bugün
- queen ravenna'nın ölmesi9
- bir cumhurbaşkanı nasıl olmalı10
- zeynep bastık'ın beyaz külodu23
- atatürk resmine basan piçe uçan yumruk10
- günün sözü11
- filistin meselesi bizim milli meselemizdir21
- bayburtta picasso'ya ait ünlü tablo yakalandı21
- peter parker'ın mutsuz olması16
- gecenin şarkısı8
- izmir 3 koşuda hangi at gelir8
- birlikte diyete başlayalım mı9
- menzil cemaatinin 17 milyar serveti olması23
- yazarların romantiklik seviyesi25
- realite manipülasyonu16
- profesörün sokak köpeği saldırısına uğradığı ülke26
- dini bütün bir kızı etkilemenin yolları21
- yazarların kendilerini tanımlama şekli13
- anın görüntüsü14
- kanka olmak istediğiniz yazarlar25
- yazarların gurur duydukları özellikleri16
- chatgpt9
- kadınların katlandığı eziyetler14
- sözlük yazarlarının akşam yemekleri11
- izmirde 5 çocuğun öldüğü yangın13
- gül gibi kokan sözlüğün ağır abisi21
- belediye konserleri yasaklansın9
- mesai saatlerinde entry girenleri cimere bildirmek8
- israfa son vermek için yapılması zaruri olan 3 şey26
- müslüman diye hamas'ı savunmak9
- judas'ın ölmesi8
- 17 yaşında bmw vs 3 yaşında egea9
- kedimi kim yedi1'in ölmesi13
- güvenmemeyi nasıl öğrendin10
- reis deyince akla ilk gelen23
- mel mel vs eylulsabahi40
- özlem zengin21
- gece yatarken kurulan hayaller16
- tanışmak istediğiniz yazar14
- bazlama açmayı bilmeyen kız10
- bir erkeğin bağımlılık yapabilecek özellikleri8
- ölsem helvamı hangi yazar yapar22
- sana şimdi ne mesajlar geliyordur17
- eskiamaeksikbiri14
- b12 takviyesi10
- yazarların en çok sevdiği aylar22
- puura11
- sözlük kızlarının bugünkü kombinleri22
- sigara içen insan aptaldır11
- thusnelda10
- amk diyen kezo8
entry'ler (346)
Kendim bildim bile yaklaşık 20 25 yıldır bunu düşünüyorum.
Ölümü düşünmek hem rahatlatıcı bir eylem hem de oldukça hüzünlü. Küçük kızımın başını okşarken belki bu son okyaşımın diye düşünmek, kendimi ölüme yakın hissetmek. Karıma belki son dokunuşum, son bira içişim ve belki son yazı yazışım. Ancak bu acıtasyon gibi gelse de o anın kıymetini değerlendiren, daha da değerli hale getiren bir durum. Yarın olmayabilirim, olmayabiliriz. Ve şu anki küslüğün, mutsuzluğun işyerindeki sorunların ve hayatın geri kalanının anlamsızlığını tekrar göz önüne seriyor. Yaşam ne ki, ölüm ne olsun.
Ölümü düşünmek hem rahatlatıcı bir eylem hem de oldukça hüzünlü. Küçük kızımın başını okşarken belki bu son okyaşımın diye düşünmek, kendimi ölüme yakın hissetmek. Karıma belki son dokunuşum, son bira içişim ve belki son yazı yazışım. Ancak bu acıtasyon gibi gelse de o anın kıymetini değerlendiren, daha da değerli hale getiren bir durum. Yarın olmayabilirim, olmayabiliriz. Ve şu anki küslüğün, mutsuzluğun işyerindeki sorunların ve hayatın geri kalanının anlamsızlığını tekrar göz önüne seriyor. Yaşam ne ki, ölüm ne olsun.
1 aydır deneyimlediğim bir durum. Bir kız çocuğu babasıyım. Buradan baba olmak isteyenlere ya da baba olup da benimle aynı duyguyu taşıyanlara binaen yazmak istediğim bir şeyler var.
Öncelikle filmleri, dizileri ve kitapları unutun. Pilli bebek grubun gel kızım sarıl bana şarkısını dinleyin, çünkü durum bir kez daha alayım kokusunu cümlesindeki gibi, bu bir kez daha koklayayım, bir kez daha öpeyim isteği bu 1 aylık süreçte asla son bulmadı ve bulmayacak gibi.
Ancak zor bir süreç. Biyolojik olarak size ait bir canlı ama anne çocuk arasındaki biyolojiyi siz kuramadığınız için, hormonal olarak, garip bir sevgi çeşidi oluşuyor aranızda. Hem karınıza karşı ayrı bir sevgi saygı hem çocuğunuza karşı bir aşk. Evet aşk tam olarak bu, insanlar bence sadece evlatlarına aşık olur.
Ancak her duygu ve her insan biriciktir. Yeni bir inşa sürecidir baba ve çocuk arasındaki süreç, anlatılan, yazılan her şey hikayedir -yalan değil ama sizin dünyanız daha farklı- tek gerçek sizin evladınızla yaşadığınız o andır.
