bugün

Kitap fuarında dergisi naber'in en yeni sayısını bulduğum, dolayısıyla son günlerde okuyup mest olmakta olduğum becerikli yazar-çizer.
görsel
Suvaz lıdir hemserimdir.
gecekondu mahallesinde doğup büyümüş, anadolu'dan gelen yoksul bi ailenin evladı olmayı anlatıyor. bu yüzdendir; tespitlerini her okuyucu anlayamıyor. diyalogları uzun ve kolektif anlamlar içeriyor. umut sarıkaya'nın anlatmak istediğini anlamak için gerçekten o hayatı yaşamanız gerekiyor. kendisi fark etmeden türk karikatüristliğinde yeni bir yol açmıştır. genelde kısa, kelime oyunu barındıran ve finalde kahkaha attıran karikatürler okuduk hep. umut sarıkaya karikatürleri kahkaha attırmıyor. ağızda pelesenk olup, günlük hayata intikal ediyor. mesela 'çakmağına sahip çıkanlar' karikatüründeki gibi. (yaktıysan alayım abi...) kahkaha attırmıyor, tebessüm ettiriyor. sonra onlarca kez daha aynı karikatüre dönüyorsunuz. benzer durum 'gibi' dizisi için de geçerli. çok fazla kahkaha attırmıyor ama ileri seviyede mizah içeriyor.
bence türk karikatür tarihinin en iyileri arasıdadır. tam bir tespit adamıdır. keşke yeni dergiler çıkarsa da okusak. eskilerini kaç bitirmekten ezberledik artık.
Bu kadar hayranı olmasına şaşırdığım karikatürist. imza için gidip sırayı görünce geri döndüm. https://twitter.com/Naber.../1586784780154466305?s=19
Ankara'daki imza töreni çok eğlenceli geçen karikatürist.

Borcam imzalatan mı dersin, orhan tv mikrofonuyla gelen mi...

Kim bilir ne gurur duyuyordur zırtlan içten içe.

Neyse bu kadar umut övmek yeter.
(img:#2116862)
Umutun tespitte ve çizimdeki başarısı...
- pardon siz marjinal şair basri özakıncı değil misiniz?..
+ evet benim de.. ve fakat siz beni nasıl tanıdınız? hiç bir edebiyat dergisine fotoğraf vermem ben...
- orspu çocuğu 3 aydır kiranı ödemiyosun şerefsiz!..
+ ah yitip giden...
bence en iyisi bu. ama arada feyzten takip ediyorum sanırım akpli. bazı taraflı şeyler paylaşıyor. onu yapmasa daha iyi. siyasete ihtiyacı yok zaten zirvedesin aq.
Benim asosyal melankolik tespit gurum. Kara papatyam, beyin kıvrımları seksi gelenim.
Yerim lan seni.
Daha çok söyleyeceğin şey olsun senin hep, ayrıntılarda yüzdür gülümseterek beni.
E mi?
Tespitlerin üstadıdır.
yiğit bulut ve ersin karabulut dışında karikatür okumayan şahsımın geç keşfettiği cevher. bu zamana kadar neden incelememişim akıl alır bir durum değil.

karakterlerin yakınlığı, çizimlerin doluluğu, konuşmaların bizdenliği ile gerçekten tamamen bir efsanedir. birçok karikatüristin bir sayfaya koyabileceği sayıda çizimi kendisi tek bir karikatür ile çizip çalışkanlığını göstermektedir.

mikro milliyetçilik olacak ama sivaslıdır kendileri.
Doğum günü anısıyla gözlerimi yaşartan karikatürist
Edit: Son iki paragrafın okunması da yeterli

Gitmek

"benim için evden kurtulmanın tek yolu üniversite sınavıydı. bi şekilde şehir dışında bir üniversite kazanıp bu evden kurtulmayı planlıyordum. kötü bir lisenin vasat bir öğrencisi olarak üniversiteyi kazanmam ev içinde pek tahmin edilmiyordu. şimdi rahatlıkla söyleyebilirim ki; o yıllarda biraz aklım az çalışıyordu. anadolu lisesi, fen lisesi, meslek lisesi hangi lisenin sınavına girdiysem kazanamamıştım. annem her ne kadar "bizim çocukta biraz heyecan var, heyecanını bi yense aslında kafalı çocuk. bi kere yaramazlık yaptığını görmedim sürekli susuyor" diye beni akrabalara karşı savunsa da gerçekten aklım pek basmıyordu çoğu şeye. hem birçok kereler "kime çekti" tümcesini kendi aralarında konuşurken tekrarladıklarını duymuştum. bi kere de babamın "bizde de hata var. hep ekmekle besledik çocuğu. 4 nüfusa günde 10 ekmek aldık umarsızca. yiye yiye, ekmek gibi oldu kafası" diye anneme veryansın ettiğini de bizzat işittim.

