski başbakan adnan menderes'in sesine benziyordu. onun da böyle bir aşk hikayesi vardı sanki dedim ve hemen ufak bir google taraması sonucunda ayhan aydan ismine rastladım. yakın zamanda rahmetlik olmuş bu değerli opera sanatçımızla bir ilişkisi vardı menderes'in, evet. hatta kadıncağız yassıada'da bu aşk yüzünden yargılamış bile. ama menderes'in aşkı katletmeye fırsat bulamadan idam edilmesi nedeniyle aradığım ismin o olmadığını anladım. başka bir şey vardı diye düşünürken buldum ismi: "mukaddes vaner". sayın menderes, eşi berrin hanım'la evli iken tanıştığı bu hanımla büyük bir aşk yaşıyor. bir mektuplar, bir mektuplar... canımın içi falan demeler... işte konuyla ilgili link:

http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=208914

peki sonu? sayın menderes ayhan hanım'la tanışana kadar sürüyor bu aşk. sonrası başka bir hikayenin konusu yani. peki ya geride kalan? ilgili linkteki haberde mukaddes hanım'ın kızı aktarıyor:

"12 sene sonunda aralarına bir kopukluk girdi. annem kendi üzerine aydan aydan hanımefendi’yle temas kurulmasına çok üzülmüştü. artık kopmuştu. ancak telefonla konuşuyorlardı. hep ağlıyordu. dişleri döküldü. onun için çok büyük bir darbe oldu. yıkıldı. yine de saygı ve hürmetle anardı adnan bey’i. adnan bey de devamlı, ‘nasılsın, ne istiyorsun’ diye sorardı. uçak kazasından sonra bilhassa geldi. adnan bey kapıcıya bile ‘bey’ diye hitap ederdi. bu münasebet bitince adnan bey’le irtibat da koptu. annem adnan bey’in yeni arkadaşını da biliyordu. dönemin istanbul emniyet müdürü’nün hanımı suzan hanım vardı. onunla bir ilişkisi oldu."

haydi buyurun. yorum yapmak istemiyorum. sinirleniyorum zira... peki adnan menderes'in heykeli dikilmiş mi? ne heykeli? anıt mezarı var adamın. istanbul'da yaşıyorsan bilirsin keltoş. topkapı'da... bilmiyorsan da git bir gör.

neyse. üç tane kapı gibi örnekle keltoşu abandone ettiğimi düşünürken, birden bir şey farkettim ki verdiğim üç örneğin de öznesi erkekti. şimdi bu keltoş bana, "eyy jimmie, ben bu şarkıyı bir kadına yazdım zaten. sen kalkmış bana erkeklerden söz ediyorsun." falan diye başlayan, erkeklerin daha üstün olduğu kanısına vardırdığı beylik bir konuşma yapmaya kalkar, ben de dayanamayıp ağzını kırmak zorunda kalırım diye bir de kadınlardan örnek vereyim, hayata küssün, şarkıcılığı falan bırakıp köşesine çekilsin istedim. hafızamı biraz daha zorladım ama aklıma bir örnek gelmedi. düşündüm, düşündüm ama gelmedi. keltoş'ı sersemletmek isterken ben sersemledim. bir sikko şarkı sözü üzerine bu kadar mesai harcadığıma mı yansaydım, yoksa bet sesli, tipsiz bir şarkıcıya yenildiğime mi yansaydım bilemedim. evet sayın sözlük. rakibimi fazla küçümsediğim için ağır bir yenilgiyi tatmıştım. bet sesli keltoşu emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili haline getirmiştim. hak etmiyordu bunu. bozuntuya vermedim. "sen görürsün keltoş" dedim içimden, "sen görürsün." bu iş burada kalmaz. nasıl olsa alırım intikamımı senden dedim ve bir akrep burcu olarak pusuya yattım. soğuk da olsa, bir gün nasıl olsa yerdim o intikam yemeğini...

vahşi bankacılık düzeni

kanunsuz, hukuksuz değil, tam tersine katı bir kanunlara bağlılık sayesinde sürdürürler vahşiliklerini. eğer bir müşteri bankacılık ve finans piyasalarının mevzuatından haberdarsa, aynı şeyi rahatlıkla yapabilir bankalara. her ne kadar bankalar sıkı bir hukukçu ekibiyle birlikte çalışsalar da, personelin dikkatsizliği ya da bilgisizliğinden kaynaklanan küçük ama çok riskli o kadar hata yapılmaktadır ki, işi bilen biri, bu hataları değerlendirerek taklalar attırabilirler bankalara. örnekleri çoktur. ama her bir örnek, "yazılar çok küçük, okuyamıyoruz" denen sözleşmelere bir madde olarak döner daha sonra. ama mevzuatlar değiştikçe yeni açıklar oluşmaya devam eder.

