bugün

entry'ler (17)

orhan pamuk

üşenme oku orhan pamuk ermeni soykırımını kabul etmiştir Ermeni Soykırımı, Orhan Pamuk ve Nobel Ödülü

"Hepiniz cephe gerisinde Ermeni öldürmek için dolaşan katillersiniz.
Hiçbiriniz cepheye gelip savaşmazsınız." M. Kemal Atatürk

(Aktaran:Atatürk'ün arkadaşı Falih Rıfkı Atay, 1968 Dünya Gazetesi)

Burada tartışmak istediğimiz 1915’de yapılan Ermeni Katliamı ve bu düzlemde yapılan tartışmalar olmadığından, bu meseleye yalnızca geçerken değineceğiz.

Bu mesele başlı başına bir yazı konusudur. Ama şu kadarını belirtmeliyiz ki, Türklerin tarihi, fetih ve katliamların tarihidir. Türkler de, egemen devlet olmuş, imparatorluk kurmuş diğer topluluklar gibi, başka coğrafyaları fetih yoluyla ele geçirmiş, ele geçirdikleri toprakların insanlarına kendi egemenliklerini dayatmışlardır.

Direnişleri ve başkaldıranları ise, ‘vatana ihanet” suçlamasıyla cezalandırmışlardır.

ingilizler Hindistan’da, başlangıçta ispanyollar, daha sonra ise bir bütün olarak Batılılar Kızılderili yurdu ‘Amerika”da, Fransızlar Kuzey Afrika da ne yapmışlar ise, Türkler de ‘Anadolu”da ve adım attıkları diğer coğrafyalarda aynısını yapmışlardır. Toprakları işgal etmişler, işgal edilen coğrafyada yaşayanlara kendi egemenliklerini dayatmışlar ve karşı çıkanları şiddetle cezalandırmışlardır.

Özcesi; Türklerin Anadolu diye tanımlanan ve esasen Kürtlerin, Ermenilerin, Süryanilerin, Rumların ve burada adlarını zikredemediğimiz başka toplulukların yaşadıkları coğrafyaya gelişleri, bu coğrafyaya egemen olmaları ve bu egemenliklerini bugüne kadar sürdürmüş olmaları zor yoluyla olmuştur. Ermeniler ise bu kanlı sürecin kurbanlarından yalnızca bir tanesidir.

Bundan dolayıdır ki Orhan Pamuk’un, isviçre'de yayımlanan Das Magazin adlı dergiye verdiği bir mülakatta, "Bu topraklarda bir milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürüldü ve benden başka kimse bunu söylemeye cesaret edemiyor" sarf ettiği sözler doğrudur ama eksiktir.

Orhan Pamuk’un sözünü ettiği 30 bin Kürt yalnızca son 20 yıllık savaşta öldürülenlerin bir kısmıdır. Peki ya daha öncekiler? Peki ya Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim isyanlarında katledilenler? Salt Dersim isyanında onbinlerce Kürt süngülenip sulara atıldı. Değirmenlere, Ahırlara ve çukurlara doldurulup yakıldı.
Keza Süryaniler de aynı akibete uğradılar. 1915’de iki milyonun üzerinde Asur-Süryani aynı güçler tarafından katledilmiş, sağ kalanlar ise sürgün edilmiştir.
Yani, öyle resmi tarihte anlatıldığı gibi bu coğrafya gerek Osmanlı imparatorluğu döneminde gerekse de onun mirasçısı olan Kemalist Burjuva Cumhuriyeti döneminde ‘kültürler mozaiği” falan değildi ve bu topraklarda insanlar barış içinde yaşamadılar.

Şurası kesin bir gerçektir ki, hiçbir sosyal topluluk, gönül rızası ile başka bir sosyal topluluğun egemenliği altında yaşamayı kabul etmez ve bundan dolayı mutlu olmaz.

işgalci ve sömürgeci Siyonizmin ideologlarından Vladimir Jabotinsky’in 1923’de kaleme aldığı ve Siyonizm’in kilometre taşı olarak kabul edilen ‘Demir Duvar” adlı makalesinde bu gerçeği şöyle dile getiriyor:

‘Ne şimdi ne de görünür gelecekte Araplar ile uzlaşmaya varmamız söz konusu bile olamaz. ...Her biriniz sömürgecilik tarihi üzerine az çok bir şeyler biliyorsunuz. Bir ülkenin, o ülkenin yerlisi olan insanların rızası ile sömürgeleştirilebileceğini kanıtlayan tek bir örnek gösterebilir misiniz? Böyle bir şey hiçbir zaman olmamıştır. ...Kızılderililer sömürgecilerin iyisine de kötüsüne de aynı uzlaşmaz şiddetle direndiler. ...çünkü nerede, ne zaman, hangi biçimde olursa olsun, sömürge olmak yerli bir halk için kabul edilemez bir şeydir. ...Biz Filistin’e karşılık ne Filistinlilere, ne de öteki Araplara hiçbir şey veremeyiz. Öyleyse gönül rızası ile anlaşamayız.”

