bugün

sene 1900 küsür, toy delikanlıyız, biraz da çapkınız, derdimiz vücut yapalım, arabayla manita gezdirelim, arkadaşlarla maceralara dalıp geyiğin eğlencenin ve kızların keyfine varalım, pembe yıllar, pembe gözlükler...

derken bir gün, mahalleye yeni taşınan bir manita, gördüğün yerde elinden sigarayı atıp önünü iliklersin, öyle ilik gibi bi abla, pas da vermiyor kimseye, havasından üşütüp hasta oluyorsunuz o derece bir çaresizlikteyiz mahalle gençleri.

derken bir gün anlıyoruz tabi bu meyvelerin hangi ağaçtan geldiğini, bizimkinin bir sevgilisi varmış kırmızı mustang le geliyor kızı almaya, saçları jöleli arkaya taranmış ama hakkını yemeyelim allah ı var çocuk tam bir piç.

bizim tatlı hayaller tabi yerini acı gerçeklere terk eyledi, kafamız basıyordu az buçuk dünya hallerine fazla üstelemedik, üstümüze de alınmadık, ezdirmedik olan bitene kendimizi, vurduk yine geyiğin dibine eski günlerimize döndük üç beş günde

yalan tabi.

ben dönemedim eski günlere, böyle içimde o gençliğin verdiği gerçekçi olup imkansızı isteme vaziyetleri. şöyle yaparsam, şöyle parayı vurursam bu kız bana gelecektir hesapları, orhan gencebaylar, türk filmleri, yırtmaya çalışan mahalle delikanlısı tripleri, duvara yaslanıp tespih sallamalar, bakkala çakkala laf sokup looser lıklarını yüzlerine vurmalar, arada tabi sidikli manitalar..

derken bir gün ayrılmış bu piçten, öğreniyoruz tabi mahallenin mossad ıyız, cia iyiz, hi5 iyiz, yonja sıyız.. ne yapmalı ne etmeli, kıza dalavere mi çevirmeli diye yüksek sesle düşünürken adımız desidero ya çıkmış, tak! ampül yandı kardeşinizin kafasında, dedim ben buna bir mektup yazayım, aklını başından alayım, gerisi gelir evelallah, yazdım aynen mektubu, dedim "sen bizim mahalleye geldin geleli bizde ne akıl kaldı ne fikir" verdim küçük kızlardan rana ya, biz ona mahallede mesanger rna derdik, beklemeye başladım yumurtayı, bir gün iki gün üç gün dedim bir mektuba cevap bu kadar gecikmez, verdim kararı, kestim kızın yolunu sabah okuluna giderken, dedim "almadın mı mektubu" "aldıııım" dedi kayıtsız, "e" dedim "cevap?", "cevabım hayır" dedi. kendimi o kadar hazırlamışken mektupla birlikte gönderdiğim bir köşesi evet, diğeri hayır yazılı iki kopartılacak yeri olan kağıdın "evet" kısmı koparılmış bana verileceğine, bişey diyemedim tabi o an, kaldım öyle mal gibi afedersiniz, "çekilir misin lütfen" dedi (çok kibar kızdı allah için) gitti artık okula mı yoksa okula diye başka bir piçin yanına mı bilemezdim..

nesine vuruldum ki ben bu kızın, artizliğine mi, ulaşılmazlığına mı, güzelliğine mi, edasına işvesine mi..