Ve ölümü hissetmeye başlarsınız. Arabayı daha yavaş sürer, daha temkinli icraatlerde bulunur ve 5 yıl gibi 10 yıl gibi gelecek planları yaparken bulursunuz kendinizi ama ölüm hep akıldadır ve bugün ekeceğiniz tohumları yavrunuz toplar diye dikkatli ekersiniz. Aslında insanoğlunun ölümsüzlük arzusunun bir tezahürüdür çocuk sahibi olmak.
Öncelikle filmleri, dizileri ve kitapları unutun. Pilli bebek grubun gel kızım sarıl bana şarkısını dinleyin, çünkü durum bir kez daha alayım kokusunu cümlesindeki gibi, bu bir kez daha koklayayım, bir kez daha öpeyim isteği bu 1 aylık süreçte asla son bulmadı ve bulmayacak gibi.
Ancak zor bir süreç. Biyolojik olarak size ait bir canlı ama anne çocuk arasındaki biyolojiyi siz kuramadığınız için, hormonal olarak, garip bir sevgi çeşidi oluşuyor aranızda. Hem karınıza karşı ayrı bir sevgi saygı hem çocuğunuza karşı bir aşk. Evet aşk tam olarak bu, insanlar bence sadece evlatlarına aşık olur.
Ancak her duygu ve her insan biriciktir. Yeni bir inşa sürecidir baba ve çocuk arasındaki süreç, anlatılan, yazılan her şey hikayedir -yalan değil ama sizin dünyanız daha farklı- tek gerçek sizin evladınızla yaşadığınız o andır.
Ve ölümü hissetmeye başlarsınız. Arabayı daha yavaş sürer, daha temkinli icraatlerde bulunur ve 5 yıl gibi 10 yıl gibi gelecek planları yaparken bulursunuz kendinizi ama ölüm hep akıldadır ve bugün ekeceğiniz tohumları yavrunuz toplar diye dikkatli ekersiniz. Aslında insanoğlunun ölümsüzlük arzusunun bir tezahürüdür çocuk sahibi olmak.
Önce sesin ne olduğunu düşündüm. Hiçbir bilimsel içeriğe bakmadan, kendi hissettiklerimi ve düşündüklerimi anlamaya çalıştım. Ses, bir nevi müzik aleti ve gırtlak, dil, diş ve ağız yapısı ile ilişkili olarak bir durum bildirme işlemi. istemsizce çıkardığımız sesleri düşünelim. Korkma, şaşırma, sevinç vb. Mantıklı bir ses çıkmaz genellikle ancak herbirinin ayrı bir tınısı vardır. Ardından bu tınıların gırtlağımızı, dilimizi daha farklı şekillerde kullanarak farklı ses dizilimlerine kavuşmuş oluruz ve kültürel aktarımla bu sesleri kuşaktan kuşağa aktarırız. Bu aktarımın da en basit yolu, yazıya geçirilmesidir. Yani alfabe. Artık geçmiş atalarımızın bizi alfabe yoluyla manipüle etmesini ve bizi kendi ülküleri doğrultusunda, kendileri hayatta yokken bile, kendi hikayelerini gelecek nesillere aktarmasını sağlayan bir geçiş formuyuz. Her form geçiş formudur ve bu her geçişin ana form olduğunu gösterir.
Sessizlik ise binlerce yıllık bu aktarıma karşı çıkıştır. Söz ile değil davranışla ve bakışla varolma halidir. imgelere sığınmadan, kendi hissettiğin gibi davranışsal bir tutum.
Çünkü sessizliği bozan başat unsurun konuşmak olduğunu düşünürsek konuşmak başkaların sözdizimiyle kendini ifade etmek demektedir. Sessizlik klasik müziğe benziyor biraz, kendin buna uygun düşüncelere istediğin gibi anlam katabilirsin ama konuşmak sözlü bir müziğe benziyor ve müziği istediğin gibi değil söze göre yorumlaman anlaman gerekiyor.
Sessizlik huzur getirir mi bilinmez ama konuşmak huzursuzluk getirir, bu bilinir.
Sessizlik ise binlerce yıllık bu aktarıma karşı çıkıştır. Söz ile değil davranışla ve bakışla varolma halidir. imgelere sığınmadan, kendi hissettiğin gibi davranışsal bir tutum.
Çünkü sessizliği bozan başat unsurun konuşmak olduğunu düşünürsek konuşmak başkaların sözdizimiyle kendini ifade etmek demektedir. Sessizlik klasik müziğe benziyor biraz, kendin buna uygun düşüncelere istediğin gibi anlam katabilirsin ama konuşmak sözlü bir müziğe benziyor ve müziği istediğin gibi değil söze göre yorumlaman anlaman gerekiyor.
Sessizlik huzur getirir mi bilinmez ama konuşmak huzursuzluk getirir, bu bilinir.
Bir manipülasyon haberi, +40 yaş uyarısı bulunmalı bu haberlerde.
Türkiye'de çok sık duyulan söz öbeği. Sınır güvenliği sözüyle sınır ötesi operasyon yapanlar, Afgan ve Suriyelilerin geçişine göz yumarlar, sınırlarını delik deşik ederler.
