bugün

sevgilinin ölmesi

hayata dair ne varsa silip atan olaydır.

daima korkmuşumdur hastalıklardan, kazalardan, depremlerden ve bunun gibi felaketlerden. kendim yataklara düşecek olsam da reddederken doktorları, onun burnu aksa bile "hadi doktora" diyerek onu sıkboğaz etmişimdir. kendimden daha önemli görüp, en ufak çer-çöpten sakınmışımdır. ilişkilerin yaşlandıkça, insanın yaşlanmasının tersine tüm kırışıklıklarının gittiğine, yenilenip beyazlaştığına, saflaştığına inandım. nasıl koruyup kollamayayım onu? küçücük bir çocuk gibi hissedersin onu kucağına kıvrılıp uyumaya başladığında, üstünü örtmek isteyip örtemez, öpmek koklamak isteyip yapamazsın uykusu bölünmesin diye. kimbilir kucağında uyuduğu adamın kafasını okşayıp öpüyordur belki rüyasında , o derece aşık sana. ve sen bu küçücük çocuğa aşıksındır, hayatınızın geri kalanına sımsıkı sarılırsınız birlikte...

atılan kahkahaların yanında, dökülen gözyaşlarının sayısı iki elin parmakları kadardır. yıllara sığdırılan günlerin sanki süresi dolmuşcasına akıp gitmesine göz yummak zorunda kalırsınız o yanınızdayken, o yokken de tam tersi, yelkovanı elinizle iteklemek istersiniz.

her şey yolunda gitmektedir. daha yeni birlikte duş almış, birlikte bağıra bağıra karaokeler yapmış, utandırıp kıpkırmızı yanaklardan öpmüş, daha yeni tartışıp barışmış, sokaktaki çocuklara laf atmış, marketten çikolata aşırmışsınızdır. her gün günaydın, her gece iyi geceler dediğiniz sevgiliyi daha yeni öpmüşsünüz, kokusunu içine çekmişsinizdir.

dolmuşa bindirip, kendi dolmuşunu beklersin sigaranı yakıp. onu son kez öptüğünü bilmeden, belki de dolmuşa yetişsin diye tam olarak öpemeden bile. yarıda kalan öpücüğü dolmuşun penceresinden yollar gülerek. ne de yakışır sevgiliye gülmek, en çok da gözlerinin gülmesi. senin çünkü o, senin olan bir şeyin mutluluğu en güzel sarhoşluktur dersin kendi kendine. biner dolmuşa gidersin evine, açarsın bilgisayarını, karşında yine o, bakarsın panona yine o, odanın her noktası o. beklersin alışılmış telefonu, dolmuştan inip seninle konuşsun, korkmasın karanlıklarda diye. ama gelmez o telefon. aklına kötü şeyleri getirmek istemesen de gelir onlar aklına. mesajlarına cevap da gelmez,uyuyakaldı herhalde yorgundu dersin. sonra telefonun çalar, kocaman bir gülümsemeyle "hayatım" dersin, ama konuşan neden o değildir ki? neden ağlar karşındaki insan sevgilinin telefonunda? neden? neden?

-bugün sevgiliyi kaşımaca günü olsun mu?
-birazcık şımarmaca günü olsun hem bak ben hastayım, hıh!
-masal anlatmacaaaa...
-bence işten çıkınca kahve içmece, hıhı evet!

sona erer. hepsi döner kafanda, sana seslenişini, gülüşünü, çocukluklarını geçirmek istersin ama ona bile izin vermez kalbin. düşünemezsin, o an kalbin şişer, ağzından çıkmak ister, düğümlenir boğazın çıkamaz oradan. bağırırsın delicesine. sevemedin ki daha onu, tutamadın, öpemedin bile sen. hepsi eksiktiler, hep daha iyisi saklıydı sanki içinde ona verebileceklerinin.

günler geçer. seni bir nenbze teselli etmeye çalışan arkadaşlarının desteğiyle yürüyorsundur. her gece ağlayarak uyanıp, ağlayarak o sandığın yastığını öpüyorsundur. oyuncaklarına çocuklarınız diye sarılıyorsundur. yıldıza bakıp artık tek olmadıklarını görüp, madem siz oradasınız, benim burada ne işim var diye hıçkırıklara boğuluyorsunuz. en güzel hikayenin, her güzel şey gibi mutsuz sonla bittiğinin farkına varıp susuyor ve susuyorsunuz. saatinizin pilini çıkarıp başucunuza koyuyorsunuz, zamanı bilmeden, sadece onu bekliyorsunuz...

kaldığınız yerden devam etmek için...