bugün

inanç

-Lev nikolaeviç, çoktandır bu soruyu sana sormayı istemişimdir: tanrı'ya inanır mısın?

geçen hafta iki gün içerisinde, birbirinden ayrı dört karşılaşma yaşadım.

-bir sabah, yeni yapılmış bir tren yolunun treniyle yolculuk yapıyordum ki kompartımanda "s-ov" adında biriyle tanıştım ve yaklaşık dört saat sohbet ettik. onunla tanışmadan önce adını çok duymuştum; ateist olduğu söyleniyordu. gerçekten de çok eğitimli bir adam; ben de iyi bir bilim adamıyla konuşma olanağına kavuştuğum için sevindim. yanı sıra, yol arkadaşımın son derece kibar biri olduğuda ortaya çıktı; öyle ki, bilgi ve anlayış, bakış açısı bakımından onunla eşitmişim gibi yaklaştı. tanrı'ya inanmıyor. yalnız beni şaşırtan şu oldu: konuşma süresince anlattıkları, açıklamaya çalıştıklarından çok başkaydı. işte buna çok şaşırdım, çünkü daha önce de tanrı'ya inanmayan insanlarla karşılaştım ve bunların kitaplarını da okuduğum oldu: onların hepsinde, yolda tanıştığım kişide ayırt ettiğim durumun aynısını gördüm. sanki bundan (inançsızlıktan) söz ediyorlar gibi; ama gerçekte dile getirdikleri bambaşkaydı. söz konusu gözlemimi yol arkadaşımla da paylaştım; ama belki de yeterince güzel açıklayamadım ya da doğru sözcükler kullanamadım ki, kendisi hiçbir şey anlamadı...

-geceyi geçirmek için ilçe kasabasındaki otele yerleştim. oraya geldiğimde herkes, bir önceki gece işlenen cinayetten söz ediyordu. olay şöyle olmuş; yaşını başını almış iki köylü birbirlerini çok önceden tanıyorlarmış; o akşam içkili değillermiş, iki eski dost çaylarını içip geceyi aynı odada geçireceklerini bildirmişler. ama olaydan iki gün önce köylülerden birisi ötekinde, sarı boncuktan zinciri olan gümüş bir saat görmüş. eskiden beri tanıdığı arkadaşının böyle bir saati olduğunu daha önce bilmiyormuş. bunu gören köylü hırsız değilmiş, üstelik dürüst bir adammış ve köy yaşamının ölçütleri doğrultusunda hiç de yoksul sayılmazmış; ama saati öylesine çok beğenmiş ki gözü kararmış ve sonuçta dayanamamış: bıçağı kapmış ve dostu sırtını dönünce elini kaldırmış, yukarıya bakıp ıstavroz çıkararak içinden acı acı dua etmiş:

"tanrım, beni isa adına bağışla!" ardından da hiç acımadan arkadaşını koyun gibi kesip saatini almış.

rogojin az kalsın, gülmekten yere düşecekti. adeta gülme krizine kapılmıştı. ama deminki karamsar edasından sonra şimdi bayılana kadar gülmesi çok ilginçti. neredeyse soluk almakta güçlük çekerek iki büklüm olmuş halde bağırdı:

- bak işte bu, hoşuma gitti. bu olağanüstü! birisi, tanrı'ya kesinlikle inanmıyor, öteki ise o kadar çok inanıyor ki insan öldürürken bile duasını dilinden düşürmüyor... olağanüstü!

prens anlatısını sürdürdü:

- sabah olunca, çıkıp kasabayı dolaştım. baktım, ahşap kaldırımın üzerinde, üstü başı berbat, içkili bir asker yalpalayarak yürüyor. bana yaklaşarak: "bayım, bu gümüş haçı alın. yalnızca yirmi kopeykaya satıyorum. gümüştür!" dedi. olasılıkla, boynundan yeni çıkardığı haça baktım: pis, mavi bir şeride takılı hacın kalaydan olduğu, ilk bakışta anlaşılıyordu; oldukça büyük, sekiz köşeli, bütünüyle bizans tarzı bir haçtı. çıkarıp yirmi kopeyka verdim, haçı ise hemen boynuma taktım. aptal bayı kandırdığı için ne kadar hoşnut olduğu yüzünden anlaşılıyordu. hiç kuşkusuz, hemen haçının parasını içkiye yatırmaya gitti.

hayır, isa'yı satan şu adamı yargılamakta acele etmeyeceğim. bu ayyaşların güçsüz yüreklerinde neler sakladığını bir tek tanrı bilebilir.

bir saat sonra otele dönerken kucağında bebeği olan köylü bir kadınla karşılaştım. genç kadının kucağındaki bebek en çok altı haftalıktı ve kadının sözüne bakılırsa, doğduğu günden bu yana ilk olarak, o anda annesine gülümsemiş. birden kadın inançlı bir biçimde ıstavroz çıkardı. "hayırdır hanım?" diye sordum.

"bir anne yavrusunun ilk gülücüğüne nasıl seviniyorsa, tanrı da göklerden yeryüzüne bakarken bütün içtenliğiyle diz çöküp ona dua eden bir günahkarı ayırt edince öyle seviniyor."

işte bu yanıtı verdi bana o köylü kadın; işte böylesine ince ve gerçekten inancın özünü taşıyan bir düşünceyle bütün hristiyanlığın özünü bir kalemde dile getirdi; başka bir deyişle, bir baba çocuğu için nasıl seviniyorsa tanrı da bizim öz babamız olarak insan adına öyle çok sevindiğini, hristiyan düşüncesinin ana düşüncesini açıklamış oldu!

bunu, sıradan köylü bir kadın yaptı!

parfyon, az önce bana bir soru sordun, işte yanıtım:

din duygusunun özü, hiçbir mantığa, hiçbir eylem ya da suç eylemine ve hiçbir ateizme boyun eğmez; burada, öylesine olmayan bir şeyler var ve her zaman olacak; burada öyle bir şey var ki, ateist düşünceler hep kayıp gidecek, sapacak ve her zaman "onun" için konuşurken "ondan" söz etmeyi başaramayıp başka şeyleri dile getirecek...

-dosto - budala 1

kendi kıssadan hissenizi kendi ülkeniz ve kendi insanlarınız ve hatta direkt kendiniz adına çıkarınız.

sevgiler...