Tarihsel kavramının dışında, günümüzde enfes müzikler icra eden bir grup. Birçok eserini defalarca dinlerim, her gün üstelik. Ruhta eksik kalan, tarifi olmayan, çeşitli boşlukları dolduruyormuş da ben o boşluklarda kendimi arıyormuşum gibi... Sakin, dingin, huzurlu, mutlu değil ama sevimli bir hüzün. Bu hüzün eşlik ediyor ruhunuza. Biraz daha dinlemeliyim.
https://www.youtube.com/watch?v=_dwxhfj25tc
https://www.youtube.com/watch?v=_dwxhfj25tc
Faşizm, kelime ve anlam bakımından farklı veçhelere sahip olagelmiştir. Birisi faşizm hakkında konuşuyorsa ve siyasî-tarih hakkında geniş yelpazeli bir bilginiz yoksa, bu siyasî ideolojiyi ana akım entelektüel sınırlar veya medya çevresinde duyduğunuz kadar anlayabilirsiniz. Evet, her şeyden önce Faşizm, siyasî bir alan, bir hayat görüşü, belirli ekonomik yapıya, ritüellere ve milliyetçilikle sınırlandırılamayacak -ancak tam bağımlı- denli radikal düşüncelere sahip bir ideolojidir.
Faşizme uzaktan ya da yakından akrabaları olduğu düşünülen birtakım terimler vardır: "bonapartizm", "tek adam", "oligarşi", "diktatörlük", "askeri diktatörlük" vb. Bu terimlerin kullanımı da tartışmalıdır. Sözgelimi, sosyalist bir yönetime faşist diyebilir miyiz? Faşizm, kapitalizmle mi, emperyalizmle mi, milliyetçilikle mi anılmalı yoksa menşei ile mevcut durumu arasında bir farklılık olduğunu kabul edip yeni baştan bir siyasî ideoloji olarak mı anmalıyız? Öte yandan günümüzde faşist olarak nitelenen topluluklar bile -kim tarafından, neden, niçin, ne zaman? Bu soruları sormadan- kendilerini faşist olarak görmemeleri veya bunu kötücül bir durum olarak algılamaları ne denli normal? Teori ile pratik arasında yaşanılan çatışmalar teorinin inkarına mı sebebiyet vermeli yoksa eleştirel yaklaşımlarla geliştirilmeli mi?
Yukarıdaki iki paragrafı özetleyecek olursak, tam olarak birine ya da birilerine faşist derken neyi kastediyoruz? Hitler, Mussolini, Engelbert Dollfuss, António de Oliveira Salazar, Ioannis Metaxas, Ante Pavelić, Vidkun Quisling, Hideki Tōjō, Francisco Franco, Boleslaw Piasecki, Vihtori Kosola ve daha buraya yazılmayan birçok isim...
Faşizme uzaktan ya da yakından akrabaları olduğu düşünülen birtakım terimler vardır: "bonapartizm", "tek adam", "oligarşi", "diktatörlük", "askeri diktatörlük" vb. Bu terimlerin kullanımı da tartışmalıdır. Sözgelimi, sosyalist bir yönetime faşist diyebilir miyiz? Faşizm, kapitalizmle mi, emperyalizmle mi, milliyetçilikle mi anılmalı yoksa menşei ile mevcut durumu arasında bir farklılık olduğunu kabul edip yeni baştan bir siyasî ideoloji olarak mı anmalıyız? Öte yandan günümüzde faşist olarak nitelenen topluluklar bile -kim tarafından, neden, niçin, ne zaman? Bu soruları sormadan- kendilerini faşist olarak görmemeleri veya bunu kötücül bir durum olarak algılamaları ne denli normal? Teori ile pratik arasında yaşanılan çatışmalar teorinin inkarına mı sebebiyet vermeli yoksa eleştirel yaklaşımlarla geliştirilmeli mi?
Yukarıdaki iki paragrafı özetleyecek olursak, tam olarak birine ya da birilerine faşist derken neyi kastediyoruz? Hitler, Mussolini, Engelbert Dollfuss, António de Oliveira Salazar, Ioannis Metaxas, Ante Pavelić, Vidkun Quisling, Hideki Tōjō, Francisco Franco, Boleslaw Piasecki, Vihtori Kosola ve daha buraya yazılmayan birçok isim...
"Ermeni mitolojisinde Hindistan’ın Vedik geleneğine ve Mısır’a ait fikirlere benzer ögeler bulunur. Bunlardan en belirgini çoğu zaman kanatlı bir güneş tekeri tutarak diz çöken bir adam tarafından temsil edilen ve bu yüzden büyük ihtimalle kendisi gibi Güneş’le ilişkilendirilen Mısır tanrısı Ra’dan esinlenilmiş olan Şivini’dir. Urartular ve Asurlular arasındaki yakın kültürel ilişkilere örnek olarak Asur tanrıları Adad ve Şamaş’ın gösterim şekillerinin Urartular tarafından sırasıyla kendi tanrıları Teişeba ve Şivini’ye uygulanması gösterilebilir. Mezopotamya sanatından diğer bir motif olarak Yaşam Ağacı (Ermenice tsarrn kenats) genelde herhangi bir tarafında ayakta duran ve adaklar sunan bir figürle çeşitli ortamlarda belirmektedir. incil geleneği, çevrelerini ve tarihlerini açıklamaya çalışan antik Ermeniler için başka bir esin kaynağı olmuştur."