işittim ama ben babama katılmıyordum. ekmekte bi sorun bulunmasının anlamsız olduğu kanısındaydım. zira yine olsa gözümü kırpmadan yine yerdim. sorun bence yönlendirilmeyle ilgiliydi. ortaokul sonrası bütün arkadaşlarımın gittiği mahallemizdeki mehmet şam ticaret lisesi'ne yollasalardı beni şimdi belki paraya yön veren, piyasalara hâkim bir evlat ile iftihar edecklerdi... bütün ağlamalarıma rağmen beni o vasıfsız, dümdüz, devlet lisesine yollamışlardı... yanlış yönlendirme sonucu bu hale gelmiştim. kaybolan benim hayatımdı ama suçlanan da yine bendim.

eğer kazanamazsam üniversiteyi, bir defa daha denettirirler sonra bi işe verirler diye tahmin ediyordum. bu evde daha fazla durmak, bu sürekli silinen muşambada daha fazla yemek daha fazla ekmek yemek demekti bu işe giriş. beni bilen bilir aşk insanıyımdır dostlarım. sevmeden sevilmeden bi dakika duramam. öyle tahmin ediyorum ki işe girdiğimin ikinci senesinde bir kız kaçırır eve getirirdim. "nerden çıktı bu şimdi" demeyin biliyorum. az çok kendimi tanırım. aşık olunca gözü kara bi insan oluyorum. en sevmediğim özelliğim bu diyebilirim. çok tutkulu olmak...evet, kaçırırdım o kızı getirirdim eve. böyle bir şeyi yaparak da bir ömür annemle babamla ve sevgili eşimle bir ömür geçirmeyi garanti altına alırdım.

bir ömür ailemle yaşamak... düşüncesi bile korkunç geliyordu. her gün bu evde bi ızdırap gibiyken, bir ömür geçirmek, yavaş yavaş onlara benzemek. ben akşam "televizyon karşısında koltukta uyuyacak insan değilim" diyordum kendi kendime. kimse inanmasa inanmasın ben şehir dışındaki bi üniversiteyi kazanacak, bu evden de bu mahalleden de bu şehirden de kurtulacaktım. her gece yatarken hayaller kuruyordum. ilk yıl yurtta kalırdım, sonra bi eve çıkardım. arkadaşlarım gelirdi eve. çıkıp sabaha kadar sokaklarda gezerdik... daha önce de söylediğim gibi o yıllarda aklım az çalıştığı için sadece bu iki şeyi hayal edebildim eve çıkınca; "arkadaşlarım gelir, gece sokakta gezeriz".

ama bu kadarını hayal edebilmek bile güzeldi be. bu düşünceler içerisinde benden beklenmeyecek üstün bir çalışma disipliniyle kendimi derslere verdim. sürekli test çözüyor, bu büyük maratonda diğer öğrencilerle aramdaki farkı kapatmaya çalışıyordum. onlar bir çalışıyorsa ben iki çalışmak zorundaydım. buradan kurtulmak için çalışıyordum. annem babam gibi kanepede televizyon karşısında uyumamak için, onlara benzememek için çalışıyordum. artık nasıl gaza geldiysem öyle hazırlanmışım sınava gibi bütün şehir dışı tercihlerimi geçip, çok az sayıda yazdığım istanbul içi tercihlerimden birini kazandım. hem de eve çok yakın bir üniversiteyi... üniversiteyi kazandığım gün yıkılmıştım.

kampüsü, amfisi batsın yıkılsın üniversite diye gittim okula sürekli. ulan evden kaçmak için üniversite kazandım, kazandığım üniversite liseden daha yakın eve. liseden çıkışta eve 5 de varıyorsam, kampüsten çıkışta 3 de varıyorum diyeyim siz anlayın gerisini. daha çok ekmek, daha çok televizyon karşısında uyku ile geçirdim ilk iki yılı. iki yıl sonra isyan bayrağını açıp sınıftan bi arkadaşımla eve çıktık. gece gezdik, arkadaşlar geldi. bu konuyu tekrar anlatıp hatırlayarak canımı sıkmak istemiyorum. beş parasız o izbe evde televizyon bile olmayan o evde ikimizde hem okulda hem evde birbirimize baka baka delirdik. tek göz odada göz göze gelmemeye çalışıyorduk artık. bol bol kitap dergi okuyarak, arada bir okuduğumuz kitaptan kafamızı kaldırıp birbirimize bakarak "hala orda tipiği sktiğiminin" diye içimizden geçirip tekrar okuyorduk. barlara da beraber gittiğimiz için evimize hanım eli değmiyordu hiç. çöpler içinde bir yıl boyunca kitap okuyup durduk. ev arkadaşımın kitapların kenarlarına notlar aldığını gördükten sonra evden ayrılmaya karar verdim. nietzsche'nin kitaplarındaki bazı paragrafları işaretleyip "katılmıyorum", "aptal", "güzel ama eksik" gibi notlar almıştı. aynı şeyleri sabahlara kadar başka yazarların kitaplarına da yapıyordu. hatta dostoyevski'nin bi hikâyesine müdahale edip, kenara "bence buradan itibaren şöyle devam etse daha iyi olur" diye not düşerek, hikâyeye başka bi final bulmuştu. yazarlarla kavga ediyor, tartışıyor, küfürleşiyordu. kafayı yemişti. ona benzemek istemiyordum.

