bugün

ekrem dumanlı

yakın zamanda hürriyet yazarı ayşe arman'la röportaj yapmış ileri nuranî zekâ insanı.

(röportajdan çıkartılacak şeyler mevcuttur),

"
- Birileri sorgulanırken benim için "Bu bizim Eğitim Şefi'dir" demiş, beni de içeri aldılar.

>> (Nur evlerinde abilik yapıyordum. Bir namussuz öttü, gerçeği söyledi)

- Yok canım. Hem ne demek Eğitim Şefi? Silah mı kullanmışım? Bomba mı atmışım? Yooo, kitap okuyup, insanlara anlatmışım.

>> (Işık evlerinde toplanıp öğrencilerin beyinlerine risale-i nur ve fethullah hoca teyplerinden, yazılarından parçalar zerk ediyordum.)

- 12 Eylül'ün ertesi günü cezaevine girdim. Yeni 16 olmuştum.

>> (Genç yaşta abi olmuştum. Heheyt!)

- 1 yıl yattım. Sonra baktım bunlar beni Yozgat'ta kalırsam tekrar içeri alacaklar, Ankara"ya gittim.

>> (Yeni bir teşkilatlanmaya geçeyim dedim)

- Gazeteci olmak gibi bir hevesim yoktu. Edebiyat öğretmeni olacaktım. Dostoyevski hayranı bir adamım. O zamanlar istanbul Edebiyat, bir efsane. Mehmet Kaplan yaşıyor, Muharrem Ergin yaşıyor, Abdülkadir Karahan yaşıyor, efsane hocalar var, kitaplarını okuduğum insanlar. Aklım fikrim o okula girmekte, önce edebiyat öğretmeni, sonra yazar olmakta. Ne var ki, okulda umduğumu bulamadım. Fark ettim ki, ben kitaplardan daha çok şey öğreniyorum. "Neden gelmiyorsun derslere" diyorlardı. "Çünkü ben Ahmet Hamdi Tanpınar"ı okudum, bunların hepsi onların kopyası" diyordum. Okulu bitirdim, yüksek lisans yaparken edebiyat ve Türkçe dersleri vermeye başladım. Ama çok da mutlu değildim. Geçim için fiil çatılarını anlatmak gibi bir derdim olsun istemiyordum...

Masterım tez aşamasındayken, gazetecilikle ilişkim başladı. Zaman'a tiyatro değerlendirmeleri yazdım. Sonra, "Yahu, edebiyat öğretmenliği yapman şart mı? Gel bizimle çalış" dediler, ben de kabul ettim.

>> (Edebiyat dersi vererek hizmet'e katkım olamayacağımı fark ettim. Gençtim, idealisttim. Beni aldılar. Para ve huzur sundular. Gittim ben de)

- Yozgat milliyetçi muhafazakar bir yerdi. Dinle hiç alakam yoktu, dersem yanlış olur. Ama fazla abartılı bir ilişkim de yoktu. Başka bir gazeteden teklif gelse de, giderdim. iki yıl sonra beni gazeteye çağıran arkadaş, "Biz ayrılıyoruz, Kültür Sanat sayfalarının editörü sen ol" dedi. "Bir şartla" dedim, "Bu sayfalara ilan almayacaksınız. Ve bana izin vereceksiniz, ben buraya kültür sanat yazarları getireceğim." Hilmi Yavuz"un, Beşir Ayvazoğlu"nun, Erol Özbilgen"in, Allah rahmet eylesin Sezer Tansuğ"nun bu gazeteye yazmaya başlaması böyle oldu.

- Tamam herkese hitap etmeyebilir ama zaten o sayfaların belli okuyucuları vardı. Tiyatro, sinema, plastik sanatlar, şiir, edebiyat her birine ayrı bir muhabir koydum. Dedim ki, "Sen sadece sinemayla ilgilen, bu konuda uzmanlaş, sen sadece plastik sanatlarla..." Böyle dallara ayrıldık ve inanılmaz güzel sonuçlar aldık.

