bugün

Benim de hakkımı yemiş iki kişi var ki; öte dünyada cehennemin kapısına gitsem ve "ya helal et ya da cenenneme atılacaksın" deseler "etmiyorum" der kendim atlarım. Hata değil yanlış yaptılar. Bile isteye ve umursamadan. Hakkımı asla helal etmiyorum. Asla, asla, asla!
iletişimsizlik ve özellikle kavga edememek beni çıldırtıyor. arkadaşın olsa diyalogu kesersin, sevgilin olsa ayrılırsın ama mevzu bahis ebeveynin olunca bu durum gerçekten dayanılmaz oluyor. hırsımdan tepine tepine duvar yumruklayasım geliyor. neden çünkü iki çift laf edemiyoruz. neden çünkü karşı taraf ağlayıp zırlayıp ortamı terörize ediyor. ben kafayı toplamadan eksiğimi gediğimi düzeltmeden sağlam bir terapi sürecinden geçmeden doğurmayacağım bu da doğmamış çocuğumdan ziyade kendime söz olsun. döner okurum bunu kesin.
iki gecedir uyku tutmuyor. Kesinlikle gündüz 14 saat uyumuş olmamla alakalı değil. Neyse düşünceden düşünceye atlıyor kafam zaten sabah da nöbete gidicem nasıl uyanırım bilmiyorum. Ayrıca Yine haklıyım diye engel yedim sanırım. Noldu ya profilin gitti diyr mesaj atıcam şimdi. Şaka atmıcm. insan bazen bazı şeyleri görmezden gelir ama bu kendine saygısızlık derecesine gelirse işler karışır. Kendime saygısızlık etmemek için çok sert davranıyorum karşımdakine bazen. Üzülüyorum fakat üstteki arkadaşın ds dediği gibi sizler beni üzeceğine yalnız kalır kendi kendimi üzerim. Sırf sevginizden mahrum kalmamak için toksik hallerinizi kabul edemem.
Nick ini unutmuşum.
Yazdığım hiçbir entrym beni tatmin etmiyor. yazıyorum, okuyorum, beğenmiyorum, siliyorum.
Hüküm bellidir; lâkin hükme karşı gelenler yanlışta olduklarının farkına varamıyorlar. Şarap haramdır, tamam; ama bizi doğrudan ilgilendiren şarap içen değil kul hakkı yiyendir. Ayık kafayla bile isteye ülkeyi bu hale getiren mütedeyyin bir yobazdansa; aklı nicelerde gönlü yücelerde zararsız bir ayyaşı tercih ederim. işlediğin günahın da bir şerefi olmalı. Ayık; "eğri yola girmiyorum" diye ayran içip de pudra şekeri! çeken değil, şarhoş bile olsa doğru söyleyip haksızı yerendir. Ne demiş Sarhoşlar Piri Bekri Mustafa: Bütün günahlar içki gibi sarhoş etseydi, sokaklarda ayık insan bulamazdınız. Ayyaş dediğiniz adam bu kadar güzel söz etmiş, bir de ayık olduğunu iddia edenlerin haline bakın.
işte artık yeryüzünde yapayalnızım; ne kardeşim ne yakınım ne dostum ne arkadaşım ne de ahbabım var; tek başınayım.
insanların en girişkeni, en cana yakını insanlar arasından söz birliği ile çıkartıldı. duyarlı ruhum için en acımasız zulmün ne olabileceğini, kinlerini en ince noktalarına kadar zorlayarak araştırdılar ve beni onlara bağlayan tüm bağları zorla koparttılar. insanları kendilerine rağmen sevebilirdim. benim sevgimden ancak insanlıklarından vazgeçerek kurtulabildiler.
ve işte sonunda, istedikleri gibi, benim için yabancı, meçhul, hiç olup çıktılar.