ben bunları düşünürken, dedim ben bu kızı kaçırayım, topladım eli ayağı düzgün itleri, abilerimizden birinden de beyaz bir şahin ayarladık başladık arabada beklemeye, dedim "gerginlik var arabada gereğinden fazla, ikişer kutu efes alın gelin lan!" 5 kişiyiz arabada 10 bira parası, gitti benim haftalığın yarısı tabi neyse, önemli değil bu kısımlar, o sırada biz manitayı tek beklerken, bi tane lacivert tek kapılı bmw yle geçtiler yanımızdan, kız önde oturuyo, yanında da lavuğun biri, bi ara bize bakıp güldüler gibi geldi bana, arkadaş, kız sanki mıknatıs, nerde piç, nerde lavuk var hop! kızın yanında. çekiyo böyle entel dantelleri...neyse dedim "kısın lan müziği" diye bağırdım, cengiz kurtoğlu çalıyor haliyle, kafam kaldırmadı o an o yoğun duyguları, indim arabadan kafam da hafiften olmuş, inince bi iki sendeleyip yere düştüm, "bunlar" dedim "bize mi güldüler lan" dedim beni kaldırmaya gelen it recep e, "yok abi" dedi "onlar zaten gülüyorlardı, biz üstüne montaj olduk", recep e dönüp bir okkalı tokat patlattım, "sus laaan!" diye bağırıp, (sonra gönlünü aldım tabi orası ayrı)...

o gün eve de gitmedim, it çakır la üsküdar la 1. köprü arasında köprüyü gören bir yerde tenekede ateş yakıp şarap içip sabahladık.

sonra bütün bunları unutmak için, tıp fakültesini kazanıp normal bir insan olmaya çalıştım, bir milyon şey soktum kafama, çok kitap okudum, kafam iyice şişti, ama bugün bile bana derseniz ki "unuttun mu" cevabım "hayır" olacaktır. dese ki birisi "o da sana boş değilmiş, kıskandırmak için yapmış onları" "vallaha mı lan" deyip boynuna atlarım. deseler ki "seni bekliyormuş cehennemin dibinde", koşa koşa giderim yalınayak. deseler ki "olum kız seni sordu bugün bize, "nerde" dedi "beni hala ister mi bilmiyorum ki" dedi "hadi ordan, dalga geçiyorsunuz lan" demem, "he he he en sonunda" diye sevinirim şerefsizim.
erasmus'ta yaşanılan ; sorumluluğun kenarından geçmediğimiz , para derdi çekmediğimiz , istediğimiz kadar uyuyabilip kalkınca derse gitmek zorunda olmadığımız ,buna rağmen hayli yüksek ortalama yaptığımız , birkaç ülke başkentini özgür insan tadında arkadaşlarla birlikte görme şansını elde ettiğimiz , bozuk aksanımızla lak lak yapsak bile "lan ingilizcemiz gelişiyor" ayağıyla ortamlarda boy gösterdiğimiz , dönünce sıkılacağımızı bilsek de "gurbetlik hasreti çektiğimiz" anlardır.
(bkz: bu da böyle bir anımdır)*
onunla kampuste konuşmamdır. önce konuşmak istediğimi mesajla ilettim, senin için böylesi daha iyi olur diyerek geri çevirdi. birkaç gün sonra fakültenin önünde bir arkadaşımla konuştuğunu gördüm. bir dakika sonra döndü gitti. arkadaşa 'nereye gitti firdevs' diye sordum, 'mezuniyet için gerekli imzaları alacakmış, şimdi kütüphaneye gidiyor' dedi. hemen dolaptan montumu alıp kütüphaneye koştum. tam kütüphanenin önüne gelmiştim ki o da kapıdan çıktı, beni gördü. gülümseyerek ve biraz da şaşırıp 'ne yapıyorsun' diye sordu. 'iyiyim' dedim, 'sen ne yapıyorsun?', 'ya işte şu imzaları alıyorum ben de. hayırdır, kütüphaneye neden geldin' dedi, 'işin doğrusu buraya geleceğini öğrendim, yarın gideceksin, belki bir daha göremem diye düşündüm, onun için geldim'... sustu, başını öne eğdi. dünyanın en asil insanına bakıyordum sanki o an. sonra 'rektörlüğe gideceğim, istersen sen de gel' dedi. şaşırdım. çünkü bu benim için müthiş bir şeydi. aşk tabii bu, aşırı duyguların bileşkesi, küçücük şeyleri cennetten bir nimet derecesine çıkarıyor. yürüdük, ne düşünüyorsam söyledim. sessizce dinledi. aklımda bir cümleyi tekrar edip duruyordum: 'kavuşamasam da, iyi ki varsın, iyi ki seni görebilecek, tanıyacak kadar şanslıyım.'
ben hep tembeldim.