>> (Hizmeti farklı mecralara yaymak için, geri kaldığımız "moderen" kültüre entegre olabilmek için çeşitli rotasyonlarda bulundum)

- işte böyle genel koordinatör oldum. 1.5 yıl içinde kültür sayfaları öyle bir değişti ki, herkes bunu konuşmaya başladı. Millet, "Hilmi Yavuz"un o dinci gazetede ne işi var" dedi. Sezer Tansuğ"nun gelmesi büyük olay oldu. Bana da yöneticilerim, "Madem bunu yaptın, gel bize yayın koordinatörü ol" dediler. "Ben siyasetle uğraşmak istemiyorum ki" dedim. "Siyaseti boş ver, sen koordinasyonu yap" dediler. 7-8 ay yaptım sonra yönetim değişti, boşta kaldım. Yeni yönetim, koordinasyon filan yapmamı istemiyordu. Ben de kendimi tiyatroya verdim, bir tiyatro oyunu yazdım. Sonra da Amerika"ya gittim. Medya üzerine eğitim aldım.

>> (Amerika'da hocamdan icazet aldım. Akıl babamız usa'nın okullarında eğitim gördüm, düşünce sistemimi geliştirdim)

- Bazıları Etyen Mahçupyan"ın bizde yazmasından dolayı bize çok öfke duyuyor. Ama biz onu kültürel bir zenginlik olarak görüyoruz. Şahin Alpay da yazıyor, Hilmi Yavuz da, Elif Şafak da. Geniş bir yazar kadromuz var. Bizde zıt görüşler de yer alıyor, asıl cemaat gazeteleri koro halinde konuşanlardır.

>> (kamuflajımız hiç fena değil. bizce çok seslilik denen şey de böyle olmalı. tescilli bir ermeni yazarımız, ateistim diye bir başka yazarımız var. bir iki de hareketimize sempati duyan yazarımız. bunlar bizim vitrinlerimiz, "farklıyız biz diye ön plana aldığımız unsurlarımız.)

- 2001"de Amerika"dan döndüm ve yönetime "6 ay süre tanıyın. Size yeni bir gazete modeli önerelim" dedim. "6 ay çok uzun, o kadar bekleyemeyiz" dediler. Takvime baktım gazetenin kuruluşu 3 Kasım, "O zaman 4 ay sonra, 3 Kasım günü Lütfi Kırdar"da bütün basın mensuplarına ve siyasilere yeni gazetemizi tanıtalım..." Öyle de yaptık. "Gazetemizin ana felsefesi budur, bundan sonra mizanpajımız budur arkadaşlar..." dedik.

>> (amerikan düşünce sistemini ve bize verdiği görevleri alıp, gerekli icazetleri de cebime koyduktan sonra, gazetemizin yüzünü değiştirmem, "modern"leştirmem ve daha önce hiç bir islami gazetenin giremediği alanlara girebilmem gerekiyordu. amacım, hizmeti daha önce var olmayı bile düşünemediği yerlere ulaştırmaktı)

- çok sert eleştiriler aldık. Öncelikle içeriden itiraz geldi, görsel yönetmen arkadaşımız "Ben bu gazeteyi yapmam. Türkiye"de böyle gazete olmaz" dedi. Ben de Amerika"dan eski sayfa sekreterimiz Fevzi"yi çağırdım. Time"a çalışıyordu ama bizi kırmadı geldi. Her kafadan ayrı bir ses çıktı: Efendim, neden logo Türk bayrağı renklerinde değilmiş. Efendim, birinci sayfasının bir yerinde neden bayrak yokmuş? Neden haberle yorumu ayırıyormuşuz? Herkes şunu soruyordu: "Bu bir entel gazetesi mi olacak?" Meslek büyüğü bir abim, "Çok iyi bir şey yapmışsın ama mesleğe ihanet etmişsin" demişti.

15 yıllık bir gazetede bir gecede bu kadar çok şey değiştirilir mi? Anlayacağınız, çok radikal ve riskli bir şeydi. Ama şunu da söyleyeyim, eğer çok çok büyük bir tepkiyle karşılaşsaydık, B planımız vardı, bir adım geri atıp, biraz daha az popüler bir gazete çıkaracaktık. Neyse ki, gerek kalmadı. Bütün bunlar yüzünden bana teorisyen diyorlardır. Oysa alakası yok.

>> (her zamanki gibi ikinci planlarımız vardı! ben boş adam değilim bak arman hanım. amerika diyorum, icazet diyorum, görev diyorum. time'da bile adamlarımız vardı, o kadar sevinçliyim ki onu buraya getirebildiğime. biliyorsun ki time demek dünya demek. ordan adam getirmek de allame-i cihanlık göstergesi)

- Fethullah Gülen"i seviyoruz. Ben de, gazetenin sahipleri de, diğer yöneticiler de...