"Tork Angelea ya da Tork Angeğ (veya Angeğyan) Anadolu’nun hava olayları tanrısı Taru’ya (ya da Tarhun) dayanan bir kahraman figürüdür. Düşmanlarına büyük parçalarını atmadan önce kayaları kırabilen ve ikiye ayırabilen çok güçlü bir adamın sözlü efsanesini kaydeden Movses Khorenatsi bir kez daha kaynağımız oluyor. Efsane aynı zamanda Tork’u taştan tabletlere yalnızca tırnaklarını kullanarak kartal desenleri çizerken ve Karadeniz’deki işgalci gemilere tepe büyüklüğünde taşlar atarken anlatır. Belki de çok eski geçmişte yaşanan gerçek bir çatışmaya dayanarak Movses Khorenatsi an-gel’in halk etimolojisini “vahşi adamların” olarak sunar ve ilginç bir şekilde fark edilir ki Taru (Tarhun) ismi “kazanan” ya da “fetheden” anlamına gelmektedir. Movses’e göre Tork, Hayk’ın torunu olan Paskam’ın soyundan gelmekteydi. "
"Tork Angelea ya da Tork Angeğ (veya Angeğyan) Anadolu’nun hava olayları tanrısı Taru’ya (ya da Tarhun) dayanan bir kahraman figürüdür. Düşmanlarına büyük parçalarını atmadan önce kayaları kırabilen ve ikiye ayırabilen çok güçlü bir adamın sözlü efsanesini kaydeden Movses Khorenatsi bir kez daha kaynağımız oluyor. Efsane aynı zamanda Tork’u taştan tabletlere yalnızca tırnaklarını kullanarak kartal desenleri çizerken ve Karadeniz’deki işgalci gemilere tepe büyüklüğünde taşlar atarken anlatır. Belki de çok eski geçmişte yaşanan gerçek bir çatışmaya dayanarak Movses Khorenatsi an-gel’in halk etimolojisini “vahşi adamların” olarak sunar ve ilginç bir şekilde fark edilir ki Taru (Tarhun) ismi “kazanan” ya da “fetheden” anlamına gelmektedir. Movses’e göre Tork, Hayk’ın torunu olan Paskam’ın soyundan gelmekteydi. "
"Gerçeklik, benmerkezci fikirlerin sakin döngüsünün, güçlü bir duygu tonuna sahip fikirlerden, yani duygulanımdan dolayı, sürekli olarak kesintiye uğradığını görür. Durumu tehdit eden bir tehlike, sakince dolaşan fikirleri bir kenara iter ve yerine çok güçlü bir duygu tonu taşıyan diğer fikirlerden oluşan bir karmaşık yapıyı koyar. Yeni karmaşık yapı, daha sonra geri kalan her şeyi arka plana taşır. Bu zaman sürecinde en belirgin olanıdır çünkü tüm diğer fikirleri tamamen engeller; yalnızca durumuna uyan benmerkezci fikirlerin varolmasına izin verir ve belirli koşullar altında tam (anlık) bilinçsizliğin karşısında kendisine karşı gelen tüm fikirleri bastırabilir, ancak bu fikirleri güçlü olabilir. Artık en güçlü ilgi tonuna sahiptir”
türkiye'de kent nüfusu hızla artmaktadır. 1985'den bu yana. Buna çare bulamadıkları -bulmak istemedikleri- için güzelim kentleri mahvettiler zaten.
Genel nüfus yukarıdaki yazarın dediği gibi, aslında azalmaktadır. ancak bunu olumlu bulmakla birlikte birçok sorunu beraberinde getireceğini biliyorum. lakin bunun çözümü, nüfusun azalmasını durdurmak değil; bilimsel ve teknolojik ilerleme yapmak ve insanlara yaşanılabilir refah seviyesi ve yaşam ortamı sunabilmektir.
Genel nüfus yukarıdaki yazarın dediği gibi, aslında azalmaktadır. ancak bunu olumlu bulmakla birlikte birçok sorunu beraberinde getireceğini biliyorum. lakin bunun çözümü, nüfusun azalmasını durdurmak değil; bilimsel ve teknolojik ilerleme yapmak ve insanlara yaşanılabilir refah seviyesi ve yaşam ortamı sunabilmektir.
eski camel.
Mevzunun "isteyen alır isteyen almaz"a kitlenmesi yanlış bir argüman. Yani olay zaten bu değil. Şüphesiz denildiği gibi isteyen alır isteyen almaz, amenna. Lakin mevzu işlenilen rant durumunun kaypaklığıdır.