yani, işime gelmezse çalışmazdım diyelim. (daha masum)

ilkokul da annem ders çalışmadığım için beni cezalandırdı ve bir kereste atölyesine yolladı. hem ders çalışıp hem de işlere yardım edecektim. annemin fikri oradaki hayatı görüp iğrenmem, hayat boyu zora gelmemek için daha çok çalışmam ve insanların bana saygı göstermesini sağlayacak bir işe girebilmemdi. aslında suçlayamam onu, sonuçta kendince beni korumaya çalışıyordu.

iyi ki de yapmış.

bir gün atölyede yaz tatili için verilen ödevi yapmakla meşguldüm. hani şu, sarı kapaklı zihinden problemler kitabı. annem babasına biraz takıntılıydı. dedem ise müthiş bir matematik zekaya sahip olduğundan biraz da onun gibi olmamı istemiş olabilir. çünkü üzerine düştüğü tek şey matematik idi.

bir ara tuvalete gitmek için kalktım, gittiğim yol üzerinde bir noktada, meyve kasalarının yanlarını sabitlemek için kullanılan tenekeler vardı.

ayak bileğim resmen doğrandı. izi hala bacağımdadır.

ama unutamadığım şey bu değil.

aynı atölyede dayım usta başıydı.

yanıma gelip;

"eğer yürüdüğün yolda dikkatli olmazsan, sen de ayağını keser, bizim gibi olursun." dedi.

ben babasız büyüdüm henüz 1 yaşımdayken kaybettim onu. bu yüzden dayım, kısmen bir baba gibiydi benim için.

ve o adam bana "benim gibi olma" dedi. örnek aldığım insan, kendini küçük görürken benim söylediklerini yapmamı bekliyordu.

o anda ailemi dinlememeye karar verdim aslında. o kadar çok, düşüp kalktım ki hayat boyu. o tenekenin bıraktığı yara izi hep gözümün önündeydi ama kimsenin gözü üzerimde değildi.

işte bu yüzden unutamam o anı. gözleri dolmuş halde bacağı kanayan on yaşında bir çocuğa "benim gibi olma" diyebilen bir adam beni kendi kararlarımı alabilmem için teşvik etti ve farkında bile değildi. "görebilmeyi" o zaman öğrendim sayılır.

mutluydum.
anne tarafından sıkça görüştüğümüz bir akrabamıza ziyaret gitmiştik akşamlardan bir akşam. evin iki kızı iki erkeği var ama yaşça en büyükleri bile benden küçük. neyse efendim ziyarete gidiyoruz ya pastalar börekler onlar bunlar şunlar derken hayvanlar gibi yedim. her girdinin bir çıktısı olacağını taaa ortaokulda öğretmişti fizik hocamız. artık yere oturuyorum baskı yapıyorum geri gitsin diye hayır olmaz burada olmasın başıma gelecekleri biliyorum çünkü. artık dayanılmayacak bir hal alınca da klozetin yolu göründü bana.

yaw arkadaş bir sıçtım yani sıçmışım ki böle bişey yok. south park ın bi bölümünde randy çok büyük bir sıçma eylemi gerçekleştiriyordu, elbette ki onun kadar olamadı maalesef * şimdi kendi evimizde de sık sık başımıza gelir biliyorum usuluyle sifonu çekerim gitmez itoğlu it biraz daha ilgi ister su ister bir kovayla hallederim. la arkadaş inanmazsınız belki 10 kere sifonu çektim, birde hep sifonun dolmasını bekledim eziyete bakarmısınız. anladım sifonla gitmeyeceğini evin kızlarından ufak olana söyledim "ehheee canım yaa kova var mı klozet tıkandı da eehhehe" kızın suratıma bakışını ömrüm boyunca unutmam, unutamam abi sanki klozetteki bok benmişim gibi baktı bağa.

