halep

bir gün çalıştığım mekana bir suriyeli elektrikçi çağırdı patron. arızaya bakacaktı. böyle kumral, yeşil gözlü, yüzü tertemiz bir abimiz.
işini bitirdi geldi oturdu masaya. ben de ne zaman savaştan kaçmış bir suriyeli görsem gider konuşurum, sohbet ederim.
bu sefer de aynı şeyi yaptım ve nereden geldiğini sordum. "halep." dedi. "neden geldin?" dedim haddimi aşarak.
"vallahi savaş." dedi. içimden dedim ki "neden sahip çıkmadın vatanına? neden orda kalmadın?"

içimdeki sesi duymuş olacak ki telefonunu çıkarıp çocuklarının, suriye'deki evinin fotoğraflarını gösterdi. hayatımda gördüğüm en güzel, en şahane çocuklardı onlar. gözleri kocaman, yemyeşil. evinin bahçesine envai çeşit süslemeler, su fışkiyeleri yapmış. sohbetimiz ilerledikten sonra dedim ki "hiç yakınını kaybettin mi savaşta?" öyle durdu biraz.
soru, derinlerinde bir yerlerde yarasını deşmişti. "iki çocuk." dedi buruk bir ses tonuyla. "iki çocuğumu kaybettim."

esed'in bombardımanında kaybetmiş iki çocuğunu da. iki gün can çekişmiş çocuklar. sonra da evi bombalanmış, darmadağın olmuş hayatı. arada kalmış anlayacağınız. "ölen çocuklarının fotoğrafları var mı?" diye sordum, "yok" dedi. "dayanamıyorum."
bakmaya dayanamıyormuş.
başımdan aşağıya kaynar sular döküldü o an. dedim biz ne yaşamışız ki. bu insanları nasıl anlayabiliriz ki. o günden sonra suriye ve suriyeliler değişti benim için.

şimdi buralarda bilip bilmeden ya da çok bilinçli olarak atıp tutan genç arkadaşlarımı görünce bir başka üzülüyorum halep'e, halepli kardeşlerimize.
biz onların filizlenmiş tek umutlarıydık kim bilir. can çekişen yeşil gözlü çocukların tek umuduyduk belki de. ama görüyorum ki biz insanlığımızı; ideolojilere, mezheplerimize peşkeş çekmişiz.

vicdanımız da suriyeli çocuklarla beraber enkaz altında kalmış.