bugün

Abd district court yargıcı John m. woolsey'in 6 aralık 1933 tarihli kararı ile yasaklanarak, ifade özgürlüğü tartışmalarını başlatan, yazarının* ana dili irish yerine ingilizce yazdığı şey*

okuması son derece güç, anlaması imkansız, yorucu, üzücü bu kitabın bu halinden fransız matbaacıları sorumlu tutulur zira joyce ülkedeki karışıklıklar yüzünden kitabını fransa'da bastırmak ister.

kitabın son bölümü/paragrafı/cümlesi 738-783* sayfalarını kaplar. paragraf, nokta, virgül dahil hiçbir yazım kuralı uygulanmamıştır. bu hatayı da fransız mürettiplere yıkamayacağımıza göre gözleri ileri derece bozuk* joyce'un bu bölümü gramer bilmeyen bir dosta yazdırdığını varsayabiliriz.

insan, yıllardır kitaplığında bekleyen, defalarca işi bilenlerle birlikte kurcalanmış bu tuğla gibi kitabın dile gelip bu irlandalı abinin bize ne demek istediğini fısıldamasını bekler.
joyce'un yarattığı leopold bloom isimli kahramanın bir gününü anlatan 700 sayfalık eser. anlatılan gün 16 haziran 1984 olduğu için joyce hayranları her 16 haziranı joyce'u anma günü olarak kutlarlar.
nevzat erkmen in 5 yılda çevirdiği yky tarafından kazım taşkent klasik yapıtlar dizisi içerisinde yayınlanan dünya da incilden sonra en fazla tartışılan "kutsal kitap".
jim morrison'un favori kitapları arasındadır(idi).
bu güzide eseri zamanında almıştım. arkadaşlar "yapma, etme, kasma yavrum" tarzında tacizler de bulunsalar da okumak istedim. başladım okumaya. günde 10 sayfa okuyordum; mutlu ve huzurluydum*..

sonra bir gün yatmadan önce okuyayım dedim. gece lambamı yaktım, tuğla kalınlığındaki kitabı göbeğimin üstüne koyup, hafiften kaldırdığım yastığa da başımı dayayıp "bismillah" dedim. bu şekilde büyük bir mücadele verirkene uyuyakalmışım. kitap karnımın üstüne düşmüş*, boynum da eğilmiş.. uyandığım da başımı kaldıramıyordum, nefes alamıyorum yarabbim, karnımın üstünde feci bi ağrı, aman allah'ım. üç beş dakika debelendim, yatağımda acılar içinde ölücem sandım, yusuflardan yusuf yaşadım...

işte o gün bu gündür bu kitaptan korkarım, bir vampirin haçtan korktuğu gibi. zaten kitabı da bir arkadaşa verdim, geri de almadım, kurtuldum, mutluyum, huzurluyum*...

(bkz: sözlüğü anı defteri olarak kullanan yazar)
böyle buyurdu zerdüşt ile anlaşılması en zor kitap. bu iki kitabın ortak iki özelliği anlatmak istedikleri şeyleri çok farklı bir biçimde sembollerle anlatmasıdır.
modern romanın başlangıcı olarak kabul edilen, james joyce eseri.

bilinç akışı tekniği ile kaleme alınmıştır. bu yöntemle geçmiş, şimdiki, gelecek zaman içiçedir.
olaylar roman kişilerinin bakış açıları ile yansıtılır.

romanın kahramanları stephen dedalus ile leopold bloom dur.
bu romanı anlamak bir hayli zor olması hasebiyle ulysses sözlüğü bile yayınlanmıştır
nevzat erkmen'e hayati zindan etmi$ligini geciyorum. bu kitabin pazarlanma stratejisi, kitaptan daha karma$ik:

joyce kitabin icine binlerce labirent, sir gizledigini soylediginden midir, yoksa bazi hayalbaz ibneler bunu yanli$ algilayip kitaba "ben" muamelesi yaptigindan midir henuz tam emin olamasam da, leopold bloom'un ve stephen dedalus'un 1 gununu anlatan ve o tek gun icerisinde henry flower, buck mulligan gibi gebe$lerle ya$adiklarini cift ciltte toplami$ bulunan joyce hepimizle da$$ak gecer. stream of consciousness'dan hareketle virginia woolf'un bir benzer ornegini okura pazarlarken de (sanki nick cave tarafindan yazilmi$ and the ass saw the angel kotuymu$, euchrid eucrow manyak otesi bir karakter degilmi$ gibi) kendi kitabini bol bol over. gozlerin kapanana, tepkisizle$ene dek yazmanin, zirvalamanin ne alemi var arkada$im; senin manyakligin her siki ikibucuk dakika icinde tanrila$tiran apotheosis meraklilarina i$ler. nejat i$ler.

