bugün

Savunduğu ilkelere aşırı bağlılık göste­ren Gide, Eflatun (Platon)un bazı fikir­lerine başvurarak zevki aşktan ayırdetmeye çalışır. Zevkin ve aşkın birleştiril­mesi, homoseksüel ya da heteroseksüel olsun, her kişinin en büyük özlemiyse de, bunların karşılıklı olarak birbiriyle uvuşamadıkları da bir gerçektir. “Plato­nik” aşk eşler arasında cinsel ilişkilerin bulunmayışıyle nitelik kazanır. Platonik aşkta, herşey duygusal ve ruhsal düz­lemde olur. Aşksız zevke gelince, bunu denemeyen erkek pek azdır. Buna karşı­lık, kadınların çoğu herhangi bir aşk duygusu duymadan cinsel birleşmede bulunamazlar.
Eskiçağ filozoflarının çoğu aşkı sadece bedensel bir istek olarak tanımlamışlar­dır. Ama Eflatun, Aristoteles, Plutarkhos, Sokrates aşkın en ince ve en yüce duygu olduğunu ileri sürmüşlerdir. Eflatunun Şölen adlı diyalogunda belirledi­ği aşk kuramı oldukça ünlüdür. Buna göre, aşk güzelliğin doğurduğu bir çeki­ciliktir. Gerçek güzellik ise düşünce ile kavranan güzelliktir. Duyu yoluyle algı­lanan güzellikler gerçek güzelliğin bula­nık bir taslağı, solgun bir yansımasıdır. Descartes ve Spinoza gibi klasik filozof­lara göre aşk bir tutkudur ve kişi bu tut­kuya akliyle egemen olmaya çalışmalı, onu duru ve temiz bir duygu haline ge­tirmelidir.
Romantik akımla birlikte aşk anlayışı da değişmiştir. Nietzsche ve Schopenhauer aşkı insan soyunu sürdürmek için insana kurulan bir tuzak olarak tanımlamışlar­dır. Herbert Spencer ise aşk duygusunu büyük bir ustalıkla çözümlemiştir. Spencer cinsel sevgide yer alan öğeleri duy­gulanma; hayranlık beğenilme sevinci kendine değer verme sahip olma duy­gusu ve zevki; büyük bir eylem özgürlü­ğünün doğurduğu zevk yakınlık duygu­sunun verdiği coşkunluk olarak sırala­mıştır.
Aşka tarih açısından bakıldığında, ata­erkil aile düzenine bağlı eski Yunan ve Roma toplumlarında kadının, bugünkü anlamıyle aşk esinlendirmesine oldukça seyrek rastlanır. Söz konusu toplumlar­da, kadının yalnız yüz ve vücut güzelliği cinsel bir arzu uyandırırdı; başka bir deyişle, kadın hiçbir zaman ger­çek aşka konu olmaz, sadece devlete yurttaş sağladığı için saygı görürdü. Eskiçağda aşk kavramı bazı değişiklikle­re uğramıştır. Bu değişikliğe Hıristiyan­lık ve kuzey uluslarının töreleri olmak üzere iki önemli etken yol açmıştır. Ku­zey uluslarının törelerinde kadın barışta ve savaşta, işte ve tehlike karşısında er­keğin eşiti ve yoldaşı sayılırdı. Bu töre­lerle Hıristiyanlığın etkilemesinden ise ;şövalye aşkı; olarak adlandırılan bir aşk anlayışı doğmuştur. Bu anlayışa gö­re aşk, büyük eylemlerin, serüvenlerin esin ve şeref kaynağı, kadın ise şeref da­ğıtan bir yüce varlık, başka bir söyleyiş­le, savaşçının bilinciydi. Ama bu aşk anlayışı kısa süre sonra, yü­celik niteliğini yitirmiş, bunun sonucun­da, kadının toplumsal durumu, Eskiçağ­da olduğu gibi, erkeğinkinin altına düş­müştür.Şövalye aşkı; yeniden madde­sel aşka ve romansı kadın düşkünlüğüne dönüşmüştür. Fransız Devriminin getir­diği ilkçağ sadeliği ve cinsiyet eşitliği anlayışı bir yana bırakılırsa yapmacıklık romantizm, çapkınlık gibi çeşitli görü­nümler almakla birlikte, aşk bu temel biçimiyle zamanımıza kadar gelmiştir. Kadının giderek daha bağımsız bir duruunlan ma getirilmesi, erkeğin onu gittikçe da­ha az hor görmesi ve psikoloji bilimindeki ilerlemeler aşk sorununun verileri­ni değiştirmekte etkili olmuştur.
o rüyalarımda hayalimde hatta yanıbaşımda
her anımda olan platoniğimin
beni alıp uzaklara götüreceğini biliyorum; demek isterdim ama böyle söylerek kimi kandırabiliim ki ?!
aşkların en sivri uçlusu en çok batanıdır.
görünüşe göre sözlükte çok yaşanmış olandır.
kendi hayalinde oluşturduğun bir varlık üzerinden kendi kendine aşık olmaktır.
insanı yavaş yavaş ele geçiren, iliklerine işleyen lanet olası duygu selidir.

