bugün

entry'ler (70)

düşünce özgürlüğü

Düşünce özgürlüğü (wiki tanımı) ; Kimsenin müdahalesi olmadan her ferdin istediğini düşünme hakkına sahip olması ve bu hakkın korunması gerektiğine, düşünce özgürlüğünün kimseye duyurulmadan sadece beyinde kalan bir soyut işlem değil, açıklama, ifade, tartışma, yayınlama özgürlüğünü de beraberinde getirdiğine dair açık toplumlarda bir temel uzlaşma ilkesidir.

Birisi çıkıp diyor ki “bu ülkede düşünce özgürlüğü yok!” sonra bunu diyen adam kendisiyle karşıt görüşlü adama küfür ediyor , saydırıyor , hayatından çıkarıyor , yeri geliyor kabakuvvet bile kullanıyor zart zurt.. Hani lan özgürlük? Hani herkes istediğini düşünürdü? Kıçını yırttın ya bunun için. O zaman senin karşıt görüşüne bu yaptıkların nedir?

Bu tip insanlar her türde düşüncenin içinde bulunurlar. Bunların akplisi de vardır , chp liside vardır , tkp lisi de vardır , mhp lisi de vardır , gezicisi de vardır , dincisi de vardır , vardır da vardır... Bu adamların beyin özlüklerinde sıkıntı mevcuttur. Aslında full kendilerine de muhalefettir de haberleri yoktur. Niye yok? Çünkü beyin yok. Pırasa sapı o.

Diyecem ki ; “herkesin düşüncesine saygı gösterin , bir insan isterse keçi bokuna tapsın , yıldızlardan gelecek olan süper kurtarıcıya inansın , ona saygı göstermek sizin insanlığınızdır , düşünce özgürlüğüne saygınızdır. Ha bu demek değil ki konuşmayın tartışmayın. Bunları da yapında adam akıllı yapın , aşağılama veya kabakuvvetle değil” ama kimse sallamayacak tabiiki. Neden acaba çok sevgili toplumsal özverili arkadaşlar? Çünkü hepiniz einsteinsiniz. Size birşey demek ne haddime?

Düşünce özgürlüğünü savunuyorsanız , önce siz her türlü düşünceye saygı göstermesini bilin. Eee yapabilecekmisiniz yada yapacakmısınız? Tabiiki hayır. işinize gelmez. Çünkü sizin düşünceniz haricinde birşeye inanan yada destekleyen salaktır. Ama size bir sır verecem ; asıl salaklar sizlersiniz. Bilin istedim. Hadin iyi geceler...

bir ateistin islam hakkında aklına takılan sorular

Usta Allah yapacağımız her şeyi biliyorsa neden dünyadayız? Ne gerek vardı yani? Saçma değil mi bu? Zaten biliyor yani , bizimle (tövbe haşa) dalga mı geçmek amacı? Ayrıca her şeyin bir Yaratı’cısı varsa Allah nasıl var oldu?

CEVAP : Şimdi benim can ciğer , bolca düşünen arkadaşım. Öncelikle tebrik ederim. Yok la dalga geçmiyorum , hakikaten tebrik ederim “düşündüğün” için. Çoğu insan düşünemez bile.

Sen bu sorunun cevabını hiç bir hocadan , bilmem neden alamazsın. iyi bir müslüman olan bir fizikçiden alırsın ancak. Olayı özet geçecem , keza derinine inersem kafan sulanır , şimdilik bu kadar yeterli. Sen zaten “akıllı ve zeki” biri isen bunun kökenine inersin.

1. aşama ;

Şimdi millet , öncelikle “zaman” nedir onu çözmek lazım. Ben hafiften çıtlatayım size. Zaman bir değişkendir. Şöyle ki ; zaman yer çekimi olarak bildiğimiz kütle çekimine , hıza , hatta biyolojik durumunuza göre bile değişir. Kütle çekim gücü sonsuza yakın olan nötron yıldızı yada karadeliklerde zaman durur , ışık hızında da zaman durur. Hatta şöyle bir gerçek vardır ; uzay yolculuğu yapan insanlar yerçekimi etkisinden kurtuldukları için çok kısa sürede feci derecede (6 ayda 10 yıl gibi) yaşlanma belirtileri gösterirler. Bizim saatlerimiz atom saatine göre olduğundan ötürü biyolojik saati ölçemeyiz , o yüzden 6 ay geçti sanırsında yıllar öper dudaklarından anlamazsın. Hatta diğer bir hesaplamaya göre dünyada sağlıklı bir insan 70-80 yıl yaşarken aya gitse ancak 20-25 yılda doğar-büyür ve yaşlanıp ölür. Işık hızına çıkarsanız ve hatta biraz daha hızlanabilirseniz zaman geriye sarar. O yüzden teorik olarak geçmişe gidebilirsiniz fakat geleceğe gitmeniz imkansız. Daha olmayan bi yere nasıl gideceksin zaten mal? Aslında zaman madde olmadan olmaz. Zamanı şöyle düşünebiliriz ; siz 3 boyutlu bir dünyada yaşıyorsunuz , bende dahil. Bu dünya bir araba olarak kabul edersek , arabanın camını açtığınızda saçlarınızı blendax reklamı gibi sürekli ileriden geriye doğru akarak okşayan rüzgar zamandır. Araba yoksa , rüzgar da yoktur , madde yoksa zaman da yoktur. Yani zaman tam anlamıyla bir madde olmasa bile “maddemsi bir varlık” olarak düşünülebilir.

Gelelim 2. Aşamaya ;

Bir kağıt alın elinize. Bu kağıdın -sıfır eni- olduğunu varsayarsak (sıfır eni vardır demiyorum , varsayarsak diyorum , belirteyim istedim. keza dünyada 2 boyutlu hiçbirşey yoktur. tv yayınının bile mikron seviyesinde bile olsa eni vardır) 2 boyutlu bir maddedir. Peki bu kağıdı yuvarlak biçimde yaptığınızda ne olur? Silindir şekli. Yani 3 boyutlu bir yapı. 2. Boyutu bükerek 3 boyut meydana getirdik. Peki bu silindir şeklinin içine zaman koyup gene bükersek ne olur? Bu da 4. Boyut olmakta. Burası cinlerin alemi denilen bölgedir(cinler konusuna ayrıca değinecem). Bu şekilde 11. boyuta kadar ilerleyebiliriz. Ve işin ilginç yanı da 5. Boyuttan sonra “zaman” kavramı yoktur. Yani oralar “zaman ötesi” yerlerdir. Şimdi aklında soru işareti olupda bu yazıyı üşenmeden buraya kadar okuyan akıllı ve zeki kardeşim , tam anlamadıysan burdan yukarısını bir daha oku , tam manasıyla anlayıp devam et.

Şimdi 3. Aşama ;

3 boyutlu dünyamızda zaman geçmişten geleceğe doğru bir çizgi şeklinde akar. Bizim aklımızın sıkıntı yaşadığı yerde buradan sonrası işte. Biz zamanı bu şekilde biliyoruz ve “kader” inancını da bu şekilde değerlendiriyoruz. Aslında 5. Boyuttan sonra zaman yok dedik ya , oradan bakan biri için bütün zaman sadece bir “an” dır , bir noktadır , bizim biliğimiz “çizgi şeklinde akan” bir zaman modeli değil. Yani 6. Ve üst boyutlardan birisi için , evrenin varoluşundan yok oluşuna kadar geçen süre sadece bir “an” dır.
Ahanda kafan sulanmaya başladı. Hissediyorum buradan. Neyse devam et bi az kaldı..

Şimdi Allah 11. Boyut varlığı olduğundan ötürü (en yüksek boyuttur) , O’nun için bütün zaman sadece bir andır. Yani O’nun için evren varoldu yok oldu bile , bizim bildiğimiz zamanla bir saniyenin trilyonda birinden bile az bir sürede. O yüzden Allah yapacağın herşeyi bilmekte. Çünkü zaten oldu bitti. Ayrıca 5. Boyuttan sonra zaman kavramı yoktur derken şu soruya da cevap vereyim ; insanoğlunun o küçük beyni herşeyi kendi dünyasına göre araştırır. Örneğin geçmişten-geleceğe doğru akan bir zaman içinde yaşayan insan , kendisi doğduğu-büyüdüğü-öldüğü bir dünyada olduğundan herşeyin de öyle olacağını zanneder. Ama bilin bakalım ne oluyor? Zaman olmayan yerde doğmak-büyümek felan olmaz. Azıcık düşünün ben örnek vermim sonra yazı uzun diye laf ediyorsunuz. “zaman olmayan yerde doğmak nedir” diye.

