bugün

Birini yada bişeyleri beklemekten nefret ediyorum.
çok eksi almışım neden? diye sormak istiyorum ama kimseyle irtibat kurmuyorum.

işte böyle.
o zaman itiraf etmedim ama şimdi ediyorum. yedi yaşımdayken altıma yaptım been..
yoruldum artık sözlük. yaz tatilinde çalışıyorum ve bazen dayanılmaz oluyor, ne işim var burada diyorum. şimdi evimde oturmuş kitap okuyor olabilirdim.. sonra iş birazcık hafifleyince eve gitsem de boş boş oturacaktım, kimseye faydam olmayacaktı diye düşünüyorum. ikilemde kalmış durumdayım.
ve bir itiraf daha bu aralar bi şeyler anlatabildiğim bi sen varsın sözlük.
- metrobüste ayakta yolculuk yapmaya mahkum biri olarak, insanların her durakta ''salınımlı yosun hareketi'' yaptıklarını düşünüyorum. yoksa o her durakta bir ileri, bir geri yapılan hareketlerin başka bir açıklaması olamaz.

- hz. musa'nın kızıl denizi ikiye yardırıverdiği efsane düzenli aralıklarla aklıma gelen ender şeylerden biri. olayın mucizevi ve dini yanı bir yana, ben orada firavun'a takmış durumdayım. adamın gözleri önünde koca deniz ikiye yarılıyor ama bu hala spartacus olma derdinde... sen ne cevval, ne korkusuz bir firavunmuşsun be.

- hava sıcaklıklarının artmasıyla beyin nöronlarımın yavaş yavaş eridiğini hissediyorum. bu durum da bana fazlasıyla saçmalamak olarak geri dönüyor.

- hayatım boyunca japon bayrağı kadar manasız bir şey görmedim. eğer japon sevicileri tarafından harakiri yapmaya zorlanmayacaksam, japon bayrağının fazlasıyla baştan savma olduğunu düşünmeye devam edicem. o ne öyle? bembeyaz zemin ortasına kırmızı bir yuvarlak... nedir yani? sanki masa örtüsüne oje dökülmüş gibi.
sosyal anlamda değil ama özümde cidden "salt" yalnızım lan sözlük.
asla dedigim herseyi bir bir yaptığımı farkettim. hemen sonrasında yapamycagımı düşündügüm seylerle ilgili kesin konusarak, bekleyip kendimi deniyorum. Eglenceli oluyor, sonrasında pis pis gülüyorum içimden, sanırım hastayım.
az önce hadisenin bir konserde şebnem ferahın şarkısı olan sil baştanı seslendirdiği videoya denk geldim. onun adına ben utandım. bir de sesi yetmediği yerde seyirciye mikrofon uzatmaz mı teallam ya akşam akşam sinirlerim bozuldu.
unutmak kolay aslında. hatta istesem biraz b vitamini eksikliği bile yaşatabilirim kendime; ama hiç gerek yok. *

edit: neden eksileniyorum sevgılım?
günün ilk itirafı için pusuya yatan herkesi itina ile eksiliyorum sözlük. pişman değilim. sevgiler.

edit: saat 00.00 itirafçılarının gazabı. eylemlerim devam edecek. *
bu saatte çalışırsam olacağı bu işte. yeni binanın katlarını karıştırdım 3. katta olması gereken bazı odaları, 2. katta çizdim. şimdi 2. katı tamamen sildim, birde çizene sövdüm. bu kadar yanlışı nasıl yapar diye. olmadı sil baştan.
beyler ekran üç boyutlu şu anda harfler havada uçuşuyor. tek birrrr.
özge ismindeki kızlara karşı zaafım var sözlük.

özge vs başka bir kız ismi şeklinde karşılaştırma varsa özge hep 1-0 önde başlar.
epey uzunca bir zamandır yazarım sözlükte ama buralara uğradığım nadirdir. pek öyle itiraf edecek entrikalı, gizli saklı bir yaşantım olduğu da söylenemez zaten... ama öyle zamanlar, insanlar, olaylar geliyor ki insanın başına bazen, sıkışıp kalıyorsun kendinle kendin arasına ve nihayet bir çıkış yolu bulamayınca da bir bakıyorsun kendini burada bulmuşsun.

bir itiraftan ziyade daha çok bir iç dökme olacak belki bu entari. şöyle ki, biri var çok özlediğim... bir kız. uzun zamandır tanıdığım ama çok fazla bir samimiyetimin olmadığı bir kızdı. taa ki geeçen şubata kadar. sonra birdenbire bir yakınlaşma, her gün saatler süren telefon konuşmaları, mesajlar derken bir de bakmışım ki, birbirimize ilişkimizdeki sorunları anlatan iki arkadaş olarak başlayan maceramız, bambaşka bir şekle dönüşmüştü.
konuştukça daha yakınlaşıyor, yakınlaştıkça daha çok konuşuyorduk. o kadar çok ortak yanımız çıkıyordu ki konuştukça, aramızdaki bağ, arkadaşlıktan öte bir anlam kazanmaya başlamıştı. aslında bunun ne olduğunu ikimiz de biliyorduk fakat kendimize bile itiraf edemiyorduk zira ikimiz de biliyorduk ki, hayatımızda başkaları vardı.