Bu satırlar her şeyi açıklamaya yetiyor aslında. Evet, resmi tarihe göre ‘Büyük Osmanlı imparatorluğu yönetimi altında bütün halklar barış içinde ve mutlu yaşadılar.” Ama resmi tarihin barıştan kastettiği, bu halkların teslim alınması ve Osmanlı otoritesini kabul etmiş olmalarıydı. Ne zaman ki, bu halklar işgalci imparatorluğa karşı direnişe geçtiler, işte o zaman hep aynı klasik açıklama yapıldı: Yine ‘Dış güçler içeriden birilerini satın almış ve kışkırtmış”tı. Ve direnenler ‘vatan haini” idiler. Eğer insanların kendi yurtlarını işgalcilerine karşı savunmaları ‘vatana ihanet” ise, doğrudur, Ermeniler, Kürtler, Süryaniler ve diğerleri ‘vatana ihanet” ettiler. Beyazlar karşısında Kızılderililer ne kadar ‘vatan haini” idiyseler, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler de o kadar ‘vatan haini”dirler. iyi ki de öyledirler.

Şimdi asıl tartışmak istediğimize, Orhan Pamuk’un Alfred Nobel adına verilen ödülü almasına ve bu ödülü kabul etmesine geçebiliriz. Ama önce adına ödüller verilen Alfred Nobel’den ve Nobel Ödülü’nün tarihçesinden kısaca söz edelim.

Alfred Nobel’in ve Nobel Ödülü’nün Kısa Hikâyesi

Alfred Nobel, 1 Ekim 1833’te iflas etmiş bir iş adamının oğlu olarak dünyaya geldi. Tarihe ‘dinamitin mucidi’ olarak geçen Alfred Nobel, patlayıcılara olan düşkünlüğünü babasından aldı. 1837’de Alfred henüz 4 yaşında bir çocukken babası Immanuel Nobel, Saint Petersburg’a taşınır ve burada bir mayın fabrikası kurar.

Zaman içinde Alfred Nobel’in patlayıcılara olan ilgisi artar. 1866 yılında yüzde 75 oranında nitrogliserini, yüzde 25 oranında emici bir toprak türü olan kieselguhr ile karıştırır ve dinamiti bulur. Bu buluşu, Nobel’in kısa sürede bütün Avrupa’da dinamit kralı olarak tanınmasına neden olur. 1879’da Paris yakınlarındaki Sevran’da bir laboratuar kuran Nobel, buradaki çalışmaları sırasında dumansız barutu keşfeder. Bu dönemde Fransa’ya karşı kurulan bir ittifakta yer alan italya ile işbirliği yapan Nobel, aleyhine başlatılan kampanyalar sonucunda Paris’i terkederek italya’daki San Remo’ya yerleşir.

Nobel, San Remo’da 1896 yılında beyin kanaması sonucu yaşama veda eder. Vasiyetinde, servetinin 1 milyon kronunun yeğenleri ve bir dönem âşık olduğu Sofie Hess arasında paylaştırılmasını, geri kalan 33 milyon 200 bin kronunu da her yıl ‘insanlığa hizmette bulunanlara” sunulmasını istemişti. Bu ödüller fizik, kimya, tıp ya da fizyoloji, edebiyat ve barışa hizmet olmak üzere toplam beş dalda verilecekti.

Nobel’in bu vasiyeti önceleri büyük tartışma yaratır. Ancak 1900 yılında isveç Hükümeti Nobel Vakfı’nı kurar. Bu yıldan sonra da Nobel Ödülleri düzenli olarak verilmeye başlanır.

Nobel Edebiyat ödülleri her yıl Alfred Nobel'in sözleri ile ‘bir idealist eğilimi en farklı şekilde ifade eden yazara” verilmektedir. isveç Akademisi her yıl bu ödüle layık kişileri seçmektedir.

Ve adına kurulan Nobel Vakfı’nı parası, Alfred Nobel’in hissedar olduğu Bosfors silah fabrikası üzerinden gelmektedir.