Neyse diğer konuya geçelim. Bu dünyada herşeye özgür iradenle sen karar veriyorsun. Senin evreninde herşey bu şekilde oluşuyor. Ayrıca cinler de dahil kimse geleceği sana bildiremez emin ol. Çünkü gelecek daha yazılmadı. Olmayan bir yerden sana kimse haber edemez. Ama geçmişe gidebilirler. Çünkü geçmiş tek çizgiden ibaret bir zaman yoludur , yazılmıştır , bitmiştir. Buna karşılık geleceğiniz trilyonlarca (belki de daha fazla) ihtimalden oluşmakta.

Örnek verirsek ; geçen gün bisiklet sürerken bi arabanın biri beni teğet geçti. Eğer 1 sn erken geçseydim yoldan beni ezecekti. Şimdi bu cin arkadaşlar geleceğe gidebilseler bile hangisine gidecekler? Bana arabanın çarptığı geleceğe mi , kurtulduğum geleceğe mi? Ayrıca sizin en ufak adımınız bile geleceğinizi değiştirir. Buna “kelebek etkisi” diyorlar , filmi bile var. Gidin izleyin. Neyse. Cinler bu yüzden geleceğe “gidemezler zaten” ama gidebilecek olsalar bile önümdeki trilyonlarca gelecek çizgisinden birine gidebilirler sadece. “ben seneye bugün bu saatte ankara’da olacam” demeniz , sizin falcının tahmininden çok daha yüksek bir ihtimaldir. Çünkü geleceğinizi siz belirlersiniz , ankara’da olacam derseniz olursunuz. Falcının size dediği gelecekte değil. O yüzden fal yasak dinimizce. Çünkü saçmalık , ayrıca inana çok salak var.

Yani burada anlatmak istediğim şudur millet ; her şeye siz karar veriyorsunuz. 11. Boyuttan zaten herşey oldu ve bittiği için herşey alnınızda da yazılıdır. Yapacaklarınız zaten biliniyor. Ama biz “özgür iradeli” varlıklar olarak , şeytan gibi karşı gelebiliriz de “ben yapmazdım öyle birşey” gibi. Zaten her insan doğruları bilir , kendisi doğruları bildiği için de onları yapıyorum zanneder o küçük beyniyle. Bilmek ile uygulamak apayrı şeylerdir. insanlar yalan konuşmam der dedikodu yapmam der haram yemem der ama yaparlar. Kendilerine bile itiraf edemezler bunları. Çünkü onlar bile kendilerine yakıştıramazlar. Hani cem yılmaz diyor ya “kimse cehenneme gideceğini düşünmez, sorsak herkes cennetlik , içten içe öyle olduğunu düşünür” diye. işte bu yüzden kendini tanımıyorsun. O yüzden burdasın. “ilim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir”.

inşallah anlayanlar olur.

Neyse bugün sadece 1 soruyu kısaca açıkladım. Diğerleri de gelecek. “Kısacası buysa uzunu nasıl oluyor lan?” diyenleri duyar gibiyim. Yavrularım bunları öğrenmek , düşünmek veya yorumlamak benim senelerimi aldı. Biliyorum zaten şu anda da tam anlamadın , çünkü bilgi eksiğin var. Ben belki aklında soru işareti olanlar olurda bu konu üzerine gidersin diye ön bilgilendirme yaptım. Yoksa bu konu ciltlerce kitap doldurur. Benim amacım bellidir , buraya kadar okuyan arkadaşlar anlar zaten.

internetime dokunma deyip redhack i savunmak

ikircimli, çelişkili ve saçma hareket. nereden bakarsan bak ''internetime dokunma'' gaza getirmesinin boş oluşunun tezahürü.

bence internete dokunulmalı. zira yapılmak istenilen düzenleme, kişisel haklara saldırıları, özel hayatın teşhirlerine, manipülasyonlara, spekülasyonlara, yalana dolana karşı bir önlem niteliğinde. zaten özgürlüğün temelinde de bu vardır. başkasının sınırına girersen orada özgürlüğün biter. bu düzenlemeye kim karşı çıkar, gezi sürecinde sıklıkla gördüğümüz kışkırtma ile insanları gaza getirip olayları körükleyenler karşı çıkar, karşı çıkar ve karşı çıkmaları için de gerek hükümete düşman olmuşları gerek safları kullanır.

eş zamanlı meydana inme çabaları da bu yüzden. maksat yoğurdun içindeki hıyar olmak. ama bilmiyorlar ki bu hareket prensibiyle kendilerinden bir cacık olmaz.

işin garip tarafı bu internetime dokunma maskesi altındaki gösterilere çanak tutan ya da destekleyen veya bu insanları gaza getiren tipler nazarında redhack kahraman adeta.

şimdi soruyorum;

-hakaretin, yalanın, kışkırtmanın önüne geçilmek istenmesi mi internet özgürlüğünün kısıtlanmasıdır?

-yoksa sevmediğin kişinin kişisel mailinin hacklenmesi mi internet özgürlüğünün kısıtlanmasıdır?

insanlar eğri oturup doğru konuşsun. illegaliteyi kahramanlık olarak gösterirken illegelitenin önüne geçilmek istenmesine faşizm diyorsan senin çakralarının hepsi kapanmıştır. at gözlüğünü çıkart ve nefretin ile hakkaniyeti birbirinden ayır.

--spoiler--

alıntıdır

--spoiler--

18 nisan 2013 45650928 kodlu mit raporu

sana kötü bir haberim var kanka. bunlar düzmece. gerçek mit raporu gördüm onlarca kez. bu resmen saçmalık. yapan bari gerçeğe uygun yapsaymış.

yaran facebook iletileri

Ronaldinho'nun Beşiktaş'a transferinin tamamlaması nedeniyle PFDK Ronaldinho' ya 3 maç ceza verdi.

ronaldinho nun beşiktaş tan istedikleri

ben bunlardan bir maddesiyle beşiktaşta her işi yaparım dedirten istekler zinciridir.

çayı şekersiz içmek

bana göre mide bulandırıcı bir durumdur. 2 tatlı kaşığı atarım.
hayır , fazla şeker , şeker hastası yapmaz...

bilimin çözemediği olgular

Bilim insanları, bugüne kadar bilinen teorilere uymayan, çok sayıda olay gözlemledi. Bu olaylar kabul edilen kurallara aykırı duruyor; ama yanlışlıkları da ispat edilmiş değil. işte bilimin çözemediği 13 olay Bilim insanları, bugüne kadar bilinen teorilere uymayan, çok sayıda olay gözlemledi. Bu olaylar kabul edilen kurallara aykırı duruyor; ama yanlışlıkları da ispat edilmiş değil. işte bilimin çözemediği 13 olay!

1) ETKiSiZ iLACIN (PLASEBO) ETKiSi NEDiR?

Etkisiz ilaç verilen hastaların, tıpkı normal ilaç almış gibi kendilerini iyi hissetmelerinin nedeni nedir, bilinmiyor. Süphesiz duymuşsunuzdur, ilaç yerine verilen etkisiz ilaçların, tıpkı ilaç almış gibi etki yaptığını.. Ama nasıl etkidiği ve nedeni bilinmiyor.. Plasebo etkisinin gücünü siz de evde bir deneyle görebilirsiniz, tabii bu deneyi üzerinde uygulayabileceğiniz birisini bulabilirseniz! Günde birkaç kez, birkaç gün boyunca birinin canını yakın. Deney'in son gününe kadar ağrıyı morfin ile kontrol altına alın. Bu son gün morfin yerine tuzlu su kullanın. Sonuçta tuzlu suyun ağrıyı azalttığını göreceksiniz. işte plasebo etkisi buna deniyor. Bu etki bazen çok güçlü olabiliyor. Yukarıdaki deneyi ilk kez italya'da Torino Üniversitesi'nden Fabrizio Benedetti yaptı. Doktorlar plasebo etkisinin onlarca yıldır farkında.