Atatürk üzerinden üretilen bir kitabın, ki olasılıkla 100 binlerce sattı, içerisinde birçok hatanın barındırması ve yayınevi ve yazarına bu durumun bildirilmesine rağmen hâlâ da hatalarını düzeltmemeleri ve üstelik, bu kitabı ayrı bir rant sahası olarak algılayıp sanki çok mutebermişçesine fahiş fiyattan satmalarıdır.
Bir meta var elinizde. Yanlış bilgilerle dolu. Bunu düzeltmek, özür dilemek yerine, farklı bir basım yapar mısınız? Yaparsanız, bundan ne sonuç çıkarmalıyız?
Böylesi bir dönemde -Atatürk nefreti, akp karşıtlığının gruplaşamaması-, ulusalcıyla sınırlamak yanlış olur, Atatürk'ü seven, saygı duyan insanlara Atatürk hakkında bir kitap yazmak ve bu kitabın yeni bir şey söylememesi, söylediklerinde hatalar barındırması, hiç gerek yokken ve değmezken farklı bir basım yapılması, bu direk olarak krizi fırsata çevirmek değil de nedir?
Yine isteyen alsın dostlar. Ama Atatürk üzerinden, insanların Atatürk sevgisi üzerinden birtakım kişi ve kişilerin haksız yere ceplerine para dolduracağını da unutmasınlar.
Yılmaz Özdil, Atatürk'ü sevenlere bana kalırsa hakaret etmiştir. Kendisinin bazı kritiklerini ve olayları ele alış biçimlerini beğensem de, bu hareketin temeli ve vuku buluş biçimleri şaşırtmıştır.
Edit: Ayrıca köşe yazısında ("1881" isimli) kendisini eleştirenlere ağır bir şekilde eleştiri yöneltmiştir. "Bize akıllarınca hakaret etmeye çalışanlar acaba kitap okuyor mu?" Bunu öncesinde, bu yapılan işi haklı çıkarmak maksadıyla koleksiyon kitapların ismini ve fiyatını yazmış ve bunlardan haberiniz var mı diye sormuş.
1. Bahsi geçen kitaplardan haberim var.
2. Bahsi geçen kitapların koleksiyon değeri var. Bu sahip oldukları kağıt-kumaş-özel yazı tipi değil, içindeki bilgilerdir. Ancak Yılmaz Özdil'in kitabının içeriği değil kitabın dış unsurları koleksiyon değerindedir.
3. "Akıllarınca hakaret etmeye çalışanlar" lafı -söz değil, laf- hakarettir, küfüre varan söylemler var ise, hak veriyorum. Ancak ben küfür etmedim. Eleştirdim. Ki eleştirenleri de Yılmaz Özdil, hakaret ettiğini söylüyor. Ben eleştirdim, "akıllarınca" hiçbir kimse, sırf onu eleştirenler var diye birine bu kelimeyi kullanamaz.
4. Evet, kitap okuyorum. Olasılıkla senin okuduklarından daha fazlasını -kitaplarını okuyan herhangi birini Yılmaz Özdil'in az kitap okuduğunu ve araştırma yapmadan yazı yazdığını anlar- ve daha nitelikli kitaplar okudum.
"Padişahlara prestij kitap yapınca sorun yok, Atatürk için çaba harcayınca "istismar" öyle mi?" demiş.
1. Yahu arkadaş, mevzu prestij kitap değil, senin yazdıkların prestij kitaba yakışmayan şeyler bunu anla.
"karşıdevrimci", "çıldırıyorlar", "paraya taptıkları için, para için yapmadığımızı kavrayamıyorlar", "aklınızı oynatın, aklınızı..." demiş.
Bunu Atatürk hakkında kitap yazan bir yazarın yazmış olduğu köşe yazısında görüyoruz. Ben daha fazla bir şey söylemiyorum.
Mevzu özetle, kitabın satış fiyatı değil. Kitabın özel baskısı değil.
Mevzu, yazmış olduğun kitabın özel baskısı olması için yeterli olmadığı. Ancak bu yetersizliğe rağmen sahip olduğun ününden dolayı böylesi bir şeye kalkışa bilmen ve atatürk'e yakışacak bir özel baskı için kendini yetkili görmen.
Az çok kitap okusaydın ve araştırmacı olsaydın buna kalkışmazdın.
Kalkışırsan da bu tepkilere tıpkı köşe yazındaki yazılar gibi tepki verirdin ve verdin.
Atatürk üzerinden üretilen bir kitabın, ki olasılıkla 100 binlerce sattı, içerisinde birçok hatanın barındırması ve yayınevi ve yazarına bu durumun bildirilmesine rağmen hâlâ da hatalarını düzeltmemeleri ve üstelik, bu kitabı ayrı bir rant sahası olarak algılayıp sanki çok mutebermişçesine fahiş fiyattan satmalarıdır.
Bir meta var elinizde. Yanlış bilgilerle dolu. Bunu düzeltmek, özür dilemek yerine, farklı bir basım yapar mısınız? Yaparsanız, bundan ne sonuç çıkarmalıyız?
