bugün

yönetmenliğini alexandır payne in yaptığı başrolünü ünlü aktör jack nicholson oynadığı 2003 yılı yapımı film.
film bir insanın kendisiyle yüzleşmesini ekrana taşımaktadır.yıllardır alışmış olduğu monoton hayatın bir anda tepe taklak olması üzerine buna direnmeye çalışan bir insanın hikayesidir karışımızdaki.tabi jack nicholson un mükemmel oyunculuğuda filme bir kat daha anlam katmıştır.
kesinilkle izlenmesi gereken bir filmdir.
(bkz: about schmidt)
schmidt yatakta yatarken, sırtını dönmüş karısı hakkında ''bazen bu kadınla aynı yatakta yattığıma inanamıyorum'' demiştir.durum filmidir, izlenilesidir.
filmin en sonuna kadar bastırılan duygular birden açığa çıkar. Gerilmiş halinizden eser kalmaz sonrasında. Göz yaşları yahut acı bir kahkahayla verilen tepkiler boşaltmıştır sizi. izlediğim en güzel filmlerden birisidir. insanı olayın içindeymiş gibi hissettiren etkileyici filmlerden. (bkz: 25 saat)
eğer jack nicholson'ı the shining ya da one flew over the cuckoos nest gibi filmlerden sevdiyseniz hoşlanmayacağınız sizi sıkacak filmlerden biridir..
jack nicholson'ın en durgun filmlerinden biri olmasına rağmen, kendisinin en vasat olay örgüsüne sahip filmleri dahi oyunculuğuyla izlenesi hale getirdiğinin en güzel örneklerinden biridir.
jack nicholson'ın sadece yüz mimiklerini görmek için bile izlemeye değer bir film. Yanlızlığın tercih olmadığı zamanlarda insanı nasılda çaresizliğe ittiğini çok iyi anlatmış. Avuçlarımızdan kayıp giden, bir zamanlar sahip olduğumuz şeyler artık hayatımızda olmadığında yani o muazzam boşluk hissi, kısacası film emeklilik, yaşlılık ve işe yaramamazlık hissiyatını öyle güzel veriyorki, film bittikten sonra damağınızda acı bir tat kalıyor geriye.
jack nicholson'ın etkileyici filmlerinden. bazı bunlatıcı günlük hadiseleri iyi anlatmış. ama bazen bu durumların berbatlığından mıdır nedir, can sıkabiliyor. bir durdurup kendinize gelmeniz gerekiyor.
7/10
hayatı sorgulamak yaşlanınca yerini boşvermişliğe bırakıyor sanırım. ne yaparsan yap bir çok şeyin aslında anlamsız olduğu gerçeğiyle yüzleşmek... sevgi eksikliği, yalnızlık ve bir içe dönüş hikayesi. jack nicholson'un farklı bir performansı. sonu göz dolduranlardan.
alexander payne 'in izlediğim 4. filmi.


--spoiler--
şu amerikalıların oyuncu ve yönetmen seviciliği konusunda yer yer abartıya düştüklerini düşünürüm. yetenekli bir yüzü eskitmeyi severler. bu vazifeyi yüzlerinde gülücükler açarak layıkıyla yaparlar. fakat ilk defa çok övdükleri payne isminde yeteri kadar bile böyle davranmadıklarını düşünüyorum. payne, her türlü övgüyü, sevgiyi hak eden bir sinema anlayışı yerleştirdi ve kesinlikle bu yolda kendi bildiğini en iyi şekilde yaparak yoluna devam ediyor. hani illa övüyorsanız, övdükçe mutlu oluyorsanız, abartmak sizin işinizse bu adamı övün övdüğünüz şey de eksik kalmaz demek istiyorum. *
--spoiler--

--spoiler--
sözlükte, yukarıda yazılan birkaç yorum hayli ilgimi çekti. filmin durgun yapısı, can sıkan hali daha ziyade oyuncu üzerinden ele alınmış. * bir kere öyle değil vaziyet. mevzu, yönetmenin farkından kaynaklanıyor. payne'nin sinema anlayışı öyle şaşalı büyülü hikayelerden beslenmiyor. kendi halinde hatta basit olarak görülebilecek hikayeleri anlatmayı seviyor. ve bunu yaparken de hikaye içinde detaya girerek yani hikayeyi zenginleştirerek vurup vuruşturuyor.
--spoiler--

