dalgakiran

dalgakıran
deniz hırçındı, dalgalar ise; asi...
ansızın yakaladılar küçük kayığı...
sinsice yaklaştılarve bir anda saldırdılar...
acımasızdılar.

ne istiyor olabilirlerdi ki küçük kayıktan?

oysa;küçük kayık için ne güzel bir sabahtı...
günün ışıklarla dansı henüz başlamışken, onunda denizle dansı başlamıştı.
saatlerce, hiç durmadan dans ettiler.

ama ne olduysa, bir anda hırçınlaştı deniz,
belki de rüzgarlı havanın, yağmurun etkisiyle...
asi dalgalart hırpalamaya başladı...

şimdi küçük kayığın aklında tek şey vardı.
o da bir an önce dalgakırana sığınabilmek.
bir ulaşabilseydi,ah bir başarsaydı, dalgakıranı korurdu onu.
kimse bir şey yapamazdı küçük kayığa orda.
ne deniz, ne dalgalar...

bunları düşünürken biraz daha hızlandı ve ufukta kayboldu...

siz en son ne zaman
bir dalgakırana sığınmak istediniz?

siz, en son ne zaman
bir dalgakırana ulaşmak umuduyla çırpındınız hırçın denizde?

siz en son ne zaman
bir dost elinin size uzanmasını istediniz ya da
elinizi uzattınız bir dostunuza?

dostlarımız...

fırtınadaki dalgakıranlarımız...

hırçın denizden, asi dalgalardan kaçarken gözümüz
hep uzaktaki dalgakıranı aramaz mı?
koşulsuzca, sorgusuzca, sınırsızca sığınabileceğimiz,
bizi koruyacak biri mutlaka vardır, dalgakıran misali...

ulaşabilmişsek oraya, bir de atabilmişsek halatlarımızı limana,
korkmayız artık fırtınalardan...

dışarıdaki korkunç fırtınanın gölgesi bile giremez içeri...

herkesin bir dalgakıranı olmalı fırtınalı günlerde sığınabileceği ve
herkes bir dalgakıran olmalı koşulsuzca, sorgusuzca, sınırsızca...

dostlukların ve sevginin bile yozlaştırılmaya çalışıldığı günümüzde,
ne mutlu bir dalgakıranı olanlara,
ne mutlu bir dalgakıran olmayı başarabilenlere

yazarını bilmiyorum.