ha;
incil'den iyi, pepper'dan kotu ayrica. astimdan olmeyecekti de tristan hawkins gorecektim sizi o vakit; o kukla oynatmalar, hayalci olmalar, samuel beckett kiskancliklari yerle yeksan olacakti. tamam bana cok $ey katmi$tir ulysses ama bir yere kadar? coluk cocuk okumasin, buzdolabinin uzerinde dursun.
özellikle karanlıkta dinlendiğinde* feci etkileri olan bir adet dead can dance şarkısı.müziğin gücünü kanıtlayan ve gerçek anlamda yeteneğe saygı uyandıran bir eser..
james joyce romanı. Odise isimli klasik eserden esinlenerek yazılmış romandır.
harika bir franz ferdinand parcasi. sozleri ise tam da soyledir;

While I sit in here, a sentimental face stares
And a voice says hi so
So what you gotta what you gotta disdain
C'mon let's get high
C'mon look so, you got next oh
Walk twenty five miles oh
Well I'm bored I'm bored
C'mon let's get high

C'mon let's get high
C'mon let's get high
High

Well I found a new way
I found a new way
C'mon doll and use me
I don't need your sympathy

La, la la la la
Ulysses
I'll find a new way
I'll find a new way, baby

My Ulysses, My Ulysses
No, bet you are now, boy
So sinister, so sinister
Last night was wild
What's a matter there, feeling kinda anxious?
That heart that grew cold
Yeah everyone, everybody knows it
Yeah everyone, everybody know it
Everybody knows I

La, la la la la
Ulysses
I'll find a new way
I'll find a new way, baby

La, la la la la
Ulysses
I'll find a new way
Well I'll find a new way, baby oh

Oh, then suddenly you know
You're never going home
You're never You're never You're never You're never You're never You're never
You're never going home.

Not Ulysses, baby.
No, la la la la whooo whoo
You're not Ulysses, whooo whoo
La la la la, whooo whoo

http://franzferdinand.ru/?p=391

klip icinse; http://www.youtube.com/watch?v=31sZ9xZr_Ew

dinleyin dinletin efenim.
son kelimesi "evet" olan kitaptır.
ingilizcesini okumak g.t ister...
*
önemsiz görünen tekrarlar ve en bağlantısız sözler bile dalgınlık ürünü değildir bu kitapta. hepsi en uzlaşmasız virtüözlüğün işaretidir. örn. üçüncü bölümde, stephen'ın iç monologunda, "vallahi, tıpkı bir balina gibi," diye bir cümle geçer (71). neyin balina gibi olduğu belli değildir ve okur da bu cümlenin üzerinde durmayabilir. oysa cümle hamlet'in üçüncü perdesinde ikinci sahnenin sonuna doğru hamlet ile polonius arasındaki konuşmaya göndermedir:

hamlet: şu bulutu görüyor musun? deveye benziyor değil mi?
polonius: doğru vallahi, tıpkı deve...
hamlet: balina sırtı mı yoksa?
polonius: tamam, ta kendisi, balina...
(bkz: ilkumut ulysses yardımcı kitap ve soru bankası)
okunmayan kitap. bu kitabın okuma tarihimde şöyle bir yeri var. 1996 yılının 11. ayında kitap çıkar çıkmaz aldım. o zamanlar haftada birkaç kitap bitirdiğim dönem yani iyi bir okuyucuyum. edebiyat dergilerini, kitap dergilerini, varlık, adam dergilerini iyiden iyiye takip ettiğim dönem. kitabın çıkacağının haberlerini aylar öncesinden takip etmişim, james joyce'un diğer kitaplarını okumuşum, (dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi) kendimi güya ulysses'e hazırlıyorum. nevzat erkmen'le (ki kendisi zeka olimpiyatlarında dereceleri olan, birkaç dili çok iyi bilen bir çevirmendir, hatta bu çeviri için yapı kredi yayınlarında yüklü de bir para almıştır) yapılan söyleşileri okuyorum.
kitap sonunda çıktı ve bir koşu gittim aldım. heyecanla başladım okumaya ama bir gariplik var kitabı anlayamıyorum. o zamanlar internet de yok, yanıma elimde olan birkaç sözlüğü aldım. iddialıyım ne yapıp edip kitabı bitirebilen azınlığın üyesi olacağım. notlar alıyorum, kitabı cümle cümle değil kelime kelime okuyorum. baktım olacak gibi değil 3-4 günde ancak 10-15 sayfa okuyabildim ve hiçbir şey anlayamadım o zaman dedim ki kendime senin yaşın yetmiyor bu kitabı anlamaya biraz daha birikim yap öyle oku.
bir kaç sene sonra tekrar aldım elime. bu sefer anlamasam da en azından mesafe kat edeyim bari diyerek okuyorum. kitabın ingilizcesini de aldım belki katkısı olur diye. rekorum olan 75. sayfaya kadar gelebildim ama en ufak anladığım yok. zekamdan şüphe edeceğim. nasıl olur da benim gibi bir kitap kurdu bir kitabı okuyamaz. bunalıma girmek üzereyken bıraktım.
9-10 yıl kitabı elime almadım. geçen ay son bir gayretle bir daha başladım. artık gurur meselesi yapmıştım kitabı. internetin de yardımlarıyla biraz daha yol aldım. latince, fransızca cümleleri yazıyorum biraz zorlamayla mevzuuyu çözmeye çalışıyorum. yabancı sitelerden ulysses okuma kılavuzları eşliğinde ilerliyorum kitapta. fakat bir paragrafı okumam saatlerimi alıyor. kitabın en ufak boşluğu notlarımla dolu. adamım irlanda-ingiltere çatışması, dinle olan kavgası, babası ile ilgili dertleri bir şeyler hissetmeye başlıyorum ama keyif alsığım okuma eylemi işkenceye dönmüş durumda.
kendimi kitabı yumruklarken bulduğumda anladım ki ulysses defteri artık benim için kapanmıştı. james joyce'a ettiğim küfürlerin biri bin parça. ruh hastası bir manyağın deli saçmalarına bu kadar emek harcamak en basit ifadesiyle zaman israfıdır dedim ve kitabı bir daha görmeyeceğim bir yere kaldırdım.
son söz: almayın, okumayın, değerli zamanınızı bu saçmalıkla harcamayın. alın özetini okuyun en azından adam ne zırvalamış fikriniz olsun ama beyninizin bir hücresini dahi bu kitapla meşgul etmeyin.
kitaplarını dahi okumayan ilgisiz eşi tarafından ihmal edilmiş bir adamın ego patlaması için yazdığı derinlikli eser. yazık ki james joyce yaşarken ulysses'in tanrısı olamamış, eseri doğru düzgün basılamadığı gibi sansüre de takılmış ancak gelecek varisleri, edebiyat eleştirmenleri, putlaştırma meraklıları ve edebiyat aşıkları için değerli ve dönüşütürücü bir kaynak olmayı sürdürmekte.

okumakta zorlanana özel not*: spinoza'nın etika'sı ile güzel okunuyor.

james joyce'a dair özel not: joyce istedi mi duru ve etkileyici eserler de yazabilen özel bir yazardır, bu zevki tatmak isteyenlere giacomo joyce özellikle önerilir.
james joyce'un içinde yok yok diyebileceğimiz nadide, süpersonik eseri. bazıları*:caliban, oscar wilde, şakti şiva, hermes,yeats, keats, hayyam, othello, shakespeare, hamlet, spinoza, marx, çiçero, nokturn, nuh, ilyas peygamber, ruhülkudüs, musevilik, masonluk, metodist, türk giysisi, iskoç birası, porto şarabı, don giovanni, zerdüşt, bilimum sakatatlar(böbrek, yürek, karaciğer), amazonlar, ithaka, jüponlar, jartiyerler, yehuda, isa, libyalı haremağası, apokalips, piyano, notalar, prelude, harun reşit,mendelsshon, sisyphos, arbitraj, hidrofobi, türk hamamı, aristo, samanyolu, nova, entomolojik organik varlıklar, alyuvarlar, nebula, merih, satürn, utarit, hozier'in rus-türk harbinin tarihi kitabı, enstantane fotoğrafçılık, darwin, muratti türk sigaraları...