sonra gün gelir, karşındaki seni reddeder. ne kadar üzülse de, kırıcı olmamaya çalışsa da...
binanın kolonları birdenbire yıkılır.
çoktan ele geçirmiştür çünkü bünyeyi.
hayat onun üzerine kurulmuştur.
kolonlar o'dur.
ve o seni istemez.
işte o zaman binanın çöküp çökmemesi şansa kalmıştır.
biri gelip tekme atsa yıkılacaktır bina.
belki de yıkılmak için bir darbeye bile ihtiyaç duymayacaktır.
en azından ben, çöküyorum.
aşkı bir merak duygusu olarak tanımlıyorum...ozaman aşkların en güzeli...en acısı...
en saf ve temiz aşk çeşididir. sevgi miktarının ters orantılı olduğu yegane aşktır aynı zamanda.
(bkz: yanmadan eriyen mum)
kötü bitme, karşı tarafın ağzınıza sıçma ihtimalinin olmadığı aşk tipi.
platonik aşk=boş dükkana kira.
24 saat oruç tutmaktır. hiç iftar yapamayacağın oruç.
sevilemezsin-sevişemezsin ne gereği var türüdür.
hiç olmayan birine aşık olmak gibidir.

belli bir yerden sonra insanın nasıl davranacağını, ne düşüneceğini bile karıştırmasına sebep olan duygu. psikolojiyi bozar, hayatın içine eder, her şeyin tadını yok eder. saftır, temizdir ama yemişim böyle temizliği.

ccc platonik aşk siker ccc
platon'un suçu ne ki dedirtmiştir hep,
kendi bünyemde yaşadığım boll özverili bir hikayedir, kendimce, görecelidir bence...
(bkz: hiçbir neden yokken ağlamak)
midede duyulan acıdır. bulantılar üstüne gelen bulantılardır. kusamama sebebidir. daha başka bir şey demiyorum...*
Aşkların en zoru ,en beteri, en acı verenidir.
Belki bir o kadarda en güzelidir.
(bkz: mutlu aşk yoktur) der aragon platonik aşkta bunun bir örneği kanımca
platonik aşk= boş dükkana kira!
cogu zaman zevklidir.
önce anlayamazsın. ulaşamayacağın için bir takıntı mı yoksa gerçekten o çaresiz derde mi tutulduğunu. ama gerçekler acıdır zamanla cevap bulur sorular. hergün her an her saniye aklında olunca bir insan,görmesen bile kalbin atıyorsa onun için her saniye,sevmese bile seni,hatta sevse bile bir başkasını,bilmiyorsa bile adını,sen onun adını sayıklayarak uyuyorsan eğer,rüyalarında bile ulaşmaya çalışıyorsan ona bunu adı aşktır... hemde platonik aşktır. kapanmayan bir yaradır. siyahtır. acıtır. acıdır.
merhabası birse hoşça kalı da birdir. nedendir bunu hiç anlamazlar, platonik aşıklar.*
sevdiğine değmiyorsa salla gitsin yoksa acı kaçınılmazdır.
ateşte çıplak ayak yürümektir.acı verir.