ama birbirimize olan çekim, her geçen gün karşı konulmaz bir hal almıştı. sesini duymadığım günüm iyi geçmiyordu. ve sonunda bir gece buluştuk, sabaha kadar konuştuk, güldük, eğlendik. nasıl geçtiğini anlamadığım bir 6 saatin sonunda yorgun düşmüş ve uyuya kalmıştı. usulca saçını okşadım uyandırmadan, üstünü örttüm ve o anda anlamıştım ki, yanıbaşımda uyuyan bu kıza aşık olmuştım. ve sabah uyandığında ona bunu söylemeye karar verdim.

fakat söyleyemedim. çünkü uyandığımda gitmişti. hem de hiç birşey demeden. neden öylece bırakıp gittiğini hiç sorgulamadım, yargılamadım, elbette ki vardı bir sebebi kendince, az çok benim de tahmin ettiğim. yaptığım, söylediğim ya da söylemediğim ya da yalan söylediğim birşey olmalıydı sebep. çünkü öylece bırakıp gidecek bir insan değildi.

tam olarak neden olduğunu bilmesem de, böylesine bir gidiş kalbimi kırmış olsa da sustum... belki suçluluktan, belki de kırgınlıktan sustum, gitmedim peşinden, gidemedim. yerini yurdunu, evini, okulunu, telefonunu, herşeyini bildiğim halde gidemedim, bırak gitmeyi bir mesaj bile atamadım.
yeri geldiğinde, icap ettiğinde, en kabadayısına gider yapan, racon kesen ben, telefon açıp bir nasılsın demekten bile korktum. vereceği tepkiden korktum, konu açıldığında daha çok kırılacağımızdan korktum. deliler gibi özledim, gecelerce rüyalarıma girdi, sesi kulaklarımdan gitmedi ama arayamadım. koskoca adam, hayatta hiç birşeyden, hiç kimseden korkmayan ben, onu aramaktan çocuklar gibi korktum.

özledikçe içtim, içtikçe daha çok özledim. çok içtiğim gecelerde niyetlendim, aldım telefonu elime ama her seferinde vazgeçtim. yapamadım işte. çok özledim, acı çektim, kendime küfrettim ama ona hiç kızmadım. çünkü onu çok iyi tanıyordum... ne kadar asil, karakterli ve iyi bir kız olduğunu biliyordum.

sonuçta kaybetmiştim onu, bu açıktı. kabullenmem zor oldu ama yapacak bir şey yoktu. zaman soğutuyor her ateşi, kabuk bağlıyor her yara eninde sonunda. ama bazı insanlardan kalan yaralar hiç kapanmıyor. o da onlardan biri oldu benim için artık. keşke böyle bitmeseydi, hiç olmazsa arkadaşlığını bari kaybetmeseydim... ama madem böyle istedi... eyvallah sevgili.

umarım bir gün bir yerde bir şekilde karşılaşırız tekrar. seni bilmem ama benim kalbimde her zaman yerin olacak... sıfatı ne olursa olsun, kalbin kalbime hep aşina olacak. o kocaman, ışıklı, gökkuşağını anımsatan gülüşün hiç solmasın esmer kız. seni seviyorum... hoşçakal.
benim hiç sevgilim olmadı ulaaaaan !! * * *
bugün babamın bir arkadaşının düğünü vardı yemegi yedik aceleyle hazırlandık tam kapıdan çıkacaktık davetiyeye bakayım dedim düğün 1'deymiş meğer, olmayan hatta bitmiş düne gidecekmişiz 10 dakka filan güldüm ya. neyse sonra hazırlanmışken çıktık sahilde dondurma yemeye gittk. bu da böyle bir anımdır sözlük.
içimdeki öfkenin sınırını aşmak üzereyim, atıcam kendimi camdan bi yerden. ya da birini ağır yaralayacağım.
gülmeyi en çok onunla seviyorum.
sözlük ile ilgili bir takıntım var, sözlük. şöyle ki; arama kısmında bir şeyi aradığım zaman başlık içindeki mesajları okumadan önce arama kısmında kalan arama kelimelerini siliyorum. yoksa gözüm hep oraya takılıyor, entryleri okuyamıyorum. zall'ın buna bir çare bulması lazım. enterladığında arama cümlesinin silinmesi gibi. vallaha olmuyor böyle bak.
insanları sevmiyorum.
bu devirde babana bile güvenmeyeceğini öğrenmiştim ama kardeşine de güvenmemen gerektiğini yeni yeni kavrıyorum sözlük, büyüyor muyum ne?
sevgilim durmadan bana emre aydın ın şarkı sözlerini yollayıp duruyor sözlük. sevmiyorum bu çocuğu arkadaş. bu kızın ucuz romantik klişelerini de sevmiyorum. ama ben de tuttum ona ferdi tayfur un şarkı sözlerini ünlü bir türk şairinin şiirleri, sen tanımazsın diyerek yolluyorum. 5 bin sms hakkı veren operatörüm sağ olsun.
bardağa o kadar buz koydum ki kolayı minim minim içe biliyorum ağzıma buz doluyor.
evet, sahibi şortun altında uzun çorap ve kundura ayakkabı giyen bir cafe de çalışıyorum. utancım derinimdedir.
yalnızlığa çok alıştım be sözlük. kitaplarla konuşur, sevişir oldum.