bugün

(bkz: tam inanıcam bi gülme geliyor)
gerçekten çok önemli bir şey. inanarak çok şey başarabilirsiniz. bir sorununuz varsa geçmeyeceğine inanıyorsanız asla geçmez, geçeceğine inanıyorsanız geçer. ama yürekten.
bir bilgi dalı olarak felsefe neye inanmamız gerektiği veya neye inanabileceğimiz ile zerre kadar ilgili değildir, onun tek ilgilendiği şey ne bile bileceğimizdir. şimdi eğer bu, inanmamız gereken şeyden farklı bir şeyse o zaman bunun inanca bile bir zararı olmayacaktır; çünkü o bilemeyeceğimiz şeyi öğrettiği için inançtır. eğer onu bilebilseydik o zaman inanç, tıpkı bir inanç öğretisinin matematikle birlikte ilerlemesi gibi, yararsız ve gülünç bir şey olarak görünürdü.

buna karşılık inancın felsefeden daha fazlasını, çok daha fazlasını öğretebileceği ileri sürülebilir ama yine de felsefenin vardığı sonuçlarla tutarlı olmayan hiçbir şeyi öğretemez, çünkü bilgi inançtan çok daha sert ve sağlamdır, dolayısıyla eğer bu ikisi çarpışacak olursa inanç parçalanır.

her halükarda bu ikisi birbirinden esaslı bir şekilde farklıdır ve karşılıklı menfaatleri gereği sert biçimde birbirinden ayrı kalmalıdır, böylece her biri diğerini dikkate almaksızın kendi yolunda ilerleyebilir.

arthur schopenhauer - din üzerine
Bir ozgurluktur. Insan yasadigi muddetce birseylere inanir.
Ister batil ister hak. Inanmayan insan yoktur.
http://anket.uludagsozluk.com/s/3291/
kimisinin manevi kimisinin maddi ,herkesin içinde biyerlerde ihtiyacını hissettiği kompleks bir beyinle birlikte gelen bug..
Yaşam için gerekli olgu. tabi birde şöyle bir durum var; Eğer insanlar inançlı olmasalardı şuan ne yapıyorlarsa aynısını yapmaya devam edeceklerdi. Sadece biraz daha açık olarak. Düşünülenin aksine ortalık kan gölüne dönüp ahlaksızlıktan geçilmezdi gibi durumlar işin hikayesi. Yani bir insanı doğru yolda tutan tek şey ilahi mükafatsa, o kişi adinin tekidir.
(bkz: boyun eğmek)
inanç,
tüm metallerden çok daha sağlam bir kalkan. Onun arkasına saklanarak o büyük sandığımız
fakat aslında korkularımızdan ibaret olan sorunlarımızdan korunabiliriz.
Eğer bir düşüncemize ya da isteğimize belki bir değişime isteyerek ve gönülden, fayda ya da
getiri hesabı yapmadan, sadece öyle olmasını istediğimiz için tüm aklımız ve kalbimizle
inanırsak, bu inanç bizim o yolda önümüzde çıkabilecek her engelde koruyucu meleğimiz olacaktır.
Tabi gerçek inanç bizim alışkanlık korkularımız ya da planlarımıza uymayan olaylar karşısında
bunlardan korkmadan vazgeçebilecek kadar güçlü bir akla sahip olmayı gerektirir.
Yerine göre körü körüne inanacaksın. Mantığını işin içine kattığın sürece hiçbir zaman sorun çıkmayacaktır.
Kalbini kandırmak ise hepsinden kolay olacaktır. inanç, güven duyusundan sonra en etkili anahtar olabilir.
Doğal olarak aklın ve mantığın kalbe karşı koyması imkansız gibi görünüyor, fakat inanç tamamen farklı olarak
bunların tümünü aynı amaçta bir araya getirerek bu ayrımı yıkmayı başarıyor.
Her ne için olursa olsun inancımızın bize yol gösterdiği de yadsınamaz şekilde fazladır.
iç ses dediğimiz kalp-beyin ikilisinin biz oynadığı oyunları da engeller inanç.
Altıncı hissimiz gibidir. Doğru olanı düşünmeye ya da hissetmeye mahal vermeden,
yanlış yollara sapmadan hatta bir doğru çizgi üzerinde inandığımız şeyi bulmamızı da bu sağlar.
Her zaman olduğu gibi insanlar inanç konusunda da yanılgıya düşebilir.
Bize sadece üzüntü veya hüsran verebilecek inançlarımız da vardır. Bunları ayırt etmenin
en kolay yolu 'sana üzüntü veren gemiye yol aldırma' prensibidir.
Bu gemileri tek tek batırmak, karanlık sulara gömmek kendimiz için -dolaylı yoldan yakınlarımız için-
yapabileceğimiz en iyi eylemdir. Verdiğimiz kararları alırken aklımızdan geçenler bu gemilerde yol alır.
Aradaki hatalı tek bir gemi bile bizi yolumuzdan etmese bile yolumuzu uzatır.
Okyanustaki bu yolculuğumuzda bize dalgalar, adalar, fırtınalar ve buzdağları eşlik eder.
Karmaşık karar verme yetilerimiz sandığımız kadar kuvvetli olmayabilir ama inancımız bize
her daim bu kaosun içinde bir deniz feneri gibi yolumuzu gösterir, önümüzü aydınlatır.
Bazense sığınacak bir liman olur. Tam ümidimizi yitirmişken bize tutunma, direnme gücü verir.
hedefimiz yolunda bir adım daha!
büyük bir değer. sadece dini inanç değil, doğru olduğu düşünülen başka şeyler de inançtır.
inanmaman gereken şeyleri belirleyen, kişiden kişiye değişen soyut kavram.
inanç bir hürriyettir sanılanın aksine. inançsız insanlar terminatör gibi der hocam. inanç sadece din değildir.inanç tutunmaktır aslında. Bir taşa da inanabilir insan yahut bir Tanrı'ya ama inanır . Tutunur. tutsaklık denilen inançtan öte hiçbirşeye inanmamaktır. (!)
http://37.media.tumblr.co...aiy7SH871tszdieo1_400.jpg
kaybedilmemesi gereken insani duygudur. mutlu olacağına inanmakta bir inançtır. mutlu olmak için yaşatır.
inanç; görülmeye inanmaktır, inandıkça daha çok görürsün.