bir hafta sonra çamaşır yıkatmaya gitme bahanesiyle eve geldim. bir yıl sonra eve ilk defa gelmiştim ve sanki sürekli geliyormuşum gibi karşılandım. muşamba silindi yemek yendi televizyon karşısına geçildi. yavaş yavaş göz kapakları ağırlaştı. annem babam ve ben üçümüzde ağırlaşmıştık. konuşmadan televizyona bakıyorduk. gitgide onlara benziyordum, onlara benzemekten kaçmanın imkânsızlığını kavramıştım... uykum geliyordu...

tam o esnada annem "umut" dedi. "her zamanki gibi git yatağında yat" diyecekti belli ki... "uyumuyorum anne filmi izliyorum" dedim... "oğlum bak kafa kalmadı unuttuk. bugün senin doğum günündü dimi?" dedi. doğum günü bizim ailede hiçbir zaman özel bi gün olmamıştı. annem babam ve bütün akrabalarımızın doğum günü zira nüfus kâğıtlarında 1 ocak olarak kayıtlıydı. "hmm" diyip gözlerimi kapadım tekrar. "oğlum söyleseydin pasta alırdık sana. kafa kalmadı ki" diye söylendi. uyumak istiyordum "ya ne pastası anne. doğum günü ne ya" diyip azarladım, içeri gitti. "gelirken bi su getirsene anne" diye arkasından bağırdım. suyu beklerken gözlerimi kapadım bi saat kadar uymuşum.

dilim damağım kurumuştu uyandığımda. babam da yan kanepede uyukluyordu. televizyona bakarak ayılmaya çalıştım bi ara. her zaman uyandığımda ev arkadaşımı karşımda görmeye alışmıştım. babamı görünce nerdeyim lan diye anlayamamıştım eve geldiğimi. tam kalkıp mutfağa gidecekken, annem elinde yuvarlak gri kocaman bir börek tepsisiyle geldi. tam ortasında ise kocaman elektrik kesildiğinde kullandığımız beyaz bi ev mumu saplamıştı. mum üstelik ortasından eğrilmişti. patatesli kol böreğinin ortasında kocaman eğri beyaz bi mum saplanmış bana doğru geliyordu. aklım çıktı korkudan resmen. ilk doğum günü partimin hiç böyle olacağını tahmin edememiştim. yetmedi. annem içeri girer girmez babam uyukladığı yerden kalktı ve odanın ışığını kapadı. odayı böreğin ortasındaki mum aydınlatıyordu sadece. tepsiyi önüme kadar getirdiler. mumun coşkulu alevi karanlık odada yüzlerimizi aydınlatıyordu. ikisi de çok neşeliydi. "niye kaçıyorum ki lan bunlardan" diye düşündüm. sarıldık öpüştük. o gün benim hayatımın en güzel doğum günüydü, hem börek de patatesliydi."
Tespitlerin efendisi.

Ayrıca sevenlerini süründürür.
Sayıları ne zaman çıkacak belli değil, çıkartmıyor da...
Sivasli deha bir karikatürist. Kitapları hiçbir yerde bulunmamaktadir, bulunsa idi kendime harika bir yılbaşı hediyesi alacaktım. Umut yasıyorsan bi ses ver yahu, tamam biz de tembeliz de sen oblomovlukta bir dünya markası oldun yeter, özledik.
iyi ki var ! moral bozukken karikatürleri cok iyi gitmektedir tecrübeyle sabit.
Sivaslı karikatürist, mizah yazarı.
(img:#1860888)
gülmek için kafama silah dayamaları gerek herhalde. gerçekten kendini komik zannetmesi komik.
(img:#1847214)
Nice mutlu yıllara kişisi. HEhe.
(img:#1840337)
Akşamla dolmuş otobüste Mevcut varlığımdan tiksinmekle ilgili bir şeyler düşünürken kendisinin bir sabah kıvanç tatlıtuğ olarak uyanması üzerine yazdığı hikayesini hatırladım. Benzer ruh hallerine bürünebiliyormuşuz da ondan seviyormuşum yazılarını, karikatürlerini demek ki.

Daraldım.
Cem Yılmaz'a özel karikatür çizmiş. Yalnız kendi ağzını kendi tarzıyla "kemçük" çizerken cem Yılmaz'ı çizmemesi gözden kaçmadı.

(img:#1804821)
(img:#1780833)
(img:#1780829)