ama bu bilinçte müşteri, ne yazık ki yok denecek kadar azdır. müşteri bilinçsizliği bankanın suçu değildir. kanunları bilmek ve uygulamak kişilerin kendi sorumluluğudur. bankalar müşterilerine hitaben mevzuat eğitimi verecek değiller ya... kaldı ki kendi personellerine bile öğretmekte zorlanmaktadırlar. mevzuata hakim personel altın değeri taşımaktadır bankacılık ve finans piyasaları için. mevzuata hakim bir müşteri ise en büyük kabusudur bankaların. inim inim inletir. kısa bir not; tüketici mahkemelerinde bankalara karşı açılan davaların büyük bir çoğunluğu, bankaların aleyhine sonuçlanır.

müşteri bilinçsizliğinin bahanesi de hazır. "sözleşmelerde yazılar çok küçük, okuyamıyoruz!" küçük, müçük, oku efendim. binlerce liralık sözleşmelerin altına imza atarken büyüteç kullan, mikroskop kullan, teleskop kullan... bir şey yap ama oku. hukuki dilden anlamıyor musun? bir avukat bul, görüş al. tamam kredi kartı sözleşmesine imza atarken de yapma bunu ama büyük bir krediye kefil olurken, oturduğun evi ipotekletirken, geçimini sağladığın iş yerini ipotekletirken yap bari. daha sonra katlanmak zorunda kalabileceğin olası maliyetlerin yanında, avukattan alacağın hukuk görüşünün maliyetinin lafı bile edilmez emin ol. kaldı ki kimse kimseyi kandırmasın. sözleşme okuyamamak değil tek sorun. bilinçsizlik boyutu o kadar büyük ki, boş sözleşmeleri hatta boş kağıtları imzalıyor müşteriler hiç çekinmeden. şimdi kusura bakmayın da, müstehak! en azından, bir sözleşmede boş yer kalmaması, noktalı bütün boşlukların doldurulması gerektiğini bil. sen o noktalar doldurulmadan imzalarsan, bankanın aleyhine bir gelişme ihtimali doğarsa, o boşluklar öyle de güzel dolar ki, tereyağından kıl çektirir bankaya.

sözleşmeleri bir kenara koyalım. çünkü kanuni olarak banka, müşterilerin aleyhine bir madde koyamaz o sözleşmelere. sözleşme dahilindeki her madde, kanunidir, mevzuat kapsamındadır. peki kanunları kim ne kadar biliyor. 5972 sayılı, "yurtdışı türkler ve akraba topluluklar başkanlığı teşkilat ve görevleri hakkında kanun" dan falan bahsetmiyorum. illa ki çıkan her kanun takip edilemez. mesela yukarıdaki kanuni resmi gazetenin rastgele tarihli bir sayısında gördüm az önce. neden bahsettiği hakkında en ufak bir fikrim yok. ama en basiti, 5582 sayılı konut finansman kanunu diye bir kanun var. mortgage yasası olarak da bilinir halk arasında. adını pek çok kişi duymuştur. yüksek montanlı, uzun vadeli bir konut finansman kredisi kullanacaksan eğer, aç bu kanunu oku. 5-10 yıl seni bağlayacak bir evrağa imza etmeden önce biraz araştır. "ay yazılar çok küçük, okuyamıyorm!" deyip, boş sözleşmeye imzanı atma. hadi okuyamadın diyelim. kanun vatandaşı düşünmüş. konut finansman sözleşmesine imza atmadan önce, bankanın müşterisine okutup imzalatması gereken, "sözleşme öncesi bilgi formu" diye bir şey var. kanunun detaylarını, anlaşılır bir dille aktarmak amacıyla düzenlenmiş matbu bir form... en azından bunu bir oku. bunu okuduktan sonra en az bir gün geçmesi gerekiyor sözleşme imzalatmaları için. aksi taktirde sözleşme geçersiz sayılıyor. ve inanır mısınız, yazı karakteri de özellikle büyük seçiliyor. ama yok, o da çok uzun! "sayfalarca evrak tutuşturuyorlar elimize, okuyamıyoruz!" e arkadaşım peçeteye yazıp vermelerini mi bekliyorsun. bankalar için milyarlarca liralık plasmanlarını güvenceye alma amacıyla imzalatılıyor o sözleşmeler. herhalde uzun olacak. kısa olur, yazı küçük dersin, yazı büyütülür çok uzun olmuş dersin. şimdi bankacı ne yapsın? inci style bir özet mi geçsin?