Benedetti, ayrıca Parkinson hastalarında da plasebo etkisini araştırdı. Tuzlu suyun plasebo etkisinin hastalarda titreme ve kas sertliğini azalttığını gören (Nature Neuroscience, vol 7, p 587) Benedetti ve ekibi, hastalara tuzlu su verirken beyinlerindeki nöronların faaliyetlerini ölçtü. Deneyde "Alt-talamik çekirdek"teki nöronların, tuzlu su verildikçe daha az tetiklendiği anlaşıldı. Bu şekilde hastalığın semptomları düzelirken, nöron faaliyetleri de azalıyordu.

Benedetti bu deneyden elde edilen sonuçları şöyle değerlendiriyor: "Burada neler olup bitiğini öğrenmek zorundayız. Ancak bir şey kesin: Beklentiler ve terapötik sonuçlar arasındaki ilişki, beyin-beden etkileşimini anlamak için mükemmel bir model oluşturuyor. Şimdi bilim adamları plasebo etkisinin nerede ve ne zaman devreye girdiğini anlamaya çalışıyor. Hastalıklar farklı da olsa altta yatan mekanizma aynı olabilir".

2) BIG BANG RADYASYONU YAYILIMI UZAYDA NASIL EŞiT OLUYOR

‘Ufuk Problemi' adı ile bilinen olgu, ‘büyük patlama'dan geride kalan radyasyon yayılımının evrenin her yerinde nasıl eşit olarak dağıldığıdır. Astrofizikçiler sorunu çözmek için göbek patlatıyor. Evren anlaşılmaz bir şekilde tekdüzedir. Görülür evrenin bir ucundan diğerine, uzayı bütünü olarak incelerseniz, kozmosu dolduran mikrodalga geri plan radyasyonunun sıcaklığının her yerde aynı olduğunu görürsünüz . Bu ilk bakışta şaşırtıcı gelmeyebilir; ancak bir uçtan diğer uca mesafenin 28 milyar ışık yılı olduğu ve evrenin 14 milyar yaşında olduğu düşünülürs e, bu sonucun ne denli anormal olduğu ortaya çıkar.

Hiçbir şey ışık hızından daha hızlı değildir. Dolayısıyla ısı radyasyonunun, Big Bang sırasında ortaya çıkan soğuk ve sıcak noktalar arasındaki farklılığı eşitlemek için iki ufuk arasında yol alması mümkün görünmüyor. Bu "ufuk problemi" kozmologların başını ağrıtan en önemli problemlerden biri. Ortaya atılan ve herkes tarafından kabul edilmeyen görüşler var.

3) EINSTEIN YANILIYOR MU?

10 yıldan daha uzun bir zamandır Japonya'daki fizikçiler varolması mümkün olmayan kozmik ışınları gözlüyorlar. Kozmik ışınlar, evrende ışık hızına yakın bir hızda yol alan parçacıklardır Dünya'da tespit edilen bazı kozmik ışınlar, süpernova gibi şiddetli olaylar sırasında üretilir ve bunlar doğada görülen en enerjik parçacıklar.

Kozmik ışın parçacıkları uzayda yol alırken, evreni dolduran düşük enerjili fotonlarla çarpışarak enerjilerini yitirirler. Einstein'ın özel görelilik kuramına göre bizim galaksimizin dışındaki bir kaynaktan çıkıp Dünya'ya gelen kozmik ışınlar, o kadar fazla sayıda enerji azaltıcı çarpışmaya maruz kalır ki, bunların maksimum olası enerjisi 5 x 10 19 elektronvolta çıkar. Buna Greisen-Zatsepin-Kuzmin sınırı adı verilir.

Ne var ki son 10 yılda, Tokyo Üniversitesi'nden Akeno Giant Air Shower Array adı verilen 111 parçacık dedektörü, GZK sınırının üzerinde birkaç kozmik ışın tespit etti. Kuramsal olarak bunların, enerji yitirmemiş olmaları için, bizim galaksimizin içinden gelmesi gerekir. Ancak astronomlar galaksimizin içinde bu kozmik ışınların gelmiş olabileceği bir kaynak bulamadılar. Peki bunlar nereden geliyordu?

Bir olasılığa göre Akeno sonuçları yanlış olabilir. Bir diğer olasılık ise Einstein'in yanılıyor olmasıdır. Einstein'ın özel görelilik kuramına göre uzayın her yönde aynı olması gerekir. Ancak parçacıkların bazı yönlere doğru daha kolay yol alması durumunda ne olacak? O zaman kozmik ışınlar enerjilerinin daha fazlasını koruyabilir ve GZK limitlerinin dışına çıkabilir.

Arjantin, Mendoza'daki Pierre Auger deneyindeki fizikçiler de bu sorun üzerinde çalışıyor. 3000 kilometre kare üzerine yayılan 1600 dedektörden yararlanan bilim adamları, gelmekte olan kozmik ışınların enerjilerini tespit ederek Akeno sonuçlarının daha iyi anlaşılmasını sağlayabilecekler.

4) HOMEOPATiK ERiYiKLER ETKiLi Mi?

Homeopatik kimyasal ilaçların sulandırılması esasına dayanır; tek bir ilaç molekülü içermeyecek noktaya gelinceye kadar sulandırılma devam etse dahi, suyun iyileştirme özelliğini koruduğu iddia edilir. Bu nasıl oluyor?

Belfast'taki Queen's University'den farmakolog Madeleine Ennis ise homeopatiyi şiddetle eleştirenler arasında. Homeopatinin hiçbir işe yaramadığını düşüncesinde.

Ennis, son makalesinde, iltihabi yangı durumunda ortaya çıkan insan akyuvarları üzerinde aşırı sulandırılmış histaminin etkilerini araştırdı. Bu bozofiller, hücre saldırı altındayken histamin adı verilen maddeyi salgılar. Bunlar bir kez salgılandığı zaman, histamin bozofillerin daha fazla salgılamasını engeller. Farklı laboratuvarlarda tekrarlanan bu çalışma homeopatik eriyiklerin histamin gibi etki yarattığını ortaya çıkartmış. Bu sonucun üzerine Ennis bu etkinin yok sayılamayacak kadar gerçek olduğunu kabul etmek zorunda kalmış.

Bu nasıl oluyor? Homeopatlar kömür, örümcek zehiri gibi maddeleri etanol içinde eriterek, bu "ana eriyik"i su ile tekrar tekrar sulandırır. Sulandırma düzeyinden bağımsız olarak homeopatlar, orijinal ilacın su molekülleri üzerinde iz bıraktığını iddia eder.

Ennis'in niçin konuya kuşkuyla yaklaştığını anlayabiliyoruz. Kaldı ki homeopatik tedavinin, geniş kapsamlı, plasebo-kontrollü klinik bir deneyde bugüne dek yararlı olduğu kanıtlanmadı. Ancak Belfast çalışması (Inflammation Research, vol 53, p 181) bazı şeylerin "etkin olduğunu" gösteriyor. Enis diyor ki: "Bulgularımızı açıklamakta zorlanıyoruz. Dolayısıyla başkalarını ileri deneyler yapması için teşvik ediyoruz. Eğer bu ileri deneylerde sonuçlar olumlu çıkarsa kimya ve fiziği yeniden yazmamız gerekebilir."

5) KARA MADDE VAR DENiYOR, AMA NEDiR AÇIKLANAMIYOR!

Fizikçiler, evrende bazı olayları açıklayabilmek için kara maddenin varolduğunu söylüyor. Yerçekimi konusundaki bilgilerimizi galaksilerin nasıl döndüğü konusuna uyarladığınız zaman, ortaya yeni bir problem çıkar, çünkü galaksilerin hızla birbirlerinden ayrılması gerekir. Galaktik madde merkezi bir nokta etrafında yörüngeye oturur, çünkü bunların karşılıklı kütleçekimsel cazibesi, merkezcil kuvvetler yaratır. Ancak galaksilerde, gözlenen dönmeyi yaratacak miktarda kütle yoktur.