sonunda beni endişe ve korkunun kötülüklerinden sonsuza kadar kurtardılar, hiç değilse bununla teselli buluyorum.
Her sabah yapılan toplantıdaki boş espri ve goy goy muhabbetlerine tanık olduğum için toplantı çıkışı çok parayı nasıl kazanırım, ne oynarsam zengin olurum tarzı düşünceler düşünüyorum. Bir gün bile şaşmadı.
Evdeyim; küçük kızım gelmiş yanıma: Baba niye çocuklara göre bi' şey almadın, deyiverdi. Onlar için 'neşeli erişte' aldığımı söyleyince, dönüp öyle bir gidişi vardı ki; sormayın. "Onu sen ye!" demediğine şükretmeli. Sahi ya: Neşeli erişte de nedir arkadaş. Sanki yediğimizde, ülkemizin bereketsiz pırasalarını artık hiç görmeyecek miyiz? Hadi onları unuttuk: Ya cacıklık nimetleri nidek? 'Neşeli erişte' bile bizi neşelendiremiyor, düşünün artıkın. Hayat işte, nöörecen müdür.
şu kısa ömrümde başıma gelmiş en garip olaylardan birini yaşayalı henüz 24 saat bile olmadı..

14 Nisan 2022 gecesi hiç uyumadım, sabahladım. internette takıldım, biraz çalıştım derken 15 nisan 2022 sabah 06 sularında nihayet yatağa girip uyumaya karar verdim.

güneş doğmuştu ve aydınlıkta uyumamın zorlaşacağından ötürü panjuru kapattım.

neyse yatağa geçtim uykuya dalacağım, dalmak üzereyim. zihnim hala kapalı değil, yarı açık. o sırada saçma bir rüya görmeye başladım. evet henüz tam uykuya dalış evresine girmemişken...

önce dışarıda güzel bir gol atıyorum sonra bir mekanın içine giriyorum. (buraya kadar her şey normal bir rüya gibi gözüküyor, lakin eminim ki rüyanın o kısmı bile kalp atışımı hızlandırmaya yetmişti, Kâbus hissi vermişti. bir şeylerin ters gideceği aşikardı sanki. ) neyse. ben bir masanın yanındayım, ve yanımdaki biri masaya sert sert yumruklarını atıyor.

o sırada rüya aniden kayboldu. anlayacağınız, ekran gitti..

ve gözlerimin önüne bozuk mikrofondan çıkan o kulağı kanatan cızırtılı ses eşliğinde zifiri bir karanlık çöktü.

rüya kaybolup, gözlerimin önüne siyah bir perde indikten hemen sonra şiddetli bir şekilde titremeye başladığımı fark ettim. sanki çok yüksek şiddette bir deprem oluyormuş gibi.

ama ne yaparsam yapayım kıpırdayamıyorum. mümkünatı yoktu,
zihnim açıktı ama vücudum kaskatı kesilmişti..

dişlerimin kırılırcasına birbirlerine çarptıklarını hissettim, sallanıyordum hemde çok şiddetli.
bu dediklerim 3-5 saniyelik bir süre içerisinde oldu.

yaklaşık 2-3 saniye 8,5 büyüklüğündeki bir deprem anındaymış gibi sallandığımı hissederken bu sefer vücudumun ağırlığının yok olmaya başladığını hissetmeye başladım.

vücudumun hiçbir şekilde bir ağırlığı kalmamıştı, bir toz tanesi gibi olmuştum sanki.
hemen ardından yataktan yükseldiğimi fark ettim.

gitgide yükseliyordum, astral seyahatın ilk evresi olan ruhun, yatış pozisyonundaki bedenden çıkış olayı gibiydi aynen.

ve zihnim hala açıktı.
inanın bana o yükseliş esnasında ölüm anımın geldiğini düşünmüştüm.

öleceğimi düşünürken bir anda gözlerimi açtım, gözlerimi açtığımda sanki 1 metrelik bir yükseklikten yatağıma geri düşmüş gibi oldum.

bu durum, ciddi ciddi ruhumun bedenimden bir kaç saniyeliğine ayrıldığına beni canı gönülden inandırdı.

olaydan sonra yaklaşık 1,5 saat uyuyamadım. tuvalete gittim, telefona bakıp oyalandım.
hayatımda daha önce hiç bu veya buna benzeri bir olayı yaşamamıştım.