sinirliyim sözlük. işin aslı bilinmeden en çok yüklenilen sektörlerden biridir bankacılık sektörü. kimsenin bankacılık faaliyetlerinin nasıl yapıldığı hakkında en ufak bir fikri yok, ama "vay benden hesap ücreti aldılar!" diye arıza çıkaran çok. bankacılık sektörü, ülkenin, hatta bırakın ülkeyi, dünyanın en çok denetlenen sektörüdür. en katı kanunlarla kontrol altına alınan sektördür. bu yüzden çok uzun ve karmaşıktır banka ve finans piyasalarının mevzuatı. geçmişteki acı tecrübelerden kaynaklanan bir zorunluluktur bu. 2001 krizi de bizim en acı tecrübemizdir sektörle ilgili; malum. şimdi boş bıraksan yine hortumlar takılır kasalara. ama 2001 sonrası o kadar, sıkı ve sağlam bir bankacılık sektörü kurulmuştur ki türkiye'de, dünya da ülkeler batarken, başbakan'a teğetler çizdirebilmiştir. hani bir kemal derviş vardı ya, vatan haini, amerikan ajanı demişti kahvede okey oynayan bir amca sana, o atmıştı bu sağlam temelleri. ama 2001 öncesi dönemde bile bilinçsiz müşteriler sayesinde takıldı o hortumlar. offshore bankacılık hakkında en ufak bir fikri olmayan insanlar, sırf biri çıkıp bağıra bağıra, "dolara ve marka çoook kazandıran banka!" dedi diye, offshore'un, köpek balıklarının yüzdüğü tehlikeli sularına emanet ettiler çoluğunun çocuğunun rızkından arttırdıkları tüm birikimlerini. sonra da "vay efendim devlet bir şey yapsın"... ulan devlet ne yapsın. cayman adaları'na, bahamalar'a, bermuda'ya, panama'ya falan yollamışlar paranı. adını bile bilmediğin, haritada yerini gösteremediğin ülkelerin bankalarında şimdi o paralar. devlet askeri operasyon mu düzenlesin? gidip nasıl alsın? "çoook" kazandıran banka... nasıl "çoook" kazandıracak bu banka diye sordun mu hiç kendi kendine? sormadın tabi. kesin senin baban, amcan, dayın, abin falan da parasını kaptırdığı banker'e sormamıştır, "nasıl vereceksin aga bu kadar faizi?" diye...

nereden, nerelere gittim. ama bak şimdi iş hayatına yeni girmiş, eli yeni ekmek tutmuş genç arkadaşım. ben de senin gibiyim. anlarım halinden. sektörün içindeyim o yüzden bu kadar sinirliyim sadece. hepimizin parası kıymetli. ama bak senin baban, deden, dayın, amcan nelerle uğraşıyordu, sen nelerle uğraşıyorsun. adam mafyöz bir bankere kaptırdığı paraları kurtarmak için, banker'in ofisinin önünde günlerce nöbet tutuyordu, sen bütün bankacılık işlemlerini internetten halledebilirken neden benden üç kuruş para kestiler diye ağlıyorsun. üstelik internetten yaptığın için pek çok işleme para bile vermiyorsun. aç biraz oku. ekonomi sayfalarına şöyle bir göz gezdir. aç bir sekme daha browserında. gir bir haber sitesine, son bir iki ayın ekonomi başlıklarına bir göz at. ne göreceksin? merkez bankası'nın, bankaların ayırdıkları zorunlu karşılıklara verdiği faizi, artık vermeyeceğini... başka ne göreceksin? yine merkez bankasının borçlanma faiz oranında rekor bir indirim yaptığını göreceksin. boru değil 4 puan... 5,75'den 1,75'e çektiler. bir şeyler ifade etti mi bu sana? etmedi değil mi? bankacılığın nasıl yürütüldüğü hakkında pek fikrin olmadığından değil mi? sen sadece kredi çekilen, fatura ödenen bir yer mi sanıyordun yoksa bankayı?

bankalar su yakmıyor sayın arkadaşım. kar amaçlı kuruluşlardır bankalar. amme hizmeti yapmazlar. ziraat bankası bazen yapar ama o başka bir konu. her banka yüzlerce şubede, onbinlerce personel çalıştırıyor. sırf sen rahat ulaş diye, emlak fiyatlarının en yüksek olduğu, en merkezi yerlerin, en değerli köşelerine şube açıyor. hatta daha da rahat ulaş diye, altyapı kurup, evinden bile çıkmadan hizmet alabilmeni sağlıyorlar. bunların hepsi maliyet değil mi? eskiden mevduat toplardı bankalar, bu mevduatları gidip merkez bankasına borç verip, gelen faizin ufak bir miktarını mevduata faiz olarak ödeyip geri kalanıyla hem kar eder, hem de senin amme hizmeti olarak algıladığın bu hizmetlerin maliyetini karşılarlardı. sırf müşteriyi elinde tutmak, yeni müşteriler kazanmak için. sen de bu yüzden amme hizmeti sanardın fatura öderken senden hiç bir ek ücret alınmamasını. ama arık şartlar değişti. merkez bankası değirmenin suyunu kesti. artık mecburen sen de taşın altına elini koyacaksın. hizmet isteyen, pamuk elini cebine atsın yani. sonuçta bu bankalar kar etmek zorunda. varolma nedenleri bu. kar amaçlı kuruluş oldukları sır değil ki? ne amaçlıymış? bak! "kar" amaçlı. ama krizde bile kar ediyorlar bik bik bik... e ne güzel işte. battı mı da battı diyorsun.

