bugün

türkbükü

mübadeleden önce rum bükü imiş buranın adı. rum kökenli vatandaşlar çok yaşadığı için bu isim verilmiş buraya. bük bodrum dilinde koy,
doğal liman anlamına gelir. yani rum koyu/limanı gibi bir anlamı var. mübadele sonrasında bodrum yarımadası'ndaki pek çok yer isminde
olduğu gibi burada da bir islamlaştırma-türkleştirme kapsamında isim değişikliği olmuş ve ismi türkbükü'ne çevrilmiş. aslında burası
50 yıl önce 1-2 tarla evi olan, yerleşimin esasen içerilerde yukarı gölköy'de bulunduğu bir sahil, balıkçı limanı ayarında bir yerdi.
sonrasında yavaş yavaş yerleşim sahillere indiği için burası da yapılaşmaya açıldı. bir ara komşusu gölköy ile birleştirilip
göltürkbükü adı ile belediyelik kimliğine kavuştu. çocukluğumla ilgili sayısız anımın olduğu türkbükü ile şimdiki türkbükü arasında
elbette 3-5 ışıkyılı gibi bir fark var. şimdiki minik marinası bir balıkçı barınağı ve ardındaki düzlükte bir tersaneydi. hatta
teknemizi orada karaya almıştık* ve bakımını yapmıştık. onun dışında kuum otel altında kalan ve yörenin sayılı * birinin olduğu noktada bir başka tersane vardı. orada da bakım-onarım işi yaptığım yıllarda
para kazanmışlığım vardır. sonra, şu anda mimar emre kunt'un evinin olduğu ada boğazı tarafında balık üretim çiftlikleri vardı.
neden sonra kaldırıldı bunlar. kendi kendisine yetebilen küçük yoksul ama neşeli bir yerdi türkbükü.

divan palmira oteli'nin açılması türkbükü için milad oldu. o tarihten itibaren tanınmayacak hale gelen türkbükü bir anda büyük
sermayenin ilgi odağı haline geldi. çok söylenen bir şey var; sosyete elini buradan çekerse eskisi gibi olmaz, kıymeti kalmaz bu
türkbükü'nün. yanlış bir önermedir bu; buraya hilton, divan, maça kızı, astaş group, mandarin, doğuş marinalar grubu ve sayamadığım
onlarca büyük sermaye sahibinin yatırım yapması buranın değer kaybetmeyeceğinin en önemli göstergesidir.

fiyatlar çok pahalı diye yakınılan bir yerdir. kısmen doğrudur; köprünün batısına geçerseniz 40 liraya lahmacun yersiniz. ama doğusunda kalırsanız bu fiyat normallere iner. ha üşenmez gölköy tarafında garanti bankasını biraz geçince bir pideci var, oraya giderseniz 2.5 liraya dünyanın en güzel lahmacununu yersiniz. yani herşey bütçeye göre burada. sen eva herzigova ile belarus cumhurbaşkanı ile aynı iskelede güneşlenmeye kalkarsan e tabi 40 lirayı sokarlar sana. ayrıca burada sezonun 45 gün olduğunu unutmamakta fayda var. adam 45 günde maliyetini çıkaracak ve geri kalan 320 gününü de kurtaracak ciro/kar dengesini oturtmaya çalışacaktır.

köprünün batısında deniz çok çirkindir, yosunlu filandır. illa denize girecekseniz gölköy tarafını tercih edin. genel olarak çok rüzgarlı bir yerdir, açıkta bulunan yatlar için barınma konusundaki en büyük sıkıntı budur.

yinede gecesi başka güzeldir, şöyle hafiften romantizm yapmak ve şık ancak çok pahalı olmayan nezih bir yerde yemek yiyip şarap içmek için ise casita en güzel mekandır. hatta rezervasyon yaptırırsanın denizin tam üstünde bir masa ayırabiliyorlar.

günahı ile sevabı ile bir türkbükü var ve orada değişik hayatlar sürüyor insanlar. oranın yerlisi mutlu gibi, çünkü para kazanıyorlar. ben mi? ben pek gitmem oraya, canımı yakan anılarım var; derlermiş aşığın en hoşuna giden şey yarasını kaşımaktır diye, öyle birşey işte, boşverin.