roman bir kule'de başlıyor ve bir yatakta bitiyor. tüm kahramanları özellikle leopold bloom ve hayalindekiler çok matrak. stephan dedalus'ta şairanelikten gelen bir shakespearevari tavır olsa da,*-(onun gibiydim ben de, bu düşük omuzlar, bu zarafetsizlik. çocukluğum yanıbaşımda eğilmiş duruyor. elimle bir kez hafifçe de olsa onu okşayamayacağım denli uzakta. benimki uzak onunki gizli gözlerimiz denli. sessiz, kaskatı gizler, kalplerimizin muzlim kaşanelerinde kurulmuşlar: zorbalıklardan usanmış gizler: alaşağı edilmeye istekli zorbalar.)- bloomla yolları kesişince pek bir uyuşuyorlar.
Bilinçakışı metoduyla (son bölüm hariç*) bir erkeğin* aklından geçenler, gündüz gezer düşleri erotik ayrıntılar dahil, tüm ayrıntılar es geçilmeden okuyucunun üstüne akmakta. özellikle 15. bölüm* o kadar renkli bir tiyatro, karnaval sahnesi ki bloom'un iç hesaplaşmalarının, suçluluk duygusunun, özlemlerinin ve görmemeye çalıştığı gerçeklerin tezahürü öyle komik, öyle farklı, öyle absürd ki insan bloom'a hem kızıyor hem acıyor ama seviyor işte.
11. bölüm bloom'un bir genç hanım tarafından nasıl farklı görülebileceğine, aşka dair ayrıntılarla ve bizim kılıbık ama bir taraftan da hiçbir masum* çapkınlık fırsatını kaçırmayan leopold'un iç güdüsel icraatlarıyla başka bir boyuta atlayarak yine gülümsetmekte.
romanın başından beri süregelen bir hamlet sorunsalı ya da olgu olmaya aday sav mevcut. aslında hamlet'in torununun shakespeare'in dedesi olduğu savı.* leopold bloom kendisine babacık diyen tatlı bir kız babası, karısıyla gurur duyan** kılıbık, derinden erkek evlat özlemi çeken; stephen dedalus da şair olarak yaşayabilmek isteyen, üç kuruşa öğretmenlik yapan ve babasıyla yıldızı hiç barışmamış bir evlat. bu minvalde hamlet devreye giriyor sanki.**
bloom ile dedalus'un karşılaşması yani uyurgezer mily'nin babası, gündüz gezer bloom ile gece gezer dedalus'un buluşması; bloom'un stephan'a babalık yapması, parasına, şapkasına sahip çıkması hatta evinde misafir edip kahvaltı filan hazırlaması pek bir naif. tabi joyce burada çağan ırmak gibi salya sümük ağlatmak yerine, yine birbirinden ilginç şekillerde bize bilimsel, mantıksal ve mantıkdışı bakışlarla bu iki insanın zihnini ve algılayışlarını üstümüze dalga dalga getirerek kafa kopartmaya devam etmekte.*
ve son bölümde penelope ya da moly bloom sazı eline alarak, hayatına giren erkekleri, kendisine anlatılan yalanları, keşfettiği gerçekleri, kendi pratik ve pek faydalı çözüm yollarını, bloom'a dair his ve düşüncelerini ve en nihayetinde evlenme, birlikte olma teklifine nasıl ve neden evet dediğini anlatarak, tüm mazisinin bilincini bize akıtarak mutlu mesut olaya son noktayı şu şekilde 'evet'leyerek koymakta:''...evet mağribi duvarının altında beni nasıl öptüğünü de ve düşündüm ki bir başkası olacağına o olsun ve gözlerimle sorduydum ona gece sorsun diye evet o da sorduydu bana ister miyim diye evet evet diyeyim diye dağ çiçeğim benim sonra ilkin kollarımla ona sarıldım evet kamilen parfümlediğim memelerimi hissedebileceği şekilde onu ta kendime çektim evet ve onun yüreği çılgınlar gibi vurmaktaydı ve evet dediydim evet isterim Evet.''

ulysses'i okumanın zorluğuna dair ek bilgi: üç ayda anca okunabilen bir kitap, okuma süreci baya bir gel-gitli, ama çok faydalı çünkü ulysses'i bitiremedikçe insan başka kitaplara sarıyor, böylece üç ayda bir ulysses 20 tane de başka kitap okuyarak hidayete eriyor bünye. ethica bile bitiriliyor ulysses daha 300. sayfada kalıyor, ancak matrak bloom'un peşine taklılıp dedalus ile yarenlik yapınca er geç moly'nin yatağına ulaşılıyor.