wikileaks org

yayınladığı belgelerin doğruluğu abd hükümeti tarafından kabul edilmiş site. cüneyt özdemir belgelerin dedikodu olduğunu söyleyenlere de üstad-ı azam yakıştırmasında bulunarak, aklı sıra hicvi gönderme yapmış. belgeler dedikodu diyorum evet. ama dedikodu olan belgelerin kendisi değil içerikleri. wikileaks belgelerinin resmi kaynaklardan sızma olduğuna şüphe etmedim en başından beri. ancak içeriğine bakarsak, amerika'lı diplomatların, bulundukları ülkelerin siyasi dedikodularını kendi ülkeleri ile paylaşmalarından ibaret.

- biliyor musunuz sayın amerikan üst düzey dış işleri yetkilisi? tayyip erdoğan'ın isviçre bankalarında sekiz tane hesabı varmış. ilham aliyev'de tayip'i hiç sevmiyorum. babasını da sevmezdim demiş. üstelik, bazı türk bakanlar da sübyancıymış. yaaa yaaa...
- deme yaaa, az önce de italya'daki diplomatımız haber verdi. berlusconi de gaymiş. putin'e kayıyormuş.
- hiiiii, ne diyorsunuz sayın yetkili? bommmba bu, bommmba...

8 isviçre bankasında hesabı bulunan başbakan

pek klişe bir ifade de bulunacağım ama, silivri ile wikileaks dökümanlarını karşılaştırmak, ad hominem in dik alasıdır. "we have heard..." şeklinde ifade edilen, kaynağı belirsiz bir duyuma dayanan bir söylem ile bir rejimler mücadelesinin birbiri ile nasıl bir ilgisi vardır ki? ayrıca bu şekilde bir bağdaştırmanın wikileaks dökümanlarının ciddiye alınması gerektiğini söylemek, ergenekon iddialarının da ciddiye alınması gerektiğini kabul etmek demektir.

ben de hükümet hakkında bir iddia ortaya atıyorum. duyduğuma göre enerji ve tabii kaynaklar bakanı taner yıldız, aslında vitiligo hastası bir zenciymiş. michael jackson gibi sonradan beyazlaşmış. tek tük kalan siyahi lekelerini göstermemek için sakal bırakıyormuş. nasıl? inandırıcı geldi mi? ben öyle duydum valla. hem de bakana yakın bir kaç farklı kaynaktan. ama kim olduklarını söyleyemem. çok yakın çok...

bu arada yanlış anlaşılmasın, silivri tutuklamalarının ve yargılama şekillerinin önemli bir kısmının ben de hukuksuz olduğunu düşünüyorum. ama yolsuzlukla ilgili bir iddia ortaya atılacaksa daha ayakları yere basan belgelere dayandırmak gerekir.

ayrıca tutuksuz yargılananların evlerindeki yatışları neden göze batar ki? kişi hakkında bir iddia varsa, gayet doğal bir şekilde yargılanabilir. ancak tutuklu yargılamalar, hukuki olarak geçerli gerekçelere dayandırılmalıdır.

erdoğan dan hiç hazzetmiyorum

daha önce #10050044 nolu entrymde de belirttiğim gibi, haziran 1993'de ebulfez elçibey'i rusya destekli darbe ile iktidardan indiren baba haydar aliyev'e, mart 1995'de yapılmaya çalışılan ancak başarısız olan karşı darbe girişiminin altından türkiye cumhuriyeti'nin resmi kurumları çıktığından beri, aliyev'ler türkiye'den hazzetmez. tayyip erdoğan'ın özelinde bir durum yok yani.

wikileaks org

diplomatik görüşler ve politik analizlerden başka bir şey vermeyen site. ya da duyumlar ve dedikodular. tayyip erdoğan'ın isviçre bankalarında 8 tane hesabının bulunduğu yazılmış cable ların birinde. ifade şu: we have heard from
two contacts that erdogan has eight accounts in swiss banks... "we have heard" şeklinde yer almış bir ifadenin, ne gibi bir deprem yaratması bekleniyor anlamıyorum.

yok mu şöyle güzel bir skandal capsi?