Amerikalı astronom Vera Rubin, 1970'li yılların sonlarına doğru bu anormalliği tespit etti. Fizikçilerden gelebilecek en anlamlı tepki, görebildiğimizden daha fazla kütlenin varolabileceği doğrultusundaki önermeydi. Burada sorun bu "kara madde"nin ne olabileceği konusunda kimsenin bir fikri olmamasıydı. Şu anda hálá bu soruya kimse yanıt veremiyor. Öneri bol ama bu konuda bir ortak bir görüş yok. Bu da bilim adına utanılacak bir konu. Astronomik gözlemlere göre kara madde evrendeki kütlenin yüzde 90'ını oluşturmakla birlikte, insanoğlu bu yüzde 90'ın ne olduğunu bilmemekte. Büyük bir olasılıkla en önemli neden belki de böyle bir şeyin varolmamasıdır. Rubin de gerçeğin bu olduğuna inanıyor: "Eğer seçme şansım olsaydı, geniş mesafelerdeki kütleçekimsel etkileşiminin doğru olarak tanımlanması için Newton'ın yasalarının değiştirilmesini talep ederdim."

6) MARS'TA METAN GAZININ KAYNAĞI NE?

Viking uzay araçlarından biri Mars'ta metan gazı var, diğeri yok diye rapor etti? Var mı yok mu? 1976 yılında Gilbert Levin gört gözle uzay aracı Viking'den gelecek verileri bekliyordu. Mars'tan milyonlarca kilometre uzakta, Viking uzay araçları Lander, yerden aldıkları toprak örneğini karbon-14 etiketli madde ile karıştırdı. Lander'ın üzerindeki enstrümanlar, topraktan yayılan emisyonun içinde metan gazı olduğunu saptarsa, Mars'ta yaşam olduğu anlaşılacaktı.

Viking sonucun pozitif olduğunu belirtti. Demek ki bazı organizmalar karbon-14'ü sindirip yaktığı için metan gazı çıkıyordu.

Ancak bu sonuçlar beklenilen etkiyi yaratmadı. Çünkü, organik molekülleri bulmak için tasarlanan başka bir enstrüman hiçbir şey bulamamıştı. Bilim adamları da Viking'in yanlış veri gönderdiği konusunda görüş birliğine vardı. Peki Viking niçin pozitif sonuç göndermiş olabilirdi?

Tartışmalar şiddetlendi. Bu arada NASA'nın Mars'a son gönderdiği Rover'ların yolladığı bilgilere göre Mars geçmişinde sulak bir gezegendi ve bu nedenle yaşam olasılığı vardı. Levin, Mars'tan gelen tüm verilerin yaşam olduğuna ilişkin görüşünü desteklediğini ileri sürüyordu.

Ve Levin bu iddiasından hiçbir zaman vazgeçmedi ve bu konuda da yalnız değil. Los Angeles'teki Güney Kaliforniya Üniversitesi'nden hücre biyoloğu Joe Miller, verileri yeniden gözden geçirerek, emisyonun 24 saatlik biyolojik döngüsüne ilişkin kanıtlar içerdiğini ileri sürdü. Bu da, yaşamın olduğuna ilişkin çok önemli bir kanıttı. Acaba öyle mi? Mars'a gönderilecek araçların, Mars'ta yaşam olup olmadığını bazı moleküllerin şekline bakıp karar verecek.

7) HESAPTA OLMAYAN BU PARÇACIKLAR DA NE?

Atomun yapısı modelinde asla yer almayacak bazı parçacıklar gözlendi. Eğer bu doğruysa, evrenin genişlemeyi bir kenara bırakın, kendi üzerine çökmesi gerekirdi!.. Ama bu parçacıkların varlığına inananlar da var. Bu nasıl oluyor?

Bundan 4 yıl önce Fransa'da bir parçacık hızlandırıcısı varolmaması gereken 6 parçacık tespit etti. Bunlara tetra-nötron adı verildi. Dört nötronun birbirine bağlanmasıyla oluşan bu yapılar fizik yasalarına meydan okuyordu.

Caen'deki Ganil hızlandırıcısında çalışan Francisco Miguel Marques ve arkadaşları bu yapıları yeniden ele geçirmenin yollarını arıyor. Eğer başarılı olurlarsa bu kümeler, atomik çekirdekleri bir arada tutan kuvvetleri yeniden gözden geçirmemize neden olacak.

Ekip, berilyum çekirdeğini küçük bir karbon hedefe ateşleyerek, çevresindeki dedektörde biriken parçacıkları inceledi. Dedektörlere çarpan 4 ayrı nötronun izini göreceklerini umut ediyorlardı. Oysa Ganil ekibi yalnızca tek bir dedektörün üzerinde tek bir ışık çakması tespit etti. Bu ışık çakmasının enerjisi, dedektöre 4 nötronun aynı anda çarpmış olabileceğini gösteriyordu. Kuşkusuz, bu rastlantısal bir keşif olabilirdi. 4 nötron aynı yere aynı anda rastlantısal olarak varmış olabilirdi. Ne var ki bunun bir rastlantı olma olasılığı çok düşüktü.

Ancak tetranötronların varolma olasılığı da bu rastlantı kadar düşüktü. Çünkü parçacık fiziğinin standart modelinde tetranötronlar yer almaz. Pauli ilkesine göre aynı sistem içindeki iki proton veya nötronun bile kuantum özellikleri aynı değildir. Aslında bunları bir arada tutan şiddetli nükleer kuvvet o şekilde ayarlanmıştır ki, bırakın 4 nötronu bir arada tutmayı, iki yalnız nötronu bile birlikte tutamaz. Marques ve ekibi bu keşif karşısında o kadar büyük bir şaşkınlığa uğramış ki, bulguların yanlış olduğunu düşünüp bir kenara atmışlar.

Bu arada tetranötronların varlıklarına ilişkin başka kuşkular daha söz konusu. Fizik yasalarını bir kenara itip 4 nötronun birbirine bağlanmasına izin verdiğiniz takdirde kaos meydana gelebilir (Journal of Physics G, vol 29, L9) Bu şu anlama geliyor: Evren genişlemeye fırsat bulamadan çökerdi!.. Bu mantık silsilesinin içinde yine de bazı boşluklar var. Hálihazırda geçerli olan kuramlar tetranötronların varolabileceğini kabul ediyor, ancak çok kısa ömürlü bir parçacık olarak. Maddenin çoklu nötronlardan oluşabileceği fikrini destekleyen bir başka kanıt da nötron yıldızları. Çok fazla miktarda yapışık nötron içeren bu unsurlar, nötronların kümeleşmeleri durumunda açıklanamayan bazı kuvvetlerin ortaya çıkabileceği olasılığını gündeme getiriyor.

8) PIONEER 10 VE 11'i UZAY BOŞLUĞUNA ÇEKEN NE?

Şimdi güneş sisteminin dışına çıkarak yıldızlararası boşlukta yol alan Pioneer 10 ve 11 uydularını uzay derinliklerine çeken veya iten bir enerji var, bu nedir?

Bu iki uzay aracı ile ilgili bir öykü. Pioneer-10 1972 yılında fırlatıldı, Pioneer 11 bir yıl sonra yola çıktı. Şu günlerde iki uzay aracı, uzayın derinliklerinde sürükleniyor. Ancak bunların yörüngesi göz ardı edilemeyecek kadar önemli.

