bugün
- kızların mesajlara geç cevap vermesi12
- şizofreni11
- en dindar özelliğiniz20
- düşün ki o bunu okuyor9
- insan olmaya ceyrek kala'yı eloande den kapmak18
- yorgun mermi9
- anın görüntüsü20
- elinin değdiği anı unutamıyorum 5 posta attım12
- sözlükteki feyk hesap sahipleri tespit edilecek11
- bacağa kramp girmesi10
- ayetullah hamaney'in mini etekli torunu9
- zall beceremiyorsan bırak git11
- 2024 eurovision şarkı yarışması13
- erkekler seks yapamayacağı kadınla arkadaş olmaz10
- erkeklerin sadakatsiz olması20
- benim başörtüm var arabamı yanlış park edebilirim12
- türkiye den soğuma sebepleri20
- anneler günü12
- erkekler götünüze değil yaptığınız pastaya bakar21
- arkadaşlar sizce bu yüzük nasıl15
- beni özlediniz mi doğru söyleyin15
- eloande ile evlenip sözlüğü huzura kavuşturmak19
- uludağ sözlükte yazmanın hiçbir anlamı olmaması24
- karşı cinse giyim önerileri19
- ismet gurbuz 202411
- sözlüğe kız getirmek10
- okul müdürü nasıl korunabilirdi16
- komşuyu arabanın arkasına bağlayıp sürüklemek8
- bir erkeği cezbeden şeyler12
- fazla mastürbasyon yapan erkek9
- kimsenin okumadığı sözlükte yazar olmak11
- niyetin ciddi mi klişesi13
- uludağ sözlük kapatılacak11
- icardi1905'in sözlüğü bozması23
- karşı cinsi tavlamak için ne yaparsınız15
- libido düşmesi18
- 45 yaş üstü kadınların muşmulaya dönmesi10
- kızların yedek listesi9
- yazarların kız çocuğu olursa koyacağı isimler8
- cami tuvaletinin paralı olması14
- evlilik yaşı kaç olmalıdır12
- dünya bandırmalılar günü16
- sözlükte artık kızlar teklif edecek8
- platonik aşkın kalp kıran davranışları13
- eric bana9
şu dünyada hiçbir ırka aidiyet hissetmiyorum ve bir ırka mensup olmamanın ırkçı politikaların gölgesinde eritilmeye çalışılan kültürlere, ırksal niteliklere karşı çıkmamakla özdeşleşmediğini de bilirim.
faşizme gönülden bağlı her devlet, tek tip insan yaratmak ister. bunu milliyetçilik kavramı ile politikalaştırır ve alt politikalarla bu tek tip bireyi yaratmaya çalışır. çünkü milliyetçilik devlet ve egemen kültürün evliliğinin sonucudur. devlet kavramına yüklenmiş sonsuz güç ile asırlara yayılmış başat kültürü sürekli övmek ve bu unsurları olgusal olarak halk nezdinde kutsallaştırmak öncelikli politikadır. tek tip insan olmadığı vakit özellikle faşizmin kolayca tarafında yer alabildiği ulus-devlet algısı çatırtılara sürükleniyor. bu çatırtılar ekseninde kimi kanlı uygulamalar tarihsel süreç içinde gerçekleştiriliyor ve egemen tarih diskuru yaratılmak istenen algıyı, katliamları kabul etmeyerek ve onları devlet ve millet çıkarlarını korumak adına gerçekleştirdiği kimi masum politikalar olarak sunmaktadır.
tarihteki ilk asimilasyon politikası asur imparatorluğu tarafından gerçekleştirilmiştir. asuriler, halkların bir kısmını sürgün etmekle kalmıyor, onları egemen kültür içinde eriterek bir nevi etnik ve sınıfsal çelişkilerden arındırıp tek tip insan yaratmayı hedefliyorlardı. bunun daha da ileri götürülmüşünü büyük iskender gerçekleştirmiştir. büyük iskender iran seferi sırasında botan bölgesi'nde 20 bin askerini burada yaşayan genç kızlarla zifafa sokmuştur.