nerden baksanız en az 6-7 kova da su döktüm artık annemi çağıracaktım ne bok yicem diye ki orospu çocuğunu son yolculuğuna uğurladım. bu arada hatırladım kızlardan büyük olanının nişanıydı başkaları da vardı evde. asla unutamam, o bakışı, sifonun ve kovanın dolmasını beklerken ki o endişeli düşünceler. böyle de enterasan bir zıçış anımdır sözlük. sevgilerimle.
Uzun yıllar önce gökçe edirneye gelmişti , bir barda verdıgı konserın sonunda sahnede Vay be ben neymişim sarkısını en iyi söyleyene tekila vereceğini söyledi , Atladım , zıpladım ama görmedi beni. 3 kişi sahnedeydi artık en öne kadar gittim ve bagırmaya basladım. Bu ısrarım uzerıne gel dedi ve gittim. diğer aveller söyledıkten sonra sıra sonunda bana gelmişti , Öğrenciyim ve cebımdekı 23 lıranın 15ini konsere 7 lirasını biraya vermıstım. cebımde 1 tl param kaldı ve ortamda içki içememenin verdiği ateşle sahnede döktürdüm. Gökçe bana tekilayı verdi. Karaktersiz Bass cı bana vurdu ve 4cl tekilanın 2.5 cl i döküldü. Ama olsun içtim mi içtim sonrada bi kızla tanıstım popülitem arttı falan. O Gece evde domates corbası yaptım kıza ve guzel bı gece gecırdık. Tum bunların üzerine tam iki gün geçmesine rağmen bunu asla unutamadım çünkü iki gündür okula gıtmıyoruz ve hazır corbalar bıtene kadarda bu fantezi vari yaşantımıza devam etmeyi düşünüyoruz.. o uyuyor şimdi.
yine heyecan dolu bir olayla anıyla karşınızdayım. bakın efendim bu anım tam bir cesaret örneğidir. fakat denemeyiniz benim kadar şanslı olamayabilirsiniz.

mevzuya girelim, yine yurtta ilk yılım yıl 2005. 2+1 ses sistemi bir de canavarlar canavarı vaio laptopum. tabi nabız 130 larda ya yüksek sesle müzik dinlemiyorum bilakis çok yüksek sesle müzik dinliyorum. tabir-i caizse müzik sesinden anasını sikiyorum sesten bulunduğum katın. kah kemençe kah arabesk kah r&b o an ne dinlemek istiyorsam o.

bulunduğum katta 1. ve 2. sınıf öğrencileri var. sadece 1 odada 4. sınıfta olan iki kişi var zaten çatışma da onlarla oluyor. efendim yine gaza gelmiş müziğe son sesi vermişken olaylar gelişir;

+kapı çalar (dan dan dan kapıyı kıracak şekilde)
-kapıyı açıyorum ve karşımda 4. sınıf yavşağı. söylediğim söz şu, bu kapı nerenin kapısı lan burayı böyle çalıyorsun, kerane mi lan burası. adam gibi çalacaksın kapımı. bak bak bak bendeki laflara bak iyi cesaret taktir ettim kendimi.
+ o zaman sende insan gibi dinleyeceksin lan dedi,
derken bizi ayırdı kattaki diğer öğrenciler.

19 yaşındayım ama o zamanlar daha cesaretliydim şimdi anlıyorum. o zamanlar daha bi gözüm kara. 4. sınıftaki adamın boğazına yapışmak ne demek nasıl bi cesaret!

benim yan odadaki samimi arkadaşım dedi ki abi biz bunlara dalalım. peki dalalım da bahane ne dedim bende. ben olayı çıkarırım abi birisini sen al birisini ben. o arkadaşım da gazi mahallesinden psikopatın teki. ulan arkadaş sanki hapishanedeyiz güç savaşı yapıyoruz alt tarafı sikik bi özel yurt lan burası.