Burada tartışılacak noktalardan biri Alfred Nobel’in ‘insanlığa hizmette bulunanlara” ödül verilmesine ilişkin vasiyetidir.

Kimlerdir bu, ‘insanlığa hizmette bulunanlar? Bilindiği gibi Alfred Nobel de dinamiti bularak insanlığa hizmette bulunduğu iddia edilen ve tarihe bu biçimde geçenlerdendir.

Birincisi, öyle bir çırpıda adlandırılacak bir insanlıktan söz edilemez. Çünkü insanlık kendi içinde bir bütün değil, uzlaşmaz çıkarlara sahiptir. Dolayısıyla da insanlığa hizmetten bahsetmek yalnızca bir aldatmacadır. Sınıflı toplumlarda yapılanlar ya sömürülenlere ya da sömürenlere hizmet eder.

Buradan hareketle hemen belirtelim ki, Alfred Nobel, dinamiti bularak insanlığa değil, insanlığın bir parçası olan burjuvaziye hizmet etmiş, onun gelişmesine unutulmaz katkılar sunmuştur. Onun bulduğu dinamit sayesindedir ki, kapitalistler aşılamayacak dağları yıkmış, madenlere ulaşmış ve savaş sanayinde muazzam ilerleme kaydetmişlerdir.

Tartışılacak bir başka nokta ise, bu zat adına verilen ödülün kimlere verildiğidir. Her ne kadar bu ödül zaman zaman rüşvet mahiyetinde Jean Paul Sartre ve Doktor Jivago’nun yazarı Boris Pasternak gibi yazarlara verilmiş ise de, esasen ya Batı değerlerine dokunmayan, hatta onları yüceltenlere verilmiş ya da Batı’nın düşman olarak belirlediği güçlere karşı propaganda aracı olarak kullanılmak istenen eserlere ve eserlerin sahiplerine verilmiştir.

Örneğin; 1958 yılında, Doktor Jivago adlı ünlü romanı dolayısıyla Sovyet yazar Boris Pasternak’e verilmişti. Bilindiği gibi, Boris Pasternak, ünlü romanı Doktor Jivago romanında o dönemin ‘Sovyet” rejimini eleştiriyordu. ‘Soğuk Savaş” dönemiydi ve Batılılar bu eleştiriye hemen sahip çıkıp, onu kendi savaşlarının silahı durumuna getirmek istediler. Bunun için de Boris Pasternak’a Nobel ödülü verdiler ve ödülü alması için kendisini Batı’ya davet ettiler. Ama o gelmedi ve ödülü reddetti.

Aynı şekilde Jean Paul Sartre de Nobel Edebiyat Ödülü 1964 yılında kendisine verildiğinde bu ödülü hiç tereddüt etmeden reddetmiştir.

Jean Paul Sartre’nin 1964 yılında Les Mots (Sözcükler) adlı yapıtıyla Nobel edebiyat ödülüne layık görülmüştü ama o, bu ödülü reddetmişti. Nihayetinde onun, sömürünün, savaşın ve sömürgeciliğin yarattığı kan ve gözyaşıyla beslenmiş bu ödüle ihtiyacı yoktu.

Aynı ödüle layık görülen bir başka şahsiyet ise ingiltere Başbakanı Winston Churchill’di. Winston Churchill’e ödül, ‘yüksek insani değerleri savunan konuşmaları’ nedeniyle verilmişti. Ne garip değil mi, bir tarafta Jean Paul Sartre, diğer tarafta ise Winston Churchill.

Ve Orhan Pamuk

Orhan Pamuk’a gelecek olursak. Orhan Pamuk’un romancılığı ya da yazarlığı bir yana, Orhan Pamuk, yaşadığı coğrafyada olup bitenleri oldukça cesur bir biçimde dile getiren bir şahsiyettir ve iyi bir yerde durmaktadır. Yalnızca yaşadığı coğrafyada olanları değil, kendisi ve ailesi ile ilgili meseleleri tartışırken de oldukça iyi bir yerde durmaktadır. Bir söyleşide kendisine yöneltilen, ‘Aileniz her dönem CHP’ye yakındı değil mi?” sorusunu şu şekilde cevaplayabilecek kadar cesurdur: ‘Halk Partisi yakınlığı ailede hep vardı. Tabii Halk Partisi’ni sevecekler, çünkü Halk Partisi döneminde zengin oldular.”