Böylesi bir dönemde -Atatürk nefreti, akp karşıtlığının gruplaşamaması-, ulusalcıyla sınırlamak yanlış olur, Atatürk'ü seven, saygı duyan insanlara Atatürk hakkında bir kitap yazmak ve bu kitabın yeni bir şey söylememesi, söylediklerinde hatalar barındırması, hiç gerek yokken ve değmezken farklı bir basım yapılması, bu direk olarak krizi fırsata çevirmek değil de nedir?
Yine isteyen alsın dostlar. Ama Atatürk üzerinden, insanların Atatürk sevgisi üzerinden birtakım kişi ve kişilerin haksız yere ceplerine para dolduracağını da unutmasınlar.
Yılmaz Özdil, Atatürk'ü sevenlere bana kalırsa hakaret etmiştir. Kendisinin bazı kritiklerini ve olayları ele alış biçimlerini beğensem de, bu hareketin temeli ve vuku buluş biçimleri şaşırtmıştır.
Edit: Ayrıca köşe yazısında ("1881" isimli) kendisini eleştirenlere ağır bir şekilde eleştiri yöneltmiştir. "Bize akıllarınca hakaret etmeye çalışanlar acaba kitap okuyor mu?" Bunu öncesinde, bu yapılan işi haklı çıkarmak maksadıyla koleksiyon kitapların ismini ve fiyatını yazmış ve bunlardan haberiniz var mı diye sormuş.
1. Bahsi geçen kitaplardan haberim var.
2. Bahsi geçen kitapların koleksiyon değeri var. Bu sahip oldukları kağıt-kumaş-özel yazı tipi değil, içindeki bilgilerdir. Ancak Yılmaz Özdil'in kitabının içeriği değil kitabın dış unsurları koleksiyon değerindedir.
3. "Akıllarınca hakaret etmeye çalışanlar" lafı -söz değil, laf- hakarettir, küfüre varan söylemler var ise, hak veriyorum. Ancak ben küfür etmedim. Eleştirdim. Ki eleştirenleri de Yılmaz Özdil, hakaret ettiğini söylüyor. Ben eleştirdim, "akıllarınca" hiçbir kimse, sırf onu eleştirenler var diye birine bu kelimeyi kullanamaz.
4. Evet, kitap okuyorum. Olasılıkla senin okuduklarından daha fazlasını -kitaplarını okuyan herhangi birini Yılmaz Özdil'in az kitap okuduğunu ve araştırma yapmadan yazı yazdığını anlar- ve daha nitelikli kitaplar okudum.
"Padişahlara prestij kitap yapınca sorun yok, Atatürk için çaba harcayınca "istismar" öyle mi?" demiş.
1. Yahu arkadaş, mevzu prestij kitap değil, senin yazdıkların prestij kitaba yakışmayan şeyler bunu anla.
"karşıdevrimci", "çıldırıyorlar", "paraya taptıkları için, para için yapmadığımızı kavrayamıyorlar", "aklınızı oynatın, aklınızı..." demiş.
Bunu Atatürk hakkında kitap yazan bir yazarın yazmış olduğu köşe yazısında görüyoruz. Ben daha fazla bir şey söylemiyorum.
Mevzu özetle, kitabın satış fiyatı değil. Kitabın özel baskısı değil.
Mevzu, yazmış olduğun kitabın özel baskısı olması için yeterli olmadığı. Ancak bu yetersizliğe rağmen sahip olduğun ününden dolayı böylesi bir şeye kalkışa bilmen ve atatürk'e yakışacak bir özel baskı için kendini yetkili görmen.
Az çok kitap okusaydın ve araştırmacı olsaydın buna kalkışmazdın.
Kalkışırsan da bu tepkilere tıpkı köşe yazındaki yazılar gibi tepki verirdin ve verdin.
Eğitimdir efendim. Mukaddesat, her gün yineleniyor ve ihtiyacın temelinin eğitim olduğunu gösteriyor. Bu eğitim, aydınlıkçı, bilimsel ve ilerici değerlerle bezenmelidir.
Mr. Nobody kesinlikle
Kılıç ve Büyü (Sword and Sorcery) terimi popüler dile ilk kez 1982 Conan the Barbarian (Barbar Conan) filminin piyasaya çıkmasıyla girdi. O zamandan beri, bu terim, kılıç dövüşü ve büyü içeren herhangi bir hikayeye gelişigüzel ve rastgele uygulandı. Son birkaç yıl içinde kılıç ve büyü Yüzüklerin Efendisi’nin bazı inceleme yazılarında bile ortaya çıktı ancak terim, bu tip eserleri dahil etmemek için türetilmişti. Bu durumu çok iyi bilmeyenler tarafından tekrarlanan yanlış kullanıma ve bilmesi gerekenlerin ara sıra yanlış kullanımına rağmen Heroic Fantasy/Epik Fantezi (Conan ve Yüzüklerin Efendisi’ni aynı gruba almak isteyenlerin kullanması gereken terim) ve Kılıç ve Büyü arasında kayda değer bir ayrım yapılabilir.