akşam oldu, katta da sigara içmek yasak. bizim döveceklerimizden birisi de sigara içiyor mu al sana işte bahane. bizim gazili psiko at lan dedi sigaranı elinden dedi. zaten o onu der demez ben diğerine başladım vurmaya. benim dövdüğüm eleman gözlüklü kırıldı gözlüğü falan sonra bi baktım yataktayım amuğa goyim çıkmış üzerime ikisi ayırıyorlar felan ama benim vurduğum dağılmış yani. kavga etmek sanat işidir, sıradan bir iş değildir dostlar. lisede bu sanatı çokca icra ettim mahkemelere çok çıktım böyle de bir pisliğimdir yani.

bizi ayırdırlar tehditler küfürler birbiriyle çarpışıyor havada. ben odaya girdim beni bi göt korkusu sardı. ulan dedim adamın mına koyduk. e bu adam 4. sınıf, üstüne üstelik uludağ üniversitesinde 4 büyük futbol takımının birinin de başkanı. eyvah dedim boku yedin yarınki yiyeceğim dayağın hesaplarını yapıyorum 3 kişiye razıyım fazlasına direk topuk. yarın ne giyeceğimi falan düşünüyorum yırtılır falan trabzondan aldığım keser sapıyla okula gitmeyi falan düşünüyordum ki odamın kapısı çaldı.

bizim sakaryalı bi arkadaş var arızanın önde gidenidir. o da 4. sınıf. ama sever beni sağolsun. aldı beni götürdü dövdüğüm elemanın yanına barışın yoksa ikinizi de ben döverim dedi. ulan benim allahtan aradığım zaten yarın ki meydan dayağı aklımda. velhasıl barıştık. mutlu huzurlu sene sonunu getirdik. yine müzik dinlyordum artık kimse birşey demiyordu. hele aynı dönemimdekiler gözüme bile bakamıyordu.