asimilasyon yahut farklı kültürleri topyekün yok etme derdine düşmüş devletler farklı politikalar bulmakta zorlanmamışlardır. farklı etnik gruplar hakkında düzinelerce raporlar hazırlayıp bu raporları devletin çeşitli aktörleriyle tartışıp sonrasında gizli onaylar ile politika haline getirmişlerdir. örneğin dersim ile ilgili hazırlanan raporları sıralayayım:
1. dersim valisi arif paşa'nın raporu(1841)
2.müşir şakir ve zeki paşalar ile serasker rıza paşa'nın raporu(1896)
3.mutasarıf arif bey'in raporu(28 ekim 1903-1906)
4. dersim mutasarıfı celal bey'in raporu(1903-1906)
5. müfettiş hamdi bey'in raporu(1926)
6. diyarbakır valisi cemal bardakçı'nın raporu
7. umum müfettişi ibrahim tali'nin raporu(1928)
8. genelkurmay başkanı fevzi çakmak'ın raporu
9. halis paşa'nın raporu(1930)
10. içişleri bakanı şükrü kaya'nın raporu(1931)
bütün bu raporların ortak noktası politikalar değişse de aynıdır: sürgün ve/veya türkleştirmek
örneğin 1896 yılında hazırlanan raporda bugün de dersim'de en büyük problem haline gelen barajlar meselesi gündeme "blok havuzlar" olarak getiriliyor. bu blok havuzlar özellikle aşiretlerin yerleştiği yerlere yapılarak aşiretlerin burdan göç etmesi amaçlanıyor. göç edenleri ise uygun bir biçimde yerleştirerek biraradalıkları engelleniyor. daha sonra fevzi çakmak'ın hazırladığı rapor ise meselenin asıl boyutunu gösteriyor:
"dersim evvela koloni(sömürge) gibi nazarı itibara alınmalı. türk camiası içinde kürtlük eritilmeli, ondan sonra da tedricen öz türk hukukuna mazhar kılınmalıdır."
devletin kendini bu farklı etnik gruplara nasıl da keybetli ve güçlü gösterdiğini katliam başlangıcında dersim'e atılan şu bildiriden okuyalım:
"her tarafınızı sarmış bulunuyoruz. dediklerimizi yapmazsanız cumhuriyetin kahredici orduları tarafından kahredileceksiniz. cumhuriyet hükümetinin bu son şefkat merhametini bildiren bu bildirisini 24 saat çoluk ve çocuğunuzla beraber okuyun - düşünün ve çabuk karar verin. yoksa hiç istemediğimiz halde sizi mahvedecek kuvvetler harekete geçeceklerdir. devlete itaat gerekir." (kaynak: türkiye cumhuriyetinde ayaklanmalar)
aslında dersim bilinen mevzu. çok fazla kaşınmamış ama kaşınması gereken bir diğer mevzu 33 kurşun katliamı mevzusu. mevzuyu burada güzelce anlatmış avni özgürel, okuyunuz:
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=116496
sonrasında ne olmuş? mustafa muğlalı hapse atılmış, diğer bir deyişle üzerine isnad edilen suçlardan 1949 yılında idamına karar verilmiş ancak yargıtay tarafından ceza indirilerek 20 yıl hüküm giymiş ve muğlalı 2 yıl sonra hapiste ölmüştür. peki bunun asimilasyonla ne alakası var? savunmasında "kürtlere ilişkin davranışları normal kurallar altında çözmek imkansızdır" diyen mustafa muğlalı'nın adı van'ın özalp ilçesi'ndeki jandarma sınır taburuna verildi. devlet, katliamın yapıldığı yere, katliamı yaptığı için ceza alan paşasının adını veriyor. devleti şefkat lutfeden bir yapı olarak algılayan bu sözlüğün güzel milliyetçi yoldaşlarıma 33 köylünün akrabası olsalardı bu durum karşısında ne yapacaklarını sormak istiyorum. dahası 1980-1984 yılları arasında diyarbakır cezaevi'nde kürtlere sistematik işkence uygulayan esat oktay yıldıran'ın heykeli neden fatih'te bir parkta duruyor sizce?
devlet sürekli olarak diyor ki, "biz pkk'yi 5 kez bitirdik ama hep yeniden üretti kendisini." bundan daha kallavi sözler de duyduk ama ordugahlarımız mezun olunca ordudan, hemen kariyer derdine düşüp strateji uzmanı kesiliveriyorlar. televizyon programlarında arz-ı endam eyliyorlar. haliyle yurdum insanı bu strateji uzmanlarını demokratik bir takım önerilerde bulunur sanrısıyla izliyor. ancak zihniyet üniformadan azade olduktan sonra da değişmiyor. tek çözüm öldürmek, daha çok türklük vurgusu yapmak, kürtler ve türkler arasındaki her türlü gerginlikten sonra yüksek seviyeden "milletçe birlik ve beraberliğe en ihtiyaç duyduğumuz şu günler" demeçleri rütbeli rütbesiz savruluyor. kimse canan saldık'ı, ceylan önkol'u, serap eser'i ve uğur kaymaz'ı umursamıyor. hatta uğur kaymaz'ı öldürenleri beraat ettiriyor. sonra tutturuyorsunuz, "türklere verilen hakların aynısı kürtlere de veriliyor" diye. bu memlekette türk olmayanların hangi hakları olduğunu cumhuriyet döneminde adalet bakanlığı yapan mahmud esad bozkurt bakanlığı sırasında halka meydanlardan söylüyor:
"saf türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır. türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı: dost ve düşman ve hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler."(19 eylül 1930, milliyet gazetesi)
devletin 1993-1994 yılları arasındaki köy boşaltma rakamları şöyle:
toplam 905 köy, 2523 mezra toplamda 3428 yerleşim birimi boşaltılıyor. devlet, pkk'nin kendini yeniden üretmesi olarak tabirlediği mevzunun bel kemiğinin bu rakamlarda saklı olduğundan habersiz. köyleri boşaltıp yakmak aynı zamanda devletin kendisini yöreden ve yöre halkından tecrit etmesi anlamına da geliyordu. bu çok önemli bir ayrıntı.