--spoiler--
about schmidt izlediklerimden özellikle The Descendants 'la bağ kurduğum bir yapıt oldu. bu bağın sebebine gelirsek, kişisel özeleştiri olgusunun insana kattıklarına da gelebilmek lazım. filmlerde, iki erkek profilinin de eş olarak özeleştiri yapabildiğini görüyoruz. ve ikisinde de ihmaller, görünenin dışında görünmeyenler mevcut. yani, birlikte yaşarken eş olarak bazı sorumluluklar es geçilmiş hatunlar evsel görevini sürdürmüşler sıkıntılarını çokta dile getirmemişler hatta manevi yönden başka erkekler de arayış içine girerek kendilerini tatmin etmişler. birisi mektuplaşmış, diğeri aldatmış falan filan... görünen mutluluğun arkası boş... ve bu boşluk sıkıntıların yüz yüze dile getirilmemesinden ve de pişmanlıklardan doğuyor. yalnız, payne bu basit ve birbirine benzer hikayelerin içini iç burkan detaylarla açımlayınca ilk paragrafta da yaptığımız o övgülerin hepsini fazlaca hak ediyor.
--spoiler--


--spoiler--
Jeannie Schmidt 'in yaptıkları hep batıyor eşine. jeannie ölünce durum farklılaşıyor. kokusu, yaşlılığın içselleştirilmesi kadar huy-tüy de analiz ediliyor. diyor ya warren schmidt bir yığın bibloya dünyanın parasını döküyor o biblolar neden sonra fazlasıyla önem kazanıyor. biblonun manası dahi değişiyor. yargılamalarından, aforizmalarından utanıp sıkılıyor. neydi bir diğer anekdotumuz, ayakta işememek etrafa sıçratmamaktı. bu içi yakan önermeye daha sonra uygun hareket etmeyerek evin düzeninin ağzına sıçılabiliyor. warren schmidt'in dünyası hayli farklı. kızını da bir türlü o adama yakıştıramıyor. elinden geleni yapıyor, yeri geliyor yalan söyleyip topu jeannie'ye atıyor ama gene de başaramıyor ve yalnızlığa terkediliyor. bu yalnızlık sendromunda mükemmel alt metinler sunan ndigu'ya yazılan mektuplar onun içini rahatlatan bir tavır sunuyor. ndigu'yla resmen dertleşiyor warren. eşinden, pişmanlıklarından, yalnızlığından dem vuruyor. ndigu'nun o mektupları anlayıp anlamaması çokta önemli değil yazıyor ya o yetiyor. filmin o boğaza yumruk saplayan sonuna da ortamı hazırlıyor. yaşı ilerlemiş bir insan kendi kendine şunu soruyor? huysuzluklarımdan arta kalan zaman da birilerinin hayatına dair olumlu bir şeyler yapabildim mi? yaşarken kıymetini bilmediğimiz şeyin kıymetini elimizden kaçırınca mı anlıyoruz? hep ben mi mükemmeldim? yoksa ziyadesiyle hatalarım da oldu mu? evet ndigu benden bir şeyler bekliyordu benden bir şeyler bekleyen bir insan vardı uzakta da olsa. üstelik sanırım ndigu için bir şeyler yapabilmiştim. ve en azından bir şeyi dahi başarabilmiştim bitmeye yaklaşmış hayatımda.
--spoiler--

aaah payne ahh! warren schmidt'te usta oyuncu jack nicholson olunca o düğündeki tirad gibi nicelerini atabilecek bir adamdan bahsediyorsak ve bu hikaye ve uzandığı yerle ilişkili içimizden bir şeyler kopuyorsa belli bir süre geçmek bilmeksizin boğazımıza hayatın ta kendisi yumruğu saplıyorsa sen bu işi fazlasıyla biliyorsun dostum.

edit: election ve the descendants 'tan bir tık iyi, yalnız bir sideways 'te değil ki sideways'ler kolay çıkmıyor bağımsız sularda.

10 üzerinden 8!
kathy bates'in kocasını yemekte bir türlü konuşturmaması sahnesinde -bi sus kodumun yaşlı huysuz karısı- diye bağırmaktan kendimi alamadığım film.

kırk yaş üzerine hitap ediyormuş gibi görünse de her yaştan izleyicinin ilgisini çekebilecek, hüzünlü, az biraz karamsar ama esasında rahatlatıcı alexander payne filmi.

jack nicholson abimize saygılar. abi sen ölme ne nolur, hep başrol oyna.
pazar gecesi sineması tadında izlediğim film.