benzer bir olayı yaşamış yazarlar varsa,
onlarında bu tatsız deneyimini duymak isterim.
aga inci sözlüğe noldu google playde uygulamasıda yok konuyla alakasız ama bu uzun anı inci sözlükteki yazıları hatirlatti bana.
Yüce rabbim niyet eyledim bu gece sabaha kadar çalışmaya ne olur ya gidip dizi izlemee. Bu gece 5 saat çalışırsan haftalık yazı işlerinin çoğunu bitirmiş olacaksın lütfen bu güzelliği kendine yap bebeğim...
Sevişmek istiyorum. ❤️
yarın okul var, hiç gitmek istemiyorum. Teşekkürler.
Kurutulmuş bir süs kabağı gibi hissediyorum kendimi, yalnızca kabuğumdan ibaretim. içim bomboş.
ben hiç kimseye kayıtsız kalmazken herkesin bana duvar oluşuna kırgınım.
bir süre buralarda olmak istemiyorum. allah'a emanetsiniz kendinize iyi bakın ey ahali.
Kız biyoloji okumuş, 2018'de mezun olmuş, ingilizce öğrenmiş, anadolu'nun bir şehrinde yaşadığı için muhtemelen iş falan bulamamış, gelmiş bizim boktan iş yerine başka şehirde olmamıza rağmen iş başvurusunda bulunmuş. işe girse bile asgari ücret alacağından habersiz, ev tutsa eksiye düşeceğinden habersiz, patronların sömüreceğinden habersiz... üniversite mezunu. Mezun olunca ne sevinmiştir ailesi falan. Bizim ülke böyle işte. Sonra da lafa gelince kendinizi geliştirin safsataları. Hassssiktir ordan.
pazartesi sendromu herkese musallat olur.
Bazen sabahın 7'si, bazen gecenin 3'ü, kimi zaman manasız bir konuşma ortası ya da tam her şey bitmiş derken içinde bir umut kıvılcımının tutuşmasında, en sevdiğim ya da alelade bir şarkı nakaratında, okuduğum kitabın en uç karakterinin söylediği bir cümlede, gökyüzünün mavisine bakıp rahatlamak istediğim anlarda, sokak ortasında öylece duran her şeyden habersiz bir kedinin başını okşadığımda, hiç tanımadığım bir yabancının gülümsemesinde, uykusuz gecelerin bitimi olan tatlı bir uyku arasında, baharım habercisi tatlı bir rüzgarda, terk edilmiş sokaklar arasında kalan o dışı tatlı pembe evlerde, bir ağacı tutkuyla saran bir sarmaşık gördüğümde, tatlı bir sakızın ya da çiçeğin kokusu burnumu sardığında, çok üşüdüğüm anlar sonrası ısınmanın verdiği o mayışmada seni özlüyorum..
Yarın staj var ve 7.30da ben nasıl uyanacağım. :(
kaldıramamaya başladığım bir gerçek var: dünya çok büyük bir yer. yapacak o kadar çok şey, izlenecek o kadar çok film, okunacak o kadar çok kitap, öğrenecek o kadar çok şey var ki...

yavaş yavaş bu "keyifli bulduğun kısmını al, onlara zaman ayır" mentalitesini yitirmeye başladım. bir eylemin "tepesine çıkmadıkça" (daha az görsel bir anlatım bulamadım) onun hâkimi olabileceğimi düşünemiyorum artık. bir yönetmen düşünün mesela. şu festivallerde, takipçileri tarafından hevesle "oo X'in filmleri şöyledir, Y'de şunu yaptı Z'de tarzını değiştirdi" tarzı muhabbeti yapılan yönetmenlerden. onlardan birinin sanatına tam anlamıyla vâkıf olmak istiyorum diyelim. her filmini izledim, her incelemesini okudum, her röportajını dinledim diyelim. ee? geçen onlarca saat, gün, hafta... ve sadece bir yönetmene yaklaşabildim. aynı şeyi bir yazar, bir sanatçı, bir filozof için düşünün şimdi. hangi birini özümseyebilirim?

bu farkındalığımın fitilini ateşleyen bir arkadaşım var. "sinefil" kelimesini hak edebilecek, yakından tanıdığım tek kişi. berlin'inden cannes'ına, Visions du Réel'inden venedik'ine avrupa'da önüne perde serilen bütün festivallere bizzat gidiyor son birkaç yıldır. singapur'da bir kasabada çekilmiş bir film olsun mesela, gelecek yıl da japonya'daki bir festivale katılsın o film. bu eleman, o filmi duyar, izler. sorsam yönetmenini de bilir, "şu filmi iyiydi baya, çok severim tarzını" falan der. ulan adamın kardeşi izlemedi o filmi, sen ne ara izledin? kendisine çok saygı duyarım ve imrenirim.

saygımın sebebi malum; bir uğraşa kendini adayabilmiş olması, harcadığı yüzlerce, binlerce saatin bir şeye gerçekten değmesini sağlayabilmesi.