Şurada yazılanları okuyunca insanın içi sızlıyor. Bu denli nefret söylemi üretmek nedir, amaç nedir? Bu sadece türk milleti için değil, kürt milleti, ermeni milleti vd. olan şeydir. Bu söylemin sadece bu topraklarla sınırlı olmadığını, dünyanın hemen her yerinde eş zamanlı açığa çıktığını da görüyoruz.
Hindistan'da Hindu milliyetçiliği revaçta, Amerika'da acayip bir söylem var, ingiltere ve Fransa'da da durum bu şekilde. Milletleri oluşturan şey insanlardır. Bir insanın tepkisi ait olduğu millete atfedilemez. Misal ben bir sürü Azeri adamla sohbet ettim, Türkiye Türklerini sevmediklerini ifade ettiler. O zaman duymuştum ilk, Türkiye türkü ne lan dedim, türküz işte. Tabii sonradan mevzular anlaşılıyor.
Ancak tüm bunlar milliyetçilik kökenli değil. Bunların ekonomik kökenli olduğunu düşünüyorum. Dahası dünyanın her yerinde bu şekilde. Tüm bu olayların temeli ekonomik. Yani 1915 yılında yaşanılanlar üzerine çokça polemik döndüğü için oraya girmeyeceğim. Orada birçok denklem var çünkü. Ancak karşımızda billur gibi açık 6-7 Eylül olayları var. Bu olaylarda yaşanılanları kimse meşru gösteremez. Devletin, Yalan bir haber çıkarıp, polisler karakoldan çıkmayıp, insanları birbirlerine kırdırması nedir? Dönemin komutanlarından 1990 lı yıllardaki açıklamaları bile yeter.
Bu yüzden burada yapılan bu tip "yanlış milliyetçilik" (faşizm demiyorum buna, o bambaşka bir konu. O gerçekten yürekleri pislik olan insanların grubu, en azından burada faşistlerin varlığının yok olduğunu düşünüyorum) tekrar düşünülmeli.
Ermeni şöyle böyle değil, bir ermeni şöyle böyle.
Türk şöyle böyle değil, bir türk şöyle böyle. vb.
Açıkçası bu sizin dediğiniz gibi olursa türkler kadın cinayetleri konusunda, cinsel taciz konusunda ve çocuk tecavüzlleri konusunda oldukça başarılıyken; gelir adaletsizliği konusunda, bilimsel üretim açısından, tarımsal üretim açısından en başarısız milletler sıralamasındadır. Ancak bu önerme yanlıştır. Ki gerçek vatan haini (hatta insanlık haini) kadına şiddet uygulayandır, bilim yapmayandır.
Milletler değil, insanlar önemli. Bir deprem olsa koşa koşa yardım gideceğiz dinine milletine bakmadan insanların. Çünkü bizler her şeyden önce insanız. 99 depremini yaşayanlar bilir. Kimse kimsenin ne olduğuna bakmadı, yardım etti, evlerini açtı, yemeklerini paylaştı. Esasında buradan bakmak daha önemli diye düşünüyorum. sonuçta Soykırım oldu olmadı, ermeniler katliam yaptı yapmadı, 6-7 eylül olayları, asala eylemleri, varlık vergisi vb. bunların hiçbirini birey olarak ben yapmadım, geçmişte kimin yaptığı da zerre umrumda değil (bilmeyelim demiyorum).
Ben bugüne ve yarına bakıyorum. ve ne yazık ki, ait olduğum milletin (türk) iyice gerilediğini, saçma sapan işler yaptığını, hiçbir şey üretemediğini ve kum havuzda oynayan çocuk gibi sadece kendine zarar verdiğini görüyor ve üzülüyorum.
Şu yazılanlara bakarak insan olarak ben utandım. Yahu yazık değil mi kelimelerinize? On yıl sonra bakıp utanmayacak mısınız onlardan? Pess doğrusu!
Hindistan'da Hindu milliyetçiliği revaçta, Amerika'da acayip bir söylem var, ingiltere ve Fransa'da da durum bu şekilde. Milletleri oluşturan şey insanlardır. Bir insanın tepkisi ait olduğu millete atfedilemez. Misal ben bir sürü Azeri adamla sohbet ettim, Türkiye Türklerini sevmediklerini ifade ettiler. O zaman duymuştum ilk, Türkiye türkü ne lan dedim, türküz işte. Tabii sonradan mevzular anlaşılıyor.
Ancak tüm bunlar milliyetçilik kökenli değil. Bunların ekonomik kökenli olduğunu düşünüyorum. Dahası dünyanın her yerinde bu şekilde. Tüm bu olayların temeli ekonomik. Yani 1915 yılında yaşanılanlar üzerine çokça polemik döndüğü için oraya girmeyeceğim. Orada birçok denklem var çünkü. Ancak karşımızda billur gibi açık 6-7 Eylül olayları var. Bu olaylarda yaşanılanları kimse meşru gösteremez. Devletin, Yalan bir haber çıkarıp, polisler karakoldan çıkmayıp, insanları birbirlerine kırdırması nedir? Dönemin komutanlarından 1990 lı yıllardaki açıklamaları bile yeter.