hala pembe gözlüklerle karşıt savaş çığlıkları atmak yerine yıldırım türker'in dediğiyle nokta koyuyorum:
"öncelikle devletin kendi savunma refleksini bilemekten önce özür dilemeyi öğrenmesi şarttır.
bana düşen, bunu hatırlatmaktır. ezilenin hırçınlığı karşısında milli bir tahammülsüzlük yangınını körüklemek hiçbir özgürlükçü, demokrat, barış sever insanın tavrı olamaz."
faşizme gönülden bağlı her devlet, tek tip insan yaratmak ister. bunu milliyetçilik kavramı ile politikalaştırır ve alt politikalarla bu tek tip bireyi yaratmaya çalışır. çünkü milliyetçilik devlet ve egemen kültürün evliliğinin sonucudur. devlet kavramına yüklenmiş sonsuz güç ile asırlara yayılmış başat kültürü sürekli övmek ve bu unsurları olgusal olarak halk nezdinde kutsallaştırmak öncelikli politikadır. tek tip insan olmadığı vakit özellikle faşizmin kolayca tarafında yer alabildiği ulus-devlet algısı çatırtılara sürükleniyor. bu çatırtılar ekseninde kimi kanlı uygulamalar tarihsel süreç içinde gerçekleştiriliyor ve egemen tarih diskuru yaratılmak istenen algıyı, katliamları kabul etmeyerek ve onları devlet ve millet çıkarlarını korumak adına gerçekleştirdiği kimi masum politikalar olarak sunmaktadır.
tarihteki ilk asimilasyon politikası asur imparatorluğu tarafından gerçekleştirilmiştir. asuriler, halkların bir kısmını sürgün etmekle kalmıyor, onları egemen kültür içinde eriterek bir nevi etnik ve sınıfsal çelişkilerden arındırıp tek tip insan yaratmayı hedefliyorlardı. bunun daha da ileri götürülmüşünü büyük iskender gerçekleştirmiştir. büyük iskender iran seferi sırasında botan bölgesi'nde 20 bin askerini burada yaşayan genç kızlarla zifafa sokmuştur.
asimilasyon yahut farklı kültürleri topyekün yok etme derdine düşmüş devletler farklı politikalar bulmakta zorlanmamışlardır. farklı etnik gruplar hakkında düzinelerce raporlar hazırlayıp bu raporları devletin çeşitli aktörleriyle tartışıp sonrasında gizli onaylar ile politika haline getirmişlerdir. örneğin dersim ile ilgili hazırlanan raporları sıralayayım:
1. dersim valisi arif paşa'nın raporu(1841)
2.müşir şakir ve zeki paşalar ile serasker rıza paşa'nın raporu(1896)
3.mutasarıf arif bey'in raporu(28 ekim 1903-1906)
4. dersim mutasarıfı celal bey'in raporu(1903-1906)
5. müfettiş hamdi bey'in raporu(1926)
6. diyarbakır valisi cemal bardakçı'nın raporu
7. umum müfettişi ibrahim tali'nin raporu(1928)
8. genelkurmay başkanı fevzi çakmak'ın raporu
9. halis paşa'nın raporu(1930)
10. içişleri bakanı şükrü kaya'nın raporu(1931)
bütün bu raporların ortak noktası politikalar değişse de aynıdır: sürgün ve/veya türkleştirmek
örneğin 1896 yılında hazırlanan raporda bugün de dersim'de en büyük problem haline gelen barajlar meselesi gündeme "blok havuzlar" olarak getiriliyor. bu blok havuzlar özellikle aşiretlerin yerleştiği yerlere yapılarak aşiretlerin burdan göç etmesi amaçlanıyor. göç edenleri ise uygun bir biçimde yerleştirerek biraradalıkları engelleniyor. daha sonra fevzi çakmak'ın hazırladığı rapor ise meselenin asıl boyutunu gösteriyor:
"dersim evvela koloni(sömürge) gibi nazarı itibara alınmalı. türk camiası içinde kürtlük eritilmeli, ondan sonra da tedricen öz türk hukukuna mazhar kılınmalıdır."