sonradan öğrendim ki dövdüğüm eleman tırsağın tekiymiş. boşuna barışmışım hiç te öyle bana meydan dayağı atabilecek potansiyele sahip değilmiş. ne günlerdi be sözlük. yine başka bir dayak hikayemde buluşmak üzere. dağılın lan.
yanılmıyorsam 7-8 yaşlarındaydım, pazara gittik babamla, canım petek balı çekti, çocuğum ya bir de tutturdum illa alalım diye, ayın da sonuymuş iyi mi, ben ne bilicem o yaşta, babam hık mık dedi sonra alırız dedi filan yok ikna olmuyor cadı, tamam dedi alalım, pahalıydı da yani baya malumunuz. neyse eve geldik ben tabii gayet mutlu filan, istediğim olmuş, annem mutfakta aldıklarımızı yerleştirirken bir ara babam da yanına gitti, konuşmaya başladılar, ben de diğer odadayım ama duyuyorum. babam dedi ki "ya kız tutturdu bal diye, para da yok çok ama aldım artık, birkaç gün daha idare ederiz diyordum hanım, nasıl gelicek şimdi maaş günü?"
öyle bir işlemiş ki içime, petek balı görsem de artık isteyemiyorum babamdan.
(bkz: hayatımın en mutlu anıymış bilmiyordum)
çalıştığım şirkete bir müşteri gelmişti içeri girer girmez bana doğru sokularak yıllardır aradığım sensin ben seni ararıyorum deyince * * bir anda neye uğradığımı şaşırıp mutfak görevlisinin yanına doğru koştum. kim bu diye sordum. alla alla ben bu adamı tanımıyorum meğerse kafadan noksanmış beni atlantisin kayıp prensesi zannediyordu. hatta zannediyormuşu çok olur yani beni kaybetmiş. yıllardır arıyormuş. epey bi zaman kurtulamadım kendisinden hatta bi ara eyvah uzaya falan mı ışınlanacam diye düşünmekten de kendimi alıkoyamadım çok korkmuştum ilginç bir anıydı hala aklıma gelince gülerim.*
lise 1deyiz ozamanlar arkamda bugra dıye bır arkadasım oturuyor cokta severdık bırbırımızı ıngılızce dersın de tutturdu yanınızda oturcam dıye 2 kısı oturuyoruz ama sıkıntıya gelememek varya nese bı sekılde geldı oturdu yanımıza nese bu soruyu cevaplamak ıcın kalktı cocuklukya bırazda çiplik benimkisi kalemi tuttum bunun altına bılırsınız hep yapılır bunlar sılgı felan koyarsın bılır o kısıler basına geleceklerı oturmadan once bakar oyle oturur bugranın sıra arkadası volkan bunu hep yaptıgı ıcın bugra bakar otururdu hanı bende yapardım ama kalemı hıc dık bır sekılde koymamıstım takıııı ozamana kadar bugra bakmadan oturursaa hart diye bir ses çıkar ve kıpkırmızı bır surat hocamm musade edersenız dısarıya cıkmak ıstıyorum kısık bır sesle hoca soruyor ne oldu dıye ben bı cıksam ıyı olur dıyor baska bısey demıyor ben ıcımden dualar edıyorum anamm oldurcek benı dıyerekten.tenefus zılı calar bıttın sen kızım dıyorum ıcımden kapıda gordum kendısını yanıma geldı dua et kızım sen oldugun ıcın senın yerınde baskası olsaydı ben yapacagımı bılırdım... hıc unutmam bu anımı aklıma geldıkcede derım nasıl yaptın ey vıcdansız ınsan ya baska yerıne bataydı...
küçüktüm, henüz okula bile başlamamıştım. komşuya, arkadaşımla oynamaya gitmiştim. evde şişirilmiş üç beş balon vardı.
arkadaşıma, balonlarının çok olduğunu söylediğimde bana, annesinin çekmecesinde daha fazlasının olduğunu söyledi. inanmadım*. yatak odasına girdik, çekmeceyi açtı. dikdörtgen şeklinde yapısı itibariyle biraz da zarfı andıran bir şeyi gösterdi. içini açtı. sekiz tane balon vardı. üstelik daha önce hiç görmemiştim böylesini. bana bir tane vermesini söyledim. annesinin anlayabiliceğini, geçen gün aldığında ona çok kızdığını söyledi. balon senin değil mi diye sorduğumda annesiyle ikisinin ortak balonları olduğunu söyledi. benim annemle hiç ortak balonlarım yoktu. çok kıskanmıştım.
tam odadan çıkarken bir tanesini cebime attım. oyun oynadıktan sonra da eve döndüm. ama balonla bir türlü oynayamadım çünkü onu şişirememiştim. kaygan bir yüzeyi vardı. kimse görmesin diye tekrar cebime attım.
aradan bir kaç gün geçince annem cebimdeki balonumu bulmuş. beni çağırıp, onu nereden bulduğumu soruyordu. deliye dönmüş gibiydi. gözleri kocaman olmuştu. ne söylesem inanmıyor üstüne daha da çok kızıyordu. o sırada abim ve arkadaşı kendi aralarında fısıldaşıp pis pis gülüyordu. çaldığımı anlamışlar diye düşündüm. büyük ihtimalle benim hakkımda konuşuyorlardı.
annem balonumu aldı. çöpe attı. hem korkmuştum hem de utanmıştım. hele abim ve arkadaşı aklımdan hiç çıkmıyordu.
şimdi anlıyorum abimin gülüşlerinin nedenini, annemin bu kadar büyük tepki göstermesini, sokakta buldum dediğimde inanmama sebebini. balon farklı demiştim ya, meğer o balon normal bir balon değilmiş.
ne zaman bir prezervatif reklamı görsem hep aklıma gelir bu anım. yine utanırım yaptığımdan ama yine gülümserim.
(bkz: çocukken yapılan salaklıklar)
(bkz: küçükken yapılan hırsızlıklar)
sıcak yaz akşamlarında kapının önünde annenin/babanın işten gelmesini beklemek. göründüğünde koşarak yanına gitmek.
her gün gittiğim yolda , yağmurlu günlerde altında müzik dinlediğim tente ve çıkarıp
sanki son tekmiş gibi içtiğim sigaram .
yağmurun ve müziğin müthiş birleşimine eklenen sigara kötü başlamış güne
en azından biraz tad katmaktaydı.
yazarların hiç unutamadığı her zaman aklına gelen anılarıdır.
bir keresinde serce tuzagi kurmustum bi tane serce dustu tuzaga yakaladim parmagimi isirip kacti. ya yaa.
çok küçüktüm, o kadar küçüktüm ki o yaşta don giymezdim. süslü bir kot pantolonum vardı. fermuarını hızla yukarı çekmiştim.
1. sınıf bitmiş, karne günü gelip çatmıştır. sınıfın en başarılısı olup nazar boncuğu ve 5 lerle dolu bir karneyle ödüllendirilecek olan zayner, hasretle karnelerin dağıtılmasını beklemektedir. karneler verilmeye başlar. en sona onun karnesi kalır. hoca ismini söylediğinde heyecanla yerinden kalkar, daha ilk adımını atamadan sıradan düşer, arkadaşının üstüne yıkılıp zincirleme şekilde arkadaşlarını yere serer. kahkaha sesleri eşliğinde toparlanamadan sürünerek sınıftan çıkar. artık karne falan umurunda değildir, ağlaya ağlaya annesini aramaya başlar..