Bu yüzden burada yapılan bu tip "yanlış milliyetçilik" (faşizm demiyorum buna, o bambaşka bir konu. O gerçekten yürekleri pislik olan insanların grubu, en azından burada faşistlerin varlığının yok olduğunu düşünüyorum) tekrar düşünülmeli.
Ermeni şöyle böyle değil, bir ermeni şöyle böyle.
Türk şöyle böyle değil, bir türk şöyle böyle. vb.
Açıkçası bu sizin dediğiniz gibi olursa türkler kadın cinayetleri konusunda, cinsel taciz konusunda ve çocuk tecavüzlleri konusunda oldukça başarılıyken; gelir adaletsizliği konusunda, bilimsel üretim açısından, tarımsal üretim açısından en başarısız milletler sıralamasındadır. Ancak bu önerme yanlıştır. Ki gerçek vatan haini (hatta insanlık haini) kadına şiddet uygulayandır, bilim yapmayandır.
Milletler değil, insanlar önemli. Bir deprem olsa koşa koşa yardım gideceğiz dinine milletine bakmadan insanların. Çünkü bizler her şeyden önce insanız. 99 depremini yaşayanlar bilir. Kimse kimsenin ne olduğuna bakmadı, yardım etti, evlerini açtı, yemeklerini paylaştı. Esasında buradan bakmak daha önemli diye düşünüyorum. sonuçta Soykırım oldu olmadı, ermeniler katliam yaptı yapmadı, 6-7 eylül olayları, asala eylemleri, varlık vergisi vb. bunların hiçbirini birey olarak ben yapmadım, geçmişte kimin yaptığı da zerre umrumda değil (bilmeyelim demiyorum).
Ben bugüne ve yarına bakıyorum. ve ne yazık ki, ait olduğum milletin (türk) iyice gerilediğini, saçma sapan işler yaptığını, hiçbir şey üretemediğini ve kum havuzda oynayan çocuk gibi sadece kendine zarar verdiğini görüyor ve üzülüyorum.
Şu yazılanlara bakarak insan olarak ben utandım. Yahu yazık değil mi kelimelerinize? On yıl sonra bakıp utanmayacak mısınız onlardan? Pess doğrusu!
Thomas Hylland Eriksen, Küçük yerler derin mevzular, sosyal ve kültürel antropolojiye giriş, avesta yayınları.
Ufuk açıcı deyiminin hakkını veren bir çalışma olmuş.
Ufuk açıcı deyiminin hakkını veren bir çalışma olmuş.
o kalıbı dönüp dolaşıp yemenize neden olur.
Şimdi toplanın bir şey anlatacağım. Yazılanları okudum ve zihinlerinizi billurlaştırmak için yazacağım. Halbuki yazılmaya değmez şeyler tüm bunlar da neyse...
1. Milliyetçi olmak demek: kendilerini birleştiren dil, tarih veya kültür bağlarından bir üstyapı oluşturabilmiş sosyal birikimlerin bir topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsünün toplumların ve insanlığın gelişmesini sağladığına inanan görüştür.
2. Farkındaysanız yukarıda devlet gibi bir kavram geçmez. Özellikle devlet kültürü olmayan çeşitli topluluklar vardır. Bunlar aşiret ile yönetilir genelde ve başarısızlığının temel nedeni budur (tabii devlet olmak demek bir başarıysa). Özetle sevgili arkadaşlar, milliyetçi olmakla o mensup olduğun milletin devletinin olması zorunlu demek değildir.
3. Milliyetçi olmak zaten son 200 yılın bir ürünü ve tamamen saçma sapan bir ideolojidir. Sebebi çok açık bellidir: tüm bunlar "hayali cemaatlerdir". Benedict anderson'a selam olsun.
Haa ayrıca tarih sahnesinde bir tane iyi milliyetçilik örneği gösterin de ben de rahat bir uyku uyuyayım. Gereksiz tartışmalar yerine açıp okuyun diye de sosyal mesaj vereyim.
1. Milliyetçi olmak demek: kendilerini birleştiren dil, tarih veya kültür bağlarından bir üstyapı oluşturabilmiş sosyal birikimlerin bir topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsünün toplumların ve insanlığın gelişmesini sağladığına inanan görüştür.
2. Farkındaysanız yukarıda devlet gibi bir kavram geçmez. Özellikle devlet kültürü olmayan çeşitli topluluklar vardır. Bunlar aşiret ile yönetilir genelde ve başarısızlığının temel nedeni budur (tabii devlet olmak demek bir başarıysa). Özetle sevgili arkadaşlar, milliyetçi olmakla o mensup olduğun milletin devletinin olması zorunlu demek değildir.
3. Milliyetçi olmak zaten son 200 yılın bir ürünü ve tamamen saçma sapan bir ideolojidir. Sebebi çok açık bellidir: tüm bunlar "hayali cemaatlerdir". Benedict anderson'a selam olsun.
Haa ayrıca tarih sahnesinde bir tane iyi milliyetçilik örneği gösterin de ben de rahat bir uyku uyuyayım. Gereksiz tartışmalar yerine açıp okuyun diye de sosyal mesaj vereyim.