bugün

ben bu yazıyı sana yazdım

Sen, gülerdin fethedilmeye ramak kalmış şehirlerde. Adım atsan, kalelere dayanmış merdivenlerden düşecektin aşağıya. Ben, o fethedilmeye ramak kalan şehirlerde savunurdum seni mabedim diye. Adım atsam, kalelere dayanmış merdivenlerden gelecektim yanına.

Aramızdaki bir kaç basamaklık uzaklığa rağmen, aynı haritada, ayrı şehirlerde, ayrı ülkelerde ve ayrı kıtalarda arıyorduk birbirimizi. Mahşer yerine dönmüş o savaş alanında, yara bere içinde olan yalnızlıklara rağmen, bir kaç kanlı elbise ile sarıyorduk yaralarımızı. Unutmuştuk, kan üstüne kan getirmiştik fark etmeden ve kapanmamaya yemin etmişti yaralarımız. Kanadık, saatlerce, günlerce ve haftalarca fark etmeden, damla damla kanadık gözlerimizin derinliklerine. Ağlamadık, ağlamamalıydık. Yalnızlık denilen zalim krala karşı yenik düşmemeliydik.

Sen, ağlardın kavuşmaya basamak kalmış kalelerde. Gözyaşlarını silmeye kalksan düşecekti miğferin. Savunmasız kalacaktın zalim kral yalnızlığa. Ben, gülerdim kanayan yaralarıma kızgın demirler bastığım merdivenlerde. Sana kavuşacaktım, sana gelecektim ve saracaktın yaralarımı ellerin ile. Savunmasız kalmayacaktık o zaman zalim kral yalnızlığa.

Ulaşamadık, yenik düştü krallığımız zalim kral yalnızlığa. Her bir askerimizi, yalnızlığa alışmamak için kaybettik. Esir düştüm yalnızlığa, sürgün yedim senelerce. Saçlarıma aklar düştü, vazgeçmedim bekledim yolunu kapandığım zindanların içinde. O zindanlar ki, tek bir pencere, tek bir güneş, tek bir bulut barındırıyordu içinde. Yağmur yoktu, gözyaşları vardı asırlık taşları sulayan.Beklemeliydik, zindanlara, zalim kral yalnızlığa ve yağmura muhtaç asırlık taşlara inat. Sen git dedin, gitmedim. Kal deseydin giderdim belki, kaldıramazdı omuzlarım bu yükü.

iyisi mi, sen sus şimdi. Bırak beni aklımın ikna odalarında.