(bkz: bu da böyle bir anımdır)
bahçeden meyve toplamak.
ilkokul 3.sınıf öğrencisi olan coksakatvar sınıfta ki kızlarla şımarmaktadır. o dönemin meşhur tv programlarından olan reyting hamdi de gazman diye bir tipleme vardır. orda elemanın biri ne diyon lan sen siboop diye bağırıp başını sağa sola sallar. grip hastalığının iyileşme evresinde olan coksakat var kızlarla şımarırken bu tiplemeyi yapmak ister. yapar da. anca o başını sağa sola sallarken burnundan çıkan sümükler etrafa saçılır. kızlar "ıyyyy" diye tepki verip iğrenirler. birşey diyemez tabi coksakarvar. durumu kurtarmak adına dudaklarından şu sözler çıkar "onlar sümük değil ya su su ağzımda su vardı valla bak"...
Kapşonu kafama geçirip, kulağıma kulaklıkları takıp son ses müzikle ve müziğin ritminden dolayı gözümü kapayarak yürümemin tüm trafiği felç etmesi.
forum tarzı başlık altına girdiğim ilk entry'yi unutmama.
bir kış günüydü daha 9 yaşındaydım okulda arkadaşımla kar oynamaya çıkmıştık. aslında amacım bu sinir olduğum kıza pis kar yedirip haddini bildirmekti (çocukluk işte pis kar yese nolur). o karı yedirdim evet ama sonrasında beni zor dakikalar ve günler bekliyordu bunu nerden bilebilrdim. derse girdikten sonra hoca arkadaşı yanına çağırmıştı kız o anda bir güzel bayıldı. bu bayılmaların sonu gelmiyordu her gün bayılmaya başlamıştı. uzun zaman vicdan azabı çekmiştim benim yüzümden bayılıyor diye. ve ben bunu kimseye anlatamıyordum korkudan. meğer başka bir hastalığı varmış bütün bayılmaları bu yüzdenmiş. benim suçum olmadığını öğrenince dünyalar benim olmuştu.
neden unutamadığını bilmediği anılardır. öyle bir anım var ki bulanık ve çok kısa olmasına rağmen hafızamda tazeliğini korumakta. 7 yaşındayım ve çıkmaz sokaktaki evimizin önünde geçiyor olay. güneşli bir gün. sokağın çıkmaza girdiği yere yakınım. sokağın diğer tarafı yani yolun geçtiği tarafa bir 30 metre uzaklıktayım. o tarafa bakarken tam manasıyla, herşeyiyle bana benzeyen bir çocuğun yürüyerek gözden kaybolduğunu görürüm. saçıyla boyuyla giysisiyle bana benzeyen biri geçer yoldan ve görüş alanımdan çıkar. o kadar garip hissederim ki koşarak yola çıkarım. baktığımda çocuğu göremem. böyle bir anı işte. gerçek miydi benzettim mi bilmiyorum. uu beybi mistik bir olay mıydı onu da bilmiyorum. ama o görüntü hala aklımdadır. hafızanın ilginçleklerinden biri işte.