irlanda'nın, museviliğin, irlanda insanının, erkek ve kadının benzer ve apayrı ruh hallerinin gündelik hayata renkli yansımalarının başrolde olduğu roman aslında ağır bir dille değil tam tersine erkeklerin çok hoşuna gidecek bir jargonla yazılmış olmasına rağmen tekniğinin farklı ve birçok şeyin birleşimi bir şekli olduğundan dolayı okuması zaman alıyor. belki de hiç klasik roman okumamış bir genç, çok rahat okuyabilir. ama anlayabilmek için de çok şey okumuş olmak gerekiyor. yani bilgilere sahip olup, şekilleri unutmak kaydıyla zevkle okunacak bir eser.*
uzun girdimizi sevilen, beğenilen alıntılarla tamamlayıp, joyce'a saygılarımızı, bloom'a sevgilerimizi, dedalus*'a ilhamlarımızı, moly de sempatilerimizi yolluyoruz...

--spoiler--
bir buruntu, henüz aşkın ıstırabına dönüşmemiş bir ağrı kemirmekteydi yüreğini.
--spoiler--

--spoiler--
kingston iskelesi, dedi stephen. evet düş kırıklığına uğramış bir köprü.**
--spoiler--

--spoiler--
öğrenmek için mütevazi olmak gerek. ancak hayat en büyük öğretmendir.
--spoiler--

--spoiler--
başkalarının efendisi de olma, kölesi de.
--spoiler--

--spoiler--
bir kapının önünde beklersen, açılır bazen kapı.
--spoiler--

--spoiler--
deha sahibi bir insan hata yapmaz. onun hataları istençlidir ve yaratıcılığının kapılarıdır.
--spoiler--

--spoiler--
bazı yaralar ancak sevgi merhemiyle iyileşebilirdi. o bir kadındı, gerçek bir kadın, o erkeğin tanımış olduğu feminenlikten uzak, matah şeylermiş gibi bisikletleriyle tur atan öbür havai kızlara benzemezdi, her şeyi bilmek her şeyi unutmak istiyordu, onu kendisine aşık edebilseydi eğer ona mazinin hatırasını unutturabilirdi. işte o zaman inşallah adam gety'i nazikçe kucaklayacak, onun yumuşak vücudunu gerçek, bir erkek gibi ezercesine kendine doğru çekecek, onu sahip olduğu biricik kızcağızı, sırf kendisi olduğu için sevecek sevecekti.*
--spoiler--

--spoiler--
insan dünyanın bir ucuna kaçsa da kendisini aşmaktan kurtulamaz; tanrı, güneş, shakespeare, gezgin bir satıcı gerçekte kendisini aşarak kendisi olur.**
--spoiler--

son söz: aslında bloom'a ya da joyce ya da dedalus'a bir şarkı yolluyorum. *
of aman aman **
http://www.youtube.com/watch?v=V3JqwDd9gZ8&feature=share
bir eggnogg parçasıdır.

http://www.youtube.com/watch?v=7Wo9AwhvU24
askerde, aile iletişim merkezinde günümün 12 saatini masa başında, diğer zamanımı da koğuşta yatarken kargaların ve güvercinlerin tepeden inişini izlediğim aylar boyunca "ulan niye gelirken çantaya atmadım" diye hayıflandığım ama ikincisini almaya da paramın olmadığı başucu roman.
norgunk yayıncılıktan, armağan ekici çevirisiyle ve seksi bir kapakla yayınlanmış kitaptır.

görsel

görsel
cok deli guzel franz ferdinand sarkisidir. tuhaf hallere sokar insani, enerjilendirir.
entelin kutsal kitabıdır.
çok yüksek dikkat ister. eğer ipin ucunu bir kaçırırsanız sayfa 70den 95e gelirsiniz. sonra sorarsınız ne anladım diye? hiç bi cevap veremeyince dönüp yeniden okursunuz.

sonuçta ben bu kitabı tek turda anladım diyen adam yalan söylüyordur. 50 saniyede sayfa çeviren adam da o kitabı hava için okuyordur.
çok güzel bir lord alfred tennyson şiiridir.1842'de yazılmıştır.

Faydası az başıboş bir kralım,
Kendisi gibi yaşlı bir hanımla eşlenmiş,
Bu kıpırdamayan ocağın başında, kıraç yalçın kayaların arasında
Ölçüp biçip eşit olmayan kanunlar dağıtırım,
istif yapan, uyuyan ve kendini doyuran, ve benden haberi bile olmayan,
Yabani bir ırkın üzerine.