gözüyle gördüğüne herkes inanır, önemli olan gayb'a inanmaktır.

bir de...güzel rabb'im cenneti sekiz katlı, cehennemi ise yedi katlı olarak yaratmış. Hakk'ın rahmeti gazabından daha da büyük...inanmamak için niye daha çok diretir ki insanlar?
-Lev nikolaeviç, çoktandır bu soruyu sana sormayı istemişimdir: tanrı'ya inanır mısın?

geçen hafta iki gün içerisinde, birbirinden ayrı dört karşılaşma yaşadım.

-bir sabah, yeni yapılmış bir tren yolunun treniyle yolculuk yapıyordum ki kompartımanda "s-ov" adında biriyle tanıştım ve yaklaşık dört saat sohbet ettik. onunla tanışmadan önce adını çok duymuştum; ateist olduğu söyleniyordu. gerçekten de çok eğitimli bir adam; ben de iyi bir bilim adamıyla konuşma olanağına kavuştuğum için sevindim. yanı sıra, yol arkadaşımın son derece kibar biri olduğuda ortaya çıktı; öyle ki, bilgi ve anlayış, bakış açısı bakımından onunla eşitmişim gibi yaklaştı. tanrı'ya inanmıyor. yalnız beni şaşırtan şu oldu: konuşma süresince anlattıkları, açıklamaya çalıştıklarından çok başkaydı. işte buna çok şaşırdım, çünkü daha önce de tanrı'ya inanmayan insanlarla karşılaştım ve bunların kitaplarını da okuduğum oldu: onların hepsinde, yolda tanıştığım kişide ayırt ettiğim durumun aynısını gördüm. sanki bundan (inançsızlıktan) söz ediyorlar gibi; ama gerçekte dile getirdikleri bambaşkaydı. söz konusu gözlemimi yol arkadaşımla da paylaştım; ama belki de yeterince güzel açıklayamadım ya da doğru sözcükler kullanamadım ki, kendisi hiçbir şey anlamadı...

-geceyi geçirmek için ilçe kasabasındaki otele yerleştim. oraya geldiğimde herkes, bir önceki gece işlenen cinayetten söz ediyordu. olay şöyle olmuş; yaşını başını almış iki köylü birbirlerini çok önceden tanıyorlarmış; o akşam içkili değillermiş, iki eski dost çaylarını içip geceyi aynı odada geçireceklerini bildirmişler. ama olaydan iki gün önce köylülerden birisi ötekinde, sarı boncuktan zinciri olan gümüş bir saat görmüş. eskiden beri tanıdığı arkadaşının böyle bir saati olduğunu daha önce bilmiyormuş. bunu gören köylü hırsız değilmiş, üstelik dürüst bir adammış ve köy yaşamının ölçütleri doğrultusunda hiç de yoksul sayılmazmış; ama saati öylesine çok beğenmiş ki gözü kararmış ve sonuçta dayanamamış: bıçağı kapmış ve dostu sırtını dönünce elini kaldırmış, yukarıya bakıp ıstavroz çıkararak içinden acı acı dua etmiş:

"tanrım, beni isa adına bağışla!" ardından da hiç acımadan arkadaşını koyun gibi kesip saatini almış.

rogojin az kalsın, gülmekten yere düşecekti. adeta gülme krizine kapılmıştı. ama deminki karamsar edasından sonra şimdi bayılana kadar gülmesi çok ilginçti. neredeyse soluk almakta güçlük çekerek iki büklüm olmuş halde bağırdı:

- bak işte bu, hoşuma gitti. bu olağanüstü! birisi, tanrı'ya kesinlikle inanmıyor, öteki ise o kadar çok inanıyor ki insan öldürürken bile duasını dilinden düşürmüyor... olağanüstü!