Çünkü bunları bir şey itiyor veya çekiyor olabilir. Bu şey uzay araçlarının hızlanmasına yol açıyor. Gerçi sonuçta ortaya çıkan hızlanma saniyede bir nanometreden küçük! Bu da Dünya'nın yüzeyindeki yerçekiminin on milyarda birine eşit. Ancak yine de Pioneer 10'u 400.000 kilometre öteye sürükleyecek kadar güçlü. NASA'nın, Pioneer 11 ile bağlantısı 1975 yılında kesildi. Ancak o noktaya kadar Pioneer 10 ile benzer bir sapmaya maruz kalmıştı. Bu sapmanın nedeni ne olabilir? Bunun kimse bilmiyor. Yazılım hataları, güneş rüzgárları veya yakıt sızıntısı gibi bazı olası açıklamaların yanlışlığı şu ana kadar kanıtlandı. Eğer bunun nedeni kütleçekimsel bir etkiyse, bu bizim bildiğimiz kütleçekimi olamaz. Aslında, bazı fizikçiler bu konuda o kadar çaresizler ki, bu gizemi açıklamak için açıklaması olmayan başka fenomenlere başvurmaktan çekinmiyorlar.

ingiltere'deki Portsmouth Üniversitesi'nden Bruce Bassett, Pioneer bilmecesinin, hassas yapı sabiti olan alfa'daki değişikliklerden kaynaklanmış olabileceğini ileri sürüyor. Diğerleri nedenin kara delikle ilgili olabileceğini düşünüyor.

Bazıları da uzay aracından gelen erken yörünge bilgilerinin yeniden incelenmesi gerektiğine inanıyor. Bu veriler, yeni bilgilerin ışığı altında incelendiğinde taze fikirlere zemin hazırlayabilir. Ancak sorunun temeline inebilmek için güneş sisteminin derinliklerindeki yerçekimsel etkiyi test edecek yeni uzay araçlarına ihtiyaç var. Böyle bir aracın 300 ile 500 milyon dolara mal olacak olması NASA'yı düşündürüy or. Yine de Pioneer anomalisinin fark edilemeyen bir ısı kaynağı gibi çok basit bir nedene bağlı olabileceği olasılığı da var.

9) EVRENiN GENiŞLEME HIZINI ARTIRAN NE?

Keşif doğru, genişleme artan hızla sürüyor, fakat bu hızı artıran kuvvetin ne olduğu bir sır. Bu, fiziğin en utanç verici, en ünlü problemlerinden biridir. 1998 yılında astronomlar evrenin giderek artan bir hızda genişlediğini keşfettiler. Ancak bu sonuç hálá nedenini arıyor. O zamana kadar evrenin genişlemesinin Big Bang'den sonra yavaşladığı düşünülüyordu.. Ann Arbor'daki Michigan Üniversitesi'nden kozmolog Katherine Freese, "Süpernova, galaksi kümeleri gibi gözlemlerimizden elde ettiğimiz bilgilerin bizlere uzayın genişlemesi ile ilgili bilgi vereceğini umuyoruz" diyor.

Bir öneriye göre boş uzayın bazı özellikleri bu konuyla ilgili. Kozmologlar buna kara enerji diyor. Ancak bu da her şeyi açıklamakta yetersiz. Ayrıca evren geniş anlamda ele alındığı zaman Einstein'ın genel görelilik kuramının biraz manipüle edilmesi gerekiyor.

10) UZAYDAKi KUIPER UÇURUMU NASIL AÇIKLANACAK?

Plüto gezegeninin ötesinde buz tutmuş kayaların olduğu bir kuşak vardır. Bu Kuiper kuşağını geçtikten hemen sonra, birden hiçbir şeyin olmadığı boşluk başlıyor. Bu nasıl oluyor? Güneş sisteminin iyice uç noktalarına doğru yol alır ve Pluto'nun ötesine geçerseniz çok tuhaf bir şeyle karşılaşırsınız. Birden, buz tutmuş kayalarla kaplı uzay bölgesi olan Kuiper kuşağını geçtikten hemen sonra artık hiçbir şey yoktur.

Astronomlar bu bölgeye Kuiper uçurumu adını veriyor, çünkü kaya yoğunluğu birden bire bu bölgede azalıyor. Bu nasıl oluyor? Bunun tek yanıtı 10. gezegen olabilir. Bu arada Quaoar veya Sedna'dan bahsetmiyoruz. Dünya veya Mars kadar büyük olabilen bu masif nesne, bölgeyi çer-çöpten temizliyor olabilir.

Colorado, Boulder'deki Southwest Araştırma Enstitüsü'nden Alan Stern, "GezegenX"in varlığı ile ilgili kanıtların giderek inandırıcı bir boyuta ulaştığını belirtiyor. Hesaplamalar böyle bir gezegenin, Kuiper uçurumunun varolma nedeni olabileceğini düşünse de, kimse bu gizemli 10.gezegeni görmüş değil. Ancak bunu da açıklayabiliriz. Kuiper kuşağı Dünya'dan çok uzak olduğu için işe yarar bir görüntü almak zordur. Bölge hakkında bir şey söylemeden önce oraya gidip bu kuşağa bir göz atmak gerekir. Ancak bu da bir on yıldan önce olmaz. NASA'nın Kuiper kuşağı ve Pluto'ya doğru yol alacak olan New Horizon uzay aracı, 2006 yılının ocak ayında fırlatılacak. 2015 yılından önce Pluto'ya ulaşamayacak olan uzay aracı, ancak o zaman bu bilinmeyen bölgeyle ilgili bilgi gönderebilecek. Bu arada Kuiper uçurumunun ne olduğunu öğrenmek isteyenlerin yapacağı tek şey, uzayı izlemek.

11) 28 YILDIR AÇIKLANAMAYAN SiNYAL NEREDEN GELDi?

1977 tarihinde Ohio State University'den astronom Jerry Ehman, "Big Ear" adı verilen radyo teleskobunun kaydettiği sinyali görünce şaşkınlıktan küçük dilini yutuyordu. Uzaydan alınan bu sinyal 37 saniye sürdü. Aradan 28 yıl geçti ama kimse bu sinyali neyin gönderdiğini çözemedi.

Yay (Sagittarius) takımyıldızı yönünden gelen radyasyon pulsu, 1420 megahertz radyo frekansı aralığı içindeydi. Bu frekans, uluslararası antlaşmalar gereğince yayın yapılması yasaklanan bir radyo frekansı içinde yer alıyor. Gezegenlerden gelen termal emisyonlar gibi doğal kaynaklı radyasyonlar, genellikle daha geniş frekansları kapsar. Peki bu sinyali ne göndermiş olabilir?

Bu yöndeki en yakın yıldız 220 ışık yılı uzaktadır. Eğer sinyal buradan gelmiş olsaydı, çok daha güçlü bir astronomik olay meydana gelmiş olurdu -veya çok gelişmiş bir verici kullanan uzaydaki ileri bir uygarlıktan geliyor da olabilir. Bu tarihten sonra gökyüzünün o dilimi yüzlerce kez tarandı. Ve bir kez daha o sinyale rastlanmadı. Ancak Big Ear teleskobunun, herhangi bir zamanda, gökyüzünün milyonda birini taradığını düşünürsek, aynı dilim içinde yayın yapan uzaylı bir vericinin yeniden tespit edilmesinin de çok zor olduğu anlaşılır.

Başkaları bunun çok basit ve sıradan bir açıklaması olduğunu düşünüyor. SETi projesinde görev alan bilim adamlarından Dan Wertheimer, bu sinyalin kirliliğin bir sonucu olduğunu düşünüyor. Başka bir deyişle bu, Dünya'daki bir vericiden kaynaklanan radyo frekansı enterferansı (parazit) olabilir. Wertheimer, "Buna benzer pek çok sinyale rastlıyoruz. Bu tür sinyallerin genellikle interferans olduğunu anlıyoruz" diyor.

12) ASLA DEĞiŞMEMESi GEREKEN ALFA YOKSA DEĞiŞTi Mi?

Alfa sabiti, değişmiş olabilir mi? Eğer öyleyse bu fiziğe ihanet anlamına gelir. Alfa, ışığın maddeyle nasıl etkileşim içine girdiğini belirleyen çok önemli bir sabittir ve değişmemesi gerekir. 1997 yılında, Sydney'deki New South Üniversitesi'nden astronom John Webb uzaktaki bir kuasardan Dünya'ya gelen bir ışığı analiz etti. Kuasarlar, çok uzakta olup kuvvetli radyo dalgaları gönderen gökcisimleridir. 12 milyar yıllık yolculuğu sırasında bu ışık, demir, nikel ve krom gibi metal bulutları arasından geçmiş olmalıydı. Ve bilim adamları bu atomların, kuasar ışığın fotonlarının bir kısmını emdiğini keşfetti.