Orhan Pamuk’un asıl handikabı, yaşadığı coğrafyada olanları mahkûm ederken yüzünü Batı’ya dönüyor olmasıdır. Bu ise onu, daha ikinci adımda ‘suç ortağı” yapmaktadır.

Orhan Pamuk, resmi tarihin eleştirisini yaparken, bunu yaşadığı coğrafya ile sınırlıyor ve yaşadığımız gezegeni dünya yoksulları ve ezilenleri açısından tam bir cehenneme dönüştüren ‘Batı Uygarlığı”nın resmi tarihini, bu resmi tarih üzerine oturttuğu efsaneleri ve yaşadığımız coğrafyanın egemenleri ile suç ortaklığını hiçbir biçimde sorgulamıyor. Daha da kötüsü, yaşadığı coğrafyanın insanlarına Batı’yı kıble olarak gösteriyor.

Orhan Pamuk, yaşadığı coğrafyada olanların ve yaşadığı coğrafyanın egemenlerinin Batı ile tarihsel ve siyasal bağını kurmadığı müddetçe, Batılı güçler onun üzerinden kirli ellerini yıkamaya, sömürgeci dünlerini ve bugünlerini temize çekmeye devam edecektir.

Batı’nın dünya yoksulları üzerindeki ideolojik egemenliği o derece güçlü ki, yoksullar, kendilerini yoksulluğa, açlığa mahkûm eden ve kendilerine sürekli savaşı dayatan Batı’yı örnek alabilmekte ve hatta Batı’yı şikâyet mercii olarak görebilmektedirler.

Batılılaşmak, eğer tutarlı Müslümanları saymazsak, artık herkes için ulaşılması gereken yegâne merhale olmuştur. Ne büyük bir trajedi ki, yoksullar kendi katillerine benzemek için yarış eder durumdadırlar. Ezilenlerin bu duruma düşmelerinin tek sorumlusu, Batı’nın propagandası ve resmi tarihi değildir elbet. Bunun sebebi daha ziyade, Orhan Pamuk gibi, kendisine ‘Aydın” diyen, yüzünü Batıya dönmüş ve adeta Batı değerlerinin Batı dışındaki propagandistleri gibi çalışan şahsiyetlerdir.

ilk bakışta Orhan Pamuk ve diğer Batı hayranı şahşiyetlerin, kendi coğrafyalarındaki insanlar için Batı’da varolan zenginliği, sosyal hakları ve özgürlükleri istemeleri takdire şayan bir davranış olarak görülebilir. Ama hiçte öyle takdire şayan bir durum yoktur ortada.

Çünkü; Orhan Pamuk vb. şahsiyetlerin referans olarak aldıkları ve ‘ulaşılması gereken uygarlık seviyesi‘ olarak işaret ettikleri Batı Medeniyeti sayesindedir ki; her gün 24 bin kişi açlıktan ölüyor, 800 milyondan fazla insan yatarken aç karına yatağa giriyor. 2 Milyar insan açlıktan dolayı ölümle yüz yüze bulunuyor. Ve 2 milyar insan içecek temiz su bulamıyor.

Bu uygarlık sayesindedir ki; yeryüzünün 56 ayrı bölgesinde fiili savaş var. Ve bu savaşlarda her gün yüzlerce insan ölüyor.

Bu uygarlık sayesindedir ki; gezegendeki kirlilik dolayısıyla ozon tabakasında bir kıta büyüklüğünde delik oluşmuş durumda. Ve yağmur ormanlarının %60’ı yok olmuş durumda.

Bu uygarlık sayesindedir ki; bugün üretilen değerlerin %80’ini dünya nüfusunun yalnızca %20’si tüketmektedir.

Ve bu uygarlık sayesindedir ki; sahip olunan mevcut silahlar dolayısıyla yerküre yok olma tehdidi altındadır.

işte Orhan Pamuk ve Batı’nın yüzünü yeryüzünün yüzü yapmak isteyenlerin sahip çıktıkları Batı Uygarlığı’nın yeryüzü çoğunluğu için anlamı budur.

Ama Orhan Pamuk ve Batı’nın militanlığına soyunmuş diğerleri, Batı’daki zenginliğin ve ‘özgürlük‘lerin yeryüzü yoksullarının içine itildikleri durumla doğrudan bağını kurmak yerine, bu bağı kopararak, Batı’nın suçlarını temize çekmeyi yeğliyorlar.

