bugün

edip cansever dökümcü niko ve arkadaşları

6-

sanki bir öyküm varmış, herkes bir öykü bilir de ondan
benim öyküm yok
çayımı içtim, ekmeğimi unuttum, dik bir yokuşu usulca indim
kıyıya vardım, denize dokundum, bir süre boşluğa baktım baktım baktım
sabahın ilk saatleri, dedim, kendi kendime
ince bir aydınlık daha yoğun bir aydınlık tarafından kovalanıyor
dedim ve çiçekler kendi renkleri tarafından
kovalanıyor
ve taşlar bir katılıktan başka bir katılığa o kadar çok geçiyorlar ki
kumlar, kumların üstünde ufacık kurtlar
bir görünmezlikten bir görünürlüğe adım adım
durmadan geçiyorlar ki, ben bunları görüyorum
görüyorum da bir yana, kendimi itiyorum kendimi sıkıştırıyorum ortalığa
ve büyük bir şekilde bağırıyorum: senin korkun insanın korkusudur eyüp
eyübün korkusudur
-evet anlıyorum-

anlıyorum da bir yana,sorduğum en derin şeydir eyüp
sorduğum en derin şeydir ve korkum nedir
dışımdan bana doğru büyüyen bir takım adamlar gezinir
başı boş bir atın ayak sesleri gezinir içimde
anlamı bir gibidir,anlamı bir gibidir
beni kimse bulamaz
beni kimse bulamaz, ben kendimi ayrı tutarım, eyübü
çünkü
ben onu ayrı tutarım
nasıl derseniz, yeşil bir misinam vardır yeşil bir misinam vardır yeşil bir misinam vardır
dediğim kadar da uzundur
ben onun bir düğümünü çözerken o bir deniz dibinden doğmuş gibidir
ben kendimi çözerken?..

çıktım. sabahın ilk saatleri. gizlene gizlene kıyıya vardım
denizi geçtim, kayalar bir iki üç halinde arkamda kaldılar
belki de olmadılar,sonrada hiç olmadılar
bir yelkovan sürüsü, bir sis bulutu
yavaşça geçtilerse de yanımdan
ben sordum:doğanın akıl almaz bir görünümü olabilir mi bu korku
o benim korkum
olabilir mi
bilemem,kendimle konuşuyorum şimdi ve yüksek sesle
bunu böyle yapmasam o anda kıyamet kopacak gibime geliyor
yani yok olmam ve çıldırmam gerekecek
bana öyle geliyor
ve yatay bir düzlük içinde yüksele yüksele
denize uzuyorum
ben denize uzadıkça da kocaman bir eyüp oluyor deniz
kim bilir, bu da bir saklanma biçimi -belki-
ya da ben kendimi ayrı tutmaktan o kadar çoğalıyorum ki
saklanıyorum böylece
sulardan ve beyaz martı göğüslerinin izlerinden
başkaca bir şey kalmayınca ortalıkta
diyorum: geldim
ayrıca bunu gövdemdeki bir yol alıştan da anlayabilirim
bir iki daha çekiyorum kürekleri, seslenerek
dur şimdi eyüp! duruyorum, dinlerim ben eyübü
ayağa kalkıyorum
önce bir kerteriz tuttur! tutturuyorum, bir düşle bir başka düşün kesiştiği bir yerden
ve kürekleri bırakıyorum kendime sokularak
seni hiç bulamazlar
beni hiç bulamazlar,eyübü
bir yunus sürüsü geçiyor, bir karabatak havalanıyor
ve ipler halka halka denize akmaya başlayınca
eyüp!
-evet anlıyorum-

bir korku ne de olsa bir korkudur, diyorum
eşyalar ve şekilsiz insanlar halinde
insanlar ve şekilsiz eşyalar halinde
ben bunu biliyorum
bilince de diyorum, karım beni arıyordur şimdi de
üç çocuğumla beni arıyordur
ve benim korkum eyübün korkusu olduğuna göre
eyüp!
-evet anlıyorum-
ve birden hatırlıyorum kendime görünerek
yüzleri nasıldı, biliyor muyum
hayır ,size yemin ederim ki bilmem
daha doğrusu bilemem, çünkü ben evlenmedim
eyüp hiç evlenmedi
yani
böyleyken korkuyorum , çarşıdan geçemiyorum
eyüp! eyüp! eyüp!
dönüp arkama bakamıyorum, oltalarımı eskitemiyorum
ve sorarsam ben soruyorum:eyüp ne haber?
ne olsun, yok işte, bulunamıyorum.

onlar beni bulamaya dursunlar, ben bazı kağıtlar buluyorum
eve dönüyorum ya, bir de bakıyorum taşın üstünde
birtakım renkli kağıtlar
bazen de bir zarfın içinde, üstünde pullar ve mühürler olan
kocaman bir eyüp yazan en üst köşede
korkuyla bakıyorum
bakmamla yırtmam bir oluyor. sonra bir güzel çukur kazıyorum
dolduruyorum çukurun içine onları
bulamasınlar diye eyübü
ne olur bulmasınlar
ama hiç bulmasınlar, olur mu
sağ elimde bir sakatlık var,onu da
sapsarı dişlerimi, göz beyazlarımı
bulsalar ne yapacaklar
bulsalar?..
bunu korkuyla söylüyorum ve yüksek sesle, bir kalabalığa dalıyorum
ikiye,üçe, sonra tekrar ikilere,üçlere
dağılan bir meydanın ortasında ben
ve olanca eyüplüğümle işte
ve kimseye sezdirmeden çevremi kolluyorum.

yarısı kopmuş bir hayvan kabartması görüyorum bir binanı üstünde
anlaşılması güç bir acının boşluğunda etkinliğini deniyor
denedikçe de
ben anlatmaya yetiştiremiyorum anlatılmazımı
yetişemiyorum
demek oluyor ki, benim hızım başkalarının hızı değildir. öyleyse
beni kimse bulamaz
saat desem; meydan saati- zaten işlemiyor
işlemeyince de
her şey bir ıssızlığın içinde. bir de bu 'her şey'
soruyormuş gibi bir ıssızlık diliyle
öyle mi
bir yanıt:evet öyle.

iki tel parçası yalnız taş kabartmanın üstünde
iki tel parçası ve
zorlanmaz bir şekilde katılaşıyor boşluk
gittikçe katılaşıyor
ve bir köstebek gibi dolaştırıyor beni içinde
alışıyorum buna da, kimse kimseye bir şey sormuyor
neden mi, bilmem ki, sormuyor işte
mesela bir çocuğun dondurmasını düşürüyorum yere, gidip bir yenisini alıyor
sonra bir daha düşünüyorum, düşüren ben değilim de sanki
ve düşen dondurma değil de
her şey hiç kımıldamadan öyle duruyor
yalnız durmak da değil, soruyor bir beton heybetiyle
öyle mi
bir yanıt: evet öyle

bulsalar?.. şunu anlıyorum ki kimse kimseyi bulamaz
bulmak istese bile
bulamaz
ama ben oltacı eyüp olduğuma göre, bulunmasam da
eyübüm gene
eyüplere bölünmüş bir eyübüm ben
gece
fenerimi yaksam mı, karanlığımı
bekleyip dursam mı öylece.