Yolculuk etmeden duramam: hayatı içerim
Çökeltilerine kadar: Her zaman zevk alırım
Çok miktarda, acı çekerim çok miktarda, hem
Beni sevmiş olanlarla, hem de yapayalnız; kumsalda, ve
Hızlı akıntılar arasında yağmurlu Hayades
Soluk denizi giydirirken: Kendime bir isim yaptım;
Herzaman aç bir yürekle dolaştığım için.
Çok gördüm ve çok öğrendim; insanların şehirlerini
Ve davranışlarını, iklimleri, danışma kurullarını, yönetim şekillerini,
Kendim de dahil olmak üzere, hepsine şeref verdim;
Ve uzakta rüzgârlı Truva’nın çınlayan tepelerinde;
Akranlarımla savaşın zevkini içip kendimi sarhoş ettim.
Parçasıyım karşılaştığım her bir şeyin;
Yine de bütün deneyim seyahat edilmemiş dünyaya doğru
Parlayan bir kemerden ibarettir,
Ben hareket ettiğim zaman, sınırları her zaman ve her zaman solan.
Ne aptallıktır durmak, bitirmek,
Paslanmak parlatılmadan, parlamamak kullanılmadan!
Sanki yaşamak nefes almaktan ibaretmiş gibi. Hayat üstüne
Yığılan hayatın tümü pek azdı, ve çok azı kaldı
Bana ait olandan: Fakat her saati saklanıldı
O sonsuz sessizliğin, ve biraz daha fazlası
yeni şeylere sebebiyet veren; ve iğrenç gelse de bazısı için
Üç güneşi birden kendim için saklamak ve istif etmek,
Ve bu beyazlanmış ruhun arzuyla özlem çekmesi
Batan bir yıldız gibi bilginin peşinden gitmenin,
Ötesinde en uzak sınırının insan düşüncesinin.

Bu benim oğlum, benim kendi Telemakus’um,
Ona hükümdarlık asasını ve adayı bırakacağım
Benim çok sevdiğim, bu uğraşı becerecek kadar zeki,
Yavaşça dikkatle yumuşatacak
Yontulmamış bir halkı, ve yavaş derecelerle
Kontrolu altına alacak onları iyi ve yararlı olmaları için.
Tamamiyle kusursuzdur o, sıradan görevlerin
Küresinde ortalanmış, terbiyeli başarısız olmamak için
Duyarlılık gerektiren işlerde, ve ödemek için , ben gittiğim zaman,
Gereken hürmeti ev halkımın tanrılarına benim,
O kendi işini görür, ben kendimin.

işte liman burada yatar, tekne burdan yelken üfürür:
işte burada suratını asar geniş karanlık denizler. Benim gemicilerim,
Benimle yorulmadan çalışan, ve iş yapan, ve benimle düşünen ruhlar-
Gülüp oynayarak hoşgeldinle gökgürültüsü ve
Günışığını karşılayan, ve onlara karşı gelen
Özgür kalpler, özgür alınlar- sizler ve ben yaşlandık artık;
ileri yaşın da kendi şerefi ve zahmeti vardır;
Ölüm herşeyi kapatır: fakat sondan önce gelen birşey var,
Belki de hâla asil anlamı olan birtakım işler yapılabilir,
Tanrılarla uğraşan adamlara uygunsuz düşmeyen.
Işıklar kayalardan göz kırpmaya başlar:
Uzun gün solar: yavaş ay tırmanır: derin
inlemeler bir çok seslerle yuvarlanır. Gelin, benim dostlarım,
Çok geç değildir henüz yeni bir dünya aramak için.
Hamle yapın, ve iyi oturarak düzenle vurup ortadan kaldırın
Seslenen kırışıklıklarını alnın; devam ettirmektir çünkü benim amacım
Ölünceye kadar yelken açmayı ötesine gün batımının,
Ve bütün batı yıldızlarının yıkandıkları yerlerin.
Belki de körfezler bizi yıkayıp temizleyeceklerdir:
Belki de Mutlu Adalara dokunacağız,
Ve ünlü Aşil’i göreceğiz, tanımış olduğumuz.

Çok şey alındı, fakat çoğu hâla olduğu yerde durur; ve
Şimdi biz eski günlerde yeryüzünü ve gökyüzünü yerinden oynatmış olan
O güç olmasak bile; Biz yine de biziz, biz;
Hepsi aynı-mizaçta bir parçadan oluşan yiğit yürekleriz,
Zamanla ve kaderle yıpranmış, fakat iradesi kuvvetli
Çabalamak, araştırmak, bulmak, ve teslim alınmamak için.

çeviren:Vehbi Taşar