Nasıl ki, beyaz işçilerin köleleştirilmemesi siyah dünya insanının köleleştirilmesinin önşartı olmuşsa; nasıl ki, Avrupa’da ‘Helsinki insan Hakları Sözleşmesi‘ esasına dayalı bir hukukun oluşturulması ve parlamenter rejimlerin kurulması Afrika’da Apartheid rejimlerinin, Güney Amerika ve Asya’da askeri diktatörlüklerin kurulmasının önşartı olmuşsa; aynı şekilde Batı’nın zenginleşmesi de, Asya, Afrika ve Güney Amerika’nın yoksullaştırılmasının önşartı olmuştur.

Orhan Pamuk, tarihi, tarihsel ve siyasal olguları tam da bu bütünlükten kopuk ele almak istediği içindir ki, yaşadığı coğrafyada olanların dünyaya egemen olan güçlerle bağını kurma gereği duymuyor. Dolayısıyla da bu coğrafyada yaşananları, dünyanın emperyalistlerce paylaşılması savaşından bağımsız ele alıyor ve işlenen suçların uluslararası burjuvazinin ortak suçu olduğunu söylemiyor.

Orhan Pamuk, gerek bu coğrafyada gerekse de yoksullaştırılmış ve işgal edilmiş başka coğrafyalarda yaşananların Batı Uygarlığı ile bağını kurmak yerine, ‘Türkiye’de aşırı milliyetçilik, aşırı islamcılık çoğalırsa ve askeri darbe olursa, o zaman istanbul’dan sonra çok sevdiğim bir Avrupa kentinde yaşamaya başlarım” diyerek, bu coğrafyada yaşananların Batı ile bağını kurmamakta ısrar ediyor.

Orhan Pamuk, pekâlâ bilir ki, bugün yeryüzünde yaşanan bütün kötülüklerin planlayıcısı ve yönlendiricisi Batılı egemen güçlerdir.

Hatta ve hatta Orhan Pamuk’un bu aralar çokça konuşulmasına vesile olan Ermeni Soykırımı meselesinde bile soykırımın arkasında Batılı bir güç olan Almanların olduğu aşikârdır.

ittihatçılar soykırım kararı aldı, Bütün işi Talat Paşa yönetti ve Almanlar ise soykırımı onayladı.

Alman Başbakanı'nın yazdığı notta şöyle deniliyor:

‘Bizim için önemli olan Türkleri ayakta tutmaktır, Ermeniler güme gitmiş umurumuzda değil.”
(Aktaran: Taner Akçam)

Ama buna rağmen Orhan Pamuk diyor ki, ‘giderim.” iyi de, nereye gidiyor? Olur mu öyle sıkışınca gitmek? Peki ya gidemeyenler? Bırakalım bunları bir yana, Orhan Pamuk’un gideceğini söylediği o Batı değil miydi 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’ni yaptıranlar? Ki, ‘askeri darbe olursa Avrupa’ya giderim‘ diyor. Yine aynı Batı değil miydi, bir taraftan ‘insan hakları ihlal ediliyor” diye Türkiye’ye heyetler gönderip, diğer taraftan Darbeciler ile sıkı ilişkiler kuran? Önce darbe yaptırıp, ardında da AIHM’de darbe mağdurları lehine davalar açan ve mahkûmiyet kararları çıkararak kendi suçunu gizleyen aynı Batı değil mi? Ki, Orhan Pamuk, Batı’ya gideceğini söylüyor ve bu söylediğiyle Batı’nın kirli ellerini yıkamasına yardımcı oluyor.

Ödül meselesine ilişkin son birkaç söz

Adına ödül verilen ve Orhan Pamuk’un, layık görüldüğü için onur duyduğu Alfred Nobel’in kim olduğuna ve icadıyla neye ve kime hizmet ettiğine yukarıda değinmiştik.

Orhan Pamuk’un bütün bunların üzerinden atlayarak, yalnızca aldığı ödül ile ilgilenmesi ve yaşadığı coğrafyada olanları Batı’nın ve Batılıların durduğu yerden yargılaması onu, niyeti ne olursa olsun Beyaz Adam’ın yüzünü giyinmekten kurtaramaya yetmez. Temennimiz şudur ki, Orhan Pamuk, tarihi ve tarihsel olayları bir bütünlük içerisinde ele alır ve yaşadığı coğrafyada olanları yargılarken, bu coğrafyada ki katillerin uluslararası suç ortaklarını da sanık sandalyesine oturtma cesaretini gösterir. Eğer bunu yapacak olursa görecektir ki onun, Alfred Nobel gibi eli kanlı bir burjuva adına verilen ödülü ‘reddediyorm‘ demesine bile gerek kalmayacaktır. Çünkü Batılılar, kendi resmi tarihlerine saldıran, onların ipliğini pazara çıkaran birine zaten bu ödülü vermeyeceklerdir.