>> (o kadar çok seviyoruz ki. izinden ayrılmıyoruz. hani, önce kur'anı kerim, hz muhammed. sonra da o... o derece)

- Bakın, ben Fethullah Gülen"i hakikaten hakkı yenmiş bir düşünce adamı olarak görüyorum. Kimin ne dediği de beni ilgilendirmiyor. Tamam, bir yanıyla bir din adamı ama aynı zamanda çok ciddi bir entelektüel. 70"li yıllarda Türkiye"nin birçok vilayetinde sinema salonu kiralayıp Darwinizm üzerine konferanslar veriyor. Ne yazık ki, Türk milleti olarak biz insanları yaşarken fazla hırpalıyoruz.

>> (darwinizm hakkında konferanslar veren entelektüel din adamı. işte biz bunu kazandık zaman'ı değiştirerek. farklı satıhlara açıldık. şükrullah)

- Düşünce adamı olarak hemen hemen bütün düşüncelerini destekliyoruz. Beğeniyoruz, takdir ediyoruz, kişisel olarak da seviyoruz. Sahiplerimizle dostturlar, arkadaştırlar.

>> (yahu işte bizim liderimiz, şıhımız ya. değişik değişik kelimeler kullandırmayın bana. onun müridleriyiz! kabul ediniz!)

- Zaman onun gazetesi değil. Öyle bir şeyi söylemek yanlış olur.

>> (zaman onun gazetesi olabilir mi? onun böyle şeylere ihtiyacı yok! bizler onu izleyen bir gazete yaratıyoruz, anladın mı?)

- "Fethullahçı Gazete" mi? Bir kere Fethullahçı tabirinin başta Fethullah Gülen olmak üzere, herkes için nahoş bir tabir olduğunu düşünüyorum. Hakaret gibi. Ben bir akım başlattım, dese anlayacağım; öyle bir şey de demiyor. Böyle isimlendirmeyi, yaftalamayı çok yapıyorlar. Ve o yaftanın altında herkesi tek tip olarak düşünüyorlar. Oysa, hiçbirimiz tek tip değiliz ki. Hepimizin ayrı bir hikayesi, serüveni var.

>> (biz herkese -çı -çi -çu -çü takmayı severiz. örnek, "ulusalcı", "cumhuriyetçi", "laikçi". ama iş hocaefendiye gelince değişir. onun adını münezzeh tutmalıyız. hepimiz farklı insanlar görünümündeyiz ki geniş kitlelere yayılalım. bize böyle adlandırmalar verince olmuyor ama. inandırıcılığımızı ve yayılmayacılığımız kaybediyoruz)

- Hayır. Ben "cemaat gazetesi" tarzındaki bir değerlendirmeyi hazırlopçuluk olarak görüyorum. Ve haksızlık. Zaten geri bir tabir, soğuk savaş yıllarından kalma gibi. Cemaat gazetesi yapmak kolaydır, haber merkezine bile ihtiyaç yoktur. Bir propaganda gazetesidir. Ben o açıdan Cumhuriyet"i bir cemaat gazetesi olarak nitelendirebilirim, bizim gazeteyi değil. AK Parti araştırma yapmış, en fazla okunan bizim gazete çıkmış. Deniz Baykal"la röportaj yapıyordum, Kemal Derviş geldi, Baykal, "Gel, senin en sevdiğin gazetenin yayın yönetmeni burada" dedi. Bu nasıl bir gazete ki hem AK Partililer okuyor hem de CHP"liler. Ben inanıyorum ki, bu ülke için kafa yoran herkes bu gazeteyi okuyor. Belki de en fazla askerler okuyorlardır, bilemem artık.

>> (amerikan stili. herkesle ilişki içinde olacaksın kardeş! yoksa birileri arkanızdan birşeyler yapar. hem biz dediğim gibi bir kısım kitleyi hedeflemiyoruz. kitlemiz yok demiyorum ama, kitlemiz var, ama hedefimiz daha geniş! amerikan stili efendim. şahin yüksekten uçar. gözüyle kestirir avını. diğer taraftan, bize cemaatçi diyen gazeteler bizce asıl cemaat gazeteleri. yine amerikan stili: en iyi yalan, tersinin aşikar olduğu durumlar hakkında verilen yalanlardır". amerika ya! hayat ya!)

- bunu çok düşünüyorum: anlaşılmadığımızı.

>> (gazetemizi alın)