Eğer bu gözlemler doğruysa, alfa adı verilen hassas yapı sabitinin, ışık, bulutlar arasından geçerken farklı değerlere sahip olduğu varsayımı ortaya çıkar.

Ancak bu fiziğe ihanet anlamına gelir. Alfa, ışığın maddeyle nasıl etkileşim içine girdiğini belirleyen çok önemli bir sabittir. Dolayısıyla değişmemesi gerekir. Bunun değeri, elektronun yüküne, ışığın hızı ve Planck'ın sabitine bağlıdır. Bunlardan biri değişmiş olabilir mi?

Fizikçilerin hiçbiri bu ölçümlerin doğruluğuna güvenmek istemedi. Webb ve ekibi sonuçlarında bir yanlışlık olup olmadığını inceliyor. Ancak şu ana kadar bir hataya rastlamadılar.

Webb'in bulguları alfa ile ilgili bilgilerimize meydan okuyan tek fenomen değil. Bugün Gabon, Oklo'da bulunan ve 2 milyar yıl önce aktif olan, bilinen tek doğal nükleer reaktör, ışığın madde ile etkileşimi ile ilgili bir şeyin değiştiğini gösteriyor. Los Alamos National Laboratory'den Steve Lamoreaux ve ekibi, Oklo'nun başlangıcından bu yana alfanın yüzde 4'ten fazla azaldığını ileri sürüyor.

Ancak Paris'teki Institute of Astrophysics'ten astronom Patrick Petitjean , Şili'deki Very Large Teleskope (VLT) tarafından saptanan kuasar ışığı analiz edince, alfanın değiştiğine ilişkin herhangi bir bilgiye ulaşmadıklarını bildirdi. Bu arada VLT'ın ölçümlerini inceleyen Webb, Paris ekibinin daha gelişmiş bir analize ihtiyaçları olduğu sonucuna vardı. Bu ölçümler üzerinde çalışan Webb ve ekibi bu yılın sonlarına doğru anomaliyi çözdüklerini açıklayabilir.

13) SOĞUK FÜZYON YOKSA GERÇEK Mi?

Oda sıcaklığında çok kolay yoldan bedava enerji elde edildiğinde, bütün ülkelerin enerji sorunu çözülecektir . 16 yıl önce böyle bir deney gerçekleştirilmiş ve dünya ayağa kalkmıştı. Ancak, bu deney bir daha tekrarlanmamıştı. Şimdi bu düşünce yeniden canlandı!

16 yıldan sonra soğuk füzyon yeniden gündemde. Aslında, soğuk füzyon hiçbir zaman gündemden düşmemişti. ABD Deniz kuvvetleri laboratuvarlarında, nükleer reaksiyonların, oda sıcaklığında, tükettiğinden fazla enerji üretip üretmeyeceği konusunda 200'den fazla deney yürütüldü ;. Böyle bir sonuç, sadece yıldızların içinde oluşur..

Eğer bu, yani kontrollü soğuk füzyon yeryüzünde gerçekleşirse, enerji sorunumuz biter. Amerikan Enerji Bakanlığı yeni soğuk füzyon deneylerine yeniden açık çek verdi..

Enerji Bakanlığı'nın 15 yıl önce yayımlanan ilk raporu, Utah Üniversitesi'nden Martin Fleischmann ve Stanley Pons 'un orijinal soğuk füzyon sonuçlarının yenilenmesinin mümkün olmadığını açıklıyordu. Soğuk füzyonun temel iddiası şuydu: Paladyum elektrotları ağır suya batırıldığı zaman ortaya çok büyük miktarda enerji çıkacaktı. Sonuçta bir enerji patlaması yaşanacaktı. Burada sorun füzyonun oda sıcaklığında gerçekleşmemesiydi.

George Washington Üniversitesi'nden mühendis David Nagel'e göre bu sorun değil. Süper iletkenlerin açıklanmasının 40 yılda açıklandığına dikkat çeken Nagel, soğuk füzyonu bu aşamada reddetmenin yanlışlığına değiniyor. Yani hala umut var!

kaynak ; http://bilimfelsefepoliti...-%C3%A7%C3%B6zemedikleri/

kendi kendine yanan insanlar

Dünyadaki en büyük esrarlardan bir tanesi de hiçbir sebep yokken yanıp kül olan insanlar.

Evet bu size çok tuhaf gelebilir ancak yüzyıllardan beri hiçbir sebep yokken durduğu yerde yanıp ölen insan vakaları oluşmakta ve bunun nedeni de bugüne kadar çözülemeyen bir esrardır.

işin en anlaşılmaz tarafı da insanın yanıp kemiklerinin bile kül haline geldiği bir ortamda etrafta bulunan eşyaların hatta bazı vakalarda yananın üzerindeki elbiselerin bile hiçbir hasar görmediğidir. Tıbben bir insanın yanabilmesi bilhassa kemiklerinin kül haline gelebilmesi için çok yüksek bir ısı (1500 derece santigrad) Birde bu ısının uzun bir zaman devam etmesi gerekir (en az iki saat).

Avrupada ve Amerika da son zamanlarda ölen insanlar gömülmeyip (Crématoire) denen yüksek ısılı elektrik fırınlarında yakılıp külleri küçük bir vazoya konup saklanmaktadır.

Bu fırınlarda bile ısı 2000 dereceye yaklaşmakta ve tam kül olması üç - dört saat sürmektedir.

1731 senesinde akşam yatağına yattan ve uykuya dalan bir kadın ertesi günü sabah odasına kendisini uyandırmaya gelen hizmetçisi tarafından feci bir şekilde yanarak bir kül yığını haline gelmiş olarak bulunmuştur.

Odanın her yeri is ve kurum içindeydi ve küller her tarafa uçuşmaktaydı. Fakat yatağından 1.5 metre ötede yanan kadın kül yığını haline geldiği halde ne yatağı ve çarşafları nede odanın mobilyaları hasar görmemişti.

Yetkililer çok ayrıntılı bir araştırma yapmışlar fakat yanmanın sebebini bulamamışlardır. Zira odada yangın çıkması için sebep yoktu ne ateş vardı nede ateş çıkaracak bir şey.

Odada ki eşyalar hatta yatak çarşafları bile hiç yanıksız duruyorlardı.

Bu sonradan kayıt altına alınmış " kendinden yanma" olayları arasında ilk örneklerden biri kabul edildi.

18 yüzyılda çok sayıda kendinden yanma vakası tespit edildi fakat ilim adamları ve doktorlar bir türlü sebepsiz bu yanmalara bir ad koyamıyorlardı.

Dr. Merille, Fransada Caen şehrinde görev yapıyordu bir gün bir ölüm nedeniyle ilgili olarak çağrıldı yaptığı incelemede: ölünün vücudu yerde uzanıyordu. Geriye kül yığınından başka bir şey kalmamıştı kemikler sıcaktan eriyerek eğilip bükülmüştü. Dr Raporunda kemikleri erimiş olmasını belirtmesi çok ilginçtir zira kemiklerin erimesi için en az 1500 derece ısı gerekir, oysa rapora göre " Evdeki eşyalardan hiç biri yanmadan zarar görmemişti kadının geceliği oturduğu sandalyenin 30 cm ilerisinde el değmemişçesine duruyordu. Üzerindeki elbiselerin dışında odada yanan başka hiçbir şey yoktu." Kimileri bu yanmaları Tanrının gazabı olarak görmektedir, bu korku eski çağlardan beri vardır. " Onları Tanrının gazabı yok ediyor. Tanrının yakıcı nefesi kül haline getiriyor. " Bu doğrumuydu ?

Yukarıdaki olayların benzerine daha yüzlerce misal verebiliriz. Biz burada bu hususta yapılmış araştırma ve incelemeleri ele alıp neticeleri üzerinde tartışacağız.

Bu yanma olayları ile ilgilenen araştırmacılar olayların gittikçe artığını söylüyorlar . Bazı gazeteciler bu hadiselerle ilgili bilgi topluyorlar . Tıp dergilerinde yazılar yazılıyor fakat doğru dürüst hiçbir netice alınamıyor.