devletin kendini bu farklı etnik gruplara nasıl da keybetli ve güçlü gösterdiğini katliam başlangıcında dersim'e atılan şu bildiriden okuyalım:
"her tarafınızı sarmış bulunuyoruz. dediklerimizi yapmazsanız cumhuriyetin kahredici orduları tarafından kahredileceksiniz. cumhuriyet hükümetinin bu son şefkat merhametini bildiren bu bildirisini 24 saat çoluk ve çocuğunuzla beraber okuyun - düşünün ve çabuk karar verin. yoksa hiç istemediğimiz halde sizi mahvedecek kuvvetler harekete geçeceklerdir. devlete itaat gerekir." (kaynak: türkiye cumhuriyetinde ayaklanmalar)
aslında dersim bilinen mevzu. çok fazla kaşınmamış ama kaşınması gereken bir diğer mevzu 33 kurşun katliamı mevzusu. mevzuyu burada güzelce anlatmış avni özgürel, okuyunuz:
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=116496
sonrasında ne olmuş? mustafa muğlalı hapse atılmış, diğer bir deyişle üzerine isnad edilen suçlardan 1949 yılında idamına karar verilmiş ancak yargıtay tarafından ceza indirilerek 20 yıl hüküm giymiş ve muğlalı 2 yıl sonra hapiste ölmüştür. peki bunun asimilasyonla ne alakası var? savunmasında "kürtlere ilişkin davranışları normal kurallar altında çözmek imkansızdır" diyen mustafa muğlalı'nın adı van'ın özalp ilçesi'ndeki jandarma sınır taburuna verildi. devlet, katliamın yapıldığı yere, katliamı yaptığı için ceza alan paşasının adını veriyor. devleti şefkat lutfeden bir yapı olarak algılayan bu sözlüğün güzel milliyetçi yoldaşlarıma 33 köylünün akrabası olsalardı bu durum karşısında ne yapacaklarını sormak istiyorum. dahası 1980-1984 yılları arasında diyarbakır cezaevi'nde kürtlere sistematik işkence uygulayan esat oktay yıldıran'ın heykeli neden fatih'te bir parkta duruyor sizce?
devlet sürekli olarak diyor ki, "biz pkk'yi 5 kez bitirdik ama hep yeniden üretti kendisini." bundan daha kallavi sözler de duyduk ama ordugahlarımız mezun olunca ordudan, hemen kariyer derdine düşüp strateji uzmanı kesiliveriyorlar. televizyon programlarında arz-ı endam eyliyorlar. haliyle yurdum insanı bu strateji uzmanlarını demokratik bir takım önerilerde bulunur sanrısıyla izliyor. ancak zihniyet üniformadan azade olduktan sonra da değişmiyor. tek çözüm öldürmek, daha çok türklük vurgusu yapmak, kürtler ve türkler arasındaki her türlü gerginlikten sonra yüksek seviyeden "milletçe birlik ve beraberliğe en ihtiyaç duyduğumuz şu günler" demeçleri rütbeli rütbesiz savruluyor. kimse canan saldık'ı, ceylan önkol'u, serap eser'i ve uğur kaymaz'ı umursamıyor. hatta uğur kaymaz'ı öldürenleri beraat ettiriyor. sonra tutturuyorsunuz, "türklere verilen hakların aynısı kürtlere de veriliyor" diye. bu memlekette türk olmayanların hangi hakları olduğunu cumhuriyet döneminde adalet bakanlığı yapan mahmud esad bozkurt bakanlığı sırasında halka meydanlardan söylüyor:
"saf türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır. türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı: dost ve düşman ve hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler."(19 eylül 1930, milliyet gazetesi)
devletin 1993-1994 yılları arasındaki köy boşaltma rakamları şöyle:
toplam 905 köy, 2523 mezra toplamda 3428 yerleşim birimi boşaltılıyor. devlet, pkk'nin kendini yeniden üretmesi olarak tabirlediği mevzunun bel kemiğinin bu rakamlarda saklı olduğundan habersiz. köyleri boşaltıp yakmak aynı zamanda devletin kendisini yöreden ve yöre halkından tecrit etmesi anlamına da geliyordu. bu çok önemli bir ayrıntı.
hala pembe gözlüklerle karşıt savaş çığlıkları atmak yerine yıldırım türker'in dediğiyle nokta koyuyorum:
"öncelikle devletin kendi savunma refleksini bilemekten önce özür dilemeyi öğrenmesi şarttır.
bana düşen, bunu hatırlatmaktır. ezilenin hırçınlığı karşısında milli bir tahammülsüzlük yangınını körüklemek hiçbir özgürlükçü, demokrat, barış sever insanın tavrı olamaz."
güncel Önemli Başlıklar