bugün

manderlay

dogville'in devamı niteliğinde olduğu için -ister istemez- büyük beklentilerle izleyip, dogville kadar beğenemediğim, üçlemenin 2. filmi.

dogville'de grace olarak izlediğimiz nicole kidman yerine bryce dallas howard'ı izliyoruz. (hep beraber izledik sanki!) ilk filmde iyilik, kötülük, bencillik, hak etmek, intikam gibi kavramları tartışmaya açan yönetmen lars von trier, bu filmde ırkçılık konusunu fon almış. siyahi insanların, düştükleri durumu hak edip hak etmediklerini tartışmaya açmış. dogville gibi felsefik, derin diyaloglar bekledim ama dediğim gibi, dogville'in tırnağı bile olamayan bir film olmuş.

oyunculuk yönetimi harika, hikaye fos. bryce dallas howard başta olmak üzere, yine müthiş iş çıkartmış oyuncularına trier ama beni çok etkileyemedi. gelelim filmin detaylarına:
--spoiler--
öncelikle, benim filmden anladığım şu oldu: "biz amerika olarak siyahi insanlara kötü davranmak istemedik. yaptık bir şeyler ama aslında onlara çeşitli özgürlükler de sunmaya çalıştık. fakat onlar bu ırkçılıktan, kölelikten kurtulmak istemediler. aslında, kendileri kendilerini bu hale soktular. tabii amerika olarak biz de kötüyüz, kötü zannettik kendimizi suçladık ama çok da suçlu değiliz işte". sanki lars von trier, amerika'ya günah çıkartmaya çalıştırıp sonra da "ama amerika ne yapsın?"a getirmiş gibi mevzuyu. bu biraz basit kalmış.

şöyle ki; köleliğe alıştırılmış ve bundan daha farklı bir şey görmemiş bir toplumdan özgürlüğe kucak açmasını beklemek mantıksızdır. bu yüzden, yapılan tüm suçu onlara, bilinçsizce bunu -köleliği- kabullenmiş insanlara yüklemek ne derece mantıklıdır? bunu ayırt etmek lazım. bu açıdan, filmin savunmaya çalıştığı görüşü tam manasıyla benimseyemedim. dogville gibi aforizma dolu filmden sonra tek bir noktaya odaklanıp pek bir mesaj verememesi hayal kırıklığı yarattı bende.

grace'in yine tüm iyi niyetiyle, insanlara yardım etme arzusunu bu filmde de görüyoruz yine. olanca sabrıyla, insanlara demokrasi ve özgürlük gibi kavramları açıklıyor. filmin en etkileyici sahnelerinden biri de bu noktada devreye giriyor zaten.

bir siyahi ile süt beyazı grace'in arasında şöyle bir konuşma geçiyor, oldukça duygusal ve dokunaklı geldi bana:

g: grace
z: zenci

z: köle olduğumuz zaman, yemek yiyeceğimiz saatler belliydi. şimdi ne zaman yiyeceğiz?
g: artık özgürsünüz.
z: özgür insanlar yemeklerini ne zaman yer peki?
g: (kısa bir duraksamadan sonra) özgür insanlar, ne zaman acıkırlarsa o zaman yerler yemeklerini...

filmin böyle birkaç etkileyici sahnesi vardı aklımda kalan. onlardan biri de timothy'nin grace'i adeta düzdüğü sahne. sevişmiyor, resmen düzüyordu. burdan da siyahın beyazdan öç aldığı gibi bir anlam çıkarttım ben. timothy, grace'i hiçbir zaman sevmedi. grace, ondan tamamen saf bir şekilde hoşlansa da, onunla sevişmek istese de timothy onu yatmak için götürdüğünde "sus kadın" diyerek, grace'in yüzüne bir örtü örterek ona olan nefretini bu şekilde çıkartıyor. çok sert bir seks sahnesi olmuş. rahatsız edici geldi bana. adamın hayvani bir şekilde sadece dürtüleriyle kadına yaklaşması ama kadının sevildiğini sanması ve şaşkın bakışları çok da duygulandırdı beni. sonrasında grace'in, timothy'nin bir sahtekar olduğunu öğrenmesi ve yüzündeki hayal kırıklığı ifadesi çok iyiydi.

filmin son kısmında da grace'in yine bir şeyleri başaramadığını, yardım etmeye çalışırken kurban konumuna getirildiğini görüyoruz. dogville'de kasabanın yok edilmesini emreden acımasız, intikam alan grace, manderlay'de de kırbacı eline alarak timothy'yi gebertircesine kırbaçlıyor herkesin önünde ve kaçıyor.

dediğim gibi, filmi alaşağı edemem ama dogville'den dolayı beklentim büyüktü. ondan belki de çok sevemedim. yine de iyiydi.
--spoiler--