Kendiliğinden yanma olayları üç safhada oluyor:

1- Çok kısa bir zaman içinde gerçekleşiyor, yananın ne yardım isteyecek nede ne olduğunu anlayacak zamanı oluyor.
2- Olaylar çok büyük nispete ölümle neticeleniyor ve bu sebepten kurbanların ne olduğunu anlatma imkanı olmuyor.
3- Üçüncü çok ilginç durum : Böyle bir yanma olayı ya yanan yapayalnızken oluyor veya birkaç kişi iseler o zaman hepsi birden yanıp ölüyorlar. Yani hadiseye canlı şahit bulunmuyor.

1885 gecesinde Amerika da bir karı koca ve yanların da çalışan işçileri yılbaşını kutlamak için mutfakta oturup içki içiyorlar, daha sonra işçi üst kattaki odasına yatmağa çıkıyor. Ertesi sabah aşağı inen işçi mutfağa girdiğinde etrafın ince bir yağ tabakası ile kaplı olduğunu ve acı bir koku hissediyor., Evin beyi yerde yatıyordu ve ölmüştü hemen yandaki evde oturan çocuklarına haber vermeğe gitti ve oğlunla geri dönüp araştırınca mutfak masasının yanında döşemede bir yanık delik vardı döşeme yanmıştı ve aşağıya bakınca evin hanımının yerde yanık kemikler yanık kafatası ve küllerini gördüler. Bu kez kurban ikiye çıkmıştı. Yapılan araştırma sonunda hadisenin nasıl oluştuğu hakkında bir karara varamadılar.

Kendiliğinden yanma olayları incelendikçe çok enteresan durumlar ortaya çıkıyordu. Yanma çoğunlukla sınırlı bir alanda meydana geliyor yatağına uzanmış haldeyken yanan Birisinin yatak örtülerine hiçbir şey olmuyor. Bir iskemlede otururken yanmışsa incelemede iskemlede hiçbir yanık izi bulunmuyor,Elbiselerinde hiçbir yanık izi olmayan ama bedeni kömür haline gelenler var.

Araştırmalarda dikkati çeken bir hususu ta olayın kurbanlarının genel de ses seda çıkarmadan ve kurtulmaya çalışmaksızın yanmalarıydı. Yanma olayının bilinmeyen bir psikolojik yanı olabilir.

Düşkünler yurdundaki bir olayda yurtta kalanlar iç içe bölmelerle ayrılmış yerde yattıkları halde sabahleyin yanmış halde bulunan komşularının geceleyin hiçbir hareket veya ses çıkarmadığını hem yurt sakinleri hem de gece nöbet de olan hemşireler söylemişlerdir.

Kendiliğinden yanma ile pek çok olay incelenmek için beklemektedir.Acaba insanın içinde vücudunun ısısını ayarlayabilecek bir mekanizma mı var ve kendiliğinden yananlar bilmeden bu mekanizmayı mı harekete geçiriyorlar. Son zamanlarda olan bir yanma olayı herkesin gözü önünde cereyan etmiştir. ingiltere de nişanlısı ile dans ettikten sonra pisten ayrılan genç kız üzerindeki elbiselerin altından vücudu aniden tutuşmuştur. Yüzlerce kişinin gözü önünde bir alev yığını haline gelmiş alevler güçlükle söndürülmüş fakat geç kalınmış ve bir kül yığını haline gelen genç kız ölmüştür. Dikkat edilecek bir diğer hususta bu kendinden yananlar vakalarında beden içerden dışarıya doğru yani bir iç ısı ve ateşle yanmasıdır. Halbuki normal olarak yanma hadisesi dıştan içe olur.

Bugüne kadar ileri sürülmüş bir çok teori arasında iki tanesi üzerinde Durulmağa değer görülmektedir.

Araştırmacı Livingstone Georkart kendiliğinden yanma olaylarının büyük Kısmının yeryüzündeki manyetiğin değişmeleri en fazla olduğu anlara rastladığını keşif Etmiştir. Atmosferin dışında elektrik yüklü parçacıklardan oluşan iyon tabakası bulunur.

iyon tabakasının dışında da yine bir elektrik alanı olan magnetosfer vardır bu iki alan Arasındaki etkileşim dünyaya tesir eden bir elektromanyetik güç etkisi sağlar. Uzayda meydana gelen bu değişimler dünyanın belli yerlerindeki enerji yüklü yoğun elektrik Alanları oluşturur ve yıldırım nasıl bazı insanların üzerine düştüğü gibi bu yoğun elektrik alanları da bazı insanların etkisi altına alıp yakabilir denmektedir.

Diğer teori ise bugün evlerde kullanılan " microwave" mikro dalga fırınları çalıştıran prensiptir. Bilindiği gibi Mikro dalga içine konulan besin maddesi içindeki molekülleri bir birine çarptırılması neticesi ortaya çıkan enerji sayesinden içten pişer ve onu içinde bulunduğu kap ise ısınmaz bile.

Buna göre tabiata bulunan bu mikro dalgaların çok karışık bazı sebeplerden ve bazı insanlardaki özellik veya o andaki durumları yüzünden yaratıkları "entıty" varlık tan dolayı Mikro fırın gibi işleyerek insanın içinde meydana gelen ve bir anda çok yüksek derecelere varan ısı ya erişip o hale geldiklerini fakat aynı anda etraflarındaki diğer eşya ve şeylere zarar vermedikleri düşünülüyor.

http://s289.photobucket.c...ess_07/media/6-2.jpg.html
http://www.korkusitesi.com/images/shc3.jpg
http://derlerki.com/wp-co...3/07/kenyanins1hv9qj4.jpg
http://www.khaber.com.tr/...news/295x169/mum-gibi.jpg
http://derlerki.com/wp-co.../uploads/2013/07/shc2.jpg
http://www.korkusitesi.com/images/shc4.jpg
http://olaganustuolaylar....1/05/kenyanins1hv9re6.jpg

kaynak ; http://bilimfelsefepoliti...i-kendine-yanan-insanlar/

yönetmen rossonun son itirafları

ölmeden (yada öldürülmeden) önceki kayıt altına alınmış son sözleridir.

http://www.youtube.com/watch?v=TBU8PwxBuxQ

neil armstrongun aya ayak basma sorunsalı

69'da amstrong'un ay'a ayak basmasının bir yalan olduğu, amstrong'un sözde ay'a ayak bastığında söylediği sözlerin çekimleri sırasında set ekipmanının yıkılışını gösteren kayıtların orda burda açığa çıkması ile aydınlanmıştı.

çin de sözde ayak bastı görüntüler yayınladı lakin yalan olduğuna dair video kayıtları henüz gün yüzüne çıkmasa da, yayınlanan video görüntülerinde uydurma olduğuna dair birçok kanıt var. rusların bu görüntülerin suda çekildiği ve montajlandığı iddialarını doğruluyor çünkü görüntüleri defalarca izleyen hem rus hem nasa uzmanları hemfikirler. mesela görüntülerde hava kabarcıkları çıkıyor arada. dünya gösterilirken bir saniye arayla neredeyse tüm bulutların vs şekli değişiyor vs.

ayrıca görüntüler yalan mı değil mi bilinmez ancak kafalara başka sorular da takılmaktadır. 1969'dan bu yana teknoloji çok ilerlemiş olmasına rağmen bir allah'ın kulu çıkıp şu aya bi tekrar gidelim bakalım dememiştir. olay "bey her sene her sene aynı yere gidiyoruz, başka bir yere gidelim" olayı mıdır? yoksa vakit ve nakit kaybı olacağı mı düşünülmektedir.