muhammed in iyi bir senarist olması

lan biz yaparız ibadetimizi bize zararı yok siz yapmazsanız ama siz hatalı çıkarsanız ( ki öyle olacak ) işte o zaman hapı yutarsınız.

ben bu yazıyı gelecekteki sevgilime yazdım

yaz yaz belki görür.

bu ülkeyi atatürk kurtarmadı

lütfen okuyun = evet Atatürk kurtarmadı zaten istanbulu Fatih fethetmedi Mısır ı Yavuz almadı Kanuni hiç birşey yapmadı değil mi ?????? siz gibi dar görüşlü insanlar Fatih fethetti diyorsunuz ancak Osmanlı ordusu demiyorsunuz ancak konu Atatürk e gelince iş hiçde öyle olmuyor nedendir ? Ayıptır sevmeyebilirsin ama saygı göster.

ford fiesta

YENi FORD FIESTA
Yeni Ford Fiesta yenilenmiş modern tarzını günün en ileri teknolojileriyle bir araya getiriyor; tıpkı yepyeni bir akıllı telefon gibi... Ve gününüzü en iyi şekilde değerlendirmenize yardımcı olmak amacıyla geliştirilmiş pek çok teknolojik özelliği size sunuyor.

Örneğin, Fiesta ile sunulan sunulan Ford SYNC sayesinde Türkçe sesli komutlarla USB ya da MP3/iPod® aygıtınızdan bir müzik parçasını seçebilir veya Bluetooth üzerinden sisteme entegre cep telefonunuzdan çalabilirsiniz. Sistem, yalnızca sesinizi kullanarak telefonla arama yapmanıza ve gelen çağrıları yanıtlamanıza olanak tanır. Aileniz ve arkadaşlarınızla iletişiminizi yoldayken de sürdürebilmeniz için yazılı mesajlarınızı bile size sesli olarak okur.

Sahip olduğu yenilikçi teknolojiler sayesinde Fiesta her yolculuğunuzda size güvenli, rahat, zevkli ve eğlenceli bir seyir sunuyor.

Yeni Fiesta'yı daha yakından tanımak için test sürüşü randevusu alın. Ya da tasarımı, sürüş deneyimi, performans, güvenlik ve emniyet özellikleri hakkında bilgi edinin.

iz bırakan kitap cümleleri

sherlock holmes bir şeyi saklamanın en kolay yolu onu görünebilir bir yere koymaktır.

çay içen erkeklerin kıro olması

çay içilmez mi be her çay içen erkek kro diyorsan sıkıntı sendedir .

10 ağustos 2014 cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları

rte ye oy vermek istemiyorum ancak selahaddin e asla vermem ekmelettin Türkiye üzerinde bence bir oyun kime oy vereceğiz?

zafer gazozları

Denizli iline has çok güzel bir gazozdur tavsiye ederim isteyene gönderirimde.

buz gibi coca cola keyfi

bende severim ama artık zafer gazoz içiyorum çünkü israil malı veya israil e para destekliyor.

uludağ sözlük yazarlarının twitter sayfaları

https://twitter.com/sefinty6 follow me ne arkadaşlar takip edin beni

60 yıl sonra olmayacağımız dünyada savaşmak

biz olmayabilir ama torunlarımız ve din menzuplarımız veya ırkımız olacaktır ( ırkçılık olarak algılamayın devlet olarak ).

selahattin demirtaş a oy vermek için 10 neden

1 pkk terör örgütünü desteklemek
2 bu ülkeyi bölmek istemek
3 asla bu ülkeyi sevmemesi
4 şeref yoksunu olması
5 vatan haini olması
6 @17 ye katılıyorum
8 9 10 ve daha fazlası için @5 ve @3 e bakabilir siniz.

öğrenci evinden gelen güzel yemek kokuları

çok zor bir itimaldir öğrenci evinden güzel yemek kokusu makarna olabilir .

on birinci nesiller için yatma vakti

11 ben oluyorum o çaylaklık işte =) nasıl nesil atlarım.

17 temmuz 2014 israil in gazze ye kara harekatı

yani kusura bakmayın ama israil tam bir ........... siz tamamlayın artık

real madrid varken fenerbahçe yi tutmak

fb aşktır fenerbahçe candır (la çaylak olmak ne kötü 40 karakter ney ya.