prens anlatısını sürdürdü:

- sabah olunca, çıkıp kasabayı dolaştım. baktım, ahşap kaldırımın üzerinde, üstü başı berbat, içkili bir asker yalpalayarak yürüyor. bana yaklaşarak: "bayım, bu gümüş haçı alın. yalnızca yirmi kopeykaya satıyorum. gümüştür!" dedi. olasılıkla, boynundan yeni çıkardığı haça baktım: pis, mavi bir şeride takılı hacın kalaydan olduğu, ilk bakışta anlaşılıyordu; oldukça büyük, sekiz köşeli, bütünüyle bizans tarzı bir haçtı. çıkarıp yirmi kopeyka verdim, haçı ise hemen boynuma taktım. aptal bayı kandırdığı için ne kadar hoşnut olduğu yüzünden anlaşılıyordu. hiç kuşkusuz, hemen haçının parasını içkiye yatırmaya gitti.

hayır, isa'yı satan şu adamı yargılamakta acele etmeyeceğim. bu ayyaşların güçsüz yüreklerinde neler sakladığını bir tek tanrı bilebilir.

bir saat sonra otele dönerken kucağında bebeği olan köylü bir kadınla karşılaştım. genç kadının kucağındaki bebek en çok altı haftalıktı ve kadının sözüne bakılırsa, doğduğu günden bu yana ilk olarak, o anda annesine gülümsemiş. birden kadın inançlı bir biçimde ıstavroz çıkardı. "hayırdır hanım?" diye sordum.

"bir anne yavrusunun ilk gülücüğüne nasıl seviniyorsa, tanrı da göklerden yeryüzüne bakarken bütün içtenliğiyle diz çöküp ona dua eden bir günahkarı ayırt edince öyle seviniyor."

işte bu yanıtı verdi bana o köylü kadın; işte böylesine ince ve gerçekten inancın özünü taşıyan bir düşünceyle bütün hristiyanlığın özünü bir kalemde dile getirdi; başka bir deyişle, bir baba çocuğu için nasıl seviniyorsa tanrı da bizim öz babamız olarak insan adına öyle çok sevindiğini, hristiyan düşüncesinin ana düşüncesini açıklamış oldu!

bunu, sıradan köylü bir kadın yaptı!

parfyon, az önce bana bir soru sordun, işte yanıtım:

din duygusunun özü, hiçbir mantığa, hiçbir eylem ya da suç eylemine ve hiçbir ateizme boyun eğmez; burada, öylesine olmayan bir şeyler var ve her zaman olacak; burada öyle bir şey var ki, ateist düşünceler hep kayıp gidecek, sapacak ve her zaman "onun" için konuşurken "ondan" söz etmeyi başaramayıp başka şeyleri dile getirecek...

-dosto - budala 1

kendi kıssadan hissenizi kendi ülkeniz ve kendi insanlarınız ve hatta direkt kendiniz adına çıkarınız.

sevgiler...
tamamen din olarak görülmemesi konu. kişisel görüşüm:bir konu,eylem üzerindeki inancınıza tam bağlı davranış %00,1 ihtimali es geçmemenizden sebep gerçekleştirmenizde büyük yarar sağlar.
(bkz: illüzyon)
somut veya somut bir kavrama kendinden daha fazla değer vermek.
aşka inanmak en güzeli.
görsel
asıl önemli soru: "kime inanmaktır".
inanç bir kutsiyet barındırması lazımdır.

ateizm inançtır, ateizm dindir gibi şeyler duyuyoruz bunu açıklayalım.

şimdi babamın yarın bana çukulata alacağına inanıyorum o halde ben bir şeye inanıyorum. babamın çukulata alacağı da bir inançtır demek gibi tanımlar yapanlar var. bu tamamen saçmadır.

ayrıca bir şeyin olmadığına inanmak da inanmaktır demek inanmamak diye bir şeyin olmadığını söylemeye eşdeğerdir. ( bu totoloji oluyor çünkü tüm önermeler aynı sonuca çıkıyor)

allah yiyemeyeceği pilavı yapabilir mi kadar komiktir bide bu.

o yüzden inançtan kasıt bir kutsiyet barındırması lazımdır ve kutsiyete karşı olan bir şeyin kutsiyetin olmadığını kutsileştirdiğini söylemek saçma oluyor.
görsel
aptalların bir şeyleri akıl yoluyla kanıtlayamadıklarında kolaya kaçmak için uydurduğu saçmalıktır. insanlarda inanma değil bilme ihityacı var ve bu bilme de ancak ve ancak kanıtlamakla mümkündür. eğer aklı ve mantığı hiçe sayarak insanlar her şeye inanabilir. zaten bugüne kadar edinilen putlara bakacak olursak her şeye de inanmışlardır. ağaca tapan bugün uhrevi şeylere tapana kadar hepsini ortak özelliği sadece inanmasıydı ve hepsi de inandığının doğru olduğunu sanıyordu. sonra öldüler tabi.