imrendiğim kısım biraz izaha muhtaç. kendisi ile yaptığım bir sohbette dayanamayıp "ya abi böyle yüzlerce, binlerce film izliyorsun ama bunlarla ilgili bir şey yapıyor musun? aktif katılım mıdır nedir artık... yani bir inceleme yazısı, basitçe kendi yorumun, ya da allah kahretsin bir excel tablosuna o filmle ilgili aklında kalan 2-3 anahtar kelime girmek... yani beynin haricinde herhangi bir yerde izlediğin bu filmleri tutuyor musun?" diye sordum. "yoo" dedi. letterboxd hesabı var, orada izlediğinin kaydını tutup, puan veriyor sadece. küçük yorumlardan bile yazmıyor.

işte bu kısma acayip imreniyorum a dostlar. engin film kültürü ile yazsa en âlâsını yazabileceği onlarca inceleme, onlarca yorum... her şey kayboluyor. bir noktada izlediği filmlerdeki milyonlarca kare birbirine karışmayacak mı? elbette karışacak. kimin filmi kimin filminden ilham almış, hangi filmde nasıl bir görsel dil kullanılmış... bunları hatırlayabilecek mi? mümkün değil. unutacak, unutulacak.

imrendiğim kısım, bu adamın bu fikirden korkmaması. yaşarken izlediği şeyden keyif alıyor. o filmlerin onda bıraktığı izlerin ve izlenimlerin ona yeteceğini düşünüyor. bu gerçekle barışmış, kabullenmiş. ben delirirdim. yok, mümkün değil yapamazdım böyle bir şey. izlediğim her filmle ilgili en az 300 kelimelik değerlendirmeler yazmam gerekirdi, başkalarının o filmle ilgili yazdıklarını okumam gerekirdi... bu da beni günün 24 saati uyanık kalmaya çalışan bir zombi yapardı.

meramımı çok dağıtmış olabilirim, affınıza sığınıyorum. başlığa uyması için *söylemek istediğim şey* artık yeni bilgilerin, görsellerin, seslerin gözümün önünde bulanık bir şeritte akıp gitmesi fikri beni taciz ediyor. kavrayıp sindiremediğim, özümseyemediğim hiçbir şeye bulaşmak istemiyorum bu yüzden. doğru bir bakış açısı olmadığının farkındayım ama kendimi eğitemiyorum. "e şundan keyif almaya bak sen de be kardeşim" diyemiyorum kendime. olmuyor. yapamıyorum.

özetin özeti: bir şeye hayatımı adamaktan, adayamadığım şeyleri kıskanacağım için korkuyorum.
https://twitter.com/zerri...?cxt=HHwWgICy5ba3i4oqAAAA

konuşamıyorum...
Uzun zamandan beri her şey yolundaymış gibi davranıyorum, etrafa gülücükler saçıyorum, kafamı meşgul etmeye, düşünmemeye ve bu yolla bi şeylerle baş etmeye çalışıyorum. Tamam hallettim sanırken bir noktada ipler elimden kayıyor, kontrol ettiğimi sandığım her şey ters yüz oluyor, toparlanamıyorum. Yaşamak o kadar anlamsız ve gelecekten o kadar beklentisizim ki. Şu an dünyanın en güzel yerine gitsem içimdeki mutsuzlukla gideceğim için bir anlamı olmayacak, dünyanın en kötü yerini ise zaten kendi içimde taşıyorum. Hayatımda içime bu kadar kapandığım başka bir dönem olduğunu hatırlamıyorum, günlerin getireceği şeyler beni hiç heyecanlandırmıyor, herkes düzenini kurmuş da bir ben savruluyorum gibi geliyor. hayat belli bir akışta devam ediyor, Mevsimler geçiyor seneler bitiyor, ben hala masalının mutsuz bitmesi ile şoka uğrayan o aptal çocuk olmaktan uzaklaşamıyorum.
bir şey için çabalıyorum ve bu ikinci senem başvuru yapıyorum yapıyorum normal şartlarda tüm kriterlere uyuyor olarak görünüyorum ama olmuyor meğer yaşım tutmuyormuş bu gece onun aydınlanmasını yaşadım koca dünyam zööönk diye başıma yıkıldı harcadığım para da enayilik bedelim oldu çok iyi gece.