üstünlük çabalarının bir ayağı olan uzay teknolojisinin bu perdesinde sanırım sadece rusların başarısı yalanlanamadı. bakalım zaman neler gösterecek.

http://imageshack.us/phot...l20armstrong2020moon.jpg/

kaynak ; http://bilimfelsefepoliti...%C4%B1kma-sorunsal%C4%B1/

cennette hiç günah işlenmiyor mu sorunsalı

cennette seni yoldan çıkaracak bir şeytan olmadığından ötürü bunlar da anlamsız olacaktır. insanoğlunun ruhu saf iyiliktir. dünyevi şeyler dünyada kalacaktır.
fakat herşeye rağmen özgür iradeli varlıklar olduğumuz için bunlarında olabilitesi vardır. şeytan gibi karşı çıkabilir ve cennetten kovulabiliriz.
tabii cehennemi gözünle gördükten sonra inkar etmeye götün yerse...

sözlükte sürekli hatalar oluşması

yazılanlar kısaca şunlardı ; sözlük taşınması ve su an saldırı olduğuna dairdi. ayrıca herkesin hesapları gümleyebilirmiş. tüm entrylerle beraber tabiiki.

sözlükte sürekli hatalar oluşması

şu sıralar sıkça başa gelen durumdur. sürekli içerik kodlama hatası , bazı entarilerin ilginç kodlamalarının oluşması durumudur. ayrıca adminler tarafından açılan ve silinen başlıktaki (bkz: sözlük hakkında önemli duyuru) noktasında yazılan ve silinen şeylerin gerçeklik payını öğrenemek hakkımızdır diye düşünmekteyiz.

bir torba kömüre satılanlar

isim - başlık ilişkisinden amacı hemen anlaşılan bir sözlük yazısıdır. fazla itibara gerek yoktur.

edit : büyük ihtimal kendisi kalorüferli evinde büyüyen soğuğu hiç yaşamayan ve hiç parası olmadığı olmayan bir yazardır. keza yapılan doğrudur demiyorum , ama insanları küçümsemenize kızıyorum. bu tip kişiler hayatında bir kere olsun aç doyurmamış , bir kere olsun fakire yardım etmemiştir fakat onları hemen eleştirebilmektedir. sizinde o hallere düşmenizi ve "bir paket kömür için , çocuklarınızı ısıtmak için" neler yapabileceğinizi görmek isterdim gerçekten.

gerici yobazlar türkiye nin belasıdır

bunu diyen insanın "düşünce özgürlüğü" diye yırtınması ve başörtüsünün siyasi kimliği ortaya çıkardığını bu yüzden yasaklanmasını savunması ve aslında olayın "kendi işine gelen düşüncelerin özgürlüğü" olduğunun bir kanıtıdır.

keza eğer siyasi görüş için ise bu olay o zaman "che" baskılı penyelerle de girmek yasaklanmalı yada dini semboller taşıyan şeylerde düşünceyi belli eder. bir satanisti anında tanırsınız üniversitede yada bir hippiyi. bunlarında görüşleri yada inanışları bellidir.

eğer "düşünce özgürlüğü" varsa başörtülülerde bu özgürlüktedir. iki yüzlülüğe ve kendinizle çelişkiye gerek yok.

kusura bakmayın ama herkes sizin gibi düşünmek , sizin inandığınız şeylere inanmak durumunda değildir. herkes her istediğine inanabilir ve siz bundan rahatsız oluyorsanız hazımsızlık sorunu sizdedir , özgürlük kavramınız kendi kafanızın içi kadardır. yani bir avuç kadar...

gerici yobazlar türkiye nin belasıdır

Öncelikle , müslüman arkadaşlar , şu kısımda çok büyük yanlışlar yapmaktasınız ; Allah Kuran’da her zaman dini yozlaştıranlara , dini işine geldiği gibi çevirenlere karşı uyarmıştır. inanmayanlara ise şevkatli ve iyilik ile yaklaşın , onlara dinimizi Allah yolunu öğretin demiştir.

Ateist arkadaşlar sizinde en büyük yaptığınız yanlış , inananları küçümsemek , onların salak olduğunu düşünmeniz ve onlara hakaret etmenizdir. Hiç kimsenin inancına laf etmek hiçbir kesime düşmez. Ne dincisi ateistine , ne ateisti dincisine küfür etme hakkına sahiptir.

Bunun dışında laiklik tartışmaları bile din kavgasına dönüşmekte. Laiklik siyasi bir terimdir , olması yada olmaması durumunda ülkemizde ne gibi şeyler olacağı mantıklı bir biçimde tartışılır , küfür etmek , karşınızdakini küçümsemek hiçbir şeyi değiştirmeyeceği gibi sadece sizi küçültür ve karşınızdakini daha fanatik yaparsınız. Mantıklı olarak tartışılmalı. Biz akıllı/zeki bir nesiliz. Önceki nesillerin hatalarına düşmemek gerekli. Örnekler olarak ;

sağcı - solcu (darbe)
kürt - türk (savaş eşiğinden ve ülke bölünmesinden dönme)
alevi - sunni (iki tarafta bu tuzağa düşmedi)
ermeni - türk (maddi - manevi üzerimize geldiler)
laz - çerkez (lazlar yemedi)

şu an için ;

laik - yobaz (ülke bölünmesi için)

Hepimizin dedeleri vardı Çanakkale’de. Merak etmeyin , laik tarafda yobaz taraf da "lan Türkiye’ye saldırıyorlar" desen savaşa gider koşa koşa. Ama bizi birbirimize düşürmektir amaç. savaşta omuz omuza gideceğimiz adamlarla kendi ülkemizde düşman oluyoruz. Dikkat edin bunlara.

Laikliğin karşıt kesime kötü gelmesinin bir sebebi Kemalist kesimdir. Bazı Kemalist arkadaşlar olayı abartarak Atatürk’ü Allah ile karşılaştırmaktadır , buda inanan kısmı hem Atatürk’ten hemde bu karşıt görüşün savuduğu herşeyden soğutmaktadır. Keza bazı abartan Kemalist’lere , Atatürk mezarından çıksa “beni Allah ile Hz Muhammed ile nasıl karşılaştırısız , ben insanım , ben Atanızım , beni putlaştıramazsınız! Şu ezanlarki şehadetleri dinin temeli ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli diyen Mehmet Akif’i ayakta dakikalarca alkışlayan benim , kendine gel!!” der şamarı koyar ağzının ortasına. Fakat bunun yanında bazı yobaz kesiminde Hz Muhammed çıkıp gelse “ben sana kibirini ört insanların kusurlarını yüzüne vurma , onlara iyilikle yaklaş demedim mi? Sen kendini üstün görerek o insanlara , Allah’ın yarattıklarına nasıl küfür edersin? Bu küfürler nedir , bu nefret nedir densiz!” der. Yani anlaycağınız iki tarafta da sorun vardır.

Bu sorunun başlıca sebebi de böyle olunmasının istenmesidir.

Lütfen arkadaşlar. Daha akıllı olun , daha yapıcı olun. Sırf karşıt görüşe küfür etmek için birşeyler yazmak yada paylaşmak size hiçbir fayda sağlamaz. Sadece size ve karşıt görüşünüze nefret kazandırır ve ülkenin bölünmesi için ön ayak oluşur. Lütfen dikkat edin...

Hiçbiriniz , hiçkimseyi küçümseme , kusurlarını görme yada aşağılama gibi durumlara girip de insanlığını yitirmesin.

Herkese iyi günler.

edit : yemin ederim bu entry i eksi oy veren arkadaşı anlayamıyorum. bana özel mesajla sebebini belirtirse sevinirim gerçekten.

sözlükteki en güzel veya en yakışıklı yazar

boy: 1.22
kilo: 122
ten: yanık buğday
saç: bok sarısı
göz: kedi gözü
beyin yaşı: ciddi ciddi yazanların 4 katı kadar.

lan neyi kanıtlamya çalışıyorsunuz ergenler? hatunlarda hemen atlamış. hay allah'ım ya.

yabancılara küfür söyletme çabası

hakikaten eğlenceli olabilmektedir. teleffuzlarındanmıdır ndir bilinmez , normalde en normal küfür bile gülme krizine sokabilir. özelliklede anlamını farklı bir biçimde öğretirseniz ve bunu kullandırtırsanız o zaman alta etme garantidir.

teşekkür ederim için anan bacın vb. dedirtmek gibi.

gerçek müslüman atatürk ü sevmez

beyninin orta yerine zıplatılası br söylemdir.